• Sonuç bulunamadı

2.2. Para Politikasının Etkinliği

2.2.3. Bekleyişlerin Yönetimi ve İletişim Politikası

2.2.3.1. Kısa Vadede Bekleyişlerin Yönetilmesi: Öngörülebilirliğin

Kısa vadede etkin iletişim politikaları, merkez bankası politika kararların öngörülebilirliğinin artmasını sağlamaktadır. İletişimin neden etkin para politikasının bir parçası olduğunu anlamak için, temel politika aracı olarak kısa vadeli faiz oranlarını seçen merkez bankalarının doğrudan kontrol edebildiği tek bir faiz oranı olduğunun unutulmaması gerekmektedir. Finans piyasalarının genişliği ve derinliği dikkate alındığında, merkez bankalarınca doğrudan kontrol edilebilen kısa vadeli faiz oranı önemsiz görünmektedir. Ancak kısa vadeli faiz oranının kontrolünün önemi, tüm ekonominin seyrini etkileyecek olan varlık fiyatlarını ve getirileri etkilediği ölçüde önem kazanmaktadır. Finans teorisi, kısa vadeli faiz oranları ile uzun vadeli faiz oranları arasında bir ilişki olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla, etkin bir iletişim politikası finans piyasalarının kısa vadeli faiz oranlarının gelecekteki seyrine ilişkin daha doğru tahminler yapabilmesine imkan tanıyarak hem piyasalardaki riskin azalmasını hem de para politikasının daha etkin olmasını sağlamaktadır. Öngörülebilirliğin artmasının faydaları bu bölümde iki başlık altında incelenmektedir: Finans piyasalarında riskin ve oynaklığın azalması ve kısa vadede politika değişikliklerinin neden olabileceği maliyetin azalması.

Bu çerçevede ilk olarak, faiz oranlarına ilişkin kararların incelenmesi, kısa vadede bekleyişlerin yönetiminin finans piyasalarında riskin ve oynaklığın azalmasına ve ekonominin faiz oranlarındaki değişikliklere daha yumuşak bir

şekilde uyum sağlamasına büyük katkıda bulunduğunu göstermektedir. Aslında merkez bankalarının faiz oranlarına ilişkin kararları, ki faiz oranları günümüzde merkez bankaları tarafından yaygın şekilde politika aracı olarak kullanılmaktadır, şeffaflığın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Blinder ve diğerleri (2001)’nin de dikkat çektiği üzere, genel olarak merkez bankalarının faiz oranlarında yaptıkları değişiklikler incelendiğinde, oranların bazen bir dönem boyunca artırıldığı, bazen de bir dönem boyunca azaltıldığı, ancak bu değişikliklerin genellikle küçük miktarlarda olduğu görülmektedir. Değişikliklerin neden büyük miktarlarda ve süratle yapılmadığı sorusuna ise şeffaflık çerçevesinden cevap verilmektedir. Bu kapsamda ilk neden varolan belirsizliktir. Daha açık bir ifadeyle, mevcut ekonomik görünüm ve tahminler her zaman çok net olmayabilmekte ve faiz oranlarındaki bir değişikliğin ekonomiyi nasıl etkileyebileceği çok iyi bilinemeyebilmektedir. Dolayısıyla, belirsizlik karşısında ihtiyatlı davranmak önem kazanmaktadır.

Blinder ve diğerleri (2001)’ne göre, belirsizlik kavramının yanında, faiz oranlarındaki yumuşak değişikliklerin bir diğer nedeni de finansal istikrarı geliştirmektir. Bu nedenle, değişikliklere verilen aşırı tepkilerin finans piyasalarında etkinsizliğin varlığına işaret ettiği ve bunu gidermenin yolunun şeffaflık ve iletişim politikalarından geçtiği belirtilmektedir. Diğer bir ifadeyle yapılması gereken, öngörülebilirliği artırmak için daha şeffaf olmaktır.

Aynı zamanda merkez bankalarının faiz oranlarındaki değişiklikleri öngörülebilir oranlarda ve küçük miktarlarda yapması, bu değişikliklerin kabul edilebilirliğini de kolaylaştırmaktadır. Diğer bir ifadeyle, faiz oranlarında örneğin büyük miktarda indirim yaptıktan kısa bir süre sonra belirsizlik veri iken tekrar faiz oranlarını artırma gereğinin ortaya çıkma olasılığı, merkez bankalarını bu tür sert tepkiler vermekten alıkoymaktadır. Dolayısıyla, Goodhart (1999)’ın da belirttiği üzere, faiz oranlarında kısa süre içinde birbirine zıt kararlar oldukça nadir görülmektedir. Bu durum, Blinder ve diğerleri (2001)’ne göre merkez bankalarının bilinçli olarak “çok az ve çok geç” hareket etmelerine yol açmakta olup iki şekilde açıklanabilmektedir. İlk olarak, faiz oranlarına ilişkin alınan

kararlardan geriye dönüşleri açıklamanın, tamamen haklı sebeplerden ötürü olsa dahi, oldukça zor olduğu belirtilmektedir. Bir başka ifadeyle merkez bankalarının, faiz oranlarında büyük miktarlarda değişiklikler yapıp ardından geriye dönmenin piyasada karışıklığa yol açacağını ve güvenilirliklerini zedeleyeceğini düşündükleri için bu tarz bir politika izlemedikleri ifade edilmektedir. Bu durum, politika uygulamalarının yetersiz iletişimin “kurbanı” olması olarak tanımlanmakta ve iletişim politikalarının önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

İkinci olarak, merkez bankalarının faiz değişikliklerini küçük miktarlarda adım adım yapmasının piyasaların ilerideki değişiklikleri takip etmesini kolaylaştıracağı ifade edilmektedir. Sonuçta da para politikasının kanallarından biri olan bekleyişlerin yönlendirdiği uzun vadeli faiz oranları, varlık fiyatları ve döviz kuru ve benzeri değişkenler aslında ilerideki politika değişikliklerinden daha önce hareket etmiş olmaktadır. Dolayısıyla, bu noktada merkez bankasının hareketinin zamanlamasının, bu hareketin tutarlı olduğu düşünüldüğü sürece çok fazla önemli olmadığı ifade edilmektedir. Aslında ampirik çalışmalarda da görüldüğü üzere, piyasalar faiz oranlarını iyi tahmin edebildiği zamanlarda değişiklik kararları açıklandığı vakit piyasaların tepkisi çok sınırlı olmaktadır. Dolayısıyla, faiz oranlarına dair bir politika değişikliğinin etkisi, bu değişikliğin

piyasalar tarafından beklenip beklenmediğine, bir başka deyişle

öngörülebilirliğine dayanmaktadır.

Kısa vadede bekleyişlerin yönetilmesi ve öngörülebilirliğin artırılması kapsamında ikinci önemli unsur, politika değişikliklerinin yaratacağı maliyete ilişkindir. Buna göre, öngörülebilirlik arttıkça politika değişikliklerinin maliyeti azalmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, belirsizlik veri iken ekonomik koşulların tahminlerden farklı gerçekleşmesi kısa dönemde para politikasında değişiklikler gerektirebilmektedir. Ancak bu değişikliklerin kamuoyunda karışıklığa yol açması ve merkez bankalarının güvenilirliğine zarar getirmesi olasılığı karşısında kamuoyunun uygulanan politikaları iyi kavramış olması önem kazanmaktadır. Bu şekilde, politika değişiklikleri merkez bankalarının güvenilirliğini zarara uğratmamış olmaktadır.

Bu kapsamda piyasa katılımcılarına verilecek sinyal niteliğinde “anahtar kelimeler11”, karara dair bir ipucu niteliğinde olup, belirsizliği ve faiz oranlarındaki oynaklığı azaltabilmektedir. Öte yandan, anahtar kelimeler kullanan merkez bankaları kendilerini bir şekilde sözle bağlamış olmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, ekonomik duruma ilişkin değerlendirmeler yeni gelişmeler paralelinde değiştiği vakit, merkez bankasının piyasanın bekleyişlerini yanıltmış olma ihtimali ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, gelecekteki kararlara ilişkin piyasalara gönderilecek sinyallerin “koşullu öngörüler” içermesi gerekmektedir. Ancak, bu durum uygulamada o kadar kolay olmamaktadır. Bu durumu Issing (2005, s.70) şöyle açıklamaktadır: “Yapılan duyuru ne kadar anlaşılması kolay ve ne kadar basit sinyaller içerirse, öncesinde koşullu öngörüleri açıklamak o kadar zordur”. Bu noktada eğer iletilmek istenen anlaşılmış ise, piyasalar bu bekleyişlerini fiyatlayacaktır. Dolayısıyla, duyurular ile politika uygulamaları kısa vadede birbirinin yerine ikame edilebilmekte, dolayısıyla güvenilir bir merkez bankası bir politika uygulaması ile elde edeceği sonucun hemen hemen aynısını bir sonraki toplantısında söz konusu uygulamayı yapacağına dair kesin ifadelerde bulunarak da elde edebilmektedir (Kohn ve Sack, 2003).

Özetle etkin bir iletişim politikası kapsamında, kısa vadede bekleyişlerin yönetilmesiyle finans piyasalarında sağlanacak istikrar ve politika değişikliklerinin azalan maliyetinin yanında, duyuru ve söylemlerin içeriği de büyük önem kazanmaktadır. Dolayısıyla etkin iletişim, belirli bir politika stratejisi gerektirmektedir ve bu strateji para politikasına ilişkin mevcut bilgileri açık bir şekilde yansıtırken, aynı zamanda para politikasının yeni bilgiler doğrultusunda şekilleneceğine de dikkat çekmelidir. Yapılan ampirik çalışmalar da kısa vadede para politikasının öngörülebilirliğinin ve dolayısıyla etkinliğinin son yıllarda arttığını göstermektedir12.

11 “Anahtar kelime” (codes) kavramı Issing (2005) tarafından kullanılmıştır.