• Sonuç bulunamadı

Kadın Hareketinde 1935-1980 Arası Dönem

2.BÖLÜM: DÜNYADA VE TÜRKĠYE’DE KADIN HAREKETĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ

2.2. TÜRKĠYE’DE KADIN HAREKETĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ

2.2.3. Cumhuriyet Dönemi Kadın Hareket

2.2.2.1. Kadın Hareketinde 1935-1980 Arası Dönem

1935 yılı, Türkiye‟deki kadın hareketi tarihinin dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Devlet tarafından maruz kaldıkları baskıya daha fazla dayanamayan feminist kadınlar, kendilerini her şeyiyle Cumhuriyet‟in ideallerine adayan kadınlara dönüşmüşlerdir. Devletin ileri gelenleri ve siyasi parti liderleri tarafından, Medeni Kanun ile seçme ve seçilme hakkını kullanarak kadınlar üzerinden büyük bir propaganda yapılmış, bu propaganda “Türkiye, Avrupa‟da kadına seçme ve seçilme

hakkını veren ilk ülke olarak Avrupa‟ya örnek teşkil etmiştir” gibi gerçekle hiçbir

ilgi ve alakası olmayan bir yanlış anlaşılmaya kadar uzamıştır. Türk kadınının seçme ve seçilme hakkına kavuşma yıldönümlerinde yapılan konuşmalarda siyasetçiler, üniversite profesörleri ve araştırmacılar ve devletin ileri gelenleri tarafından, kadının Cumhuriyete ne kadar borçlu olduğunu hatırlatmak için her defasında bu propaganda gündeme getirilmiştir. Hâlbuki Türkiye‟nin kadına seçme ve seçilme hakkını verdiği tarihlerde, Avrupa‟daki bir iki ülkenin dışında tüm ülkeler bu hakkı kadınlarına vermiştir. Avrupa bir yana, Türkiye‟nin etrafında yer alan ülkelerden Rusya ve Bulgaristan bile bu hakkı kadınlarına çoktan vermişken, İran ve Yunanistan gibi ülkelerse Türkiye‟den bir kaç yıl sonra kadınlarına bu hakkı tanımıştır.263

Türk kadının 1930 yılında seçme-seçilme hakkına kavuşması uluslar arası camiada büyük yankılar uyandırmış ve nitekim 1935 yılında düzenlenen ilk Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi Türkiye‟de Türk Kadınlar Birliği‟nin ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Ne var ki olası bir II.Dünya Harbi öncesi Anglosakson çevreleri ile yapılan bu kongre, Ankara‟yı huzursuz etmiş, Türkiye‟yi Almanya ve İtalya‟ya karşı zor durumda bırakmıştır. Bu sebepledir ki kadın hareketi

262

Ayşe Kadıoğlu, a.g.e., s.122-123.

bu kongreden itibaren tam 30 yıl sürecek derin bir sessizliğe/uykuya dalmıştır.264 Nitekim kongrenin gerçekleştirildiği yıl 5.Dönem Milletvekili Seçimleri‟nde 18 kadın milletvekilinin meclise girmesiyle birlikte Türk Kadınlar Birliği amacına ulaşmış oldukları düşüncesiyle fesih kararı almışlardır.265

Şirin Tekeli ise, “Türk

kadınlarının artık erkeklerle eşit haklara sahip oldukları” gerekçesiyle Osmanlı‟dan

süregelen kadın hareketi ile Cumhuriyet arasında bir nevi köprü görevi üstlenen Türk Kadınlar Birliği‟ni devletin kapattığını ve kadın hareketinin öncü ve bağımsız kanadına son verdiğini dile getirmiştir. Bu olaydan sonra kadınlar kendilerini feminizmden çok Kemalizm ile özdeşleştirmeye başlamışlardır. Hiç kuşkusuz burada devletin rolünün ve kadınlara meslek hayatında tanınan fırsatların önemi yadsınamaz.266

Ne var ki kadın haklarının kazanılmasının yanı sıra korunup geliştirilmesinin de gerekli olduğu düşüncesiyle Mehvibe İnönü, Latife Bekir Çeyrekbaşı, Makbule Dıblan, Mebrure Aksoley, Kamile Erim, Neriman Sirer, Aliye Beyazıt, Lamia Refik Fenmen, Dr. Mediha Eldem ve Necile Bilen gibi isimlerin de yer aldığı bir kadroyla 13 Nisan 1949 yılında Türk Kadınlar Birliği yeniden kurulmuştur. 1954 yılı itibariyle Türk Kadınlar Birliği, Bakanlar Kurulu kararı ile “Kamu Yararına Çalışan Dernek” ünvanına layık görülmüş, 1960 ve 1970‟li yıllarda, Türk kadın profilinde önemli değişikliklere imza atmış ve kadın hareketi konusunda yönlendirici ve geliştirici bir rol oynamıştır.267 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemlerinde de geçici olarak kapatılan Türk Kadınlar Birliği, Türkiye genelinde açmış oldukları şubeleri ile faaliyetlerine devam eden ve varlığını halen sürdüren tek dernektir.268 Devlet feminizmi, etkisini 1950 ve 1970‟li yıllarda kurulan kadın derneklerinde de hissettirmiş nitekim o yıllarda kadın dernekleri özel gün ve haftalarda Atatürk‟e, Türk kadınına tanına haklar için minnettar olduğunu ve laik sisteme olan bağlılıklarını dile getiren törenler düzenlemişler ve ne yazık ki feminizmin asıl amacı olan kadın-erkek eşitliği konularından giderek uzaklaşmışlardır. Öyle ki yine aynı yıllarda ailenin reisi olarak erkeği kabul eden

264

Zafer Toprak, a.g.e., s.481.

265 Sema Kendirci Uğurman, a.g.m, 266

Şirin Tekeli, a.g.e., s.29.

267 Sema Kendirci Uğurman, a.g.m., 268 Yaprak Zihnioğlu, a.g.e., s. 258.

Medeni Kanun ve ataerkil düzene karşı hiçbir duruş sergilenmemiştir.269

Bu durumun altında devlet feminizmi ve Kemalist reformların oldukça etkili olduğu düşünülmektedir. Nitekim Kemalist reformlara bakıldığında cinsiyet üzerine yeni birtakım fikirlerin benimsendiği, “bir cinsiyetsizleştirme(degendering) ve yeniden

cinsiyetlileştirme (regendering)” politikalarının uygulandığı yani kadınların bir nevi

dişiliklerinden soyutlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir.270

Cumhuriyet döneminde hayata geçirilen bir dizi modernleşme/batılılaşma projesi dâhilinde ilk defa erkeklerle aynı sınıflarda karma eğitime katılabilme fırsatını yakalayan kadınlar, zamanla Nilüfer Göle‟nin deyimiyle “dişiliklerinden

soyutlanarak” erkeksi bir tavır takınmaya başlamışlardır. Elde etmiş oldukları

hakları korumak istercesine Cumhuriyet devrimlerine sıkı sıkıya sarılarak sahip çıkan bu erkeksi kadınlar, kırsal kesimdeki eğitim seviyesi düşük kadınları kendi saflarına çekmeye çalışmış ve bu kadınları kara çarşaftan kurtarmak adına ücretsiz pardösü ve eşarp dağıtımı yapmışlardır. Erkeksi bir tavır takınan bu kadınlar, 1970‟li yıllara kadar kendilerine yeni bir imaj benimsemiş, “kısa saç, dar pantolon, alçak ökçeli

iskarpin ve makyajdan uzak” halleri ile görüntü olarak da erkek gibi görünmeye

başlamışlardır. Aynı yıllarda Behice Boran‟ın siyaset meydanlarında boy göstermesiyle bazı kadınlar sosyalizme karşı bir eğilim içerisine girmiş ve oluşan bu rejim değişikliği ile Kemalist aktivist kadınların yerini sol aktivist kadınlar almıştır. Nitekim İşçi Partisi‟nin bir uzantısı olarak 1975 yılında hayata geçirilen İlerici Kadınlar Derneği, Türkiye‟de kadın hareketinin sol nabzını tutarak Osmanlı Dönemi‟nden bu yana kadınları ilk defa meydanlara döken, sokaklara çağıran bir güç haline gelmiştir. Meydanlarda toplanan bu kadınlar aynı Kemalist kadınlarda olduğu gibi dişiliklerinden soyutlanmış bir halde, kadınlık için yani kendileri için değil ideoloji için mücadele etmişlerdir.271

Öyle ki Şirin Tekeli, İlerici Kadınlar Derneği‟ni değerlendirirken derneğin yasal bir parti olmayı başaramamış, sol siyasette kadınları

269

Şirin Tekeli, a.g.e, s.29-30.

270 Ayşe Durakbaşa, a.g.e., s.24. 271 Ömer Çaha, a.g.m., s.5-6.

kendi safına çekmeye çalışan, kadın sorularından ziyade işçilerin sorunlarına eğilen sol bir hareket olduğunu dile getirmiştir.272

Türkiye‟de Cumhuriyet Anayasası, eşitlik ve her türlü ayrımcılığın yasaklandığı ilkeleri gündeme getirmiş, Amsterdam Antlaşması‟nda ise “kadın-erkek arasındaki ayrımcılığın” yasaklanmasın ilişkin özel bir madde yer almıştır. Çalışma hayatında kadın-erkek arasında eşit işe farklı ücret uygulaması, kadınların yer altı ve sualtında çalışması, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) sözleşmelerine uyumlu bir şekilde yasaklanmıştır.273

Türkiye farklı kültür ve milletlerden oluşan bir toplum yapısına sahiptir ve dolayısıyla da kadın ve kadın sorunları da bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Buna rağmen ortada değişmeyen bir kadın gerçeği vardır. Hala gelişmekte olan ülkeler arasında sayılan Türkiye‟de insan hakları bile tam anlamıyla sağlanamaz iken kadın haklarından bahsediyor olmak bazılarına göre lükstür. Ne yazık ki ülkemizde çok ciddi insan hakları ihlalinin yaşandığı görülmektedir ve bununla birlikte toplumda var olan bir cinsiyet ayrımı söz konusudur. Türkiye‟de sosyal ekonomik koşulların ortaya koyduğu genel eşitsizlikler, Türkiye‟deki kadınların, zamanına göre ileri sayılabilecek türden haklar elde etmiş olmalarının onları yeni hak arayışından çok ellerindeki hakları koruma çabasına itmesi ve toplumun topyekûn bir şekilde ayaklanarak hak arama mücadelesinden, siyaset ve politikadan uzak oluşu ataerkil bir yapının ve cinsiyet ayrımının toplumda yerleşmesine sebep olmuştur. Böylesine güçlü bir ataerkil yapı ve cinsiyet ayrımının varlığı kadını, toplumsal yapı içerisinde evlilik ve aile kavramlarından oluşan kısır bir döngüye hapsetmiştir. Aile içerisindeki sorumluluklarından vazgeçemeyen çoğu kadın çalışma hayatına atılmak yerine ev kadını ve anne olarak eve kapanmış, çalışma hayatına atılmış olan az sayıdaki kadın ise toplumsal veya duygusal nedenlerle aile ilişkilerini hafife alamamıştır. Bütün bu faktörler doğrusunda bir birey olarak kadın, toplumsal cinsiyet ayrımına, ataerkil sisteme ve kadın-erkek eşitsizliğine karşı eleştirel bir tavırla yaklaşma fırsatını yakalayamamıştır.274

Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, kadın-erkek arasındaki

272

Zafer Toprak, Şirin Tekeli ve Feminizmi Düşünmek, Toplumsal Tarih, 283.Sayı, İstanbul, 2017, s.28.

273 T.C.BAŞBAKANLIK Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, a.g.e., 274 Meryem Koray, a.g.e., s.25-27.

eşitsizliği ortadan kaldırmanın ve cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele etmenin, bir kadın meselesinden çok bir demokrasi meselesi olduğudur. 275

2.2.3.2.1980 Sonrası Kadın Hareketi ve Kadın Hareketinde

AyrıĢmalar- Bölünmeler

Türkiye‟de kadın hareketi, 12 Eylül 1980 tarihinde yaşanan askeri darbe sonucu oluşan demokratik muhalefetin ilk ve öncü hareketidir ve darbenin oluşmasıyla birlikte oluşan o boşluk ortamını fırsata çevirerek güçlenen (burada boşluktan kasıt devletin gücünün başka yönlere kayması) kadın hareketi toplumun demokratikleşmesi adına kilit bir rol üstlenmiştir.276

Nitekim feminizm 1980‟li yıllarda evlerde, dergi ve kitap kulüplerinde yapılan toplantılarla bir bilinç yükseltme evresi geçirmiş ve yine bu dönem pek çok kampanya hayata geçirilmiştir.277

Türkiye‟de 1980‟li yıllardan itibaren gelişmeye başlayan kadın hareketinin öncü isimlerinden biri olan Şirin Tekeli, ikinci dalga feminizm aktivistlerindendir. Hayatı boyunca kadın ve demokrasi için çalışmıştır. Lisans öğrenimini İsviçre‟de tamamlayan Tekeli, 1968-1981 yılları arasındaki dönemde İstanbul Üniversitesi‟nde öğretim üyesi olarak görev almıştır. 1980 yılında gerçekleşen askeri darbenin bir uzantısı olarak kurulan YÖK, Tekeli‟ye göre bilimin yerine resmi ideolojileri dayatan ve araştırma özgürlüğünü ortadan kaldıran bununla birlikte üniversiteleri siyasetten uzaklaştıran bir kurumdu. Böyle bir ortamda daha fazla verimli olamayacağı kanısına varan Şirin Tekeli, 1981 yılında öğretim görevliliğinden istifa etmiştir. O yıllarda Türkiye‟de kadının hareketinin ikinci dalgası yaşanmaktaydı ve Şirin Tekeli kadın hareketi içerisinde yer almaya başlamıştı. 1981-1982 yıllarında YAZKO‟nun da katkılarıyla ilk defa bilinç yükseltme grupları oluşturulmuş ve kadın okura hitap eden bir yayına imza atılmıştır. 1983 yılında, Şirin Tekeli, bir grup feministle birlikte evde veya iş hayatında çalışan kadınların(ücretli-ücretsiz) emeğini değerlendirmek adına Kadın Çevresi‟ni kurmuş, 1985 yılından itibaren cüzi bir miktar aidat ile üye olan genç feministlerin katılımıyla Feminist dergisini çıkarmıştır.

275 T.C. BAŞBAKANLIK Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, a.g.e., s.7-10 . 276 Şirin Tekeli, a.g.e., s.15-46.

Bu bağlamda “Dayağa Karşı Kadınlar Kampanyası” ile ilgili bir çalışma olan Bağır,

Herkes Duysun kitapçığı dikkatleri üzerine çekmiştir. Yine aynı yıl Türkiye‟de ilk

kez “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmıştır. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi‟nin (CEDAW) uygulanmasına ilişkin dilekçe kampanyası ve Medeni Kanun reformu ile ilgili mücadelenin başlaması da aynı sene içerisinde yaşanan gelişmelerdendir. 1987 yılında Aile İçi Şiddete Karşı Yürüyüş ve Kariyer

Şenliği Düzenlenmiş, 1989 yılında Mor İğne Kampanyası gündeme gelmiştir.

Türkiye‟deki birçok kesimden kadının katılımıyla gerçekleşen bu aktivist hareketin başında yer alanlardan biri hiç kuşkusuz Şirin Tekeli idir. Kadın hareketinin kurumsallaşma sürecine girdiği 1990‟lı yıllarda, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı başta olmak üzere Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakıfları, KA-DER, Uçan Süpürge, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Meclisi, Anakültür Kooperatifi, Winpeace-Türk, Yunan Kadınları Barış Girişimi gibi pek çok oluşuma büyük bir emek veren Tekeli, bunun yanı sıra kaleme aldığı eserler ile Türkiye‟de toplumsal cinsiyete yön vermiş ve Türk feminist literatüre eşsiz eserler kazandırmıştır.278

1980‟li yılların bilinç yükseltme evresiyle güçlenen feminist harekete dâhil olamayan kadınlar, Kürt ve İslami hareketle feminist taleplerde bulunarak Türkiye‟de yeni bir oluşumu başlatmışlardır. Kürt kadınlar, milliyetçi hareketin erilliğini ve feminizmin “Türklüğünü” eleştirirken, İslamcı feministler ise, feminizmin seçkin bir tavır takınmasını karşı çıkmış bunun yanı sıra feminizmin kadınların ezilmesini reddeden görüşüyle Müslüman kadınların inançlarının da aynı yönde olduğuna dikkat çekmişlerdir. Ülke gündeminde “bölücülük” ve “irtica” olarak adlandırılan bu ayrışmalar, kadınlar arasında oldukça sert ve ciddi tartışmalara yol açmıştır.279

Türkiye, 1985 yılında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi‟ni (CEDAW) TBMM‟nde birtakım çekinceler ile imzalayan devletlerarasına katılmış, takvimler 1999 yılının Eylül ayını gösterdiğinde ise 57.Hükümet döneminde bu çekincelerinden kurtulmuştur. 280

278 Zafer Toprak, a.g.m., s.28-30. 279

Aksu Bora, Asena Günal, a.g.e., s.8.

280

Türkiye‟de 1985‟li yıllardan itibaren, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bazı metropol(anakent) şehirlerde yeni bir ekol türemiş, türbanlı üniversite öğrencilerinin, toplumda daha çok görünür olması dikkatleri üzerine çekmiş ve bu kızların bazı söylem ve taleplerinin feminizm ile çakışması yeni ve farklı bir kavram olan

“türbanlı feministler” kavramını gündeme getirmiştir. Türbanlı üniversite öğrencileri

türbanı zaman zaman diğer kadınların (hatta annelerinin) geleneksel örtünme biçimlerine yani başörtüsüne bir eylem, bir meydan okuma aracı olarak görmüşlerdir. Türbanlı kadınların toplum içerisindeki görünürlüğünün artmaya başlamasıyla birlikte içeriğinde kadın ile ilgili yazılara yer veren İslamcı kadın dergi ve gazetelerin sayısında da ciddi bir artış gözlenmiştir. Bu yayınlar yazılarında kadını, Batılı kadın ve İslamcı kadın olmak üzere 2 farklı kadın profili olarak ele almıştır. Batılı kadını

“mutsuz, ikincil konumda, sömürülen, tatminsiz ve iffetsiz” sözleriyle hedef alan bu

yazarlar, kaleme almış oldukları yazılarında İslamcı kadınların dikkatli olmadıkları takdirde Batılı kadınlar gibi olacaklarının uyarısında bulunmuşlardır. Gerek batılı gerekse de geleneksel İslamcı kadın kimliğinden uzak bir profil çizen Türbanlı kadınlar her ne kadar sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi hayata katılım gösterse de mahremiyetlerini her zaman muhafaza etmişlerdir. Burada türbanın zamanla kamusal alanın mahremiyet simgesi haline geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.281

1990‟lı yılların başında kadınların örtünmesi, Kemalist ve İslamcı grup arasındaki gerilimin artmasına sebep olmuştur. Kadınların örtünmesi siyasi bir görünüm kazanmış, başta siyasetçiler ve bürokratlar olmak üzere akademisyenler, yazarlar, sanatçılar, öğrenciler ve sivil halk da zamanla konuyla ilgili tartışmalara dâhil olmuştur. Tarihler 1994 yılının Mart ayını gösterdiğinde yerel seçim kampanyalarında örtünme siyasi bir propaganda olarak kullanılmıştır. Seçim sonucunda İslamcı Refah Partisi ciddi bir başarı elde etmiş, İstanbul ve Ankara gibi iki önemli mega kentin dışında birçok şehrin belediye başkanlık görevlerini elde etmişlerdir. Türkiye‟de son yıllarda dinsel akımların yeniden güç kazanması ve İslamcı Refah Partisi‟nin de tavır ve tutumlarıyla bir süre sonra kadının kılık kıyafeti büyük bir tartışma konusu olarak gündeme gelmiş ve bu durum basında, “mini etek

giyen ve Atatürk rozeti taşıyan “modern” kadınlar ile “geleneksel” kadınlar

281 Ayşe Kadıoğlu, a.g.e., s. 114-116.

arasındaki kültürel çatışma” sözleriyle ifade edilmiştir. Tartışma giderek alevlenmiş

öyle ki mini etek giyen Kemalist modern kadınlar, türbanlı anti-modern geleneksel kadınlardan rahatsız olduklarını dile getirmek adına Ankara‟da Anıtkabir‟e yürümüşlerdir. Nitekim Türk kadını arasında modern-geleneksel ya da açık-kapalı ayrımı ciddi bir boyut kazanmış, kadınlar kendi aralarında gruplaşmaya ve ayrışmaya başlamışlar, asıl hedefleri olan hak elde etme mücadelesinden uzaklaşmışlar ve ne yazık ki feminist bir hareketin gelişimine de farkında olmadan engel olmuşlardır.282

Zamanla İslam dininin içerisinde ayrışmalar meydana gelmiş ve geleneksel İslam ve siyasal İslam olmak üzere iki farklı ekol oluşmuştur. Geleneksel İslam, kişinin özel hayatı ile sınırlı kalırken, siyasal İslam, kamusal hayatı da irdelemeye başlamıştır. Bu iki akım arasındaki en belirgin fark, kadınların örtünme biçiminden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, geleneksel İslamcı kadınlar başörtüsünü tercih ederken siyasal İslamcı kadınlar, türban kullanarak kapanma yoluna gitmişlerdir. Geleneksel İslamcılar, gelenek ve göreneklerine bağlı kamusal hayata katılım konusunda pasif ve daha çok hane içinde faaliyet gösterebilen bir gruptur. Siyasal İslamcılar ise, kamusal hayata katılımı aktif, daha eylemci bir grubu temsil etmektedir ve türbanın eylemci bir grup tarafından kullanıyor olması zamanla türbana siyasi bir görünüm kazandırmıştır.283 Bununla birlikte siyasal İslamcıların eğitim seviyelerinin, geleneksel İslamcılara oranla daha ileri bir seviyede olduğu ve büyük bir çoğunluğunun üniversite eğitimi aldığı göze çarpmaktadır.284

Bir başka akım olan sömürgeci feminizm, geleneksel ve siyasal İslamcılardan farklı bir bakış açısı benimsemiş, İslam dininin kadınlara baskı yaptığını ve peçe ve tecridin ise bu baskıyı simgeleştirdiğini öne sürmüştür. İster türbanlı ister başörtülü olsun örtülü kadın, muasır medeniyet seviyesine ulaşmada büyük bir engel olarak görülmüş ve modernleşme projesini gerçekleştirebilmek için öncelikle peçenin ortadan kaldırılmasını gerekli kılınmıştır. Yapmış olduğu bir dizi reform ve inkılâplarla batılılaşma ve modernleşme projesini hayata geçirme savaşı veren Mustafa Kemal, örtünmenin, medeni toplumların alay ederek küçümsediği gayri medeni bir hareket olduğunu ve batılıların bu aşağılayıcı tavırlarından duyduğu rahatsızlığı dile

282 Ayşe Kadıoğlu, a.g.e., s.99-100. 283 Ayşe Kadıoğlu, a.g.e., s.100-103.

getirmesi Şarkiyatçı-Kemalistlerin görüşlerinde oldukça etkili olmuştur.285

Yerel şarkiyatçılar tarafından Kemalist reformların hayata geçirilmesiyle birlikte batı modernliğin kaynağı olarak görülmüş ve Türkiye‟de geçmişe karşı küçümseyişi bir tavır gelişmiştir. Bu yeni batılılaşma projesine göre medeniyet simgesi, kadınların kamusal alanda ne kadar aktif bir biçimde rol aldığı ile ilişkilendirilmiştir. Bununla birlikte kadın ile ilgili pek çok alanın (güzellik, giyim tarzı vs.) büyük bir dönüşüme uğradığı dönemde tamamen Batılılaşmaya ve bazı yerel değerleri korumaya çalışılmıştır. Kemalist kadınlardan cinselliklerini bir kenara atmaları ve kişiliklerini ön plana çıkararak kamusal alana katılmaları beklenmiştir.286

Bu bağlamda Kemalist reformlara karşı bir tavır takınan siyasal İslamcı türbanlı kadınların, Kemalist reformlardan sonra “dişilik değil kişilik” sloganı ile cinsel kimliklerinden sıyrılmak istemeleri oldukça düşündürücüdür.287

19.yüzyılın başlarından itibaren modernlik kavramı kadın ile bağdaştırılmış, Cumhuriyet‟in ilk yıllarında modernleşme bayrağı yine Türk kadının eline tutuşturulmuştur. 1980 ve 1999‟lü yıllarda da bu sistem devam etmiş ve siyasal İslam kadını önemli bir rol model olarak görmüş, kadın-erkek ilişkisi ve toplumda kadının nasıl konumlandırılması gerektiği konularını gündeme getirmiş ve türban tartışmalarında belirgin hale gelmiştir. Bu tartışmalar sömürgeci feministler, Şarkiyatçı-Kemalistler ve siyasal İslamcı grupları arasında şekillenmiştir. Sömürgeci feministler ve Şarkiyatçı-Kemalistler kadının modernliğine oldukça önem vermişlerdir. Kemalist reformların da etkisiyle kadının kamusal alandaki varoluşu diğer siyasal ihtilafların da odak merkezinde olmuştur. 1980‟li yıllarda bu tartışmalara dâhil olan siyasal İslamcı grup ise, hem ev hayatını hem de iş hayatını başarıyla sürdüren Kemalist kadınların yüklenmiş oldukları ağır sorumluluk ile ilgili şikâyetlerini dile getirmişlerdir. Siyasal İslamcı grubun bazı talepleri feministlerin idealleri çakışmaktaydı fakat siyasal İslamcıların asr-ı saadet döneminin yeniden inşa görevinin kadınların elinde olduğunu düşünmesi, feministlerden ayrıldığı noktayı oluşturmaktaydı. Böyle bir dönemde türbanın gündeme gelmesi, kadınların Kemalist

285

Ayşe Kadıoğlu, a.g.e., s.106.