• Sonuç bulunamadı

2. DURALİ YILMAZ’IN ROMANLARI

2.1. FETVA YOKUŞU

2.1.3. Mekânlar

2.1.3.1. İstanbul

Roman kahramanlarının yaşadığı ve olayların gerçekleştiği şehir İstanbul’dur. Romanda belirtilen ilk tarih 18 Mayıs 1622’dir ve o tarihlerde Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’dur. 13 Ekim 1923 tarihinde Ankarara yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin başkenti olana kadar İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkenti olmayı sürdürür.

Osmanlı Devleti’nde yeniçerilerin bozulma sürecinden başlayarak Osmanlı’nın yıkılışı ve yeni bir devletin kuruluşu ve sonrasına kadar olan sürecin işlendiği bu roman İstanbul’da geçer çünkü İstanbul hem tarihsel olarak Osmanlı Devleti’nin o dönemdeki başkenti olma özelliğini taşır hem de yeniçerilerin yöneticilerinin yaşadığı yer olan Ağa Kapusu İstanbul’dadır.

Romanın başlarında mermer ocağından çıkarılan taşın yüklü olduğu araba, yolculuğu sırasında Topkapı surlarından geçer. Okuyucu olarak bizim aklımıza eskiden asıl İstanbul’un suriçi olduğu bilgisi gelmektedir. Osmanlı reayasından bir arabacının şehre duyduğu saygı ve sevgiyi izlenim edindiğimiz söz konusu satırlar şöyledir:

“Araba şıngır mıngır yuvarlanarak büyük şehre giriyordu. Topkapı surlarından içeri girdiklerinde arabacının dudaklarında bir gülümseme belirdi. Ve saygıyla şehre bakarak derin bir nefes aldı. Sanki dünyanın en kutsal beldesine girmiş gibi mutluluk akıyordu yüzünden. Bu koca şehirde insanlar oradan oraya koşup duruyorlardı. Herkes acele, ağır bir yerlere gidiyor, birbirileriyle ayak üstü bir şeyler konuşuyordu.”29

28 a.g.e., s. 102, pdf. s. 11.

65 İstanbul, büyük intikam gününün üzerinden henüz beş yıl bile geçmeden akıl almaz olaylara tanık olmaya başlar. İlerleyen yıllarda Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesinden sonra akla durgunluk veren, hayal ufkunu yırtan, zihinleri bulandıran korkunç olaylar kucak kucak serpilmeye başlar İstanbul’un üzerine. Hükümetler kurulur, hükümetler yıkılır, hürriyet ve eşitlik nutukları atılır ama felâketler bir türlü bitip tükenmez. Musa Kâzım Efendi’nin şeyhülislam olduğu 1916 yılından sonra iki yıl boyunca İstanbul, Türklük ve İslâmlık tarihinin en acı günlerini yaşar, zaman zaman uzaktan ve derinden gelen top sesleriyle sarsılır, yıkılışın ve bitişin eşiğine kadar gelip dayanır. Abdülhamit Han’dan sonra devlet tamamen sahipsiz kalır.

Birinci Dünya Savaşı yılları yaşanırken ise özellikle 1918 yılının sonbaharında aziz İstanbul, derin bir ölüm sessizliğine gömülmüş, sessiz sessiz sayıklar. 16 Mart 1920 Pazar sabahı, Şehzadebaşı’nda silah sesleri duyulur. İstanbul işgal edilmiştir.

27 Ekim 1920 tarihinde şeyhülislam Fetva Kapusu’na daha önce giydiği siyah binişi çıkarıp onun yerine beyaz kürkü ile geldiğinde yüzü gülmektedir, aynı zamanda işgal İstanbul’unda olağanüstü bir hal yaşanır. Cellat Taşı, elbet devletin manevi mimarlarının bir bildiklerinin olduğunu düşünür ve sevinmek gerektiğine inanır. Şeyhülislamın beyaz elbisesinde ve gülümseyen gözlerinde hiç şüphesiz sevindirici bir ümit ışığı gizlidir. Yeni bir hükümetin kuruluşunun ikinci günü Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, şeyhülislamı ziyaret eder. Beklenmedik bir anda başlamış olan bayram sevinci, Cuma günü artarak devam eder. Garip Anadolu, üzerinde biriken külleri yele verip savurmuştur, bu mangal yürek, İstanbul aşkıyla çarpmaya başlamıştır. Bunu gören İstanbul, bir bayram sevincine uyanmıştır. Anadolu zaptedilmez bir heyecanla ayağa kalkmıştır. Artık İstanbul ölüm döşeğinden kalkabilirdi. Cumartesi sabahı Fetva Kapusu’nda okunan Kur’an âyetleri hep fetih üzerine olur.

1921 yılı baharının getirdiği umut ve sevinç, İstanbul’dan dalga dalga tüm Türklük ve İslâmlık âlemine bir yıl boyunca dağıtılır. 1922 yılının yaz ayları, İstanbul’da olağanüstü bir sevinç ve heyecan yaratır.

66 1922 yılının ekim ayı başlarında, iki yıldır serpilip gelişen sevinç ve heyecan çiçekleri sararıp solmaya başlar. Aziz İstanbul’un üzerinde şüphe bulutları kümelenmeye başlamıştır. Anadolu, İstanbul’u unutmuş gibi bir tavır takınır.

6 Ekim 1923 günü İstanbul olağanüstü bir heyecanla fırlayıp, üzerine çökmüş olan bedbinliği ve şüpheleri bir yana savurur. Bugün Anadolu’nun yiğit askerleri İstanbul’a gelmişlerdir ve İstanbul işgal ordularından kurtulmuştur. Ne var ki güzel şehrin sevinci bir hafta sürer. Çünkü 13 Ekim 1923 günü Ankara’nın yeni Türk devletinin başkenti olduğu bütün dünyaya ilân edilmiştir. Böylece kuruluşundan beri hep başşehir ve hep söz sahibi olagelmiş olan İstanbul, bu vasfını yitirmiştir. Şimdi o, sıradan bir şehirdir. Topyekûn bir İstanbul şehri o kutsal mânayı ve o büyük olma, dünyaya nizam verici olma mânasını elinden kaçırır. Bir zamanların Devlet-i Ebed Müddet’ini göz göre göre elinden kaçıran İstanbul, her şeyiyle Anadolu’ya tâbi olmak zorundadır artık.

Yıllar yılı izlerken sonunda İstanbul ikiye bölünür. Bir bölümü, tarihin dipsiz kuyusuna yavaş yavaş gömülürken, bir bölüm gövdeden kopmuş ve deli gibi bir yerlere koşar. Kocaman gövdesi yara bere içinde, inci gibi dişleri kırık dökük muhteşem İstanbul, tarihin çukuruna gömülürken derinden derine inler ve bir türlü ölmek bilmez. İnsanlığa söyleyecek daha çok sözü olduğunu anlatmak istercesine asırlık kollarını uzatır. Muhteşem İstanbul’dan kopan ve zamanın içinde koşan yeni İstanbul ise, bir delikanlı heyecanıyla hep ileriye atılmak, bir şeylere meydan okumak arzusuyla yanıp tutuşur. Fakat o, eski muhteşem İstanbul’un iniltilerine ve yalvarılarına kulak vermediği için, her atılışı, her çıkışıyla soluk soluğa yeni bir çıkmaza, görünmez bir çukura, geleceğin çukuruna koşar gibidir.

Bir kez olanlar olmuştur Aziz İstanbul’a. O, kesinlikle ikiye bölünmüş, iki ayrı ruh haline gelmiştir. Yıkılmamak için, ölmemek ve bitmemek için direnen ihtiyar ve dişsiz İstanbul, çoğunca kurtuluşu, başını tarih çukuruna gömmekte, olaylara oradan bakmakta bulur. Onun tek sığınağı tarihi bir sabırdır. Genç İstanbul’unsa beklemeye ve sabra tahammülü yoktur. Yeni başkent biraz daha akıllıca davranır, genç İstanbul’a bir yeşil ışık yakarak, avutmasını ve susturmasını bilir. Bu iki delikanlı şehrin birbirlerine karşı davranışları, zaman zaman bütün ülkeyi tedirgin eder.

67 Yıllar yılı muhteşem İstanbul’un Beyazıt’ında gururla ve hırsla dolanıp duran genç ve acemi İstanbul, sonunda bu meydana yerleşir ve burasını eski İstanbul’dan koparıp alır. Muhteşem İstanbul’un Beyazıt’ı, genç ve toy İstanbul’un Hürriyet Meydanı karşısında giderek direncini yitirir.

Başkentin Kızılay meydanı ile Yeni İstanbul’un Hürriyet Meydanı, bazen aynı şarkıyı mırıldanarak, bazen de ayrı şarkıları çalarak zaman dairesinin içinde dönüp dururlar.

Derken, genç ve toy İstanbul, yavaş yavaş Süleymaniye’ye iner. Süleymaniye, bu heyecanlı delikanlıya karşı fazla direnmez. Bir zamanlar her şeye yön vermiş olan muhteşem konaklar, serpilip gelişen genç İstanbul’a feri tükenmiş, nuru silinmeye başlamış gözleriyle acı acı bakmaktan başka bir şey yapamazlar.

Benzer Belgeler