• Sonuç bulunamadı

Kadının Şiir Söyleme ve Hikâye Anlatma Biçimleri

Öçal (2011: 73), “konuşma” ve “sessizlik” kavramlarını kadınların kendilerini ifade etme özgürlüklerinin inkâr edilmesi yolundaki önemli metaforik tasvirler olarak yorumlar. Burada sözü edilen sessizlik, kadının kamusal alanda, kültürde, dini olgularda, bilim ve sanatta “sessizleştirilmiş” varlığının sesidir aslında. Bu sessizlik kimi zaman küçük görülme, saldırıya uğrama veya görmezden gelinme korkusuyla kişinin kendini sansürlemesi anlamına da gelebilir. Bir başka deyişle çeşitli tabular, gelenekler veya yasaklar yoluyla dayatılan kadının sessizliği, ataerkil düzene bir tepki olarak yorumlanabilir. Yazma eylemini ise, gerek konuşmanın gerekse sessizliğin bir dökümü olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü duygu, düşünce ve hayallerin dışa vurum aracı olarak yazmak, her şeyden önce bireyin kendini ifade etmesi noktasında bir varoluş biçimidir.

Kadınların yazılı kültürde edilgen olan “anlatılan” konumunu aşarak etken olan “anlatıcı” konumuna geçmeleri uzun ve zorlu bir süreç sonunda gerçekleşmiştir. Sözlü kültürde dilden dile aktarılarak varlığını sürdüren mani, ninni, ağıt, türkü gibi anonim ürünlerin çoğunun kadınlar tarafından oluşturulduğu bir gerçektir. Bu ürünler kadının ataerkil yaşam biçimi içinde kendini dile getiriş biçimini görmek açısından dikkate değerdir. Anadolu’da sözel kültür yoluyla aktarılan, kadının öznel sorunlarını dile getiren pek çok şiir, kadın dünyasını “dişil” bir sesle yansıttığı için kadın edebiyatının anonim metinleri olarak sayılabilir.

20

Anonim metinlerin genellikle kadınlara atfedilme sebeplerini açıklarken halk şiirinde yer eden bir “tapşırma” geleneğinden söz etmek gerekir. Tapşırma “şiirin son dörtlüğünde ozanın mahlasını söylemesi” olarak tanımlanabilir. Bu gelenek sayesinde şiir, söyleyeninin adını ölümsüzleştirme görevini de yerine getirmiş olur. Âşıklık geleneği içinde taşra hayatının normlarıyla yetişmiş kadın şairin koşmasının sonunda kendi adını tapşırması genellikle mümkün olmaz. Bu durum bir kadının karşı cinse yönelik duygularını ifade etmesine pek meydan vermez. Dolayısıyla kadın şairlerin tapşırmadan söyledikleri şiirleri bir başkasından duymuşçasına anonimleştirdikleri görülür.

Sözlü gelenek ortamında oluşan ürünlerin genel özelliği okuryazar olmayan ya da yazılı kültürün etkilerini taşımayan kadınlar tarafından üretilip aktarılmasıdır. Cansız (2011: 62), sosyal ve kültürel değişimlerin kadın üzerindeki izdüşümünün açıklıkla görüldüğü ninnilerin, her kültür ortamında varlığını sürdürerek çeşitlendiğini ve annenin kimliğine yönelik verileri içinde barındırdığını ifade eder.

Ninniler kadının düşünce sürecini ortaya koyan, söze dayalı anlatım biçimidir. Bu yönüyle kadın ve ninni sözel boyutta birbirini etkiler. Sözlü kültür ürünlerinin yaratıcı ve aktarıcısı olarak kadın, kendi yaşamını bu ürünlere aktarırken söyleme geleneğin yarattığı söz kalıplarını da kullanır. Böylece maniler, ninniler ve türküler kadının kendi çevresini algılama biçimine göre şekillenerek kültürel varlığın devamını sağlar.

Sözlü kültür ortamından yazılı kültür ortamına geçiş sürecinde, kadının yaşadığı kültürel değişimin etkileri önemli rol oynar. Burada okuryazar, eğitimli kadının kent yaşamında geleneksel yapıdan koparak içe dönüşüne değinmek gerekir. Köyde bahçede, tarlada çalışarak evin geçimine katkıda bulunan kadın doğaçlama olarak söylediklerinde dış dünyaya ve topluma daha yakın daha açıktır. Bilinçli yazma eylemi ise, kent yaşamında yalnızlaşan bireyin dışavurumu olarak yazar/ şair kimliğinin içe dönük ifadeleriyle bütünleşir. Fakat kadınların şair kimliği ile varlıklarını ispatlama noktasında önceleri dilde eril geleneğin takipçisi olduklarını belirtmek gerekir. Çünkü kadın, uzun yıllar boyunca şiirin başat imgesi olarak şairlere ilham

21

veren edilgen bir varlık olarak kendini göstermiştir. Bu nedenle uzun bir süre şiirin öznesi değil nesnesi konumunda yer almıştır.

Kadın edebiyatta belli kalıplar altında, idealize edilerek sunulan bir figürdür. Bu açıdan bakıldığında, kadın ile şiir arasındaki bağın, şiirde yer alan kadın kimliğinden doğduğunu söylemek mümkündür. Çünkü şiirde sözü edilen kadın, aşkı besleyen bir unsurdur. Sevgiliye duyulan aşk, mutlak ölçütler içinde sevgilinin niteliklerini betimlemek ve övmek için vardır.

Kadın, bu yönüyle erkek şiirinin ana temalarından birini oluştururken, “kadın şair” olgusu, uzun yıllar erkek söyleminin gölgesinde kalmıştır. Mutlu (2006: 352), bunun nedenlerini şöyle açıklar:

“Şiir ve kadın ilişkisi hep puslu aynaya yansıyan bir yüz gibi, flu kalmış. Kimi; ‘kadın niye şiir yazar ki, zaten kendisi şiir’ demiş, kimi; ‘ kadının beyinsel yapısı şiir gibi karmaşık bir işle uğraşması için uygun yapıda değil’ demiş, kimi; ‘kadının yaşantı biçimi ve kültürel gelişimi itibariyle…’ diye başlayan uzun tümceler kurmuş, kimisi de; ‘kadından şair olmaz!’ deyip kestirip atmış.”

Oysa sözlü kültürün egemen olduğu toplumlarda, bu kültürün taşıyıcısı genellikle kadınlar olmuştur. Fakat sözel kültürde varlığı yadsınamayacak olan kadın şair, yazınsal kültüre geçişte belirli ritüellerin toplum yaşamından yavaş yavaş silinmesini takiben bu konumunu yitirmiş, yaşamsal alanlarda olduğu gibi bu alanı da erkeğe terk etmek zorunda bırakılmıştır. Bu sistematik dışlanma karşısında kadın şair, ilkin varlığını kabul ettirme anlamında kendi sesinden, duyarlığından, söz dağarcığından ve şiirinden ödün vermek durumunda kalmıştır (Mutlu, 2006: 354).

Dolayısıyla kadının şair kimliği, belli bir döneme kadar içinde bulunduğu sosyal statüye ve erkeklerin dünya görüşüne göre şiirler yazmanın ötesine geçememiştir. Başlangıçtan beri sözlü edebiyat dairesi içerisinde etkin bir rol üstlenen kadınlar yazılı edebiyat söz konusu olduğunda ancak 19.yüzyıldan itibaren varlıklarını göstermeye başlamışlardır.

Benzer Belgeler