• Sonuç bulunamadı

İSRAİL’İN KURULUŞU, DIŞ POLİTİKA BİLEŞENLERİ VE FİLİSTİN DİRENİŞİNİN TARİHİ SEYRİ

2.8. İsrail’in ulusal güvenlik politikası

Devletler dış tehditlere karşı bazı önlemler almaktadırlar. Öncelikle tehdidin ortadan kaldırılması ilk hedeftir. Bu tehdidin kaynağının ortadan kaldırılması ve buna göre bir milli güvenlik perspektifi oluşturmak hedeflenmektedir. Devletler bazen daha doğrusu güçlerine göre bu hedeflerin birini ya da ikisini birden benimseyebilecekleri gibi her ikisini birden de tercih edebilmektedirler.73 İsrail, İkinci Dünya Savaşı ile uluslararası kamuoyunun desteğini alacağı şekilde, kendi lehine oluşan ezilmişlik politikası ve oynamakta olduğu ‘mazlum azınlık’ rolü ile Batı’nın bölgedeki önemli işbirlikçisi konumunu kapmıştır. Batı da bölgede böyle bir azınlık devletini kontrol ederek, tüm bölgeyi kontrol etmiş olacağından İsrail’in saldırgan politikasına sessiz kalmayı tercih etmektedir.

Devletler gerçekçi bir yaklaşımla kendi ulusal güvenlik perspektiflerini oluşturmaya çalışırlarken, liberal görüşlere sahip güçler de dünyanın çeşitli yerlerine daha çok demokrasi götürme eğilimi ile hareket edebilmektedirler.74 İsrail’in liberal

bir bakış açısına sahip olmaktan uzak, realizmin de ötesinde bir politik tutumu benimsediği görülmektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Amerika Birleşik Devletleri eliyle bölge için düşünülen ve uzun yıllardır uygulamaya çalışılan proje, grand strateji olarak adlandırılmakta ve uluslararası hukuka uygun olarak bölgede tesis edilen devlet örgütlerinin uygulama becerilerini aksattığı varsayılmaktadır. Bu görüş günümüz siyaset teorisinin bir gerçeği olmuştur. Grand stratejiler küresel sistemin meşru hükümetler eliyle kurulduğu varsayımına dayanmaktadır.75 Ortadoğu bölgesinde bu

stratejik bakış açısının yansımaları görüldükçe mesele daha net anlaşılmaktadır. Küresel sistemin ülkelerin sınırlarını baz almadan sınırlar üstü bir bakış açısıyla yönetim olgusunu değerlendirdiği görülmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi ile kabul

73 Kingston Conference on International Security 2016, Nestor Arellano, 11.04.2016, http://www.vanguardcanada.com/TyingtheKnotThatcher adresinden 05.05.2016 tarihinde alınmıştır. 74 Francis Fukuyama, Neo-Conların Sonu, Yol Ayrımındaki Amerika, Çev: Hasan Kaya, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 99.

75 Ömer Göksel İşyar, “Günümüzde Uluslararası Güvenlik Stratejileri: Kavramsal Çerçeve ve Uygulama”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, Ankara - Bursa, 2008, s. 1-42. file:///C:/Users/BA%C5%9EKANIN%20%C3%87OCU%C4%9EU-2/Downloads/39-64-1-SM.pdf adresinden 19.06.2018 tarihinde alınmıştır.

ettirilmek istenen yönetim algısı, bu türden bir vizyona sahip, sınırları baz almayan, bölgesinde etkin ve daha otoriter bir İsrail’in bölgede var olması anlamına gelmektedir. Oldukça saldırgan bir dış politikası olan İsrail komşuları için de tehdit unsuru olmakta öteye geçememiştir. Kalkınmanın ve endüstrileşmenin ikinci plana itildiği bir ekonomi daha az esnek ve daha fazla hassas olacaktır. İstikrar politikalarının ve uzun vadeli yatırımların böyle bir ekonomide izlenmesi daha güç hale gelmesinin önünü açacaktır. İsrail’in sürekli artan askeri yatırımlarının gerekçesi böyle saldırgan bir politikaya daha çok faktörü kazandırmaktır. Çünkü daha çok saldırmak için daha çok silah üretmek zorundadır. Daha çok toprak elde etmesi için daha çok saldırması, daha çok saldırması için de daha çok silaha gereksinim duymaktadır. Bu nedenle sürekli daha çok toprak elde etmek için izlediği saldırgan tutumu doğru orantılı olarak izlenmektedir.

İsrail, güvenlik politikası olarak “ileriden savunma” yöntemine başvurmuş, Haganah, Stren ve Irgun gibi terör örgütleri eliyle yerli halkı ötelemeye “saldırgan savunma” politikası güderek mevcut kazanımlarını korumaya ve yeni yerleşim yerleri kazanmaya çalışmıştır. Bu tutum devletleşmeye kadar devam etmiş, devletleşmeden sonra ‘çevrilmişlik sendromunu’ yenmek için etrafındaki devletlere savaşa hazır olduğu izlenimi verirken, kendi toplumunu da beka sorunu eksenli yayılmacı politikasına ikna etmeye çalışmıştır. Devletleşmeyle birlikte edinilen bu politik tutum, milis anlayıştaki ordu taktiği olarak sürdürülmektedir. Kuruluştan sonra Filistin’li örgütleri hedefine alan misilleme taktiği, 1956 savaşıyla kendini ispatlayan İsrail, 1965 yılında askeri literatürüne, Filistinli örgütlerin faaliyetlerini, ‘gerilla faaliyeti’ kategorisinden ‘terör örgütü faaliyetine’; yapılan saldırıların tanımını da ‘taciz’ olarak değil, ‘düşman terörist faaliyetler’ olarak tanımlamıştır. 1967 yılında yapılan savaşa buraya kadarki tecrübeleriyle katılan İsrail, Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak kendine bu alanda bir sınırlama koymamıştır. Güvenlik politikalarında her zaman olduğu gibi kendi kararlarını verme eğiliminde olmuştur.76

76 Zafer Balpınar, “İsrail’in Güç Kullanımı Esaslı Güvenlik Anlayışının Thomas Hobbes’un “Doğa Hâli” Kavramıyla Analizi,” Güvenlik Stratejileri Yıl: 9 Sayı: 17, İstanbul, s. 100. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/84491 adresinden 18.06.2018 tarihinde alınmıştır.

Güvensizlik algısı, 1973 Savaşı ile İsrail ulusal güvenliğine adeta damga vurmuştur. İsrail bu savaşla yenilmeye her zamankinden daha fazla yaklaşmış, Filistinli örgütlerin kesin ve büyük bir tehdit olarak algılanmaları kaçınılmaz olmuştur. Filistinli örgütlerle savaştan başka bir seçeneğin olmadığı algısı yerleşmiştir. Bu durum Filistin halkına yapılan baskıları da artırmıştır. Bu tutum 1991 Körfez Savaşına kadar sürmüş ve uluslararası kamuoyuna Irak’ın Kuveyt’teki işgali ile İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali arasında paralellik kurma yolunu açmıştır. Bu durum İsrail için dış politikada bir zorunluluğu getirmiş ve İşçi Partili Siyonist solcular, bölünmüş bir Filistin fikrini benimseyerek aynı yıl Madrid Barış Konferansına katılmışlardır.77

Oslo Barış Görüşmelerinin 1993 yılında yapılması ile İsrail için ulusal güvenliğin bir taraftan çatışmayla, diğer taraftan da görüşmeyle sürdürülmeye çalışıldığı bir döneme girilmiştir. FKÖ İsrail’i tanımış, İsrail de buna kayıtsız kalmayarak görüşmelerde bulunmuştur. Ancak Filistin halkının mücadelesi bu görüşmelere hapsolmamış, eylemler artarak devam etmiştir. Eylemler devam ettikçe İsrail’in tutumu da sertleşmiştir. Bu dönemde yapılan anlaşmalar Filistinlilerin, İsrail’in ulusal güvenliğine saygı göstermeleri ve onu korumaya yönelik bir tutum geliştirmeleri sürecini geliştirmiştir. Bir taraftan görüşmeler sürmüş, diğer taraftan şiddet artarak devam etmiştir.

HAMAS, FKÖ’den farklı ve bağımsız olarak intihar saldırıları başta olmak üzere eylemlerini giderek artırmış, güvensizlik ortamı giderek genişlemiştir.1995 yılında Beilin - Abbas Anlayış Protokolü imzalanarak Filistinliler kontrol altında belli bölgelerde tutulmaya çalışılmıştır. İsrail güvenlik algısını üst seviyeye çıkarmaya çalışmış, güvenlik anlayışı silah kullanımına entegre edilmiştir. Böylece İsrail her saldırıya saldırı ile karşılık vermiş, bu şekilde belirli yerleri hedef almıştır. İsrail her daim Ortadoğu için bir çatışma alanı muamelesi yaparak, Gazze’yi “serbest terör bölgesi” haline getirmiştir. Güvensizlik şiddeti artırmıştır. Yaser Arafat sağlık sorunları bahanesiyle tasfiye edilerek 2004 yılında yerine Mahmud Abbas gelmiş, şiddetin ve güvensizliğin ekseninde herhangi bir kayma olmamıştır. Filistin bölgelerinin tümünde askeri operasyonlar ve şiddet artmıştır.78 Şiddetin bu denli arttığı

77 Ilan Pappe, Modern Filistin Tarihi. (Çeviren: Nuri Plümer). Ankara: Phoenix Yayınları, 2007, s. 344. 78 Balpınar, a.g.m. s. 108.

bir düzlemde FKÖ benzeri bir yapılanma aşırı şiddet ile mücadelede Filistin halkının beklentilerine yanıt veremeyerek tarih sahnesinden çekilmiştir. Çünkü 2000’li yıllar ile birlikte mobil internetin ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla FKÖ liderlerinin yapacağı birkaç satır açıklama veya kınama kamuoyunun hıncını almaya yeterli gelmediği düşünülmektedir.

Mahmud Abbas liderliğindeki FKÖ, 2006 seçimleriyle yönetimi HAMAS’a kaptırmış, her iki toplum giderek kutuplaşmış, misilleme politikası devam etmiştir. 2007 yılına gelindiğinde Gazze “düşman toprak” ilan edilmiştir.79 Gerçekçi bir

gözlemle dış politika yapan bakış açıları, İsrail’in halen Ortadoğu için istikrarsızlık öngörmekte, kendilerini de bu istikrarsız ortamda dış tehditlere karşı savunmasız görmektedirler. Dolayısıyla İsrail, soğuk savaş anlayışı olarak önyargılı bir tutum içerisinde, kendini nükleer silah edinme ve diğer silahların da yeteri kadarına sahip olma taktiğini benimsemiştir. Sonuç olarak; İsrail’in kendini savunması demek, kendisi için başka bir devletin sınırları içerisinde oluşan herhangi bir tehdidin, henüz oluşum aşamasında yok edilmesi demektir. Hiçbir zaman kendini, askeri personel, stratejik derinlik ve bölgesel müttefikler konusunda yeterli görmeyen İsrail için bu tutum bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir.80

Ulusal güvenlik perspektifinden taviz vermemek adına, istikrarlı bir dış politika edinemeyen İsrail, müttefiki ABD ile ilişkilerini iyi tutmayı daha çok önemsemektedir. Askeri olarak kendilerini yeterli görmemeleri sürekli bu alana yatırım yapılmasına, nüfus olarak kendilerini yeterli görmemeleri ile de sürekli Yahudi göçlerinin bu topraklara sürmesini istemektedirler.81