• Sonuç bulunamadı

İSLAM’DA MİLLİYETÇİLİK

A. Smith modernist görüşü eleştirerek “eğer modernistler haklıysalar o zaman modern öncesi dönemlerde ne millletlerin ne de milliyetçiliğin olması mümkündür”

2. WESTPHALIA SÜRECİ ve TARİHSEL GELİŞİM

3.2. İSLAM’DA MİLLİYETÇİLİK

İslam ve Milliyetçilik konusu çok tartışmalı bir konu olarak varlığını sürdürmektedir. İslamda milliyetçiliğe izin var mıdır yok mudur tartışması sürerken ‘milliyetini sevmek’ ve ‘milliyetini diğerlerinden üstün görmek’ arasındaki farka vurgu yapanlar çoğunluktadır. İslam’da farklı farklı milletlerin olduğu, tüm dilllerin ve milletlerin Allah’ın delillerinden olduğu gibi ifadelere Kuran-ı Kerim’in Hucurat, Maide ve Rum surelerinde rastlanmaktadır. Bununla birlikte Hz. Muhammed’in Veda Hutbesinde vurguladığı Arabın Arap olmayana; beyazın da siyaha üstünlüğünün olmadığını vurgulaması İslam’da ırkçılığın reddedildiğinin kanıtlarındandır. Yine Hz. Muhammed’in ırkçılığı lanetlediği birçok hadisinin olduğu da bilinmektedir.

Milliyetçilik kelimesi Kur'ani bir kavram olan ‘millet’ kelimesinden türetilmiştir. Kur'an'da ‘millet’ kelimesi on altı yerde geçmekte ve hepsi de ‘din’ anlamında kullanılmaktadır. Mesela ikinci surenin 130. ayetinde, ‘İbrahim'in 'milleti' dini olan İslam’dan kim kaçar'109 denilmiştir. Bundan dolayı tüm kelam, fıkıh ve akaid kitaplarında millet kelimesi "din" anlamında kullanılmıştır.110 Başka bir kaynakta Kur’an-ı Kerim’de millet kelimesinin biri Hz. İbrahim, İshak ve Yakub’a nisbet edilmek suretiyle, yedisi ‘millet-i İbrahim’ şeklinde olmak üzere on beş yerde geçtiği belirtilmektedir.111

108

Naci Kutlay, a.g.e., 1997, s.233

109 Kuran-ı Kerim, Bakara Suresi, 130. Ayet

110 Bünyamin Duran, ‘Irkçılık, Ulusçuluk, Milliyetçilik ve Müslümanca Tavır’, Köprü Dergisi,

52.sayı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1995

111 Recep Şentürk, ‘Millet Makalesi’, İslam Ansiklopedisi, cilt 30, Türkiye Diyanet Vakfı, 2005,

42

Mehmet Kara milliyetçiliğin İslam toplumunda sömürgeciliğin bir aleti olarak kullanıldığını vurgular. Kara’ya göre milliyetçilik, İslam için yabancı bir kavram olup, İslama da son yüzyıl içerisinde girmiştir. Başta İngiliz ve Fransız misyonerlerce olmak üzere Batılılar eliyle İslam ülkelerine girip daha sonra emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak yayılmıştır. Daima Batı emperyalizminin hizmetinde olan milliyetçiliğin, İslam dünyasını hemen hemen tek çatı altında tutan ve siyasi birliğin sembolü olan Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayıp yok etmek için bir araç olarak kullanıldığını vurgular. Bu bölgelerdeki ulus bilincinin de önce Müslüman olmayan topluluklar arasında çıkmış olduğunu, sonra Arnavutluk ve Araplar'da görülmeye başladığını söyler.112

Çağdaş milliyetçilik normal bir his ve duygu değil, insanın tüm ferdi ve içtimai davranışlarını kendi kontrolü altına almak isteyen siyasal ve sosyal bir düzendir. Öte yandan İslam da kendine has altyapılarla bağımsız bir fikri ameli ve siyasi içtimai nizama sahip olduğu için milliyetçilikle çelişmesi tabiidir.113 İslam, diğer dinler gibi kişinin bireysel ibadetlerini yapmakla sınırlandırılmış ‘Protestan’ bir din değil; insanın iktisadi, ticari, siyasi ve sosyal hayatını da düzenleyen bir dindir. ‘Siyasal İslam’, ‘Kültürel İslam’ ve ‘Demokratik İslam’ gibi beşeri ideolojiler ile birlikte tanımlanmaya ihtiyaç duymayan bir dindir. Bu anlamda İslam, insanın kendi milliyetini sevmesini yasaklamaz fakat onu diğer milletlerden üstün görmesini de kabul etmez. Murtaza Garia da İslam’daki bu hususa dikkat çekmektedir:

“Beşer faaliyetlerinin tamamı, Kuran-ı Kerim’in şamil olduğu sahanın içerisinde kalmaktadır. İktisadi, içtimai, siyasi, kültürel faaliyetlerin tamamı Kuran-ı Kerim’in şemsiyesi altında gerçekleşmektedir. Hayatın her veçhesini tanzim etmektedir, insanın

112Mehmet Kara, ‘Modern Milliyetçiliğin Doğuşu ve İslam Dünyasına Girişi -1’, Haksöz Dergisi,

sayı 33, İstanbul, 1993

113Ali Muhammed Nakavi, İslam ve Milliyetçilik, çev.Hüseyin Sönmez, Şubat Yayıncılık, Konya,

43

varlığını sürdürmesi ve gelişmesini gerçekleştirmesi için gerekli olanın tamamını eksiksiz bir reçete şeklinde iman ehline sunmaktadır.”114

Muharrem Çakar’a göre millet ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi ne de idari bir zümre değildir.115 Millet lisanca, dince, ahlakça ve edebiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur.116

Millet, ulus ve etnisite gibi kavramlara ilk bölümde değinilmiştir. Fakat İslam’da milliyetçilik anlatılırken ümmet, kavim ve kabile gibi kavramların da tanımlarının bilinmesinde fayda vardır.

Ümmet bir peygamberin tebliğ ettiği dine inanan veya o dine muhatap olanların meydana getirdiği topluluk anlamında kullanılan bir terimdir. Ragıb el-İsfahani ümmeti “aynı dine inanma, aynı zamanda yaşama veya aynı mekanda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diye açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de altmış dört yerde geçen ümmet kelimesi yukarıda sözü edilen anlamlarda kullanılmıştır.117

Sözlükte ‘aynı soydan gelen, töre, dil ve kültürleri bir olan insan topluluğu’ anlamına gelen kavim (kavm) ise ‘ırk, millet’ manasında da kullanılır. Yeni bir kavram olan kavmiyye de (kavmiyetçilik) ‘milliyetçilik, ırkçılık’ anlamındadır. Kavmiyye, Arapça’da milliyetçilik kavramını karşılamak için modern dönemde ortaya çıkmış bir kelimedir. Ayrıca kavm karşılığı olarak ümmet kelimesi de kullanılır. Kur’an-ı Kerim’de kavim genellikle ‘topluluk’ manasında 383 yerde ve tekil olarak geçmektedir.118

114Murtaza Garia, ‘Kur’a-ı Kerim’in ve Sünnetin Işığı Altında Milliyetçilik, edt.M.Ghayasuddin,

çev.Taha Cevdet, İslam Dünyası ve Milliyetçilik, Pınar yayınları, İstanbul, 1991, s.26

115 Muharrem Çakar, İslam’daki Milliyetçilik, Burak Yayınevi, İstanbul, 1996, s.13 116 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976, s.22

117 Halil İbrahim Bulut, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Ümmet Makalesi, cilt: 42,

2012, s. 308-309

118Recep Şentürk, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Kavim Makalesi, cilt: 25, 2002,

44

Kabile de tanım olarak aynı soya mensup aileler topluluğu, boy, aşiret anlamındadır. Soy birliği şuuruna dayalı sosyal, ekonomik ve siyasi örgütlenme biçimini de ifade eden, nesilden nesile aktarılan kültürün bir arada tuttuğu kabilenin kimliği din, dil (lehçe), tarihi rivayetler ve töre farklılaşması gibi sembolik alanlarda ortaya çıkar. Kabile toplumunda kan bağı önemlidir, fakat bu hiçbir zaman toprağa olan bağlılığı dışlamamaktadır. Hemen hemen bütün yerleşik kabileler sınırları belirli ortak topraklara sahiptir ve kan bağı kabilenin siyasi yapısını açıklamakta her zaman yeterli olmamaktadır.119

İslam’da ortak inanç, İslam ümmetinin altyapısıdır. Milliyetçiliğin amacı, milli birimler kurmaktır. Oysa İslam’ın hedefi dünya birliğidir. Milliyetçilik insanın vefakarlığının ve bağlılığının ekseninin ‘vatan’ olduğuna; İslam ise Allah ve din olduğuna inanır. Milliyetçilik dar bakışlı, İslam ise evrensel bakışlıdır. Milliyetçilik yalnız kendi milletinin tarihi geleneklerine, şahsiyetlerine, kendi milletinin kültürüne, medeniyetine ve fikirlerine değer verir. Fakat İslam, insana sınır, ırk ve kavimle sınırlanmayan geniş bir görüş verir. Hz.Musa, Hz.İsa ve Hz.Muhammed (Sav)’i bütün insanlık için sayar.120

İslamın millet ve milliyete verdiği değer nedir? Bu konuda kaynak Kuran-ı Kerim olacaktır.121 İslamiyet milletlerin varlığını inkar etmediği gibi, içtimai kimlik için bir baz oluşturması bakımından bir millete ait olmanın tezahürü niteliğindeki aksiyonların da düşmanı değildir. Allah’ın yarattığı beşeri doku da böyle olmasını gerektirmektedir. İslamiyet, yeryüzünde olup biten işlerde sonucun, bir milletin diğerlerine göre daha

119Casim Avcı-Recep Şentürk, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Kabile Makalesi,

cilt: 24, 2001, s.30-32

120 Ali Muhammed Nakavi, a.g.e., 1991, s.81

45

üstün olduğu yolunda bir varsayımca tayinine itiraz etmektedir. Hucurat süresinin on üçüncü ayetinde mealen şöyle denilmektedir122:

“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır.”123

Yine buna benzer vurgular Kuran-ı Kerim’in Maide ve Rum surelerinde de görülmektedir.

“… Her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir...”124

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir...”125

İslamın Peygamberi son hutbesinde azınlık, ırk ve coğrafya esasına istinat ettirilen ayrımlara nihai darbesini indirmiş, kendisini dinleyen coşkulu kalabalığa şunları söylemiştir:

“Ey İnsanlar! Beni iyice dinleyiniz. Allah hepinizi Adem’in soyundan, Adem’i de topraktan yarattı. Arap olanın Arap olmayana, beyaz olanın siyah olana, Arap olmayanın Arap olana veya siyah olanın beyaz olana takva dışında hiçbir üstünlüğü yoktur.”126

Hz. Muhammed, pek çok hadisinde Müslümanlar arasında ayrıma sebep olan kardeşlik ve birlik ruhunu zedeleyen ırkçılık üzerinde durmuş ve onu şiddetle

122 Murtaza Garia, a.g.m., 1991, s.19 123 Kuran-ı Kerim, Hucurat Suresi, Ayet 13 124 Kuran-ı Kerim, Maide Suresi, Ayet 48 125 Kuran-ı Kerim, Rum Suresi, Ayet 22 126 Murtaza Garia, a.g.e., 1991, s.25

46

reddetmiştir. Ebu Davud es-Sicistani’den aktarılan hadise göre Hz. Muhammed “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık uğruna savaşanlar bizden değildir. Irkçılık üzerine ölenler de bizden değildir.”127 sözleriyle bu konudaki aşırılığı reddetmiştir.

Said-i Nursi de insandaki milliyetçilik duygusunu yok saymak yerine onu müsbete kanalize etmiştir. O milliyetçiliğin inkar edilemeyeceğini şöyle ifade eder128:

“Fikr-i milliyette bir zevk-i nefsani var; gafletkarane bir lezzet var; uğursuz bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimai ile (sosyal hayatla) meşgul olanlara ‘Fikr-i milliyeti bırakınız!’ denilmez.”129

Said Nursi, insanda inkar edilemeyecek bir duygu olan milliyetçiliği, müsbet ve menfi milliyetçilik olarak ikiye ayırır. Müsbet milliyet derken, din ile milliyetin birlikte düşünüldüğü bir manayı, menfi milliyetçilik derken de ırkçılığa dayanan ve dine yabancı veya karşı olan milliyetçilik manasını kasteder.130

Said Nursi, Emeviler dönemindeki Arap milliyetçiliğinin İslam dinine ciddi bir zarar verdiğini söylemektedir. Said Nursi’nin görüşlerini aktaran İsmail Mutlu’ya göre Emeviler, kendilerini diğer ırklara mensup bütün Müslümanlar’dan üstün görüyorlardı. Hatta onlara köle gözüyle baktıklarını söyler. Bir Arap, Türk’ün veya İran’lının arkasında namaz kılmıyor, onlardan bir kadınla evlenmiyordu. Vali, hakim ve imam tayin edilmek istendiğinde görevlendirilecek şahsın Arap’lığı iyice araştırılıyordu. Böylece Emevilerin, yaptıkları pek çok zulümle hem İslam alemini küstürdüğünü, hem de devletlerinin tarih sahnesinden silinmesine sebep olduklarını söylemektedir. 131

127 Ebu Davud Süleyman ibn'el Eş'as el-Ezedi es-Sicistani, Sünen-i Ebu Davud, Edeb:113

128 İsmail Mutlu, Bediüzzaman’ın Görüşleri Işığında İslam ve Milliyetçilik, Mutlu Yayıncılık,

İstanbul, 1994, s.30

129 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1986, s.298 130 İsmail Mutlu, a.g.e., 1994, s.30

47

İslamiyet’te milliyetçiliğe yer olmadığını söyleyen bir diğer kişi ise Ebu'l A'lâ el- Mevdudi’(1903-1979)dir. Ona göre milliyetçiliğin mana ve özü ile İslamiyet’in ruh ve gayesi taban tabana zıttır. İslam insanı esas alarak hiçbir insanı milliyet, ırk, sınıf veya ülke ayırımıyla birbirinden ayırmaz. İslami devlette rekabet yerine işbirliği ve dostça yardımlaşma yerleşecektir. Milliyetçilik ise, ayrımcılıktır. Kendine tercih hakkı tanır. Saldırgan bile olmazsa ayırım yapacaktır.132

Etnisite ve din, modernliğin egemen seküler ruhuna direnmiş ve hala direnmeye çalışan iki alandır. Batı toplumlarında dinin siyasal gücü Westphalia süreci ile birlikte etkisini kaymetmeye başlarken, bu durum İslam ülkelerinde geleneksel etkisini Batı’dan daha fazla hissettirmektedir.

Nakavi’ye göre Müslüman ülkelerde milliyetçilik, 19. y.y.’dan itibaren ortaya çıktı. Milliyetçilik düşüncesinin ilk girdiği ülkeler Mısır ve Türkiye idi. Napolyon’un Mısır’a saldırısı, İslam dünyasının tarihinde bir dönüm noktası ve batıcılığın başlangıcı olarak kabul edilmektedir.133

Modern milliyetçiliğin Avrupa'da ortaya çıkmasından üç-dört asır önce yaşamış olan İbn-i Haldun (1332-1406), toplumun gelişme aşamasının ilk şekli olan bedeviliği anlatırken, insanların bir araya gelme koşulunun asabiye (akrabalık bağları) olduğunu belirtir. Bu asabiye, kabile üyelerini birbirine bağlayarak bunlar arasında güçlü ve kenetlenmiş bir birliktelik sağlar. Bu bir nevi ilkel kabile milliyetçiliğidir. Ancak Haldun’a göre toplumun dayandığı temel sadece asabiye değildir, ona göre toplumu bir

132 Yümni Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, Turan Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, s.130 -

131

48

araya getiren bir diğer önemli unsur dindir. O, toplum hayatında asabiye ve dinin eksikliğinde insanın, yaşayışında ve ahlakında hayvanlara benzeyeceğini söyler.134

“Her ne kadar İslamiyet’i, biz bir din olarak tanımlamaya eğilimliysek de, Peygamber’in onu daha çok bir millet olarak tanımlamış olması muhtemeldir.” D. S. Margoliouth'un bu açıklaması, İslamiyet’in esaslarını anlatmaktaki en derin görüşlerden biridir. “İslamiyet’in bir millet olarak kavramlaştırılmış olmasının yapı bakımından sonuçları nelerdir?” sorusunu sorarak din sosyolojisi açısından milleti açıklamaya çalışan Şerif Mardin’e göre, ilk başlarda İslamiyet’in toplumsal yapı bakımından belki en önemli niteliği, kabile ilişkilerinin çok kuvvetli olduğu bir ortamda belirmiş olmasıdır.135

Günümüzde Arap ülkelerinin milliyetçiliği İslamiyet ile o kadar özdeşleşmiştir ki herkes bu durumu Arap milliyetçiliğinin Mısır ve Türkiye (Osmanlı) Suriye’sine öncülük yapan çeşitli Arap Hıristiyan azınlıklar, Kıptiler ve Maruniler ile bağdaştırmakta zorlanırlar.136 Ahmet el Kudsi kitabında Araplar’ın akraba diller konuşan bir halklar kümesi mi (Faslı, Mısırlı, Yemenli gibi) yoksa milliyetiniz nedir sorusuna ‘Arab’ cevabını veren tek bir ulus mu oldukları üzerine tartışmalara değinmiştir.137 Din, ön-milliyetin zorunlu bir işareti değilse bile kutsal ikonlar modern milliyetçiliğin olduğu kadar ön milliyetin de ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Kutsal ikonlar, aslında hayali olan bir topluluğa tek başına elle tutulur bir gerçeklik sunan sembolleri, ritüelleri ya da ortak kolektif pratikleri temsil eder. Hobshawm’a göre bunlar paylaşılan imgeler ya da Müslümanların her gün beş vakit kıldıkları namazlar gibi pratikler olabilir.138

134

Mehmet Tahir Acet, Ziya Gökalp’te Din ve Milliyetçilik, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır, 2014, s.45

135 Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s.65-70 136 Eric J. Hobsbawm, a.g.e., 2010, s.89

137 Ahmet El Kudsi, Arap Dünyasında Milliyetçilik ve Sınıf Mücadelesi, çev. Orhan Koçak, Köz

Yayınları, İstanbul, 1975,s.5-12

49

Anlaşıldığı üzere başta Müslümanlar olmak üzere Ortadoğu toplumlarında milliyetçiliğin aidiyet sıralaması fazlasıyla din endekslidir. Müslüman olan Araplar ve Hıristiyan olan Araplar arasında önceliğin ‘Arap olmak’tan ziyade mensup olunan din olduğu aşikardır. Yine Ortadoğu’da en büyük çatışma Müslüman Filistinliler ile Yahudi İsrailliler arasında ‘Din’ üzerinden yaşanmaktadır. Müslümanlar Kudüs’ün ilk kıble olması ve Hz. Muhammed’in miraca yükseldiği yer olması hasebiyle kendileri için önemli olduğunu belirtirken Yahudiler de kutsal kitaplarına göre Kudüs’ün kendi başkentleri olarak inşa edildiğini söylerler. 1900’lü yılların başlarında da Filistin milliyetçiliğinin sembol isimlerinden olan başmüftü Hacı Emin el Hüseyni de Yahudi devletinin kuruluş süreçlerinde karşıt tutum benimserken faşist yönetimler olan Mussolini ve Hitler ile görüşmeler yapmakta beis görmemiştir.

Aynı dinden olan Ortadoğu’lu toplumlarda bile bir ortaklık görmek zordur. Burada din olgusundan sonraki en önemli ikinci faktörün de mezhep olduğu görülmektedir. Yemen’de her ikisi de Müslüman olan Husiler ve Sünni muhalifler yıllardır savaşmaktadırlar. Yine günümüzde Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da ve İran’da insanlar ırklarından ve dinlerinden önce mezhepleri üzerinden bir milliyetçilik yürütmektedirler. İran bu konuda güçlü tarihsel Fars (Pers) milliyetçiliğinin yanı sıra Şii mezhebine duyduğu bağlılık ile de bilinmektedir. İran’da Safaviler döneminde Şah İsmail ile Sultan Yavuz arasındaki çatışmalarda da toplumlarındaki Sünni – Şii çatışması görülmektedir.

Millet inşasına ve milliyetçiliğe sezgisel yönelimin dini ihya etme gayretiyle birleşmesi ve karışması, Osmanlı’da da gayet belirgindir.139 Milliyetçiliğin ve uluslaşma süreçlerinin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Özellikle savaş ve devrimler bu süreçte çok önemli rol oynamıştır. 1877-1878 Rus-Türk Savaşı’ndan sonra birkaç yıl içinde Bulgaristan, Bosna ve Hersek, Cezayir, Tunus ve Mısır Osmanlı

50

İmparatorluğu’ndan ayrılarak ya bağımsız devletler kurdular ya da bazı burjuva devletlerin sömürgesi durumuna gelmişlerdir. Trablusgarp (1911-1912) ve Balkan (1912-1912) savaşlarından sonra, İmparatorluk Avrupa ve Afrika’daki topraklarını kaybetti.140 Osmanlı’da hanedanın ve teb’adan birçoğunun etnik açıdan Türk olmalarına karşılık, ‘milleti hakime’ denildiğinde kastedilen, Türkler değil bütün Müslüman’lardı.

İlber Ortaylı milliyetçiliğin Osmanlı üzerindeki yıkıcı etkilerini anlatırken benzer süreçler yaşayan Rusya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarına göre Osmanlı’daki ulusalcı akımların daha aktif ve silahlı eylemlere dönüştüğüne değinmiştir. Ortaylı’ya göre, 1804 Sırp Ayaklanması ve özerkliği, ardından 1821-1829 Yunan Ayaklanması ve bağımsızlığı bu yönde etkilerde bulunmuştur. Yunan bağımsızlığı, o tarihe kadar kültürel bir milliyetçilik halindeki Ermeniliğin de eyleme geçmesi için örnek teşkil etmiştir. Bunun dışında Siyonizm gibi dışardan gelen Yahudilerin yurt kurma çabası, son güne kadar siyasi varlığı zayıf olan Kürd ve Arap ulusçuluğu gibi örnekler vardır.141

Sonuç olarak Osmanlı Devleti, Filistin-İsrail, Libya, Cezayir ve Kürtler konularında da görüldüğü gibi din ve milliyetçilik arasındaki etkileşim üzerine örneklemeleri uzatmak mümkündür. Mücahid Bilici’nin milliyetçiliği yeni bir din olarak tanımlaması da bu etkileşimin boyutunu ortaya koymaktadır. Bilici’ye göre nitelik itibariyle milliyetçilik, yitirildiği söylenen dinin geride bıraktığı ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir tatmin arayışıdır. Din olmaksızın toplumların yaşayabileceğine ilişkin çıkarımın da yine dünyevi bir din olan milliyetçilikle birlikte geçerliliğini yitirmiştir. Kısacası, “milliyetçilik kapıdışarı edilen dinin pencereden, dönüşerek girmiş halidir”. 142

140 İbrahim Yalımov, ‘1876-1923 Döneminde Türkiye’de Bulgar Azınlığı ve Sosyalist Hareketlerin

Gelişmesi’, der.Mete Tunçay-Erik Jan Zürcher, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve

Milliyetçilik (1876-1923), İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s.133

141 İlber Ortaylı, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Milliyetçilik’, 13. Türk Tarih Kongresi-4-8Ekim

1999 Kongreye Sunulan Bildiriler, 2. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2002, s.1

51

SONUÇ

Millet ezeli ve ebedi bir kavram değildir, milliyetçiliğin bir ideoloji olarak modern dönemde ortaya çıkmasıyla ‘icat edilmiş’ bir topluluktur. Fakat tamamen modern dönemlere ait bir kavram olarak da görülmeyecek şekilde, geçmiş mitlerden, sembollerden, tarihi olaylardan ve simgelerden beslenerek günümüze gelmiş bir kavramdır. Kutsal bir inanç olarak tanımlanan din de kendi ‘ümmet’ine sahiptir. Aynı dine inanan mensuplarını millet ayırt etmeksizin bir ümmet üst kimliğinde birleştirir.

Konunun uzmanlarınca insanlığın milletler halinde bölünmesi ve milli bir kimliğin güç kazanması hem tehlike hem de umut olarak görülmektedir. Tehlike olarak etnik çatışmaların artması, azınlıklara yapılan zulüm ve baskılar, terör olayları ve etnik soykırım yaşanması gibi durumlar örnek olarak gösterilirken; umut olarak ise despotik olan rejimlerin demokratikleştirilmesi, aşağılanmış halklar için birer gurur kaynağı olması ve demokrasiyi teşvik etmesi gösterilmektedir.

Toplumun genelinde milliyetçiliğin modern çağda doğan bir kavram olduğu ve modernizm öncesi milliyetçilikten bahsedilemeyeceği fikri bulunmaktadır. Oysa ki bu fikir yanlızca modernist bakış açısından ibarettir. Birçok yazar bunu genel bir kabul olarak lanse etmesine rağmen, bu yorum milliyetçilik kuramlarında tartışılmış ve üzerinde ittifak edilmiş bir durum değildir. Yani milliyetçilik sadece ‘modernist’ düşüncede olanlara göre modern çağda doğan bir olgudur. ‘İlkselciler’ ya da daha ara bir yol olarak görülen ‘Etno-Sembolcüler’ bu fikirde değildirler. Onlara göre milliyetçiliğin tarihi çok daha eski süreçlere dayanmaktadır.

Milliyetçilik uzun bir tarihsel sürecin eseridir. Çalışmada da bahsedildiği üzere Antik çağlarda yaşayan Mısır ve Mezopotamya toplumlarından beri izlerine rastlanan bir süreçtir. Yine Ortaçağ’da başta İngiltere, Fransa ve İtalya’da birçok millet ve şehir- devlet ortaya çıkmış ve bir milli kimlik bilincinden bahsedildiği görülmektedir.

52

Milliyetçilik Rönesans ve Reform Süreçleri, Westphalia Barışı, Aydınlanma Süreci, Sanayi Devrimi, İngiliz Devrimi, Amerikan Devrimi ve Fransız Devrimi gibi tarihi süreçlerle beslenmiş ve her geçen gün daha da güç kazanmıştır. Ulus-devlet ve sekülerizm ile de toplumda bir din gibi benimsenip değer görmüştür.

Din ve milliyetçilik arasında hem benzer noktalar dikkat çekmekte hem de

Benzer Belgeler