• Sonuç bulunamadı

5. 1873 VİYANA DÜNYA SERGİSİ’NDE OSMANLI KATILIMI

5.3. Park Alanındaki Osmanlı Yapıları

5.3.1. III. Ahmet Çeşmesinin kopyası

Şekil 5.19: Weltausstellungs-Zeitung, 1872, 31 Ağustos

Montani ilk olarak, İstanbul’da Aya Sofya yakınındaki III. Ahmet Çeşmesinin Viyana Sergisinde bir kopyasının yapılması fikrini öne sürdüğünde, kopyanın gerçek çini, mermer ve yaldız ile kaplanacak ahşap bir yapı olmasını düşünmüş ve bütün bu işlerin Paris’te olduğu gibi yabancılara yaptırılması yerine Osmanlı Devleti’nden işçiler götürülerek, Osmanlı işçilerinin modern tekniklere nasıl uyum sağladıklarının kanıtlanmasını önermiştir (Ersoy, 2000, 86). (Şekil 5.22) Kopya, her köşesinde halka su ve şerbet sunulan sebiller olan küçük bir köşktür. Yapının ayrıntılı bir şekilde yontulmuş cepheleri ve yuvarlanmış köşeleri İstanbul 18. yüzyıl mimarlığındaki barok etkisini yansıtır. Bu yapının yurtdışında sunulmasının nedeni olarak Zeynep Çelik; yapının yakın geçmişe ait bir anıt, Osmanlı formlarının Avrupa etkisi altında taze bir yorumu ve neşeli (oyunlu) bir yapı oluşunu verir. Cephe panellerinin detayları Osmanlı zanaatçılar tarafından yapılmış ve asılı sayvanlardaki çiniler gibi neredeyse bütün malzemeler Osmanlı topraklarından getirtilmişti (Çelik, 1992, 106-7).

Yapı, diğer Türk yapılarından uzakta, Sanat Salonu ve Endüstri Sarayı’nın arasındaki Sanat Meydanı’nda yer alır. Bu seçim onu Endüstri Sarayı’ndaki Osmanlı galerileriyle direk ilişkide olmasını sağlar. Avusturyalı yetkililerin yapmış olmaları gereken bu yer seçiminin sebebi kesin olarak bilinmemektedir. Çeşme, doğu yapılarıyla Endüstri Sarayı’nın doğu bölümlerini bağlamak amacıyla kullanılmış

olabilir. Meydanın içinde renkli ve ziyaretçilere ilginç gelecek bir eserin yer alması istenmiş de olabilir.

III. Ahmet Çeşmesi’nin yapımında kullanılan malzemeler için ‘Allgemeine Illustrirte Weltausstellungzeitung’ “Orada parlak Marmara mermerinden olan, burada beton alçısı. Çatıda ise kurşun plakaların yerini katranlanmış keten bezi almış.” Yazar (Koppelkamm, 1987, 146).

Şekil 5.20: Maillard, Usul-i Mimari-i Osmani, Tablo I

Usul-i Mimari-i Osmani’de yer alan çeşmenin anlatılışı incelenerek, neden sergide Osmanlı Devleti’nin temsili için seçildiği açıklanabilir. Kitabın ikinci bölümü içinde Osmanlı sanatının önemli örnekleri arasındaki yedinci monografi, Sultan III. Ahmet Çeşmesi’ne ayrılmıştır. De Launay çeşmeyi anlatmaya, eserin Sultan III. Ahmet tarafından şahsen tasarlanmış, çizilmiş ve kendi yazdığı yazıtlarla süslenmiş olduğunu söyleyerek başlar. Ve şöyle devam eder: “Bu eserde rahatlıkla görülüyor ki, sadece bir yüzyıl önce Osmanlı mimarisi İstanbul’da gelişiminin en yüksek aşamasında bulunuyordu.” Bu noktada yazar, Osmanlı mimarisinin o dönemden beri yaşadığı gerilemenin üzerinde durarak bunu, zengin Osmanlıların “a la franka” olarak tanımlanan her şeyi önyargılı bir şekilde kabullenmelerine bağlar ve eğer bundan vazgeçer, zevk ve vatanseverliklerini ön plana çıkarırlarsa yerli ürünlerin

yeniden yükselişinin yaşanacağını söyler. III. Ahmet Çeşmesi de işte bu şekilde, ulusal endüstrinin bir çok dalının İmparatorluk mimarıyla beraber çalışarak “bin harikanın bütünleşmesini sağladıkları” bir eserdir ve Sultan da bu birleşimden “ülkesinin şanının kalıcı bir hatırasını” yaratmıştır. Eseri tamamlayabilmek, “ruh katabilmek” için Sultan bir kere daha şahsen tasarım sürecinde yer almış ve eseri evrenin yaratıcısına adayan, taşa kazılmış ve altınla kaplanmış yazıtı yazmıştır (Usul-i M(Usul-imar(Usul-i-(Usul-i Osman(Usul-i, 1873). (Şek(Usul-il 5.23-26)

III. Ahmet Çeşmesinin İstanbul’da kullanılan iki yapı tipini bir araya getirdiği söylenir: sebil ve çeşme. “Brunnen” kelimesinin Türkçe çevirisinin “çeşme” olarak alınması, Usul-i Mimari-i Osmani’de geçen “Zebil” ve “Tschesme” kelimelerini kullanışıyla bir çelişki yaratıyor burada. Fakat gene kitabın kendisinin sebil ve çeşme yapılarını tanımlayışını burada tekrarlayarak karışıklık önlenebilir. “Çeşme” batıdaki bu tarz yapılara daha yakın duran bir tip olarak gösteriliyor. Bir duvarı kaplayan mermer bir strüktürden oluşan çeşmelerin iki parçadan oluştukları, alt parçanın küçük bir havuz, üst parçanın ise genelde farklı şekillerde, dikdörtgen dikey çiçek kakmalı bir cephe ya da dışarı doğru çıkan kurşun veya çinko strüktürlü ahşap bir çatı olabileceği yazılıyor. Bu iki tip alınlığın da Türkçe’de “Satschak” olarak adlandırıldıkları eklenmiş. Sebillere gelindiğinde, genelde bir meydan veya avlunun ortasında yer alan bağımsız yapılar oldukları, tam bir örtü sistemi taşıdıkları ve duvarların içine yerleştirmiş su tesisatının yer aldığı tek bir oda olarak anlatılıyorlar (Usul-i Mimari-i Osmani, 1873).

Bazı çeşmelerin, Tophane’deki ve Üsküdar’daki III. Ahmet Çeşmeleri ve sebiller gibi bağımsız yapılar oldukları ve içinde bulundukları meydanların dekorasyonunda kullanıldıkları, ama bunun istisnai bir durum olduğu belirtilmiş. Bab-ı-humayun’daki III. Ahmet Çeşmesi’nde ise bu iki yapı tipini, kendi özelliklerini yitirmeden birleştirebilmek için plan olarak tam bir kare seçilmiş. Köşelere yarım daire şeklinde sebiller yerleştirilmiş ve bu sebillerin araları ise çeşme olarak kullanılmış. Bunların üzeri ise beyaz mermer üzerine işlenmiş alçak kabartmalar, bronz parmaklıklar, mermer tablolar, kırmızı ve yeşil frizlerin üzerinde altın yazıtlarla ve altın sarkıtlarla süslenmiş. Çatı kurşunla kaplanmış ortasında büyük, köşelerinde ise daha ufak dört kule taşıyan büyük bir saçak tasarlanmış. Kulelerin üzerlerine de altın “alemler” yerleştirilmiş. Bu yapıda da Müslüman ülkelerin anıtlarında genelde olduğu gibi yazıtların süsleme olarak kullanıldığı, doğu yazısının formunun dekorasyonu tamamladığı, yapının anlamını gösterirken, onu aynı zamanda kutsadığı söyleniyor (Usul-i Mimari-i Osmani, 1873).

Şekil 5.22: Maillard, Usul-i Mimari-i Osmani, Tablo V.

Yapının dört yüzünde de yer alan ithafın, “Öffne ihn Gott preisend, trink Wasser, und bete für Ahmet Khan.” “Tanrının adıyla aç, su iç ve Ahmet Han için dua et.”, III. Ahmet tarafından yazıldığı tekrar hatırlatılarak, şark adetlerine göre ikinci uyağın kelimeleri toplandığında yapının bittiği tarihi, hicri takvime göre 1141 sayısını, verdiği açıklanır. III. Ahmet’in bu dizeler üzerinde ilk çalıştığında 1141 sayısına değil 1138 sayısına ulaştığı, fakat sonra çeşmedeki diğer dizelerin şairi olan Vehbi’den aldığı tavsiyeyle, değeri dört olan “aç” kelimesini dizenin başına eklediği anlatılır. Vehbi’nin bu eserde yer alan diğer dizeleri Allah ve hükümdarın onuruna, hükümdarın refahına dua dilekleri üzerinedir (Usul-i Mimari-i Osmani, 1873).

Şekil 5.23: Maillard, Usul-i Mimari-i Osmani, Tablo II.

“Böylece Sultan III. Ahmet Çeşmesi, Doğu Kapısı ve Sanat Sarayı arasında yapıldı, parkın gerçek süslerinden olan bu yapı en güzel noktaya yerleşmiş.” (Neue Freie Presse, 1873, 17 Mayıs)

Dünya sergisinin açıldığı ay çıkan bir haberde, çeşmenin içinde bazı eserlerin sergilenmesinin düşünüldüğü, fakat bu eserlerin halka açılmayacağı, çünkü bu yapının içinde yerleri kaplayan değerli halıların zarar görmesinden korkulduğu söylenir. Yazar şarkta bir eve girilirken ayakkabıların çıkarılması geleneğinin de bu sebebe dayandığını söyler (Wanderer, 1873, 28 Mayıs). Fakat bu eserlerden sergi boyunca bir daha gazetelerde söz edilmez.

Osmanlı Devleti’nin, halkının yaşantısına örnek teşkil etmesi için (Neue Freie Presse, 1873, 17 Mayıs) sergi alanında inşasına karar verdiği bu yapı hakkında çıkan ilk haberler 1872 yılının Ağustos ayına rastlar. ‘Weltausstellungs-Zeitung’ III. Ahmet Çeşmesi’nin bir çizimine yer verirken “doğu mimarisinin en güzel anıtlarından” olan bu çeşmenin “sadık bir kopyasının sergi için Viyana’da inşa edileceği ve sergiden sonra da burada kalacağını” yazar (Weltausstellungs-Zeitung, 1872, 31 Ağustos).

Yapının inşasının tamamlanması ile hakkında daha geniş makaleler çıkar. ‘Neue Freie Presse’nin 28 Mayıs 1873 tarihinde çıkan Feuilleton’un (tefrikası) III. Ahmet Çeşmesi’ne ayrılır. Dr J. Karabacek’in yazısı şöyle başlar:

“Serginin her ziyaretçisi Endüstri Sarayı’nın dev doğu kapısından çıkınca karşılarındaki yapı nedeniyle ister istemez yerlerine çakılacaklar. Bunun sebebi kesinlikle bu belirsiz objenin biçimi, dörtgen bir kutunun üzerinde pagoda biçimli bir çatı, değil, onun masalsı renklerinin karşı konulamaz cazibesi. Şaşkın bakışlar altında İstanbul’daki III. Ahmet Çeşmesinin (veya Tscheschmesi) bir kopyası yükseliyor burada.”

Yazar doğuluların gösteriş sevdalarının anıtsal çeşmelerle değerli bir yön kazandığını, suyun Kuran ve Müslümanlıktaki değerini de vurgulayarak belirtiyor. Daha sonra, Mekke’deki Zemzem veya Kevser ve Selsebil kaynaklarından bahsederek doğunun su ile ilişkisi anlatılıyor. Çeşme, sarnıç, su rezervuarları, hamam gibi suyun toplandığı, dağıtıldığı veya kullanıldığı yerlere verilen önemden ve onların sayısal çokluğundan bahsettikten sonra bunların hiç birinin büyüklük ve güzellik açısından III. Ahmet veya rakibi Tophane’deki I. Sultan Mahmut Çeşmelerini geçemeyeceğini söylüyor. Çeşmenin yapıldığı dönemin hükümdarı ve ona adını veren III. Ahmet ile veziri İbrahim Paşa ve onların yapılara olan ilgilerinden bahsediliyor daha sonra.

Ancak bundan sonra çeşmenin görünüşüne geçiliyor. Çeşmenin İstanbul’da da doğuya baktığını ama sergi alanında doğuya dönüklüğünün farklı bir sebepten anlam kazandığını söyleniyor. Çeşme böylece Endüstri Sarayı’na arkasını dönüyor ve “Sanat”a doğru yöneliyor. Bilinen başka bir yazarın çeşme için “stilli olarak düşünülmüş ve yapılmış” sözünü kullanmasına, stili olmayan bir yapı için böyle bir şey söylenemeyeceği şeklinde karşı çıkıyor. Gene aynı yazarın çeşmede Bizans stili olduğu yolundaki iddiasında ise ciddi olamayacağı kanısında. Çünkü Osmanlı Bizans mirasından çoktan uzaklaşmış ona göre, yeni fikirlere açık kalarak, hem doğu hem de batıdan yenilikler almış.

“Müslüman, özellikle Osmanlı mimarlığında yabancı etkiler bölgesel yönetim değişiklikleriyle, önce o bölgede başlayarak ülkeye yayılan, dolaylı sonuçlar olarak ortaya çıkıyorlar. İstanbul’un alınmasıyla Yunan-Bizans mimarlığının adapte edilmesi de böyle görülmeli. [...] Cami mimarlığı hala Bizans izleri taşısa da sivil mimaride batı stilleri doğu stilleriyle etki konusundaki savaşlarında giderek daha büyük bir geçerlilik kazanıyorlar. Ahmet Çeşmesinde de açık bir şekilde görüldüğü gibi, iki yönde de [etkiler ve değişikliklerdeki] hızlanma ruhsuz, barbar formlar yarattı. Bastırılmış çatı, ki şiddeti küp şeklindeki yapıya da benzer biçim veriyor, ortada bir kubbeyle yükseliyor. Bu kubbe yapının güdük köşelerindeki dört yan kubbeyi domine ediyor. Bu genç gerçek Rus stilini anımsatıyor [...] Böylece Çeşme bir yapısal yenilik sunmuyor, her ne kadar yanındaki Osmanlı yazıtı onu “yeni bulunmuş bir stile göre inşa edilmiş” olarak tanımlasa da. Kubbeli çatıdan daha zengin bir görsellik çeşme duvarlarındaki kalem işlerindeki renk görkemi. Kaba, kutu gibi görüntüsü, yarım sütunlar arasında güdük köşelerdeki cam açıklıklarıyla biraz olsun azalıyor.

[Bu noktada yazarın Rus Mimarisine yaptığı göndermeyi açıklamak için ‘Weltausstellungs-Zeitung’da çıkan Viyana Dünya Sergisindeki Rus köşkünün çizimine ve çizimdeki yapının çatı örtüsüne bakmak yararlı olur.] (Şekil 5.27)

Şekil 5.24: Weltausstellungs-Zeitung, 1873, 20 Mayıs

Çeşmenin her duvarının ortasından, omurga biçimli kemerli kör kapılardan mermer havuzlara akıyor çeşmenin suyu. Havuzların iki yanında mukarnas bulunuyor. Doğu duvarındaysa buralarda iki giriş kapısı yapılmış. Buralarda sarkıtlar, zengin süslemeli parmaklıklı pencereleri, yaşayan sütun başlıklarını oluşturuyorlar ve duvarların eksik kalmış bölümlenişlerini tamamlıyorlar. Bu ilginç mimari, dikit yapının, mermerin doğal parıltısında renk dekorasyonunun yapılışı, doğu polychromy’sinin gücü. Huzursuz bir fantezinin, ateşli nabız gibi atan hayatı, biçimler dünyasının cilveli oyunları ve kontrast renk süslemesinin gözdeki uyumlu sihri, insanı karşı konulamaz şekilde yerine bağlıyor ve coşkuyla kendinden geçiriyor. Bu heyecan yeterli değilmiş gibi beyaz mermer üzerine yeşil tablolar üzerine zevkli altın harflerle yazılmış ve çevresinde dönen yazıt da yapının nişanı.

Bu 1736 yılında ölen şair Hüseyin Vehbi’nin 56 tane Türkçe beyit. Bunlar da su ile ilgili [...] Doğunun çeşme yapılarının, doğu ülkelerinin renk ve resim sembolizminin şiirsel tahsisinin kabulüyle karşılaşmaları ilginç.” (Neue Freie Presse, 1873, 28 Mayıs)

Yazısının sonunda, sergi alanındaki çeşmenin suyunun olmamasına değinerek, aslında çeşmeyi takdir etmek için “kendimizi Narkissos ile bağdaştırarak, suya doğru eğilmeliyiz, çünkü doğu çeşmesinde suya özlem anlatılıyor.” diyor yazar. Bu tabi ki göklere bir sitem değil, sadece bize çeşmeyi ünlü kaynağı olmadan getirenlere.” dedikten sonra yazar, III. Ahmet Çeşmesinin batı cephesindeki yazıyla makaleyi noktalıyor.

“Dua ve Su içeride Ahmet Han için iyi dileklerle birleşiyor” 1728 (Neue Freie Presse, 1873, 28 Mayıs)

Şekil 5.26: Ost-Portal des Industriepalastes mit Achmedbrunnen Photograph:Kramer http://members.chello.at/wolfgang.blecha/photos_1873.htm

Çeşme hakkında çıkan bir başka yazıda, III. Ahmet Çeşmesi’nin renk ve formlarının zevkine pek uymadığını yazan ‘Bohemia’ muhabiri ise, çeşmenin susuz kalanlara taze su içebilme imkanı sağladığını söyler. Özellikle suyun bedava olduğunun üzerinde duran yazar, bunun sergi alanı içinde oldukça ender görülen bir durum olduğunu da belirtir (Bohemia, 1873, 31 Mayıs).