• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUMLAR

4.2. İnsanın Mânevi Yapısı

4.2.4. Kalbin Yapısı

Nefis, âkil, kalp ve ruh birbirinden mahiyet açısından farklı da olsalar hepsi insanın mâneviyatının oluşmasını sağlayan şeylerdir. Fiziki anlamda et parçası şeklinde tanımlanan kalp bâtınî olarak ilahi hakikatleri çekim merkezidir (Bolay, 2005, s. 207).

Kur'an'da ki ayetlerde kalp kavramı çok geniş anlamlarda kullanılarak şu manalara gelmektedir; ruh, iman, bilinç, vicdan, tefekkür, akletmek, vecdin merkezi, insanın hakikati, doğruya yönelme gibi insanın mânevi yapısını neredeyse tamamen içine alan geniş bir tanımlama yapılarak değerinin büyüklüğüne dikkat çekilmiştir (Güneş, 2003, s. 67).

Lütfi Filiz, kalbi gönül olarak ele almıştır. Ona göre gönül; ilahi hakikatlerin tefekkür edilerek tezekküre sebep olan şeydir. Filiz, kalbin mânevi tarafına gönül diyerek tefekkürün merkezi olmasının nedeni olarak "bir saatlik tefekkür bin yıllık ibadetten evladır" sözünü delil gösterir. Bu açıdan gönül bir kalp sektesiyle öldükten sonra toprağa karışarak yok olacak bir organ değildir. Aksine insanı ölümsüz yaparak bekâ âlemine sokacak mühim bir araçtır. Filiz, gönlü radyo ve televizyonlardaki uydu alıcılarına benzetir. Ses ve görüntünün gelebilmesi için ilk önce cihazın açılması gerekir. Merkezden aralıksız yayın yapıldığı için cihaz açılınca frekans ayarlanmalıdır. İnsanın gönlü de bu şekilde uyandıktan sonra ayar yapılmalıdır.

(Filiz, 2016, s. 245- 252).

Zâhirde kalp olarak görünen ancak bâtında gönül olan kalp bir yönüyle dünyaya bakmaktadır. Diğer yönüyle yani gönül ile ahirete bakar. Dünyaya bakan yönüyle kalp kibirlenen, benliğini ego seviyesine çıkan ve fesada uğrayan yer olarak kötü duyguları içinde barındırmaktadır. Ancak ahirete bakan yanıyla gönül bütün iyi düşünce ve davranışları içermekle birlikte tevhit âlemidir. Zaten bu dünyanın ikilik kavramını ortaya çıkaran şey kötülüktür. Çünkü kötülükte aynı fikir ve çıkar üzerinde birleşme mümkün olmadığı gibi ayrışmaya mahkûmdur.

Şeyh Lütfi, gönlün tevhit vasfına dikkat çekerek gönlün bir olmasını Allah'ın bir olmasına bağlamaktadır. Gönül âleminin yaşanmadan bilinemeyeceğini söyleyen Filiz, gelmiş ve gelecek her insanın içinde mevcut olduğunu ifade eder. Bu açıdan gönül Allah'ın denizinden bütün insanlara verilen birer damlaya benzetir. Ona göre, damla öz itibariyle deniz ile bir olsa da onun için deniz ifadesi kullanılamaz.

Damlanın deniz olabilmesi için denize karışması gerekir. Bundan dolayı Allah her insanın gönlünde mevcuttur. Filiz gönlün tek olduğunu "üç kişi gizli konuşurken dördüncüsü Allah olmasın, beş kişi gizli gizli konuşsa altıncısı Allah"tır. Bu sayı az ya da çok olsun, her nerede olurlarsa olsun Allah onlar ile beraberdir" (58\7) ayeti ile gönlün tek olana bağlandığı için "gönlünde yatan aslan" Allah'tır (Filiz, 2016, s.

245).

Mutasavvıflara göre, kalbin gönül safhasına gelebilmesi için kalbin yansımaları olan kötü duygu ve düşüncelerinin yanında dünyevi şeylere beslediği muhabbetten de temizlenmelidir. Çünkü kalp ile gönül bir arada olmayacağını "bir ipte iki cambaz oynamaz", "bir koltuk altına iki karpuz sığmaz" gibi atasözleriyle olayı basitçe açıklamaya çalışmışlardır.

Tasavvufta Allah, bütün güzel duyguların kaynağı olduğu için insanda kötülük ve yansımalarla dolu kalbini temizlemedikçe gönül âleminin kapısı açılmaz.

Kalbi bu derin gafletten çıkarmak için önce onu iyi tanımak gerekir. Bu anlamda kalp maddi ve mânevi duyguları yönetendir. Ancak nefsin vesveseleriyle Allah arasına perde çekerek damlanın denize olan hasretini unutturmakla beraber hayvandan da aşağı bir yere atarak kalbin kararmasına sebep olmaktadır (Cevziyye,

1418, s. 34).

Lütfi Filiz, kalbin ancak temizlenme ve soyunma ile gönle girebileceğini söyler. Buradaki temizlenmeden maksat nefsin kötülükleri iken soyunmadan maksat ise kişi kendi benliğini yok ederek tam olarak "la" olmaktır. Filiz'e göre, insan tam anlamıyla yokluk denizinde temizlenebilir. Bu yokluk mertebesine "şey'iyyet-üs sübut" ismini vererek gönül âlemi gibi görünemeyeceğini ifade eder. Filiz, bu mertebeye gelen kişinin insanları Hindu, Budist, fakir, zengin gibi sıfatlarla ayrıştırarak değil de insan olarak kalplerini kırmaktan çekinir. Bundan maksadın Allah'ın rızasına kavuşarak gönlüne girmek olduğunu söyler (Filiz, 2016, s. 246).

Tasavvufta kalp, ilahi bilginin yeri olarak "nazargah-ı ilahi", "beytullah",

"beyt'ül ma'mur" gibi isimler vermiştir. Sehl Âdem, bu konu hakkında kalp ele

Allah'ın evi arasında şöyle bir irtibat kurar. Ona göre, Kâbe'de Hz. İbRahim'in makamı, kalpte ise Allah'ın sırları mevcuttur. Nasıl ki Kâbe'nin sütunları varsa kalbinde sütunları vardır. Fakat Kâbe taştan yapılsa da kalplerdekiler irfan ve marifet nurundandır. Aziz Mahmut Hüdayi bu durumu şiirinde şöyle ifade eder;

"Kâbe'den eşref tutulsa kalbi insani ola

Dest-i kudretle yapılmış suni-i rabbanidir" (Kara, 2014, s. 135-136).

Sufiler, kalbin Allah'ın evi, sarayı olarak nitelemelerine "yere, göğe sığamadım. Mümin kulumun kalbine sığdım" sözüne dayanarak açıklarlar. Ancak insan kalp tasviyesi gereklidir. Yukarıda bunun öneminden bahsetmiştik ancak tarikatlerdeki yöntem ve tekniklerle nasıl yapıldığına değinmemiştik Lütfi Filiz, tarikatlerdeki bu yöntemin insan-ı kâmil olan mürşit sayesinde gerçekleşebileceğini söyler. Filiz, daha önce gönlün tek olduğundan bahsetmişti. Şimdi ise tek olan gönülde toplanılacak yerin mürşit-i kâmil"in gönlü olduğunu ifade eder. Ona göre, mürşit-i kâmil kendi kalbini temizleyerek kesretten vahdete yükselerek gönül âlemine giren kişidir. Bundan dolayı Hakk’ın esma ve sıfatlarına ayna olan mürşidi kâmile ayna olarak kişi kendine özgü isim ve sıfatlara karşı muhabbet besler.

Bu anlamda Filiz Allah'ı güneşe, insanı ise dünyaya benzetir. Bu noktada Allah insanın kalbine yerleştiği için güneş kalptir. Güneşin etrafında dönen ise diğer insanlardır. Bundan dolayı kişi güneşi arkasına alırsa gölge öne aksedeceği için karanlık olur ve gölgeyi takip eder. Eğer güneşini öne alırsa gölge arkaya düşeceğinden aydınlık olur ve gölge onu takip eder. Aynı şekilde insan dünyayı kovalarsa ondan kaçar, arkasını dönerse dünya onu kovalamaya başlar. Filiz, insan-ı kâmil’in önemini şu şiiriyle anlatır;

"İnsanı kâmili sen kalıp sanma

Surete bakıp sakın aldanma

Matlubu cihandır sen talip sanma" (Filiz, 2016, s. 247-248).

Seyr-i sülûk yönteminde nefsi temizlemek için kullanılan riyazet ve mücadele aynı zamanda kalbi temizlemektedir. Sufilere göre kalbin temiz olması için nefsin tezkiye edilmesi gerekir. Nefis ve kalp mânevi yolculuk damlanın denize ulaşması için beraber hareket etmektedir. Riyazet ve mücadele ile kalp tam anlamıyla temizlenemeye bilmektedir (Baltacı, 2011, s. 315). Bu temizliğin kökten yapılabilmesi mürşidi kâmile ayna olduktan sonra gerçekleşebilir. Bundan dolayı

geriye kalan kötü isim ve sıfatlar buzun ateşte erimesi gibi mürşidi kâmilin huzurunda erir gider. Bu durumu anlatmak için Salih Baba şu dizeleri yazmıştır;

"Bir tabib-i hazık Lokman"a yürü

Can u ten derdine dermana yürü Pir-i Sâmî gibi sultana yürü

O'dur kalbimizi eyleyen ıslah" (Kuyumcu, 1996, s. 77).

Tasavvufta her ne kadar mürşide intisap şart olmakla birlikte her şeyi yapan o gibi aksettirilse de bu yolun yolcusu herkes kendi olduğu için ne varsa kendinde aramalıdır. Kalp, insanın kalbi olduğu için herkesin kendi içinde gönül âlemine ulaşması ve ondan istifade etmesi birbirinden farklı olacaktır.

Şeyh Lütfi, kişinin kalbinde gönül kapısı açılmazsa mürşit dâhil hiçbir kimsenin yardım edemeyeceğini ifade eder. Ona göre, her şey insanın içinde vardır.

Onu dışarıya çıkaracak olanda kendisidir. Bunu anlatmak için "Kendisi muhtaç himmete bir dede \ Nerde kaldı gayrıya himmet ede" demiştir. Kişi kendi çapında içindeki cevheri çıkararak bu çıkarılan şey bazılarından çok bazılarının az olabilmektedir. Filiz, bazıları gölde boğulurken bazılarının denizleri okyanusları çok rahat bir şekilde geçebileceklerini söyler. Bu suyun kaynağının ve adının "kevser"

olduğunu söyleyen Filiz, bu ilim denizine Hz. Ali'nin kapısından girileceğini ifade eder. Bu kevser şarabını herkes kabı kadar doldursa da önem açısından hepsi aynı kıymettedir. Bundan dolayı gönül kazanan cennete, gönül yıkan cehennemde yaşayacaktır (Filiz, 2016, s. 248-249).

Mutasavvıflar, kalbin Allah'ın evi olması hasebiyle kırılmasının büyük günah olduğunu söylerler. Onlara göre, bu dünyada en önemli olan şeyin bir kişinin bile olsa kalbini kazanmak gerektiğidir. Bu dünyada halife olması nedeniyle en önemli varlık olan insanın en önemli uzvu kalptir. Hz. Peygamber'in "Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o, iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. O kalptir" (Buhari, İman, 39) sözü de kalbin önemini ortaya koyar. Mutasavvıfların en önde gelenlerinden Mevlânâ, bu durumu şu şiiriyle anlatmıştır;

"Gönüldeki Kâbe'yi tavaf et sen gönülden Gönül mânâ Kâbe'si onu çamur sanma sen Kâbe'yi sen binlerce kez yaya tavaf etsen

Bil ki kabul olunmaz tek gönül incitirsen" (Mevlânâ, 2006, s. 191).

Filiz, gönlün sahibi mürşid-i kâmil olduğunu söyler. Mürşidin gönlünü kırmak Allah'ı incitmeye sebep olmaktadır. Filiz, mürşidin gönlünün peygamberimizin hakikatine oradan da Allah'a bağlandığı için mürşidin gönlünü kırmaktan kaçınmak gerektiğini söyler. Ona göre, kalp kırmak aynaya bakarak dil çıkarmak gibidir. Karşıdaki gördüğü insanın kendisi olduğu mertebede bulunmayanların kalp kırdığını söyler. Aslında kırdığı kalp kendi kalbidir. Bunun idrakinde olan kişinin kalp kırmayacağını ifade eder. Çünkü kalp kırmak vicdan azabına neden olarak kendi hayatını da cehenneme çevirmiş olur. Bu azaptan kurtulmanın yolu kalp kazanmak ile olur (Filiz, 2016, s. 258).

Tasavvufta kalp kırmanın günah olduğu kadar kazanmak da çok sevaptır.

Yunus Emre kalp kazanmanın ne kadar önemli olduğunu "ne yap, ne et bir gönül ele geçir" diyerek anlatmıştır. Nasıl ki kalp kırarak vicdan azabı çeken kişi cehennemini yaşayacaksa kalp yapan kişi de huzur bularak cenneti yaşamaktadır. Kendini intihar edecek kadar şiddetli depresyon geçiren hastaların yardım ederek kalp kazanması, kendini farkında olmadan tedavi etmesidir. Bu durumda kalp kazanmak insanı cehennemi yaşatan duygulardan kurtararak cenneti yaşamasına sebep olacak duyguları yaşatmasına vesile olur.

Filiz'e göre, gönül yapmak Allah'ın muhabbetine ve rızasına ulaşmadaki en kestirme yollardan biridir. Filiz, kalp kazanmanın dünyada bin tane evi olmaktan daha iyi olduğunu söyler. Çünkü onun nazarında gönül Allah'ın evidir. Filiz, gönlün önemini şu dizelerde dile getirir;

"Gönül yapmak Halilim Kâbe inşa etmekten iyidir

Dil-i mahzunu şad etmek kul azat etmekten iyidir" (Filiz, 2016, s. 254-256).