• Sonuç bulunamadı

A. Tarihsel Arka Plan

1. I Meşrutiyet Dönemi (1876-1908) ve Kadın

Modernleşme bağlamında kadın sorunu Cumhuriyet öncesine dayanan ve dönem için çözülmesi gerekli, kilit bir sorundur. Dolayısıyla kadın kimliğinin oluşturulması sorununun Cumhuriyet devrimlerinden önceye dayandığı konusunda tarihçiler de birleşmektedir. Ekrem Işın, “Tanzimat, Kadın ve Gündelik Hayat” (1985) başlıklı makalesinde 1844‟te nüfus politikaları ve tüketimin boyutlarını kadın dolayımında analiz etme ile başlayan yani temeli tamamen iktisadi olan kadın olgusunun,

zihniyetin geçirdiği değişimle boyut kazandığını söyler: “Tanzimat yöneticileri, ortaya karamsar bir tablo çıkartan bu tüketici insan kalabalığını çeşitli düzeylerde üretici kılabilmek için maarif politikasına öncelik vermişler ve bu sayede kadın gündelik hayatta ağırlığını duyurabilmiştir” (22). İmparatorluk düzeninden Cumhuriyet‟e geçiş sürecinde yaşanan kırılmaların toplumu çeşitli kutuplara bölmesi söz konusu olmuş, modernleşme sancılarının bu bağlamda özellikle de toplumsal cinsiyet ve kadın imgesi

66

üzerinden yansımaları olmuştur. Fatmagül Berktay da “Doğu ile Batı‟nın Birleştiği Yer: Kadın İmgesinin Kurgulanışı” (2002) başlıklı makalesinde hemen her toplumda, kırılmaların ve kopuşların yaşandığı dönemlerde yaşanan kaygıların simgesel olarak kadın kimliği üzerine yoğunlaşmasına işaret eder:

Türk aydını, çevresindeki bildik dünyanın değişiyor olmasının yarattığı yersizyurtsuzluk (“muhacırlık”) duygusuyla ve geleneği temsil eden babanın artık varolmamasından kaynaklanan, gerektiğinde

sığınabileceği güvenli bir korunaktan yoksunluğun yol açtığı paranoyayla baş etmek durumundadır. Ayaklarının altındaki zemin kayganlaşırken “tutunduğu dal” ise Batı‟daki modernleşmeci (erkek) kardeşinin yaptığı gibi kendi denetiminde bir “yeni kadın” imgesi yaratmak ve yeni koşullar altında bile değişmeyen bir şeyler olduğunu kanıtlamak üzere eski ataerkil ideolojiyi yeni koşullara uygun biçimde yeniden üretmektir. (275)

Oysa asıl sorunlu olan erkek kimliğidir ki kadın romanları ilk elden bu sorun üzerine gideceklerdir. Erkeği rasyonellik, kadını ise duygu ve doğa ile özdeşleştiren ataerkil ideolojiyi ve cinsiyet kimliklerini sorgulayacaklardır. Berktay‟ın çok haklı şekilde belirttiği gibi toplumdaki herhangi bir cinsiyetin kimliğini sorun olarak ele almak, diğer cinsin kimliği ile ilgili sorunları da gündeme getirmektedir (276). Bir başka deyişle erkek kimliği, kadın kimliğini; kadın kimliği, erkek kimliğini etkileyecektir. Aydın kesim, modernleşme sancılarıyla kadın kimliğini bir zorunluluk olarak ele alırken, var olan, yerleşmiş erkek kimliğinin de sarsılmasını istememektedir. Dolayısıyla alttan alta kimliksel değişimlerin sadece biçimsel açıdan olmasını

67

Batı modernleşmesinin en gerilimli sürecinin kadınla ilgili olduğunu, kadının ve dişil olanın dışlanması üzerine kurulu bir insan ve yurttaş tanımlamasının yapıldığını söyler (276). Bir başka deyişle kadının konumu ve kadın kimliği eskinin farklı bir formda yeniden meşrulaştırılmasıdır. Buna karşın kadınların kendi hak ve özgürlüklerini ifade etmek için kaçınılmaz şekilde bir mücadele alanı oluştuğu da bir gerçektir. Kadının modernleşmesi ve eğitilmesi sorunu en başta iktisadi ve İslami vurgulu olsa da kadının basında yer almaya başlaması ve sorunların tartışılmasını sağlaması bakımından önemlidir. Akşin Somel, Osmanlı’da Eğitimin Modernleşmesi (1839-1908)

İslâmlaşma, Otokrasi ve Disiplin adlı kitabında Abdülhamit‟in “Kızların eğitiminin teşvik edilmesinin, sağlam dinî ve ahlakî değerlere sahip çocuklar büyüten ve onlara vatanseverlik aşılayan geleceğin annelerini yetiştirmek için elzem olduğunu” (234) düşündüğü için kadın eğitimine ağırlık verdiğini söylemektedir. Buna göre “Kız eğitimi politikası, imparatorluk tebaası arasında itaatkâr ve devlete sadık bireylerin artmasını sağlayacak, bir çeşit uzun vadeli yatırım olarak görülmeliydi” (234). Geleneksel ahlakın öğretilmesi temelinde bir eğitim anlayışı benimsenirken

Abdülhamit devrinde buna İslam vurgusunun eklenmesi söz konusudur. Kadınların kendi hak ve özgürlüklerini elde etmek ve modern bir toplum yaratmadaki çabaları ve katkılarına bakacak olursak öncelikle 1858‟de açılan kız rüştiyeleri ve bu kurumlara öğretmen yetiştirmek amaçlı kurulan darülmuallimatların, kadının dönüşümünde etkili olduğu görülmektedir. Eğitimin yanı sıra kadınların kendi çıkardıkları ve yine

kadınlara seslendikleri bir alan olan basın, kadınlar için ikinci bir eğitim alanı olmuştur. Süreli yayınlar, kısa sürede kadın deneyiminin aktarıldığı önemli bir

kültürel paylaşım platformu hâline gelmiştir. Bu dergiler aracılığıyla Zehra Toska‟nın “Tanzimat Kadını: Çağdaş Türk Kadını Kimliğinin Oluşumunda İlk Aşama” (1994)

68

adlı makalesinde belirttiği gibi aynı zamanda “Üst sınıfın özel imkânlarla çok iyi yetişmiş kadınları arasına yeni bir aydın grubu daha katılmış olur. Bu kadınların bazıları öğretmenliklerinin yanı sıra, dönemlerinde yayımlanan kadın gazete ve dergilerinde çoktan ustalaşmış hemcinsleri arasında ilk deneyimlerini kazanmaya çalışırlar” (199). Yayıncılığın gelişim çizelgesine baktığımızda 1831‟de çıkan Takvim- i Vekayi‟den sonra özel girişimle çıkarılan ilk gazete Tercüman-ı Ahval‟dir (1860). Bu gazetenin diğer yayınların da çıkmasına öncü olduğu söylenebilir. 1868‟de çıkan Terakki gazetesi, kadın hakları sorununu gündeme taşıyan ilk gündelik siyasî gazetedir. Eğitimin gerekliğinden, çok eşlilik gibi sorunlara yer vererek okuyucu mektupları yayımlamıştır. Terakki gazetesinin kadınlar için haftalık hazırladığı Terakki-i Muhadderat‟ın ardından 1875‟te Ayine ve Mürebbi-i Muhadderat yayımlanmaya başlanır. Tanzimat döneminde 1, II. Abdülhamit döneminde ise 10 kadın gazetesi yayımlanır. Toska‟ya göre II. Meşrutiyet‟e kadar olan zaman dilimi kadınlar için, okur yazar kadınların yetiştiği bir aydınlanma dönemi olmuştur (200). Gerçi bu dönemde süreli yayınlar, genelde çocuk bakımı ve eğitimi gibi konulara yani daha çok ev içine odaklanmaktadır. Başlarda kadının eğitimi, çocuk eğitimi ile

doğrudan ilişkilendirilmiş ve böylelikle kadın vatan kavramı ile özdeşleştirilmiştir. Erkek çocuğun da, kız çocuğun da yetiştiricisi yine kadındır; dolayısıyla kadın, toplumun temelidir görüşünde uzlaşılmıştır. Bu dönemde çıkan süreli yayınlar, kadınlar için bir okul görevi olmayı üstlenmiştir. Kadınları her bakımdan eğitmeye, emzirme gibi kadın için en temel bilgiler konusunda dahi bilgilendirmeye çalışmıştır.

İktisadi ve kültürel kalkınmanın temelini eğitimin oluşturduğu düşüncesi ve bunun da özellikle nüfusça sayısı çok olan kadınlara işaret ediyor olması, II.

69

pek çok orta ve yüksek dereceli okul, onun zamanında açılmıştır.Buna karşın Tanzimat döneminde yayın hayatında hissedilen baskı ve sansürün I. Meşrutiyet Dönemi‟nde artması söz konusudur. Bu dönemde çıkan dergilerin bir kısmının devletin güdümünde ve devletin teşvikiyle çıkarıldığını da belirtmek gerekmektedir. Bu dönemde kadın dergileri artmakla birlikte uzun süreli de olamamıştır. 1868 yılında yayın hayatına başlayan Terakki gazetesinin 1869 yılında ek olarak çıkarmaya

başladığı ve 1870 yılına kadar varlığını sürdürecek olan Terakki-i Muhadderat, ilk Osmanlıca kadın dergisidir. Kadınların kendilerinin çıkardığı ilk dergi ise 1886 yılında yayımlanmaya başlayan Şükûfezâr‟dır. Kadınlar tarafından yayımlanan ikinci dergi Parça Bohçası‟dır (1889). Ardından 1895‟te Hanımlara Mahsus Malumat ve en uzun süreli kadın dergisi Hanımlara Mahsus Gazete (1895) yayımlanmaya başlanır. Konularda bir çeşitlilik hâkim olmaya başlamış, tefrika roman ve hikâye çevirileri ilk defa bu dergide yayımlanmıştır. Bu dönemde süreli yayınlar aracılığıyla kadın yazarların edebî anlamda da verdiği ürünlerde bir artış olduğu görülmektedir. Dolayısıyla roman da kadınlık deneyimlerinin aktarıldığı ve kadınların seslerini ilettikleri önemli bir kamu aracı olmuştur.

Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi (1996) adlı kitabında yayın tarihi açısından ilk kadın dergisi olan ve 48 sayı yayımlanan Terakki-i Muhadderat‟ta (1869) kimliği belirtilmeyen imzasız kadın mektuplaşmalarına vurgu yapar. Bu mektuplar, kadına ilişkin sorunların kamusal alan aracılığıyla toplumsal bir boyuta taşınarak dillendirilmesi bakımından çok önemlidir. Çakır, Rabia adlı bir okurun yazdığı mektup ile “kadın” olgusunu yeniden tanımladığı ve bunu yaparken egemen söyleme karşıt fikirler ileri sürdüğü görüşündedir:

70

Şurasını iyi bilmek gerekir ki, ne erkekler kadınlara hizmetkâr, ne de kadınlar erkeklere cariye olmak için yaratılmıştır. Erkekler hüner ve marifetleri ile hem kendilerini, hem de hepimizi geçindirebiliyorlar da, biz niçin bilgi ve hüner kazanmaya kudretli olamıyoruz? El ve ayak, göz, akıl gibi vasıtalarda bizim erkeklerden ne farkımız vardır? Biz de insan değil miyiz? Yalnız cinsimizin ayrı oluşu mu bu hâlde kalmamıza sebep olmuştur? Bunu hiçbir sağduyu sahibi kabul etmez. Eğer öyle olmak gerekse idi, Avrupa kadınları da bize benzerdi. Bilgiden yoksun kalmamıza meşru örtünmemiz sebep gösteriliyorsa ona da taşrada bulunan kadınlarımızı göstermekle yetinirim. Çünkü onlar erkeklerine her çeşit hizmette yardım etmekte, erkeklerle beraber çalışmaktadırlar. (24)

Mektupta görüldüğü üzere toplumsal cinsiyet kaynaklı ayrımcılık ilk defa gündeme getirilmiş ve kamusal alanda basılı bir şekilde tartışılmış olur. Kadının çalışma

yaşamına katılması bu süreçte teşvik edilen en önemli konulardan biri olmuştur. Burda amaç hem kadının içinde bulunduğu koşulları düzeltmek, özgürleşmesini sağlamak hem de ülke ekonomisine katkı sağlamasıdır. Dernek ve yayın organları sayesinde kadın girişimciler tarafından ticarethaneler de açılmıştır.

Yaprak Zihnioğlu‟nun, “Erken Dönem Osmanlı Hareket-i Nisvanı‟nın İki Büyük Düşünürü Fatma Aliye ve Emine Semiye” (1999) başlıklı makalesinde belirttiği gibi 1869-1908 yılları arasındaki dönemde, kadın dergilerinde dile getirilen sorunların başında “Aile yaşamında İslami yasalarla meşrulaştırılan eşitsizlikler, İslami usülde boşanma ve erkeğin çok eşliliği, ikinci olarak da kadınların dış yaşama katılmalarını engelleyen âdet, gelenekler, giyimleri, kamusal alana çıkmaları üzerinde

71

halkın ve devletin baskı ve denetimleri ile çalışma yaşamına katılmaları” (337) gelmektedir. Zihnioğlu, makalesinde Hanımlara Mahsus Gazete‟nin (1895-1908) yayımlandığı yıllarda öne çıkan kadın yazarlar olarak Fatma Aliye Hanım, kız kardeşi Emine Semiye ve daha sonraki kuşaktan Nezihe Muhiddin‟in söylediklerinden yola çıkarak Osmanlı kadın hareketi üzerine bir değerlendirme ortaya koyar ve yayın hayatında kadınların güçlü bir duruma gelmesiyle birlikte “kadınlık” kavramının “kadınlık mefkûresi”ni de içine aldığını belirtir. Buna göre “ „Kadınlık mefkûresi‟ kadınların yaşadığı sorunların anlaşılması, bilinç düzeyine çıkarılması ve çözüm önerileriyle birlikte kadınların toplumsal arzuları; ne olmak istedikleri, nasıl olmak istedikleri anlamına geliyordu” (336). Bu noktada kadınlık mefkûresi, doğduğu toplumun siyasal ve sosyal koşullarından bağımsız değildir. Bir yandan kadınlar için kadınlık cereyanının mahiyeti, bir yandan da toplumsal açıdan bu cereyanın nerede durması gerektiği sorusuna işaret etmektedir. Zihnioğlu, kadınlar açısından bu cereyanın mahiyetini kabaca şöyle ortaya koyar:

Osmanlı kadınlarının en temel arzusu modernleşme sürecinin başladığı Osmanlı toplumunda kendilerinden önceki kuşaktan öncü erkeklerin açtığı „terakki‟ yoluna dâhil olmak, „yeni insan‟ kavramı içinde, „hürriyet-i şahsiyelerini‟ (kişisel özgürlüklerini-benliklerini) geri almış olarak ve „terakki ve tekamülü‟ (ilerleme ve gelişmesi) gerekiyordu. Kadınlar sivil yaşamda, matbuatta, yeni yeni oluşmaya başlayan kamu yaşamında, siyasal ve düşünsel yaşamda „varolmak‟ istiyorlardı. (337) Bu noktada tabii kişisel özgürlüğe ulaşma isteği ve kadınlık mefkûresini yaşama geçirmeye çalışırlarken kadın yazarların genel olarak Batı karşısında Osmanlılığı ve İslamı savunduklarını da belirtmek gerekmektedir. Örneğin Fatma Aliye‟ye göre

72

İslamiyet‟in kendisi değil de, toplumsal âdetler ve gelenekler, kadın üzerinde temel baskı unsurlarını oluşturan nedenlerdir. Zihnioğlu da makalesinde kadın yazarların gelenek sorgulamasının asıl nedenlerine iner:

İslami yaşamın bazı âdetlerle bozulduğuna inanan bu düşünürler, geleneklerin kadınlıkla ilgili eleştiri noktasında duraklayıp bazen birbirine ters düşen tezleri savunurlar. Ananatın tümüyle reddi, İslamiyet kültürünün tümüyle reddi olacağı için bundan kaçınıp, geleneği âdet düzeyine indirgemeyi seçerler. Bu durumda kadınlar yararına bazı âdetleri benimseyip bazılarını dışlamaları mümkün olur. Bu ikiliği/paradoksu daha sonra Nezihe Muhiddin de yaşayacaktır. Muhiddin‟in İslamiyet‟in kadınlara ilişkin görüşlerini reddederken, İslam ailesinin geleneksel yaşayışını Beyoğlu‟ndaki yaşama yeğ tutmasında bu ikilik ortaya çıkar. (341)

İkinci Meşrutiyet‟le birlikte kadının ev içi konumuna verilen önem devam etmekle birlikte, kadınların aile dışında da, özellikle de Müslüman elit kesimin kamusal alanda kendilerine bazı roller biçmeleri söz konusu olmuştur. Gazete ve dergilerde

çalışmanın ve seslerini bulmaya çalışmalarının yanı sıra özellikle Balkan Savaşı sırasında çeşitli yardım dernekleri ve cemiyetlerde faaliyetler göstererek kendilerini ifade yolları bulmuşlar; devlete manevi anlamda verilecek destek dışında somut olarak sosyal ve ekonomik yardımlarda bulunmak için önemli bir çaba harcamışlardır. Nicole A.N.M. Van Os, “Osmanlı Müslümanlarında Feminizm” (2002) başlıklı makalesinde bu girişimlerin öncelikli olarak feminist amaçlı değil, milliyetçilik güdüsüyle

olduğunu belirtir (336). Fakat tam da bu noktada kadın hareketinin zaten

73

bir alan açabildiğini de belirtmek gerek. Yazar, kadınların ev içinden kamusal alana taşan bu gayretleri ve kendilerini ifade etmeye çalışma biçimleri hakkında şunları söyler:

Kadının aile içindeki yerine ayrı bir önem verilmişse de, kadınlar özellikle 1908‟den sonra kendilerine aile dışında bir rol biçtiler. II. Meşrutiyet döneminde kadınlar hem birey olarak hem dernek kurarak Osmanlı Devletini‟nin ekonomik ve askeri alanda güçlendirilip yükseltilmesinde katkıda bulunabilecekleri görüşündeydiler ve bu mücadelede yerlerini almak istediklerini açıkça ifade ettiler. Bu istekler doğrultusunda kurulan dernekler ve yapılan faaliyetler Osmanlı

kadınlarına -dinsel canlanış hareketinin çerçevesindeki kurulan

derneklerin yaptığı gibi- geleneksel cinsiyet düzeninin dışında olan bazı tecrübeler kazandırdılar. Nitekim bu faaliyetler, ilk amaçları feminist değil milliyetçi olduğu hâlde, yine de kadınların toplum içindeki yerinin değişmesinde yardımcı olmuştur. (Van Os 336)

Benzer Belgeler