• Sonuç bulunamadı

2. EGEMENLĠK KAVRAMI VE TARĠHSEL GELĠġĠMĠ

2.2. TÜRK VE ĠSLAM SĠYASĠ DÜġÜNCESĠNDE EGEMENLĠK

2.2.2. Geç Dönem Osmanlı Hukuk ve Siyasi DüĢüncesinde Egemenlik

2.2.2.3. Islahat Fermanı

Tanzimat Fermanı her ne kadar ucu açık olarak yorumlanabilecek hükümler taşısa da şekli ve dış hatlar itibarıyla dini bir görünüme sahipti. Oysa Islahat Fermanı, Kırım Harbi‟ni takiben toplanacak olan Paris Konferansı öncesi Osmanlı Devleti‟ni Rusya‟ya karşı korumayı ve Avrupa devleti saymayı vaadeden İngiltere ve Fransa‟nın Tanzimat‟ın ilanından sonra yapılanları yeterli görmeyerek azınlıklar için istedikleri bir takım hak ve garantilerle ilgili olarak ısdar edilmiş bir belge olarak dini göndermelerden uzak, hatta yer yer ona aykırı hükümler taşımaktaydı.156

Bu aykırı olma durumu o tarihe kadar gelen Osmanlı pratiği anlamında anlaşılmalıdır. Hatta bununla ilgili Mustafa Reşid Paşa, padişaha bir layiha sunarak, bu fermanın içeriğindeki sakıncalı bulduğu hususuları belirtmiştir. Paşa‟nın bu layihasında, verilen bu fermanın hükümlerinin Paris Muahadesi‟nde zikredilebileceği ve bu yolla büyük devletlere sağlanacak nezaret etme durumunun saltanat-ı seniyyenin yüce

153 Yavuz Abadan, “Tanzimat Fernmanı‟nın Tahlili”, Tanzimat-Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, haz. Halil İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu (Ankara: Phoenix Yayınları, 2006), s. 54-55.

154 Tarhan Erdem, Anayasalar ve Belgeler (İstanbul: Doğan Kitap Yayınları, 2012), s.23 155 Yavuz Abadan, “Tanzimat Fernmanı‟nın Tahlili”, s.48.

50

istiklalini ihlal edeceği, verilen haklarda ileri gidildiği ve bunun devletin bazı bölgelerinde müslim-gayrimüslim tebaa arasında ciddi sorunlara sebep olacağı gibi gerekçeler sunularak Islahat Fermanı ciddi olarak eleştirilmektedir.157

Bu fermanda Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile zikredilen her din ve mezhepten Osmanlı tebasının (kaffe-i tebea-i şahanem) can, mal ve namus emniyeti bir kez daha teyid edildikten sonra gayrimüslimlerin din adamlarının tayin usülleri, ömür boyu görev yapmaları, gelirleri ve maaşları, menkul ve gayrimenkul mallarının korunması, ibadethane, eğitim ve diğer yerlerin tamirlerinin veya yeniden inşasının kolaylaştırılması, ahalisi karışık olmayan yerlerde dini ayinlerin aleni olarak icra edilebilmesi, mezhep, dil veya cinsiyet olarak birinin diğer sınıftan ayrı tutulmasını çağrıştıran bütün resmi yazışma tabir ve lafızların kullanımının terk edilmesi, dini ayinlerin yasaklanmaması, kimsenin din ve mezhep değişikliğine zorlanmaması, ehliyet ve kabiliyetlerine göre devlet hizmetine tebaanın her kesiminden insanın girebilmesi, gerekli şartlar yerine getirilerek, askeri ve mülki okullara herkesin ayrım gözetilmeksizin kaydolabilmesi, Müslümanlar ile Hristiyan veya diğer mezhep mensuplarının aralarındaki ticari veya ceza davalarına karışık divanlarda bakılması, hapishanelerin ıslahı ile eziyet ve işkencenin yasaklanması, vergi eşitliğinin görev eşitliği de gerektirdiği için Hristiyan tebaanın askerlikle yükümlü olması ancak bunun bedel vermek veya nakit para ödeyerek fiili hizmetten muaf olarak yapılması, belli şartlarla yabancılara emlak edinme hakkının verilmesi, memurlara maaşlarının düzenli olarak ödenmesi gibi hususlar sadrıazama hitaben, başkentte ve tüm Osmanlı mülkünde uygulanmak üzere emredilmiştir.158

Bu ferman bazı yerlerinde Müslüman ahaliyi de içine alan hükümler taşımaktaysa da asıl olarak Osmanlı Devleti‟nin çeşitli mezheplerdeki Hristiyan tebaası için çıkartılmış; onlara başta dini olmak üzere eğitim, devlet hizmeti, vergi, askerlik gibi konularda bazı haklar getirmişti.

3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanı‟ndan sonra gayri müslim tebaanın Müslüman tebaa ile eşitliğini sağlamaya dönük olarak buyrulan 28 Şubat 1856 tarihli

157 (Metin İçin) Veysi Karabulut, Mustafa Reşid Paşa‟nın Islahat Fermanı‟na Dair Layihası, s. 25-33, İstanbul Üniversitesi, Tarih Bölümü, Yakın Çağ Tarihi Bilim Dalı, İstanbul, 1998.

158 “Tanzimat Fermanı,” http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/233.pdf [Erişim 22.07.2019].

51

Islahat Fermanı‟nda ilk olarak “vatandaş” kelimesi daha sonra kavuşacağı anlamda olmasa da dolaşıma girmiştir. Şöyle ki:

“...Devlet-i Âliye'miz için bir zaman-ı hayriyet iktiranın mebdei olacağından dâhiline dahi saltanat-ı seniyemizin tezyid-i kuvvet ve miknetini ve revabıt-ı kalbiyeyi vatandaşî ile birbirine merbut olan ve nazar-ı madelet eseri müşfikânemde müsavî bulunan kâffe-i sunûf-ı tebea-i şâhânemin her yüzden husûl-i temam-i saâdet-i hal ve memâlik-i şâhânemizin mamûriyetini müstelzim olacak esbâb ve vesailin an be an ilerlemesi murad-ı merhamet itiyad-ı mülûkânem iktizasından bulunduğuna binâen husûsât-ı âtiyet-üz-zikrin icrâsına irade-i madelet ifade-i pâdişâhânem şeref-sâdır olmuştur…” 159 mealen:

“…Devletimiz için bir hayıra yaklaşılan zamanın başlangıcı [A.Z.] olacağından, iç politikada dahi, saltanatımızın güç ve kuvvetinin artması ve vatandaşlarının birbirine kalpten bağlılığı ve de nezdimde koruyuculuğumun ve adaletimin gereği olarak Osmanlı halkının her yönden mutluluklarının elde edilmesi ve ülkemizin gelişmesini gerektirecek sebeplerin ve vasıtaların günden güne ilerlemesi, hükümdarlığımın merhametli muradı gereğidir. Bu muradımın gereği olarak aşağıda zikrolunan hususların icrası için Padişahlığımın adalet ifadesi olan iradesi, şerefle tecelli etmiştir…”160

denilmektedir.

Ancak Islahat Fermanı‟nda her ne kadar “vatandaş” kelimesi tedavüle girmiş olsa da Osmanlı ülkesindeki halktan “tebea-i şâhânemden”,“tebea-i Devlet-i Âliyye'min”, “tebea-i müslime”,“tebea-i gayr-i müslime” olarak söz edilmektedir. Bu fermanda Osmanlı Devleti‟nden ise “Devlet-i Aliyye‟miz”, “Devlet-i Aliyye‟min” şeklinde söz edilmektedir. Devletin ülkesine gelince yine “memâlik-i mahrusâ-i şâhânemiz”, “memâlik-i mahrusâ-i şâhânem” şekillerinde bir kullanım söz konusu olmaktadır. Kullanılan terimlerdeki aidiyet ekleri açık olarak “mülk devlet”e gönderme yapmakta ve 19. yüzyıl ortasında dahi devletin, ülkenin (memleket) sahibinin teorik olarak padişah olduğunu göstermektedir. Devlet ve ülkesi padişahın mülkiyetinde olduğu için doğal olarak “egemen” padişah olmaktadır. Ancak bu teorik olarak böyle olsa ve bu husus devlet diline böyle yansımış olsa da acaba fiili durum nedir? Veya padişahların şahıslarında hem şahsi varlıkları hem de devletin soyut hukuki varlığı birleşmiş midir? Kanaatimizce bu sorulara olumlu cevap verilmesi gerekmektedir. Şöyle ki: Osmanlı Devleti hazinesinin “hazine-i hümayun” olarak ayrı bir varlığının olması, buna karşılık padişahların şahsi harcamalarının ise “ceyb-i hümayun” adıyla ayrı bir kalemden yapılıyor olması161

en başta devlet hazinesi ile şahsi mülkiyetin

159 “Islahat Fermanı,” http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/231.pdf [Erişim 22.07.2019].

160 “Islahat Fermanı,” http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/231.pdf [Erişim 22.07.2019].

52

birbirlerinden ayrılmış olduğunu göstermektedir. Bu durumda padişah görünüş olarak ülkenin ve yönetim erkinin sahibidir. Ülke üzerinde yaşayan halk (klasik Osmanlı “millet sistemi”nde “milletler”) onun tebaasıdır. Bu durumda egemenlik de doğrudan padişaha aittir. Ancak bu teorik sahipliğe rağmen değindiğimiz gibi devlet hazinesi ile şahsi malvarlığının net olarak ayrılmış olması ve uygulamanın bu çerçevede yapılması padişahların şahsında hem şahsi kişiliklerinin hem de devlet tüzel kişiliğinin mündemiç olduğunu göstermektedir.

Padişahın egemenliği konusuna tekrar dönülürse, Bülent Tanör‟ün yerinde tespiti ile bir monarkın bulunmasının egemenliğin millette olamayacağı anlamına gelmeyebileceğini hatırlamak durumundayız. Bu durumda monark da milletin bir temsilcisi olur. Buna örnek olarak 1791 Fransız Anayasası gösterilebilir.162

53

Benzer Belgeler