• Sonuç bulunamadı

3. Araştırmanın Yöntemi ve Veri Toplama Tekniği

1.2. Irkçılığın Teorik Çerçevesi

1.2.3. Kültürel (Yeni) Irkçılık

Bir uygarlığın ve o uygarlığın taşıyıcılarının bütün ötekilerden üstün olduğunu savunan öncelikli inancın içerdiği büyük bir dini, kültürel ve biyolojik-bilimsel fikirler harmanı, uzun süre varlığını korumuştur (Fenton, 2001: 302-303). Dünya ekonomisinde ve kültürel alanda globalleşmenin yaşanmasıyla birlikte önemini kaybedeceği varsayılan kültürel farklılık sorunu, günümüzde daha da büyümüştür. Sosyal ve kültürel farklılaşma, “modern çağ” diye adlandırılan periyod boyunca, sosyal ve beşeri bilimlerin klasik konularından birisini oluşturmuştur (Turner, 2002: 17).

Tarihsel bir inceleme yapıldığında, birçok toplumda, o toplumu oluşturan insanların, kendilerini “medeni”, “çağdaş”, “ileri” insan olarak adlandırdıkları ve kendileri dışında kalan ötekileri de “ilkel”, “geri”, “çağ-dışı” varlıklar olarak gördükleri, bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Tarihsel süreçte kendi yaşam biçimlerinin ve kültürlerinin, diğer toplumlardan üstün olduğunu düşünen bu tip toplumlar, kendilerini diğer halklardan ayıran engelleri ortadan kaldırmak yerine bu farkların sürekliliğini sağlamaya çalışmışlardır. Bilimde yaşanan gelişmelere rağmen, insanlığın Aydınlanma olarak adlandırdığı çağdan itibaren gelişmeye başlayan rasyonalizme rağmen, günümüzde bile halen birçok toplum sadece kendi yaşam biçimlerinin ve kültürlerinin tek doğru olduğuna inanmaktadır. Hatta günümüzde, dünyanın birçok yerinde kültüre atfedilen değer giderek daha da önem kazanmaktadır (Edgerton: 2015: 201-202).

Toplumda, herhangi bir grubun, kendisini dünya üzerindeki en iyi insanlar, en üstün insanlar olarak görmesi, tarihsel süreçte çok sık rastlanan bir durumdur. Bu gruplar, üstünlüklerinin sebebini çoğunlukla onları bir arada tutma konusunda önemli bir işlevi olan kültürlerine dayandırırlar. Toplumlar arasında, dolayısıyla devletler

arasında meydana gelebilecek her çatışma, toplumun üyelerinde, diğerlerine karşı duyulan korku ve nefret duygularının da etkisiyle, bir üstünlük düşüncesinin oluşmasına neden olur. Bunun sonucunda, herhangi bir devlette bireyler, tek taraflı kültürle yetiştikçe, yani kendi kültürü dışındaki bireylerin veya grupların yanlış yolda oldukları düşüncesi inşa edilince, kendi kültürünün, gerçek ve tek medeniyet olduğuna inanacaktır. Durum böyle olunca, doğal olarak diğer toplumların kültürü, tamamen vahşet olarak nitelendirilecek, o kültüre ait olan, o kültürü benimsemiş olanlar da vahşi olarak görülecektir. Bu durumun en son noktası ise, kendisini, vahşi olarak nitelendirilen kültürü benimseyen insanlara, yol gösterici olarak vazifelendirmesi olacaktır. Bu vazifelendirilme durumu, bunu gerçekleştiren toplumun üyelerine irrasyonel gelmeyecektir, çünkü bu toplumun üyeleri kendilerini ve kültürlerini, diğer toplumlardan ve onların kültürlerinden üstün gördükleri için, bu vazife, onlar için en doğal hak olacaktır (Edgerton: 2015: 220; Kedourie, 1971: 47).

Kültürel ırkçılığı tanımlamadan önce kültür kavramının önemi ve sınırlarını açıklamak konunun daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Kültür kavramını anlama çerçevesinde kültürün önemini ve sınırlarını açıklama noktasında şu soruların cevaplarını aramak öne çıkmaktadır: Kültür ne demektir? Kültür kelimesinin orijini nedir? Kültürün insanla, toplumla ve toplumsal hayattaki karşılığı var mıdır, varsa bu karşılık ne düzeydedir?

Kültür kavramı, iki yüzyıldan fazla bir süre önce ortaya atılmıştır. İlk defa 1793’de basılı bir Alman sözlüğünde yer almış, karmaşık bir kavramdır. Herkes tarafından kabul edilen bir tanımını yapmak son derece güçtür. Biz insanlar, içinde yetiştiğimiz kültürü kişiliğimizin, kimliğimizin bir parçası haline getiririz. Kültür, günlük hayatta eğitim, müzik ve yemek kültüründen, tarım, ticaret ve endüstriyel faaliyetlere kadar hemen hemen her şeyi içine almaktadır. Şimdiye kadar kültür konusunda yapılan tanımların en tanınmışı, ünlü antropolog Edward B. Taylor’a aittir. Taylor kültürü, insanın toplumun bir üyesi olarak elde ettiği, bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, âdetle ve diğer yetenekler ile alışkanlıklardan oluşan karmaşık bir bütün olarak tanımlamıştır. En genel manayla kültür, bir yaşam tasarımı ve insanların davranışlarını koordine eden ortak bir anlayıştır (Bozkurt, 2014: 89-91).

Kültür terimi, maddi kültür ve manevi kültür olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Kültür kavramının asıl karşılık geldiği şey, sembolik olan, değer verilen hayat şekilleri ve tarzları, adetler gibi konularla ilgili olan her şeydir (Fenton, 2001: 11-12). Sosyal bilimler, kültürü, “öğrenilmiş davranış kalıpları” olarak görmektedirler. Kültür, sabit bir nitelik olarak düşünülmemelidir. Kültürler, “taş ya da dondurulmuş yapılar değildir.” (Dellal, 2016: 35). Toplumsallaşma ile kazanılan kültür, ortak anlayışları paylaşan insanların, bir grup içindeki davranışlarının ne olması gerektiğini ortaya koyar (Bozkurt, 2014: 92). Kültür kendine has özellikleri ile kaynağını toplumdan alır. Gerek maddi gerek manevi kültür olarak belirlendiği şekliyle kültür toplumun özelliklerini taşır ya da o topluma özelliğini verir (Sözen, 1991: 100). Bilindiği gibi tarih boyunca insanın yapısı ve kültürel gelişimi, birbirine bağımlı oldu. Çünkü insan kültürlerin taşıyıcısıdır. İnsanı ve kültürü birbirinden ayırmak, iyi veya kötü diye ayrımlara tabi tutmak olanaksızdır (Taş, 1999: 62). Kültürün, “şu kültürü” paylaşan insanlar, “şu halktır” diye tanımlayabileceğimiz şekilde, kayıtsız koşulsuz, bir grupla, bir toplulukla, bir ulusla ya da bir halkla ilişkilendirileceğini de düşünmememiz gerekir (Fenton, 2001: 12).

Dünyada insanlar arasında iletişim ve işbirliği de gelişmektedir. Ancak buna rağmen, birçok ülkede, başka kültürlerin mensuplarına karşı düşmanlık artmaktadır. Çünkü hepimiz, dünyayı kendi kültürel merceklerimizle görmek isteriz. Bugün dünya, 200 devlet ve binlerce farklı kültüre bölünmüştür (Bozkurt, 2014: 109-110). Her kültür, kendini tek hakiki ve yaşanmaya değer kültür olarak görür; diğer kültürleri bilmezlikten gelir, hatta onların kültür olduğunu bile inkâr eder (Levi-Strauss, 2013: 69).

Kültür, hem doğru ve yanlış hem de “bizler” ile “onlar” arasındaki farkı belirleyen kuralları ve normları bulunan bir miras olarak algılanmaktadır (Baumann, 2006: 32). “Biz” ile “onlar”, “burası” ile “orası”, “içerisi” ile “dışarısı”, “yerli” ile “yabancı” ayrımları kültürlerin kurduğu ve sürdürdüğü en önemli farklılıklardan bazılarıdır. Yapılan bu ayrımlarla, kültürler, kendi bölünmez düzenleri için hak talep ettikleri ve her tür rekabetten korumak istedikleri alanın sınırlarını çizer. Öteki kültürlere ancak uzakta kaldıkları müddetçe hoşgörü gösterilebilir (Bauman, 2010: 177). Bu ulusal kültür görüşünün, geçmişteki ırkçılıktan farkı, fiziksel görünümün

önemsizleştirilerek kültürel farklılaşmanın birinci plana çıkartılmasıdır. Kültürlerin inşa edilmesi ve onlara değer biçilmesi, ırkçılık anlayışımızda önemli bir rol oynamaya başlamıştır (Fenton, 2001: 70-71).

Kültür terimi ve kavramı ile ilgili verdiğimiz bu açıklayıcı bilgilerden sonra kültürel ırkçılık kavramının açıklamasına geçebiliriz. Kültürel ırkçılık, belli bir toprak üstünde yaşayan insan topluluklarının, tarihsel süreç içinde genlerine depo edilen kültürel alışkanlıklarının farklı olduğunu savunur. Yeni ırkçılıkta ırklar yoktur, insan toplulukları ve kültürler vardır (Taş, 1999: 51-52).

Kültürel ırkçılık, baskın temanın biyolojik soyaçekim değil, kültürel farklılıkların aşılamazlığı olduğu bir ırkçılıktır. Kültürel ırkçılığı savunanlara göre bu düşüncede önemli olan şey, ilk bakışta bazı grup ya da halkların diğerine üstünlüğünü ilan etmek değildir. Önemle vurgulanan düşünce, sınırların kaldırılmasının sakıncasını, hayat tarzlarının ve geleneklerin bağdaşmazlığının savunulmasıdır (Balibar ve Wallerstein, 2013: 32).

Kültürel ırk savunucuları, kültürler ve kimlikler arasında mesafe ve farklılık koymak istemektedirler. Onların düşüncesine göre, ırk, asimile edilemez; asimilasyon ancak başka bir ırkın arılığını kirletebilir ve kalitesini bozar. Böylesi olumsuz bir olayın gerçekleşmemesi için, yabancı ırklar ayrı tutulmalı, birbirlerinden tecrit edilmeli ve en iyisi, karışımı imkânsızlaştıracak güvenli bir uzaklığa taşınmalı ve böylece kişinin, kendi ırkı kirlenmeden korunmalıdır (Bauman, 2010: 195). Yeni ırkçılar, bireyler arasında saygının ırklar arası farklılığı tanımaktan geçtiğini ısrarla açıklarken, bütün kültürler, başkalarıyla karışmadan belli bir toprak parçası üzerinde ve belirli bir tarih süreci içinde geliştiği sürece güzel ve anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre yabancılar, başka topraklarda yaşadıkları için yerli kültüre ayak uyduramaz ve geri gönderilmelidir (Taş, 1999: 52).

Yeni ırkçılık, yabancı düşmanlığını doğal bir biçimde üreten etnosantrizmden kaynaklanır. Kültürel üstünlüğü öne çıkarmayan bu ırkçılık, Üçüncü Dünya’dan gelenlerin yerli kimliği bozduğu savından hareket eder (Taş, 1999: 53). Farklılık hakkı ve mutlak farkçılık, yeni ırkçı ideolojinin can damarını oluşturmaktadır. (Schnapper, 2005: 520). Çağdaş dünyada geleneksel ya da yenilenmiş biçimler altında ırkçılığın

gerilemediği; tersine ilerlediği yaşanılan olaylarla tecrübe edilmektedir. (Balibar ve Wallerstein, 2013: 18). Irkçılık gerilemiştir, sadece rolünü ya da görünümlerini değiştirmiştir (Schnapper, 2005: 361).

Sonuç olarak denilebilir ki, ırkçı söylem ve eylemler, biyolojik ve etnik niteliklerinden tamamen arınmamış halleriyle ve üstelik kendisine hüküm süreceği yeni bir alan olan kültürel farklılıkları da temele alan bir anlayışla halen mevcudiyetini sürdürmektedir (Girard, 2010: 182).