• Sonuç bulunamadı

Sosyal hayatımızda çok çeşitli adetlere ve inançlara sahibizdir. Hayatın bu çeşitli yollarından her biri çeşitli kültür unsurlarını yaratmaktadır. İnsanların sosyal gruplarından her biri de bu çeşitli kültür unsurlarına toplum içinde katılmaktadır. Sosyal bilimcilere göre kültür iki tarzda kendisini göstermektedir. Kültürden ne zaman söz etsek bir topluma katılmanın hayat tarzı olarak özel duygu ve düşüncelerimizin kelimelerini kullanılmaktadır. Özel hayatımızı ilgilendiren kelimeleri her zaman öncelikle kullanmak istenmektedir. Fakat şu da bir gerçektir ki, bütün toplumlar, şehir olsun, köy olsun karmaşık veya daha sade kültüre sahiptir. Kültür anlamların ve davranış kalıplarının bir bütünüdür. Sosyal grupların hayat tarzlarına, adetlerine katıldığımız zaman, genellikle toplumun adetlerini veya davranış kalıplarını yaşamış oluruz. Bu durum, duygular, düşünceler ve davranışlar için ideal kalıpların veya örüntülerin (patterns)kapsamı içindedir. Çeşitli sosyal durumlar içerisinde doğru veya yanlış olarak kabullendiğimiz davranışlarımız, başka insanlarla karşılıklı anlayışlarımızın sosyal normlarıdır. Adetler ve sosyal normlar, daima kendi iç bünyelerinde değişme kabiliyetine sahiptirler. Onlar sürekli olarak içten yavaş yavaş ve sessizce (latent) bir değişime uğrarlar. Adetlerin ve normların içten yavaş yavaş ve gizlice (latent) devam eden bu değişme süreci onları toplumun ortak beklentilerine

bağlamaktadır. Öyle ki, toplum içinde hayatlarını yaşayan insanlar toplumun diğer üyelerinin, insanların duygu ve düşünce ve davranışlarına ilgi duymaktadır. Toplum içeriği olan kültür içinde yaşayan, kültüre katılan insanlar zihinlerinde bu sosyal adetleri ve normları sürekli olarak taşımaya devam eder. Bunlar, belirli bir sosyal durum içinde, özel olarak kullandığımız olarak şeylerin, yaptığımız fiillerin (acts) ve duyguları ile düşüncelerin, doğru olarak kabul örüntüleridir (patterns). Yaptığımız, duyduğumuz (hissettiğimiz), düşündüğümüz yaşantılarımızdır. Adetler yahut davranışın gerçek kalıpları, sosyal kalıplara yahut sosyal normlara uyarlar ve yahut da çok yakın olarak, az bir düşünce ile onlardan saparlar, inhiraf eder (Nirun, 1994: 192).

Gerçekte kültür sanayisi modernitenin mekanikleştirici ve indirgemeci bütünlüğünden doğmuştur. Nitekim Heidegger sanayi toplumunun insanlığı getirdiği bugünkü noktayı şu acımasız ifadelerle eleştirmektedir: Endüstri başlı başına bir öznelliktir. Tüm nesneler bu özneye göre düzene sokulmuştur. Endüstri toplumu kendi nesnelliğinin sorgusuz sualsiz tek ölçüsü durumuna gelmiştir. Endüstri toplumu kendi yarattığı kapatılmışlık içinde var olmaktadır. Böylece aydınlanmanın eleştirel aklı yerine bilinçten yoksun bırakılmış bir toplumsal dönüşümden bahsedilebilmektedir. Modernitenin en önemli savı olan özgürlüğün kaynağı “özgür irade”, bu büyük yeni üretim biçimi kanalları arasında körleşmektedir. İşte bu süreç modern insanın sistem ve ekonomi üzerinden tanım bulan ilgisini kültür ve yaşamsallık üzerinden eleştirilmesine dayanaklar üretilmiştir. Nitekim batılı düşünürler ve okulları “endüstri toplumu” başta olmak üzere Bell ve arkadaşları; “sanayi sonrası” toplumu, Frankfurt okulu bünyesinde “endüstri kültürü” (Kellner, Social Theory and Cultural Studies, Sociology After Postmodernizm, Sage Publications) Baudrillard, “simülasyon toplumu”, “tüketim toplumu” ve birçok düşünür “bilgi toplumu”, “kitle toplumu” ve postmodern toplum” gibi yeni tanım alanıyla klasik moderniteden yollarını kısmen ayıracak eleştirel savlar geliştirmiştir (Öztürk, 2011: 546).

Batıda yaşanan ve her şeyi metalaştıran bu sürecin gerçekte modernitenin savlarına tam olarak aykırı olduğu iddia edilmemektedir. Nihayetinde indirgemeci ve araçla yol bulan insanın yeni macerasına işaret eden bir süreçtir. Gerçekte modernitenin ilk hallerinin daha mitolojik söylemlerle yol bulduğu dahi iddia edilebilmektedir. Belki de büyük paradoks modernitenin ilk halleri geleneğe ait ya da metafizikçi olarak adledilen unsurları neredeyse mistik ve metafizik bir formla eleştirirken, post- durumsal

söylemlerin geleneksel ve mistik unsurları oldukça şeyleşmiş ya da maddeleştirilmiş bir formda savunulduğu gözlenmektedir (Nirun, 1994: 193).

Endüstrileşme ve onunla birlikte gelişen kentleşme süreciyle birlikte gündelik yaşamın örgütlenmesi de değişmiştir. Geleneksel toplumun kırsal temele dayanan yaşam biçiminde insanlar kendi gündelik yaşamlarını büyük ölçüde kendileri planlamaktadır. Bu planlama da genelde coğrafya, doğa ve iklim koşullarına göre yapılmaktadır. Oysa kente gelerek endüstri ortamında çalışmaya başlayan insanın kendi yaşamını kendisinin planlaması olanaksızdır. Kentte yaşam, çalışma saatleriyle ilişkili olarak bireyin kendisi dışındaki yetkelerce belli kurallara bağlanmıştır. Bireyin yapması gereken ise, bu koşullara uymaktır. Kent insanının yalnızca iş yaşamı değil, iş dışı yaşamı da kendisi dışındaki güçler tarafından örgütlenmektedir. İş başında geçen mesaisi bittikten sonra iş dışı serbest zamanını nasıl kullanacağı, nerelerde, kimlerle zaman geçireceği de belli seçeneklerle bireye sunulmaktadır. Birahane, futbol, kıraathane, sinema, alışveriş merkezleri vb. Dolayısıyla da endüstri merkezli modern kent toplumunda kültürel üretiminde sektörleştiği gözlenmektedir (Güngör, 2011: 230). Endüstri, hünerin insanda var olan yaratma gücünün, maddeye uygulanan, maddenin içine aktarılan ve orada anlam kazanarak maddede şekillerle, yapılan işlerde, açıklanan manevi ve maddi olmayan kısımdır. Endüstri de tıpkı kültür gibi maddi ve maddi olmayan kısımlara ayrılır. Maddesi ile endüstri fabrikalarda, atölyelerde, iş alanlarında görünürler, maddi olmayan kısmı ile anlam dolu bütünlüğü ile kültürün içinde yaşayan unsurdur. Her endüstri gelişigüzel her kültürde yaratılmamaktadır. Kültürler kendi özelliklerine göre belirli endüstrileri doğurmuş, yaşatmış ve yüceltmiştir. Çünkü kültürün maddi olmayan kısmı kültürden kültüre değişik içerikler taşır. Teknolojinin yaptığı maddeler, eşyalar, şeyler ise her yerde her kültürde kolaylıkla kullanılmaktadır. Kültürün içindeki endüstriden söz edilince, endüstrinin anlamlı bütünlüğü, gizli olan, saklı bulunan ve yaratıcılık ile sımsıkı bağlı olan ve maddi olmayan özdeki bütünlüğü kastedilmiş olur. Bu, insanların zihinleriyle, bilgilerinin birikimiyle, ruhlarındaki yaratıcılıkla yaptıkları demektir. Endüstri ise, tekniklerin ahenkli harmonik bütünüdür (Nirun, 1994: 193).