• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUMLAR

4.1. İlahi İsimler

4.1.2. Allah İsmi

Allah ismi, Arap yarımadasında Müslümanlardan önce kullanılan bir kelimedir. Ancak ilk vahiy ile İslam yeryüzüne nazil olunca bu kelime kâfirlerin kastettiği kelime olmayıp, içi boşalmış anlamının aslına döndürülerek gerçek hüviyetine kavuşmuştur. İzutsu, cahiliye devrindeki Allah isminin çağrıştırdığı anlamlara "izafi anlam" olarak tanımlamaktadır. Ona göre Hz. Muhammed'in karşılaştığı en büyük sorun bu izafi anlamı zihinlerinden silmek olmuştur. Çünkü her

Allah kelimesi onlarda cahiliye dönemindeki inanç ve davranışlarını hatırlatmaktadır (İzutsu, 1975, s. 88-91).

Mutasavvıflar ve âlimler, Allah isminin anlamı ve kökeni hakkında farklı tanımlamalarda bulunmuşlardır. Ancak çoğunlukla kabul edilen görüş Allah isminin herhangi bir kökten türemeyip, yapılacak olan her tanımın gerçek varlığın zatına isnat edilince bu tanımlamanın anlamını yitireceği yöndedir. Bazı bilginlere göre Allah her asırda salih kullarına bu ismi ilham ederek onlarda tecelli etmiş ve bu ismin gerçek anlamına bu mertebedeki kişilerin anlayabileceği mânevi bir isim olduğunu ifade ederler (Topaloğlu, 1989, s. 499).

Şeyh Lütfi, Allah isminin sadece Onun zatına ait bir isim olduğunu söyler.

Ona göre her şeyin bir başlangıcı ve sonu vardır. Ona göre asıl önemli olan birleştiği noktadır. Bu nokta başlangıç noktası olan "noktay-ı kübra" yani Allah ismidir. Allah ismi zat mertebesinde olduğu için anlamını tam olarak kendinden başka kimse bilemeyeceği için sadece kendini ilham vasıtasıyla bildirdiği kulları idrak edebilir.

Filiz, Allah'ın "hüsn ü mutlak", "hayr-ı mahz" gibi güzel şeylerin kaynağı olarak tanımlansa bile kenz-i mahfi olduğu için derinliği ve mahiyeti tam olarak anlaşılamaz. Bu sınırı zorlayanların ise aklını kaybedeceklerini ve "Allah'ın yarattıklarını tefekkür edin, zatını tefekkür etmeyin" uyarısının dikkate alınması gerektiğinin altını çizer. Çünkü Allah gözle görünmez bir varlık olduğu için sınırlı anlamına gelen yaratılmış varlıkları tefekkür kapasitesini aşmamaları gerekir (Filiz, 2020, s. 11-12).

Davud el Kayserî'de gaybu'l gayb özelliğine dikkat çekerek her şeyin hakikatinin Allah isminde gizli olduğunu öne sürer. Çünkü Allah ismi Hayy esmasıyla bütün canlılara hayat verdiği ve Rezzak ismiyle bütün mahlukatun rızkını verdiği için bütün isimlerin kaynağı olarak değerlendirilir. Varlıkların ilk zuhura çıkışı bu isim ile olduğu için arşın ve ferşin, ilmin ve hakikatin özü ve cüz'ü bu ismin için de mevcuttur. Bu anlamda Allah ismi evvelin, ahirin, zâhirin ve bâtının birleştiği noktadır. Bu durumu meşhur Abbasi züht şairlerinden Ebu’l Atahiyye (ö. 210\825) şiirinde şöyle dile getirir;

"Her şeyde vardır Onun bir ayeti, Bir olduğudur ayetin delaleti"

Kayserî, bütün isimlerin anası olarak Allah ismini ele aldığı için diğer isimlerin sıfat Allah isminin ise zat olmasından kaynaklandığını ifade eder. Ona göre

"En güzel isimler Allah"ındır, o zaman bu isimlerle dua edin" (A'raf, 180) ayeti ile

"De ki; ister Allah diye, isterse Rahman diye çağırın. Hangi isimle çağırırsanız çağırın en güzel isimler Onun dur" (İsra, 110) ayetleri zat mertebesinde toplanan sıfatlar olduğuna delalettir. Çünkü ayette önce Allah ismi zikredilmiştir. Zat mertebesinde tevhit Allah ismiyle sağlandığı için söylenen diğer isimler onu nitelemektedir (Kayserî, 2013, s. 183-185).

Bütün mevcudat ve insanda olmak üzere Allah isminde vardır. Filiz, Davud el- Kayserî ile aynı görüşü paylaşarak Allah ismi zikredildiğinde diğer esmaların zikredilmeyeceğini öne sürer. Çünkü ona göre Allah ismi en üst mertebe olması hasebiyle mecmaü’l esma'dır. Filiz, bu durumu ismiyle çağrılan insanın göz rengi, boyu gibi özellikleri isminde var olduğu için ayrıca ifade edilmemesine benzetir.

Çünkü o insanın ismi ifade edildiğinde gözü, kulağı içinde olduğu için ayrıca dile getirilmez. Filiz, Allah isminin zikredildiğinde diğer isimlerin zikredilmemesi bundandır. Ona göre "hu" ismi zikredildiğinde Allah ismi de zikredilmez (Filiz, 2020, s. 24-25).

Tasavvuf'ta hurufat-ı ilahi konusu, ilahi harflerin belirli sayılara denk gelmesi sonucu bazı bilgiler arasında sahih metot ve sağlam bir düzende irtibat kurarak hakikate ulaşma çabası ya da hakikati açıklama çabasını amaç edinen bir ilimdir.

Tasavvufun önde gelen mutasavvıfları dâhil olmak pek âlim ve arif bu metoda başvurmuştur. Allah isminin hakikatini açıklamak için de pek çok mutasavvıf bu yöntemi kullanmıştır.

İbnü’l Arabî, Allah isminin içindeki harfleri bu mihmal de inceleyerek hakikatine ulaşmayı hedeflemiştir. Ona göre ilahi sırlar üç mertebede değerlendirilir.

Bu mertebelerin ilki bilginin sırrı, ikincisi halin sırrı, üçüncüsü ise hakikatin sırrıdır.

İbnü' Arabî, Allah isminin hakikati olarak bilginin sırrına işaret eder (Arabî, 2015, s.

193). Allah ismi elif, lam vav ve he harflerinden oluşmaktadır. Allah'ın ismindeki bu harfler ayrı ayrı anlamlara delalet etmekle birlikte bu isnatlar zatının hakikatine değil künhüne açıklamaya yetecektir. Örneğin he harfi zatının gayp tarafına işaret ederken yazılış itibariyle ulûhiyetini de içine alır. Elif harfi ise la taayyün mertebesine işaret ederek nefes-i Rahmaniye tekabül eder (Cendî, 1373, s. 51).

Nefes-i Rahmani ile bütün varlık zuhura gelmektedir. Konevi, nefesi Rahmaninin, insandaki nefesle birleştirerek nefesi elif harfi ile özdeşleştirir. Ona göre "Elif, nefesi zuhura çıkaran şeydir" diyerek Allah isminin ilk harfi olması nedeniyle zuhuratın başlangıcına işaret eder. Konevî, varlıkların nefesi Rahmani ile ortaya çıkışını ifade ettikten sonra buna bağlı olarak bütün varlıkların bu nefes ile ayakta durduğunu ve canlılığını devam ettirdiğini söyler (Konevî, 2013, s. 23-26).

Lütfi Filiz, tasavvufi konuları açıklamada hurufat-ı ilahiye yöntemine başvurmuştur. Ancak Allah ismini açıklarken bu ismi meydana getiren harflerin tahlilini yapmak yerine bulunduğu mertebenin fonksiyonundan dolayı denk gelen harf ile açıklama yolunu izlemiştir. Şöyle ki Filiz, Allah isminin bulunduğu mertebeyi ele alarak onun özelliklerini en iyi açıklayan harf tahlil etmiştir. Ona göre Allah ismi bütün isim ve sıfatların toplandığı mertebe olduğu için "be harfinin altındaki noktaya" tekabül gelmektedir. Be harfinin altındaki nokta tevhidi ifade ettiği için aynı zamanda zâhir ile bâtının veya afak ile enfüsün birleştiği nokta olarak görür. Hz. Ali'nin "ben, be harfinin altındaki noktayım" diyerek Allah ismine mazhar olduğunu ve bütün âlemi kendinde bir araya getirdiğini gösterir. Suret olarak Hz. Ali görünse de bâtın hakikati (sırrı) Allah isminin ilk tecelligahı yani "nokta-ı evvel" olan Hz. Peygamber'in hakikatine mazhar olan sırrıdır (Filiz, 2020, s. 24).