• Sonuç bulunamadı

5. Bir Kimlik Olarak Seküler Milliyetçilik

6.2. Kürtlük ve Kürt Sorunu

Kürt kimliği, İslami kimlik gibi Kemalist söylemin kurucu ötekilerinden biridir. Cumhuriyetin kuruluş tarihi, özellikle 1920’li ve 1930’lu yıllar Kürt isyanlarının fiziki bastırılma halidir. Bu isyanlar, Anadolu’nun Müslüman-Türkler tarafından sahiplenilmesi ve farklı Müslüman etnisitelerin bir üst politik kimlik içinde asimile edilmesi projelerine yönelik bir tehdittir. Kürt isyanı, Kemalist söylemsel düzende ifade edilmesi mümkün olmayan, sembolize edilmesi yasaklanmış bir travmaya işaret eder. Bu nedenle, Kürt sorunu, Kemalizm tarafından ancak İslami ‘irtica’ya, iktisadi geri kalmışlığa ya da dış güçler ve emperyalizme karşı mücadele söylemine ait göstergeler ve sembollerle ifade edilebilmiştir.74

 

“15 sene önce falan biri utanırdı Kürt demeye Alevi demeye. Bilmiyorum sen yaşadın mı bunları? Ben lise 1 deyken bir kızla çıkmaya başladık. Konuştuk falan, “sen nerelisin?” dedi. “Ben Aleviyim, ailem senle olmama izin vermez” dedi. Aleviliği o zaman duydum. Sonra öğrendim, benim de kökümde Kürtlük var. Son 3 5 senede öğrendim ne olduğunu. Tabuydu eskiden. Şimdi çok yanlış yapılıyor. Çıbanın başını küçükken ezmediler, şimdi uğraşıyorlar.” (Cenk, 30, Cihangir)

Cenk, Alevilere ve Kürtlere yapılan ayrımcılığın yanlış olduğunu düşünse de nerede yanlış yapıldığı konusunu sorgulamıyor. Kürt sorununu terör sorunuyla eşdeğer tutan yaklaşımıyla, devletin hata yaptığı noktayı zamanında yeterince sert politikalar izlememek olarak değerlendiriyor. Kendisinin de Kürt kökenli olmasının, duruma bakışında bir etki yaptığını söylemek mümkün görünmüyor.

“Kürtleri sevmiyorum. Üniversitedeyken önyargım yoktu. Ama geldim burada Esenyurt’ta çok iç içe oldum. Sevmiyorum yani. Kürt olduklarından mı cahil olduklarından mı? Doğru ama artı bir yüzsüzlük var, sürekli bir isteme ve talep etme modundalar. Çocukları doğurup doğurup devlete güveniyorlar. Aslında eğitimsizlikten.” (Nihal, 27, Avcılar)

Kürt nüfusun yoğun olduğu Esenyurt semtinde öğretmenlik yapan Nihal, üniversitedeyken Kürtlere karşı bir önyargısının olmadığını, fakat onların içlerinde yaşamaya başladıktan sonraki deneyiminin bu düşüncesini değiştirdiğini belirtiyor. Üniversite hayatını ‘eğitimli’ Kürtler arasında geçiren Nihal, önyargısının etnik kökenin kendisine mi yoksa eğitim düzeyine mi bağlı olduğunu sorguluyor. Cevabı eğitim olsa da Kürtlere karşı olan tutumu değişmiyor. Nihal, Kürtleri kişisel deneyimine yön veren grubun özelliklerine dayanarak genelliyor.

“Bilmiyorum ya herhangi bir düşüncem yok. Kürt sorunun olduğuna da anlam veremiyorum. O coğrafyadan uzak olduğum için de bilemiyorum. Bizlerdeki problem ne, mesela aşiret sistemi yıkılmalıydı ama yıkamadılar. Kendilerini özgür birey yapmak istiyorlarsa bunu yıkmalıydılar. Kendi mahallemden düşünüyorum. Bizim mahalleye Kürtler aşiret halinde gelmişlerdi, insanlardan soyutlamışlardı kendilerini. Hani nasıl Almanya’da Türkler var ya, onlar gibi. Aynı şekilde, ama gün geçtikçe öyle olmayacak, sadece biraz kaşınıyorlar. Devletin hataları var. Birçok hatası oldu.” (Cüneyt, 21, Çapa)

Kişisel yaşantının niteliğine bağlı olarak genelleme yapma durumu Cüneyt’in deneyiminde de öne çıkıyor. Hatay’da mahallelerine taşınan Kürtlerin yaşadıkları çevreye entegre olmayışı ve bu deneyimin ötesinde Kürtlerle ilgili bir bilgiye sahip olmayan Cüneyt için yorum yapmayı güçleştiriyor. Eğitim sisteminde konuyla ilgili

       

bilgi verilmemesi ve yok sayılması, kişilerin bu konudaki tutumlarını kişisel deneyimlerine dayandırarak genellemelerine yol açıyor.

“Açıkçası benim çok Kürt arkadaşım var, haklarında rahatça konuşabilirim. Yorum yapma hakkı hissediyorum. Kürtler çok vatansever. Örnek vereyim: Beni döveceklerdi okulda, futbol muhabbetinde. Beni Kürt arkadaşım savundu. Evlerine gittim, misafir oldum. Hatta bir çalgıları vardı, çalmıştı. Alkışladım yani, iyi çaldı. Ama hepsi de böyle düşünmüyor. Tabii ki bunlar bence kandırılmış insanlardır.” (Oğuz, 23, Bostancı)

Nihal ve Cüneyt gibi Oğuz’un da Kürt algısı kendi deneyimlerinden oluşuyor. Oğuz, çok Kürt arkadaşı olduğundan kendinde rahatça yorum yapma hakkı hissediyor ve kişisel deneyimlerini aktarıyor. Vatansever olarak nitelediği kendi arkadaşları dışında kalanları ise ‘kandırılmış’ olarak niteliyor. Oğuz’a göre asimile olmak makbul bir Kürt olmanın göstergesi, bu kriteri karşılayanların dışındakilerin durumunu sorgulama ihtiyacı hissetmiyor.

Milliyetçilik, milletinin kötü özelliklerini görmeyi engelliyor ya da görmezden gelmeye itiyor. Milliyetçi özne, milletine ait olmadığına inandığı unsurları, örneğin farklı bir etnik gruba mensup azınlıkları, ya da farklı düşünenleri yok sayma eğilimine giriyor. Bir noktadan sonra ise sevdiği nesneyi gerçek haliyle göremez oluyor; gerçeklik arzuya uyum sağlıyor. Ve birey neyi hayal ederse, o gerçek oluyor.75

“Her ülkenin etnik kökeninde farklılıklar vardır. Emperyalist güçler bizi bölmeye çalışıyor. Bilerek eğitimsiz, ekonomisiz bırakılmış. Bizimkiler uyumuş, orası fakir kalmış. Hem hükümet hem devlet suçlu. Atatürk’ten sonra hepsi vatanı sattı. Ecevit dahil zaten çoğu mason. Kürt olsam, başka şansım yok PKK’lı olurdum ama neden empati kurayım ki o benim düşmanım. O, şartlar ne olursa olsun o hatayı yapmış bir kere, artık o düşman, düşmanla empati kurulmaz. Suçsuz bile olsa vururum. İnsan olarak değerlendiremem, artık o taraftadır. Belki aynı şartları yaşasam o durumda olabilirdim ama o zaman da cezamı çekerdim. Kendi suçundan dolayı düşmemişse kurtarmaya çalışırım.” (Adnan, 38, Bakırköy)

Vatan ve Hürriyet Hareketi İstanbul temsilcisi Adnan, özcü bir milliyetçilik anlayışının bir yansıması sonucu, Kürt olarak doğsaydı, PKK’lı olacağını söylüyor. Kürt sorununun sorumlularını emperyalist güçlerden, devlete, hükümetten devlete geniş bir yelpazede değerlendiren Adnan için Kürtler düşman kategorisinde ve bir çözüme gitmek mümkün

 

       

değil. Adnan’ın tüm anlam dünyasını kuşatan radikal milliyetçilik anlayışı, konulara analitik yaklaşmasını, ‘karşı’ tarafa hak vermesini engelliyor. Çok net bir biçimde Adnan’ın dünyası Türkler ve Ötekiler, hatta düşmanlar üzerinden kuruluyor.

6.3. “Ermeni Soykırımı”

Milli kimliğin oluşumu, milli hafızaya olduğu kadar, milli ‘amnesia’ya da bir çağrı içerir. İradi unutkanlık, tabu ve totemde simgelenen kolektif bastırma ve yüceltmenin göstergesidir. O halde, Türk kimliğinin önemli bir psişik niteliği olan belli bir döneme özgü iradi kolektif unutkanlık ya da inkar, psişik bir fiil olarak okunabilir.76

Freud, Verleugnung (inkar) terimini, “öznenin, travmatik bir algıyı tanımayı reddetmesinde gözlemlenen belli bir savunma tarzı” karşılığı olarak kullanır. İnkâr, kastrasyon kompleksiyle ilgili bir terimdir. Erkek çocuk, kız çocukta ya da annede penis yokluğunu ilk keşfettiği anda, “bu gerçeği inkar eder ve bir penis görmüş olduğuna inanır. Türk politik söyleminde geri dönüşleri sürekli saptanan psişik inkâr operasyonuyla sembolik düzenden sürekli dışlanan, kovulan, hiç ortaya çıkmamış gibi unutulmaya çalışılan durumların başında Ermeni kıyımının geldiğini söylemek yanlış olmaz. Eğitim müfredatında bahsi hiç geçmeyen, medyada ise tartışması “oldu mu, olmadı mı” noktasından öteye gidemeyen olay, hem ‘öteki’lere bakışla ilgili hem de devletin bu konudaki resmi söylemine bağlılıkla ilgili ipuçları veriyor.

“Ermeni soykırımı olmamıştır. Türkiye için can damarı olan konuları konuşmamak daha iyi. Elif Şafak gibi dili değerli bir insanın gündemdeki can damar konularla uğraşması gereksiz. Orhan Pamuk’un Nobel olması bence siyasi. Bence Orhan Pamuk Türk düşmanı.” (Derin, 26, Bostancı)

Derin, diğer konularda olduğu gibi Ermeni “soykırımı” konusunda da resmi söylemin dışına çıkmıyor ve bunun gibi hassas konuların konuşulmaması gerektiğini savunuyor. Elif Şafak sevdiği bir yazar olduğu için edebiyatla uğraşmasını ve böyle ciddi konulara

 

76 Zafer Yörük, “Politik Psişe olarak Türk Kimliği”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Milliyetçilik, Cilt

4, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2002) s. 310.

bulaşmamasını tercih ettiğini belirtirken, zaten okumadığı Orhan Pamuk’a karşı daha kati bir yargıyla yaklaşıyor ve onu Türk düşmanı ilan ediyor.

“Çok incelemedim, kesin konuşamıyorum. Ermenileri çiçeklerle göndermemişler, bir katliam olmuş ama soykırım denmemeli. Hiçbir şey olmadı demek değil. Kutuplaşmaya götürmek saçma. Sadece Ermeni oldukları için mi öldürülmeye mi çalışıldılar yoksa bölgede başka ne koşullar vardı bilmiyoruz. Almanlar gaz odalarına doldurdu Yahudileri sırf Yahudi oldukları için. Bizde böyle olduğunu sanmıyorum. Bence karşılıklı bir katliam. İki tarafın fanatikleri meseleyi tırmandırıyor.” (Tümay, 27, Beylikdüzü)

Sorunla ilgili yeteri kadar bilgiye sahip olmadığı için kesin bir yorum yapmaktan kaçınan Tümay, resmi söylemin devletin çıkarlarını korumayı önceleyip gerçeği yansıtmayabileceğinin farkında. Ermenilerle kişisel bir yaşantısı olmadığı için onlar hakkında bir yorum yapmayan Tümay, Yahudi soykırımıyla bir analoji yapmaya çalıştığında, kendi ülkesinin Almanya kadar zalimleşebileceğini kabul edemediğinden olayı karşılıklı bir katliam olarak nitelendiriyor.

“Soykırım olarak düşünmüyorum. Onun da çünkü ayrıntılı bir geçmişi var. Yine altında İngilizler var. Ermeni sorunu çok farklı bir şekilde başlıyor yalnız. Önce İngiliz ve Rus desteğiyle Ermeniler Kürtlere soykırım uygulamaya çalışıyor. Osmanlı da Kürtleri silahlandırıyor. Asker gönderemiyor batıda savaştığı için. Aslında Kürtler Ermenilere soykırım uygulamaya çalışıyor.” (Selçuk, 31, Bostancı)

Ermeni kıyımını reddetmeyen Selçuk, dönemin politik ortamından örnekler vererek, asıl meselenin Ermeniler ve Kürtler arasında geçtiğini savunuyor. Kürtleri silahlandıran güç olarak da Osmanlı’yı göstererek Türkler üzerindeki sorumluluğu kaldırmaya çalışıyor. Öldüren Kürtler, öldürülen Ermeniler yani Türklüğün ötekileri olunca Selçuk meseleyi duygusal olmaktan ziyade daha stratejik bir boyutta değerlendirebiliyor.

“Soykırım mıdır yoksa savaşta olan bir olay mıdır? Ben bu olayı 2000’de duydum. Duyduğum şu: zamanında Ermeniler doğuda bir devlet kurmaya çalıştılar. Bu da Osmanlı çıkarlarına aykırıydı. Millet-i Sadıka’ydı onlar sonuçta. Ermeni arkadaşlarım da vardı, bir problem olmadı aramızda. Eğer var diyenler varsa da araştırılsın, bulunsun, bilemiyorum. Biri sorsa yoktur derim çünkü dedem yapmazdı gibi geliyor, hata yapmazmışız gibi geliyor. Tembellik edip dış mihrakların oyununa gelmiş olabilirsin.” (Cüneyt, 21, Çapa)

Eğitim sisteminde bahsi geçmeyen Ermeni olaylarını öğrenme şekli çoğu zaman ‘olmadığını’ savunan medya organları aracılığıyla gerçekleşiyor. (Şayet varsa) kıyımı gerçekleştirenleri kendi ataları olarak gören Cüneyt, onların hata yapmayacağını

       

düşünüyor. Herhangi bir hata olmuşsa da sorumlusunu ‘dış mihraklar’ olarak belirleyip, Selçuk gibi o da Türklüğün yüceliğine aykırı düşünmekten ve yorum getirmekten kendisini koruyor.

Benzer Belgeler