• Sonuç bulunamadı

Kalkınmanın Tarihsel Süreci

III. KALKINMA

3.1. KALKINMANIN TANIMI

3.1.3. Kalkınmanın Tarihsel Süreci

Dünyada her dönem iktisadi alanda farklı sorunlarla karşılaşılmıştır ve bu farklı sorunlara uygun bir şekilde çözüm arayışları gerçekleşmiştir. 20. Yüzyılın ilk dönemlerinde karşılan sorunlar daha önce yaşanmış olan krizlerin etkilerine minimuma indirgemekle meşgul olurken 2. Dünya savaşı sonrasın da yaşanan değişimler kalkınma kavramının ortaya çıkışını sağlamıştır. Bir dönem iktisat biliminde en çok üzerine düşülen konular büyüme ve istihdamken değişen yapı ve koşullar sonucu yeni kavramlar ortaya çıkmıştır. Kalkınma kavramı ortaya çıktıktan sonra artık yalnızca büyümenin yeterliliği olamayacağı bu durumda kalkınmanın büyümeden daha öncelikli olduğu görülmüştür. (Çetiner, 2019, s. 123).

İktisadi kalkınmanın önemi ikinci dünya savaşından sonra daha hızlı yükselen bir veri olmuştur. İktisadi kalkınma, iktisadi büyüme kavramı ile beraber kullanılmaya başlamıştır. 1970 yıllarına gelene kadar da iktisadi kalkınma iktisadi büyüme ile aynı şekilde ölçülmüştür. (Çağlar, 2018, s. 5). İktisadi kalkınma içerisinde neoklasik yaklaşımlar 1970 yıllarında kendini göstermeye başlamıştır. Yeni bir kuram olan kalkınma kavramı ‘bütün ülkelerde her zaman ve her koşulda geçerli’ yapısı ile diğer kuramları arkasında bırakmış ve yükselişe geçmeyi başarmıştır (Şenses, 2007, s. 16).

İktisadi kalkınma ile ilgili ilk kuramları ortaya çıkaran Adam Smith olarak kabul edilir aslında bu kuram direkt olarak iktisadi kalkınma ile ilgili olmasa da ileri görüşlülüğü ile kalkınmaya açıkça vurgulamıştır. Smith ekonominin temelini eğitimin

34

oluşturduğunu açıklarken içinde bulunduğumuz yüzyılda da iktisadi kalkınmanın temellerini eğitim ve sermayenin oluşturduğu görülmektedir. Adam Smith’in iktisadın kurucusu olduğu kabul edilmekte olduğu gibi Smith’in eğitim için vurguladığı önem yalnızca kalkınmanın değil iktisadın da temelini oluşturduğu kabul edilmektedir. Adam Smith bununla ilgili ilk önemli eserini 1776 yılında Ulusların Zenginliği adlı kitabını çıkarmıştır. Kalkınma ile ilgili ilk bilimsel eser niteliği taşımaktadır (Çağlar, 2018, s. 5).

Adam Smith iktisadi kalkınma yerine aslında İngiltere de ortaya çıkan zenginlik ve yükselişi konu alarak bu eseri yazmıştır. Eserde maddi olarak yükselmeyi zenginlerden oluşan kısımların arttırdığı para ile sermaye birikiminin oluşumuna dayandırmıştır (Smith, 1776, s. 275-280).

Adam Smith’ den sonra pek çok iktisatçı ticaretin gelişimi, kapitalistleşen dünyanın değişimi ve girişimciliğin artması gibi konuları ele almıştır. Bu geçen sürede kalkınma kavramı Arndt’ a göre aslında bazı ender durumlar haricinde fazla kullanıldığı görülmemiştir. Alfred Marshall kalkınma kavramını kullanan ender iktisatçılardan biridir. Marshall bu kavramı iktisadi anlamdan ziyade düşünce gelişimi ve sosyal kurumların gelişimi gibi zamanla oluşan gelişimleri ifade etmek amacı ile kullanmıştır.

Kalkınma kavramını diğer bir kullanan iktisatçı ise Schumpeter olmuştur.

Schumpeter İktisadi Kalkınma Teorisi üzerine bir çalışma yapmıştır kalkınma kavramını da ilk kez bu çalışmada ifade etmiştir. Daha sonra 1920 yıllarına gelindiğinde iktisat tarihçisi olan Lilian Knowks 1924 yılında İngiliz Deniz Aşırı İmparatorluğunun İktisadi Kalkınması isimli eserini ortaya çıkarmıştır. Lilian Knowks’ un hemen ardından birkaç sene içinde Vera Anstey tarafından hazırlanan Hindistan’ın Ekonomik Kalkınması adlı eseri yayınlamıştır. Bütün bu kullanımların arkasından iktisadi kalkınma kavramı hiç birinde aynı manayı ifade etmemektedir. Çeşitli anlamlarda kullanılmasının sebepleri vardır. Mesela Schumpeter Marks’tan etkilenmiş bir iktisatçıdır. Knowks ve Anstey ise İngiltere’de yaşayan ve İngiliz imparatorluğu etkisinde iktisatçılardır. Bu etkileşimler kalkınma kavramını geçişli ve geçişsiz olarak ikiye ayırmıştır. İlk gruptaki iktisatçı kavramı geçişsiz olarak kullanırken ikinci gruptaki iktisatçılar kavramı geçişli olarak kullanmıştır.

35

Kavramın ikiye ayrılması iktisadi kalkınma gösteriminin çeşitli şekillerde açıklanmasını getirmiştir. Marks’tan etkilenen Schumpeter kalkınma kavramını iktisat tarihinin ana kavramlarından biri olarak kabul etmiştir. Marksın kalkınma kavramı asıl olan bir görüştür. Marksın görüşünde ekonomide gerçekleşen değişimlerin aslında bütün toplumu etkilediğini ve değişime uğrattığını bu sebeple ekonominin toplumsal yapıyı değiştirmede bir sebep olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Toplumların pozitif yönde ya da negatif yönde değişime uğramalarında ekonominin payı büyüktür. Sonuç olarak iktisadi kalkınmanın ortaya çıkması içerisinde oluşturduğu kazanımlardan oluşur. Marksın ve Marks’tan etkilenen Schumpeter’ in kalkınma kavramından geçişsiz olarak faydalanmalarının sebebi budur. Marksist görüşüne göre toplumlar ve ekonomiler gelişmektedir fakat Milner’ e görüşüne göre doğal kaynaklardan yararlanmanın gelişimidir. Dolayısıyla Marksist görüşe göre kalkınma kavramı geçişsiz Milner görüşüne göre kalkınma kavramı geçişlidir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Marksist literatürün dışında kullanılmasa da, doğal kaynakların sömürülmesine veya geliştirilmesine atıfta bulunmaya devam etmiştir (Tunalı, 2019, s.

42-43).

3.2. İKTİSADİ KALKINMA VE İKTİSADİ BÜYÜME ARASINDAKİ FARK İktisadi kalkınma ve iktisadi büyüme kavramlarına aynı anlamı yükleyen iktisat bilimciler olmuştur. Bu yaklaşım çoğunlukla geleneksel iktisat görüşünü benimseyenler tarafından oluşmuştur. Geleneksel iktisat görüşçüleri iktisadi kalkınmayı iktisadi büyüme gerçekleşirken doğal bir şekilde ortaya çıktığını savunurlar fakat bu görüş yanlıştır (İlkin, 1998, s. 59). Çünkü iktisadi büyüme ve iktisadi kalkınma kavramları birbirinden farklıdır. İktisadi büyüme kavramı yalnızca maddi anlamda gelişmeyi ifade ederken iktisadi kalkınma kavramı ise hem maddi yapıyı hem toplumun sosyal yapısının gelişimini ifade etmektedir (Akiş, 2019, s. 165). Yani iktisadi kalkınma kavramı toplumun ihtiyaç duyduğu birçok konuyu temelinde ele alan yapısal bir reformdur (İlkin, 1998, s. 59). GSMH yükselmesi ek olarak üretimin artırılması-sürdürülmesi ve sanayileşmenin milli gelire olan etkisinin artırılması gibi temel faktörler iktisadi kalkınmanın oluşumunda gerekli yapıyı sağlamaktadır (Han, 2002, s. 2).

36

Yapılan çeşitli araştırmalar sonucunda iktisadi büyümenin esas olarak üretimden elde edilecek olan verimin artırılması için yapılan çalışmalar ve uğraşlar olduğu öne sürülmektedir. İktisadi kalkınma iki seviyeli bir süreçten geçmektedir. İlk seviye üretim unsurlarının ortaya çıkarılmasıdır. İlk seviyede bu unsurların ortaya çıkabilmesi için ekonomi alanında yapılması gereken değişimler meydana gelmektedir. İkinci seviye ise ekonomi alanı ile birlikte sosyal kalkınmayı ele almaktadır. Yani iktisadi kalkınma, yalnızca ekonomik değil sosyo-kültürel, siyasal, eğitim ve sağlık gibi faktörlerinde köklü bir değişimini ve gelişimini içermektedir. Kalkınma, ekonomik büyümeyi içermesine rağmen, mevcut yapının sayısal olarak büyümesi değil, olumlu anlamda yeni bir yapının oluşturulması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, oluşumların yapısal değişimi genel olarak büyüme ve gelişme arasındaki bir farkı ve iki kavram arasındaki ilişkiyi göstermektedir (Karataş & Çankaya, 2010, s. 33).

İktisadi büyümenin özelliği kişi başına düşen milli gelirin artmasıdır. Kişi başına düşen milli gelir gayri safi yurt içi hasılanın artmasına göre hesaplanır. İktisadi büyüme enflasyon değerlerinden ayrı olarak hesaplanır. Çünkü enflasyon oranı ürün ve hizmetler üzerinde olumsuz bir sonuç oluşturur bu nedenle ürün ve hizmetler üzerindeki olumsuz tesirini kaybetmektedir. Büyüme ülkedeki GSYİH’nın yıllık yüzde değişimlerinden hesaplanarak ortaya çıktığı için kullanılan bu yöntemin faydalarını ve zararlarını da kapsamaktadır. İktisadi büyüme aynı zamanda ülkenin üretim gücünün yükselmesi olarak da bilinmektedir. Büyüme birkaç farklı şekilde hesaplanabilir bunların içinde gelir artışı olarak adlandırılan milli gelir, kişi başına düşen gelir, yurt içi milli gelir ve ülkedeki ürün artışı olarak sıralanabilmektedir. İktisadi büyüme için iki ana madde bulunmaktadır. Birincisi üretimin artırılması ve ikincisi mevcut üretimin teknoloji ile beraber geliştirilerek olduğundan daha çok verim alınmasının sağlanmasıdır. Bu durumda teknolojinin de üretime dahil edilmesi oldukça önemlidir (Pakdemirli, 2019, s. 671-672).

Kalkınma kavramı yalnızca rakamsal sorunlar ile değil iktisat biliminin temelini oluşturan, kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanabilmesi ve etkin kullanılabilmesi gibi ana sorunlara karşı bir çıkış yolu niteliği taşımaktadır. Bunların sonucunda büyüme konusundan daha ileri bir seviyede kendini gösteren kalkınma konusu yeni

37

araştırmalarda ve çalışmalarda oldukça üst sıralarda yer almaktadır. Toplumun yalnızca milli gelirinin artması değil bunun yanında sosyal, siyasal, eğitim ve sağlık gibi yapılarının da farklılaşarak daha iyi seviyelere çıkarılması iktisadi kalkınmanın temel amacını oluşturmaktadır. İktisadi kalkınmanın yaşanması gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde daha net bir şekilde görülebilir çünkü az gelişmiş ülkelerin nüfus, üretim, eğitim, sağlık ve teknoloji gibi gelişmiş ülkelere kıyasla büyük açıkları vardır. Bu toplumların refah seviyelerini artırmak için kalkınmayı belirleyen temel unsurların iyileştirilmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Yalnızca günümüzde değil eski zamanlar da toplumlar her zaman ekonomilerini ve refah seviyelerini artırabilmek için çabalamışlardır. İktisadi kalkınma konusunda birkaç madde bir arada tutulabilmelidir (Akiş, 2019, s. 37);

• Sürdürülebilir büyüme modeli.

• Üretim faktörlerinin köklü değişimi.

• Teknoloji alanında gelişme.

• Sosyo-kültürel, siyasal gelişme.

• Büyük ölçüde yaşam şartlarını yükseltme.

3.3. İKTİSADİ KALKINMAYI BELİRLEYEN UNSURLAR 3.3.1. Nüfus

İktisadi kalkınma ülkelerin ve toplumların nüfus artışlarında ve azalışlarında ekonomiyi ne boyutlarda etkilediğini inceleyerek nüfusa bağlı kişi başına milli gelir payından en verim alınacak şekilde düzenlenmesini sağlar. Buna bağlı olarak artan nüfusun GSMH’

ya olan etkileri konusunda farklı bakış açıları vardır. İktisadi kalkınma açısından nüfus artışının önemi olduğu kadar politika uygulamaları açısından da nüfusun oldukça önemi vardır. İktisat teorilerinde hala araştırma içerisinde kullanılan kaynak kullanımında nüfus, kaynağı üreten ve tüketen olarak iki çeşit özelliği bulunmaktadır. Bulunan iki özelliğin kapsamı oldukça geniştir temel gıdadan iş gücüne kadar daha birçok özelliği içerisinde bulundurur. (Akiş, 2019, s. 247).

İktisadi kalkınma ve nüfus ile ilgili ilk çalışmaların ve görüşlerin sahibi Malthus olarak kabul edilmiştir. 1798’de “An Esssay On The Principles of Population (Nüfus

38

İlkeleri Üzerine Bir Deneme)” isimli eserini ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmada dünyada ki artan nüfusun toplumların yaşamları ve geçimleri üzerinde etkisine değinerek iktisadi olarak ilk bakış açısını gerçekleştirmiştir. Nüfusun iktisadi kalkınma üzerinde ki etkileri ve çalışmaları iktisat biliminde oldukça önemli bir yer tutmaktadır (Yaylı, 2012, s. 158).

Malthus’ un çalışmalarına göre tarımsal üretim artışı yani toplumun temel beslenmesi nüfus artış hızına yetişemeyecektir (Eren, 2020, s. 142). Çünkü işlenebilen tarımsal alanlar hızla artmakta olan nüfus için yeterli düzeyde değildir. Bu durumun sonucunda tarımsal üretimden alınan verim artan nüfusun çok altında kalmaktadır ve toplumda kıtlık sorunu başlamaktadır. Yani artan nüfus ile beraber tarımsal bir dengesizlik oluşmaktadır. Nüfus artışı ile çoğalan ihtiyaçların karşılanabilmesine çözüm olarak kaynakların artırılması yerinde bir uygulama olacaktır (Güz, 2019, s. 57).

Malthus’ un toplumdaki iktisadi kalkınma aşamalarından biri olan milli gelir artışını bir kuram ile ortaya çıkarmıştır. Düşük Düzeyli Denge Tuzağı adında olan bu kuram artan nüfusun milli gelir ile olan ilişkisini açıklamak üzere ortaya çıkmıştır (Eren, 2020, s. 143).

Şekil 3. Düşük Düzeyli Denge Tuzağı Kaynak. (Eren, 2020, s. 143)

Şekilde belirtilen nüfus ve gelir artış eğrileri A, B, C noktalarında kesişmekte ve A, B arasında nüfus artışı yüksek iken B ve C arasında gelir artışı yüksektir. Görülmekte olan bu kuram sonucunda iktisadi kalkınmanın ekonomik anlamda yerine getirilebilmesi için gelir artışının her durumda nüfus artışından fazla olması gerekir. A ve B noktaları arasında denge tuzağına düşülmekte, gelir Y2 seviyesine çıkamadığında yoksulluk devam etmekte bu nedenle iktisadi kalkınma tam anlamıyla gerçekleştirilememektedir.

39

Çözüm olarak ya milli geliri artırarak nüfus artışından yüksek seviyeye çıkartılmalı ya da nüfus artışında durağanlık sağlanarak nüfusu artışını düzenleyecek tedbirler alınmalıdır (Eren, 2020, s. 143).

Yaşanan nüfus artış hızı dünya da adeta bir nüfus patlamasına neden olmuştur.

Nüfus ile beraber artan üretim, çoğunlukla temel hayat standartlarının karşılanması için kullanılmadır. Artan nüfus az gelişmiş ülkelerde bir takım ciddi sorunlara yol açmaktadır bunlar; GSMH düşüklüğü, azalan tasarruflar, istihdam eksikliği, değişen üretim ve daha birçok sosyal ve kültürel sorunlardır. Oluşan sorunlar beraberinde tartışmalar getirmiş ve artan nüfusun oranını belirlemenin gerekliliği öngörülmüş, uygun değerli nüfus planı ortaya çıkmıştır (İlkin, 1998, s. 13). Malthus görüşüne göre artan nüfus emeğin ücretini azaltarak kalkınmayı negatif yönde etkilerken beslenmeye olan talebi yükseltmektedir. Talep artışı doğrultusunda fiyatlar genel düzeyi arttığı için insanlar daha çok çalışarak temel beslenme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Bu durum sonucunda insanlar geçim derdine düşerek aile kurmayı geciktirmekte ve uzun süreli bir nüfus artışı sabit seviyede kalmaktadır (Eren, 2020, s. 142). Toplumda hala nüfus artışı yaşanıyorsa, kentleşme hız kazanmakta olup beraberinde harcamaları artırarak iktisadi kalkınma için ayrılmış kaynak kullanımının düşmesine sebep olur (Alataş, 2014, s. 18).

Eski zamanlara bakıldığında 18. Yüzyıl ve öncesi dönemlerde doğum ve ölüm oranları birbirlerini dengeler durumdaydı. Toplumlarda artan doğum oranlarını genelde savaşlar, bulaşıcı tedavisi olmayan hastalıklar ve karşılanamayan temel besinlerden dolayı olan ölüm oranları dengelemekteydi. 18. Yüzyıldan sonra yaşanan iktisadi gelişmeler doğum-ölüm oranlarını değiştirmeye başlamıştır (Habakkuk, 1996, s. 15).

Değişen bu denge durumu nüfus artışına neden olmaktadır fakat doğum oranının artışından değil ölüm oranının azalışından kaynaklanmaktadır. Yaşanan savaşlar ve hastalıklar sonucu ekonomik anlamda eksik olan ülkeler ile iyi durumda olan ülkeler arasındaki fark daha çok açılmış olmasına karşın, hayat standartlarında meydana gelen bir takım iyileşmeler sonucu ama en önemlisi sağlık kapsamında meydana gelen gelişmeler bu değişen dengenin esas nedeni sayılmaktadır (Yaylı, 2012, s. 162).

40

Tüm bu yaşanan olumsuzluklar sonucunda 1980 yıllarında bir takım bilim insanları nüfus artışı ile ilgili bazı iyimser görüşler ortaya atmışlardır. Bu görüşlerde iktisadi kalkınma, kaynakların tam anlamı ile kullanımlarına ve teknolojide yaşanacak ilerlemelere bağlamaktadır. Bilimciler bu şartların sağlanması durumunda artan nüfustan endişe edilmemesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Fakat hala dönemimizde yaşanan nüfus artışı ve iktisadi kalkınma ilişkisinin böyle kolay bir şekilde açıklanamayarak araştırmalara devam edilmektedir. Nüfusun az olduğu toplumlarda da işsizliğin oluşacağı iktisadi ve sosyokültürel yapılarında gelişme sağlanması için yapılacak iktisadi kalkınma girişimi başarısızlıkla sonuçlanabilir. Bunun yanında nüfus artışı yüksek olan bir toplumun yetersiz sermaye ve yetersiz kaynak durumunda iktisadi kalkınma girişimi yine başarısızlıkla sonuçlanabilir. Her türlü örneğin bulunduğu bu zamanda araştırmalar ve çalışmalar hız kesmeden devam etmektedir ve hala kesin bir çözüm ortaya çıkmamıştır (Yaylı, 2012, s. 162).

3.3.2. Sosyal Yapı

Kalkınma kavramının en belirleyici özelliklerinden birisidir sosyal yapı. Çünkü bir toplumun gelişmişlik göstergesi yalnızca ekonomiye bağlı değil sosyal yapısının gelişmesiyle de ilgilidir.

3.3.3. Üretim

Keynesyen ekonomi görüşünün yaklaşımı olan ekonomilerde gündem olarak, iktisadi kalkınma planlarının artırılması, istihdam oranının artırılması ve enflasyon yükselişinin önlenmesi tarzında kısa dönem planlar ortaya atılmıştır. Bu dönemde ortaya çıkarılan iktisadi kalkınma planlarında öncelik olarak üretim yapılmasına karar verilmiştir. (Tıraş, 2012, s. 62).

3.3.4. Sermaye

Kalkınma kavramı gelişmekte olan ülkeler için öncelikli olarak sermaye artırımını ifade etmektedir. Bu sebeple sermaye artırımı iktisadi kalkınmanın ana faktörlerinden biri olarak görülmektedir. Yatırım hibelerinin oluşturduğu sermaye artırımının iktisadi kalkınma için getirdiği yararlar birkaç madde olarak verilmiştir (Karataş & Çankaya, 2010, s. 35);

41

• Maliyetleri düşürerek maliyet avantajı sağlar.

• Dijitalleşme için olanak sağlar.

• Yeni ve çeşitli deneyimler kazandırır.

• Dışsallık ve toplumsal sermaye artırımı kazandırır.

• Verimlilik gücü fazla olan yeni çalışma fırsatları oluşturur.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar genellikle iktisadi kalkınmanın ilk zamanlarında içerisinde bulundukları nüfus yoğunluğundan dolayı yetersiz sermaye durumu ile karşılaşırlar. Bu sebepten dolayı emek yoğun ürün ihracatları gerçekleşir.

İşte bu yüzden bu ülkelerin iktisadi kalkınma planlarında öncelikli olarak sermaye yetersizliğini düzeltmektir bunun yolu da sanayileşmekten geçer ve ek olarak yeni teknoloji kullanımı ile beraber sermaye yoğun ürün ihracatı gerçekleştirerek ülkeye uzun soluklu bir kalkınma planı hayata geçirilir. İçerisinde bulunduğumuz zamanda görünen pek çok sanayileşmiş ülkelerin bu yoldan geçtikleri bilinmektedir (Seyidoğlu, 2015, s. 136).

3.3.5. Tasarruflar

Yapılan araştırmalar sonucu düşük milli gelir, tasarrufların yetersizliğine yol açmaktadır. Kişi başına düşen milli gelirin düşük olması ve ihtiyaçların yüksek seviyelerden karşılanması durumunda tasarruflar için ayrılan gelir çok düşük seviyededir. Bu durum az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde belirgin bir şekilde görülmektedir çünkü yapılan yüksek harcamalar aslında temel ihtiyaçları oluşturmaktadır. Düşük milli gelir tasarrufları önemli ölçüde etkileyerek sağlanması gereken emek ve sermaye oranını karşılayamadığı için kısır bir döngü oluşturarak tekrar düşük milli gelir ile devam etmektedir (Çetiner, 2019, s. 122).

3.3.6. Eğitim

Sermaye bir servet birikimidir. Genellikle fiziksel sermaye için düşünülür. Binalar, makineler, teknik donanımlar, ürünler ve hizmetler gibi. Ancak bunların azaltılması gerekir. İnsana yatırım en az ürün ve hizmet yatırımı kadar önemlidir bu duruma insan sermayesi denilmektedir. İnsanların bilgi ve becerileri önemli ve değerlidir. Modern

42

üretimden elde edilecek fiziksel sermaye, insanların sahip olduğu bilgi ve becerilere bağlıdır. Gelişmiş ülkelerin hükümetleri genellikle kamu fonlarından eğitime destekte bulunurlar çünkü iyi bir eğitim almış nüfusun ülkenin daha hızlı gelişmesini ve yükselmesini sağlayacaklarını bilmektedirler. İşverenlerin çalışanların eğitimi için ödemeden kaçınmadan eğitimlerini sağlamaları gerekmektedir bunun nedeni de açıktır, işverenin daha çok kazanç sağlaması daha çok üretkenliğe bağlıdır bu yüzden çalışanlarının eğitimi oldukça önemlidir. Eğitim almış yetenekli bireyler genellikle daha çok verim sağlamaktadırlar (Soubbotina & Sheram, 2000, s. 35).

Geleneksel sermaye oluşumu ve üretimi için yüksek seviyede çaba ve maliyet şarttır bu özellik beşeri sermayede de geçerlidir. Fakat beşeri sermaye ile geleneksel sermaye arasında fark mevcuttur. Beşeri sermaye için yapılan yatırım yalnızca maddi değil manevi bir yatırım olarak değerlendirilebilir. Çünkü eğitimin verildiği toplumun hayat kalitesi yükselir ve toplumun sosyal yapısı gelişir. Eğitim görmeyen bir toplumun hayata bakış açısı ve bu hayatı yaşaması eğitim gören toplumdan oldukça farklıdır (Karagül, 2003, s. 82).

İlerleyen zamanlarda ortaya çıkabilecek daha iyi bir eğitim seviyesi için o an ki üretimden feragat etmek eğitime yapılan yatırımlardan biri olarak gösterilebilir. Yapılan yatırımların geri dönüşü üzerinde bazı hesaplamalar yapılmıştır ve sonucunda fiziksel sermaye yatırımlarından daha fazla fayda sağladığı görülmüştür. Eğitimin sağladığı faydanın sonuçlarını ekonomik alanda uygun şekilde yönlendirildiğinde eğitim almış olan bireyler kendilerine göre uygun olan iş seçenekleri bulmakta ve ekonomiye katkıda bulunmaktadırlar (Singer & Erdoğan, 1998, s. 5).

43 Şekil 4. Orta Okul Eğitimi Kayıt Oranı Kaynak. (UNDP, 2020)

Yukarı da ki grafikte az gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ve OECD ülkelerinin 2005, 2010, 2011 ve 2012 yıllarına ait verileri yer almaktadır. Her geçen yıl eğitim seviyesinin artışı görülmektedir fakat gelişmekte olan ülkelere bakıldığında bu seviyenin daha hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir. Gelişmenin eğitim seviyesi ile olan ilişkisini bu grafikten anlayabilmekteyiz.

3.3.7. Sağlık

Bireylerin sağlık vaziyetleri kişisel yaşamlarını etkileyen bir etkendir (Karagül, 2003, s.

82). Sağlık sektörüne yapılan yatırımlar tıpkı eğitim gibi insana yapılan yatırımlardandır. Bu nedenle her toplum ve ülke için değerlidir. Verilen bu değer her geçen gün artmaktadır. Çünkü sağlık sektörünün gelişmesi, insani ve ekonomik kalkınmanın da temelini oluşturmaktadır (Şaşmaz, Odabaş, & Yayla, 2019, s. 852).

Geliştirilen sağlık çalışmaları üzerine ortaya çıkan ekonomik sonuçlar sağlık sektörünün ve iktisadi kalkınmanın arasında olan ilişkiyi göstermektedir. İktisadi kalkınma ve sağlık sektörü arasında çift yönlü bir ilişki söz konusudur (Günsoy, 2005, s. 36). Sağlık sektörü gelişerek sağlık koşullarını iyileştirecek, iyileşen sağlık koşulları

34 41 41 43

53 67 70 72

97 97 98 98

2 0 0 5 2 0 1 0 2 0 1 1 2 0 1 2

ORTAOKUL EĞİTİMİ KAYIT ORANI (NÜFUSUN YÜZDESİ)

az gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkeler OECD ülkeleri

44

ile sağlıklı bireylerin topluma olan faydası artarak iktisadi kalkınmayı yükseltecek ve iktisadi kalkınmanın gerçekleştiği toplumda yeniden sağlık sektörü gelişmeye devam edecektir. Bu şekilde döngü haline gelen ekonomi ve sağlık sektörü arasında, pozitif yönlü bir ilişki oluşmaktadır.

Şekil 5. Sağlık sektörü ve iktisadi kalkınma ilişkisi Kaynak. Yazar tarafından oluşturulmuştur.

Toplumlar ve ülkeler arasında rekabet edilebilirlik açısından ilk sırada gelen değerler arasında insani yatırımlar gelmektedir. Artık günümüzde gelinen noktanın yani dijital çağın oluşturduğu bir gereksinim olan eğitimli ve yetenekli toplumların oluşması için sağlıklı bireylerin yetişmesi gerekmektedir. Bu durumda bir ülkede veya toplumda sağlık sektörü ne kadar gelişir ve sağlık koşulları iyileşirse bireyler de o kadar fayda sağlar (Kamacı & Yazıcı, 2017, s. 54).

Gelişen sağlık sektörü

Sağlık koşullarının

iyileşmesi

Sağlıklı bireylerin topluma fayda

sağlaması İktisadi kalkınma

Ekonomik kalkınmayı gerçekleştiren toplumun sağlık

sektörünü geliştirmesi

45 3.3.8. GSMH

Ülkelerin gelişmişlik seviyelerini belirleyerek ülkeler arasında sıralama yapabilmek için gayri safi milli hasılanın ölçülmesi ve kullanılması gerekmektedir. Bunun için en doğru ve sık kullanılan yöntem GSMH ölçümüdür (Han, 2002, s. 8). Genel olarak ülkenin bir sene sonundaki ekonomik faaliyetlerin sonucunu gösteren gayri safi milli hasıla ve milli gelir, bir toplumu oluşturan bireylerin belirli bir zaman diliminde oluşturdukları ürün ve hizmetlerin sonucu şeklinde tanımlanabilmektedir (Ülgener, 1991, s. 19). Bunların sonucunda gayri safi milli hasıla ülkelerin ekonomik gücünün belirlenmesinde oldukça yararlı bir ölçüdür (Han, 2002, s. 8).

OECD ve Dünya Bankası tarafından belirlenen ülkelerin sıralanması kişi başına düşen milli gelir, satın alma gücü ve milli gelir seviyesinin ölçülmesi ile mümkündür (Yıldız, 2016, s. 68).

3.3.9. Gelir Dağılımı

Belirli bir dönem içerisinde oluşan gelirin toplumda nasıl bir düzeyde paylaşıma sahip olduğunu öğrenmek için gelir dağılımı hesaplaması yapılmaktadır. Gelir dağılımının eşit olmadığı ülkelerde ve toplumlarda oldukça kötü etkiler gözlemlenmektedir. Ortaya çıkan etkiler iktisadi kalkınma üzerinde negatif bir etki oluşturmaktadır (Alataş, 2014, s.

12).

Gelir dağılımı iki şekilde hesaplanmaktadır (Eser, 2016, s. 48);

1. Bireysel Gelir Dağılımı 2. İşlevsel Gelir Dağılımı

Ülkelerin gelir dağılımı eşitsizliğini ölçmek ve karşılaştırma yapabilmek için en yaygın kullanılan seçenek Lorenz Eğrisi ve Gini İndeksidir. Lorenz eğrisinde öncelikle bireyler veya hane halkı en fakirden en zengine sıralanır. Sıralanan bireyler veya hane halkının gelirleri yüzde olarak hesaplanarak GSYH olarak ifade edilir. Daha sonra ortaya çıkan veriler tablo haline getirilerek Lorenz Eğrisini oluşturur (Soubbotina &

Sheram, 2000, s. 28).

46

Şekil 6. Lorenz Eğrisi Kaynak. (Parasız, Ekrem, & Tuna, 2013, s. 231)

Yukarıdaki şekilde görülen Lorenz Eğrisini oluşturabilmek için bir kare ve bu karenin içerisine nüfusun yüzdesel oranını ve nüfusun tamamını temsil edecek bir yatay eksen vardır. Gelir yüzdesini ve toplam gelir yüzdesini temsil eden düşey eksen bulunmaktadır. Lorenz Eğrisinin birkaç önemli özellikleri bulunmaktadır madde halinde sıralanacak olursa (Parasız, Ekrem, & Tuna, 2013, s. 231-232);

• Eğri, gelir yüzdesi ve nüfus yüzdesinin olduğu 0 noktasından itibaren oluşmaya başlar.

• Toplumdaki nüfusun gelir dağılımı ile eşit olması için eğri, sağ üst köşede birleşir.

• Gelir dağılımı adaletli bir şekilde eşit olduğunda 45 derecelik bir açı ile eğri 0 noktasından sağ üst köşeyi birleştirerek mutlak eşitlik doğrusu adı verilen bir doğru oluşturur. Eğer toplumda veya ülkede mutlak eşitlik doğrusu

47

oluşabiliyorsa orada her birey ya da hane adaletli bir gelir dağılımı yaşayacaktır.

Örnek olarak, nüfusun %20 si gelirin %20sini, nüfusun %50 si gelirin %50sini alacaklardır.

• Gelir dağılımının eşit olmadığı toplumlarda-ülkelerde Lorenz eğrisi aşağı yönde bir sarkma gösterecektir.

Bir ülkenin Lorenz Eğrisi ne kadar derinse, gelir dağılımı eşitliği de o kadar azdır (Soubbotina & Sheram, 2000, s. 28). Gelir dağılımı eşit duruma yakın oldukça, Lorenz eğrisi mutlak eşitlik doğrusuna yaklaşmaktadır (Parasız, Ekrem, & Tuna, 2013, s. 231-233).

Gelir dağılımı eşitsizliği ile ilgilenilmesinin nedenleri bulunmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için gelir dağılımı eşitsizliği oldukça önemlidir.

Çünkü belirli bir ortalama gelir seviyesi, eğitim, arazi mülkiyeti ve benzer özellikleri taşıyan belirleyicilerde, artan gelir dağılımı eşitsizliğini hem mutlak hem göreceli bir şekilde yoksulluğun seviyelerini ortaya çıkarmaktadır (McKay, 2002, s. 1).

Gelir eşitsizliğinin yaşandığı toplumlarda sosyal eşitsizliklerde ortaya çıkmaktadır. Gelir dağılımının eşit ölçüde olduğu toplumlarda ise daha fazla sosyal uyum ve dayanışma söz konusudur böylelikle toplumdaki bireyler daha az strese sahip olarak sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürmektedirler (Deaton, 2003, s. 113).

3.4. KALKINMA VE TEKNOLOJİ

Teknolojinin başlangıcı olan Endüstri 1.0’dan Endüstri 4.0’a kadar değişen teknolojik alanlarda gelişimin sürekli devam etmesi, azgelişmişliğin önde gelen sebepleri arasında teknolojik değişimin dahil edilmesine neden olmuştur. Daha az gelişmiş ülkelerin gelişen teknolojiyi hangi seviyelerde kullanması ve tutması gerektiği, iktisatçılar tarafından tartışmalı bir konudur. Bununla birlikte, genel olarak teknolojik değişimin, az gelişmişlikle mücadelede önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Kabul edilen bu görüşün taraftarları değişen teknolojinin yalnızca üretim üzerine değil bunun yanında toplumdaki sosyo-kültürel, politik ve dini değer yargılarının değişerek kalkınmanın önündeki engellerin aşılacağını savunmaktadırlar (Savaş, 2002, s. 130).

48

Gelişmiş ülkelerin bugün ulaştığı seviye, hem sanayileşme sürecinde hem de bilgi ekonomisine dayalı gelişme sürecinde, teknoloji üretme yeteneklerine ve sunulan teknolojik yeniliklere bağlıdır. Böylesine ileri seviyedeki gelişme, ülkelerin özellikle fiziksel sermaye birikimi ve vasıflı işgücü yoluyla oluşturduğu gelişen teknoloji ile mümkündür (Karataş & Çankaya, 2010, s. 37).

Teknolojik dönüşüm dünyanın eğitim, sağlık, iletişim kurma ve iş beceri sistemini değiştirmeye başlamıştır. Bilgi iletişim teknolojileri her ülkede yaşamın her alanında iyileşme ve gelişme fırsatı oluşturmaktadır. Ekonomik büyüme, sağlık sektörü gelişerek daha kaliteli bir yaşam elde etme, özel hizmetlerin gelişmesi, eğitim alanında büyük adımlar atma yalnızca fiziksel değil uzaktan eğitimlerle öğrenimi destekleme, sosyokültürel gelişmeler bu değişimin yalnızca birkaç örneğidir. Günümüzde kullanılan akıllı telefonlar, tabletler, saatler vb. araçlar bir bilgisayar görevi yapabilen eş değer güce sahip araçlar haline gelmiştir. Sektörlerin büyümesini sağlayan politikaları düzenlemek ve sektörün kalkınma üzerindeki etkisini gözlemlemek için BİT erişimi, BİT kullanımı, kalitesi gibi karşılaştırma yapılabilen istatistiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde temel erişim verileri bulunabilirken gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelerin BİT’ in nasıl ve kim (okul, iş, araştırma ) tarafından kullanıldığı bilgisine erişilmesi oldukça kısıtlıdır. Dünya üzerinde teknolojinin ortaya çıkarmış olduğu önemli gelişmelere rağmen BİT sahip ülkeler ile BİT sahip olmayan ülkeler arasında uçurum oluşmaktadır (Bank, 2021).

Benzer Belgeler