• Sonuç bulunamadı

Milliyetçilik ve din etkileşimi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Milliyetçilik ve din etkileşimi"

Copied!
76
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

i

TC.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

MİLLİYETÇİLİK ve DİN ETKİLEŞİMİ

AHMET MURAT FIRAT

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman: DOÇ. DR. NEZİR AKYEŞİLMEN

(2)
(3)
(4)

iv

ÖNSÖZ

Milliyetçilik sürecinin Avrupa’da doğduğu, görece modern dönemlere ait bir kavram olduğu ve Papalığa karşı güç kazanan seküler kesimin öncülük ettiği bir süreç olduğu genel bir kabuldür. Fakat ne zaman doğduğu üzerine yaşanan tartışmalar farklı kuramların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Milliyetçilik Batı’da bazı istisnalar harici dini kurumların olumsuz yönde etkileriyle karşılaşmış, mücadele kiliselere ve din adamlarına karşı verilmiştir. Ortadoğu’da ve İslami hareketlerde ise din ve milliyetçiliğin iç içe geçtiği birçok örnek görülmektedir.

Uzun bir okuma ve hazırlık döneminden sonra ortaya çıkmış olan bu çalışmanın daha iyi bir düzeye çıkmasında öneri ve fikirleriyle destek olan hocalarım Doç. Dr. Metin AKSOY ve Doç. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN’e teşekkür ederim. Ayrıca bu çalışmayı hazırlarken özellikle epistemolojik ve metodolojik anlamda kendisine her danıştığımda bana yardımcı olup, yol gösteren ve fikirlerini benimle paylaşan değerli aydın ve yazar Altan TAN’a da çok teşekkür ederim.

Hazırlanan bu çalışmada yerli ve yabancı birçok yazar ve akademisyenin kitaplarından faydalanılmıştır. Kaynak araştırmamızda bize yardımcı olup eserlere rahatlıkla ulaşmamızı sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi’ne ve Milli Kütüphane çalışanlarına teşekkür ederim.

Son olarak da tüm eğitim hayatım boyunca yanımda olan annem, babam ve kız kardeşlerime; tezimin yazım sürecinde beni her zaman destekleyen ve olumlu yönde teşvik eden eşime ve varlığıyla beni şanslı kılan güzel kızım Reyyan Lina’ya teşekkür ederim.

Kuşkusuz, tezin artıları bu çalışmada katkı sağlayanlara, hataları ve eksiklikleri de şahsıma aittir.

(5)

v

TC.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ad Soyad Ahmet Murat FIRAT Numara : 154229002001

Ana Bilim / Bilim Dalı

Uluslararası İlişkiler/ Uluslararası İlişkiler

Danışman Doç. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN

Tezin Adı Milliyetçilik ve Din Etkileşimi

ÖZET

Milliyetçilik, sosyal bilimlerde incelenmeye başlandığı tarihten bugüne kadar tanımı ve ne zaman doğduğu üzerine tartışmaların devam ettiği bir kavramdır. Milliyetçiliğin ilk dönemlerden beri varolduğunu savunan görüşlerin yanı sıra, modern dönemlerin ürünü olduğunu savunan görüşler de bulunmaktadır. Milliyetçilik nedir sorusuna cevap aranırken millet, etnik kimlik ve ulus gibi kavramlar ile birlikte kavim, ümmet ve kabile gibi kavramlar da incelenmiştir.

Milliyetçiliğin doğuşundan itibaren din ile yoğun bir etkileşimi bulunmaktadır. Bazı toplumlarda dinin milliyetçilik üzerine etkisi olumsuz yönde olmuşken, bazı toplumlar da ise din ve milliyetçilik birbirlerini beslemişlerdir. Bu çalışmada öncelikle Batı toplumunda 1648 tarihinde imzalanan Westphalia Barış Antlaşmaları ile ulus

(6)

vi

devletlerin oluşum süreçleri incelenmiş; ardından Ortadoğu’da yaşayan toplumlarda milliyetçilik sürecinin nasıl anlaşıldığı ve din ile bağlantısına değinilmiştir.

Batı toplumlarında insanların öncelikli milliyetçilikleri ait oldukları milliyete göre şekillenirken, Ortadoğu’da yaşayan toplumlarda bu açık bir şekilde görülmemektedir. Bu toplumlarda din ve mezhep çatışmaları, kavim ve millet çatışmalarından çok daha ileri düzeydedir. Bölgede yaşanan en büyük sorunlardan biri olan Arap-Yahudi çatışması din merkezli, Sünni-Şii çatışmaları da mezhep merkezli bir çatışmadır.

(7)

vii

SUMMARY

Thesis Title: Interaction Between Nationalism and Religion

In the social sciences, the concept of nationalism has been debated with regard to what its definition is and when the nationalism emerged. There are some approaches that nationalism has existed in the early periods as well as that it is the product of modern times. While searching answers for the question of what the nationalism is, the concepts such as nation, ethnic identity, ummah and tribe have been examined.

The nationalism has been intensely interacted with the religion since the beginning. In some societies, the religion has effected nationalism negatively while the religion and nationalism have maintained each other in other societies. In this thesis, it has been firstly maintained the founding process of nation-states through Peace of Westphalia in 1648 and how the nationalism process was understood and its relation with religion in the societies live in the Middle East.

While the nationalism of the people in Western societies is primarily shaped by the nationality they belong to, can not see it so clearly in the societies live in the Middle East. In this societies, religious and sectarian conflicts have been more decisive than tribal and national ones. The Arab-Jew conflict which is one of the biggest questions in the region is a religion-centric conflict and the Sunni-Shiite conflict is a sect-centered conflict.

(8)

viii

İÇİNDEKİLER

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ... iii

ÖNSÖZ ...iv ÖZET ...v SUMMARY ... vii İÇİNDEKİLER ... viii KISALTMALAR ...x HARİTALAR ... xi GİRİŞ ... 1 Tezin Amacı ... 2 Tezin Soruları ... 3 Tezin Önemi ... 4 Tezin Metodolojisi ... 4 Tezin Kapsamı ... 5 Tezin Yapısı ... 5 1. MİLLİYETÇİLİK... 7 1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE... 7 1.2. KURAMSAL ÇERÇEVE...13 1.2.1. İLKÇİ YAKLAŞIM ... 14 1.2.2. MODERNİSTLER ... 16 1.2.3. ETNO-SEMBOLCÜLER ... 19 1.2.4. YENİ YAKLAŞIMLAR ... 22

(9)

ix

2. WESTPHALIA SÜRECİ ve TARİHSEL GELİŞİM ... 25

3. MİLLİYETÇİLİK ve DİN İLİŞKİSİ ... 33 3.1. AVRUPA’DA DİN ve MİLLİYETÇİLİK İLİŞKİSİ ...34 3.2. İSLAM’DA MİLLİYETÇİLİK ...41 SONUÇ ... 51 KAYNAKÇA ... 56 ÖZGEÇMİŞ ... 65

(10)

x

KISALTMALAR a.g.e. : Adı Geçen Eser

a.g.m. : Adı Geçen Makale

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

akt. : Aktaran B.M. : Birleşmiş Milletler Bkz.: Bakınız çev. : Çeviren der. : Derleyen edt. : Editör Hz. : Hazreti M.Ö. : Milattan Önce s. : Sayfa sav: Sallallahualeyhivesellem y.y. : Yüzyıl

(11)

xi

HARİTALAR

Harita 1: 1789 yılı Avrupa

Harita 2: 1648 Sonrası Avrupa

(12)

1

GİRİŞ

Milliyetçilik, üzerinde neredeyse hiçbir konuda tam anlamıyla uzlaşı sağlanamamış bir kavramdır. Kavramın ne zaman ortaya çıktığı, hangi koşullarda meydana geldiği, nerede doğduğu ve tanımının ne olduğu üzerine onlarca, hatta yüzlerce söylem bulunmaktadır. Milliyetçiliğin modern öncesi dönemlere ait bir kavram olduğunu söyleyen yazar ve kuramcılar ile birlikte, tamamen modern dönemlerin bir ürünü olduğunu söyleyenler de mevcuttur. Milliyetçilik sadece kuramcıların değil sosyologların, psikologların, tarihçilerin, iktisatçıların ve başka bir çok bilim dalının da üzerinde çalıştığı ve tartıştığı bir kavramdır.

Din olgusu üzerine de benzer şekilde birbirinden farklı olan birçok tanımlama yapılmaktadır. Din, tek Allah (ya da Tanrı) veya tanrılar düşüncesine dayalı toplumsal bir yapıdır. Teokratik bir yapı hedefleyen, samimi ve kalpten bir inanç ile tam bir bağlılık isteyen din ile milliyetçilik benzerlik ve farklılıklarıyla incelenmesi gereken konulardan biridir.

Milliyetçilik ve din etkileşimi konusu, bu alanda çalışma yapanları hayli zorlayan konulardan biridir. Bu zorluk milliyetçiliğin genel bir algı olarak modernist bir bakış açısı algısıyla yorumlanması ve dinin ise kadim dönemlere, yani modern öncesi dönemlere ait bir konu olarak ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Yani ele alınan iki kavramın egemen bakış açıları bakımından zaman uyuşmazlığı (anakronik sorunlar) bulunmasından kaynaklı zorluklar bulunmaktadır. Avrupa’da egemen olan görüş, modern dönemlerde insanların daha da sekülerleştiğini varsayarak dinin toplum üzerinde etkisini kaybetmeye başladığı ve dinin azalan etkisiyle milliyetçiliğin bu alanda toplum üzerinde bir egemenlik kurduğu görüşüdür. Çalışmada da değinileceği gibi milliyetçiliğin toplum üzerinde bir din gibi etkinlik kurduğunu, aslında dinin etkinliğinin azalmasından çok, sekülerleşmiş olan toplumlarda dinin milliyetçilik kimliği üzerinden

(13)

2

dönüşümü göze çarpmaktadır. Çoğu zaman da toplumlarda dinler, mezhepler ve milliyetler o kadar içiçe geçmiş hale gelmiştir ki, kişiler kimliklerini tanımlarken hepsinden bir parçayı belirtmek durumunda kalmaktadır. Milliyetçilik en basit haliyle bile seküler toplumlarda din gibi kutsal bir şekilde sahiplenilmekte, bazı toplumlarda ise din milliyetçilikleri ve mezhep milliyetçilikleri görülmektedir.

Milliyetçilik hem Batı’da (Avrupa’da) hem de İslam’ın yoğunlukta olduğu bölgelerde din ile ciddi bir etkileşim içerisine girmiştir. Avrupa’da 1648 yılında Westphalia süreci yaşanmış, bu süreçte Papalık özelinde dini kurumların etkisi azalmış ve Prensler özelinde ise seküler güçler etkinlik kazanmıştır. Batı Avrupa’da görülen İrlanda ve Polonya gibi bazı istisnalar hariç, asıl egemen olan seküler kimlik Doğu Avrupa’da etkinliğini çok daha az gösterebilmiştir. Özellikle Slav asıllı olan milletlerin çatışmalarının özelinde din ve mezhep milliyetçiliği günümüzde dahi en önemli etken olmaya devam etmektedir.

Ortadoğu toplumlarında ise ‘milliyetçilik’ kavramı ele alındığında tek etkenin ırk ve kavimler olmadığı, din ve özellikle mezhep milliyetçiliğinin de en az ırksal milliyetçilikler kadar güçlü bir parametre olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Uzun yıllardır süren İsrail-Filistin çatışmalarında dini hassasiyetler etkinken; İran, Lübnan ve Yemen gibi devletlerde meydana gelen çatışmalarda ise Sünni ve Şii mezheplerine olan bağlılık daha önemlidir. Yine Libya ve Cezayir gibi devletlerin ulusal bağımsızlık isyanlarında dini liderler ve dini hareketler rol oynamıştır. Aynı şekilde Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerindeki Kürt milliyetçiliği incelendiğinde de dini kesimin önemli bir liderlik vasfı bulunduğu görülmektedir.

Tezin Amacı

Çalışmanın konusu milliyetçiliğin doğuşundan günümüze kadar geldiği süreçte din ile olan etkileşimini incelemektir. Milliyetçilik tanımı yapılırken ulus, etnisite, millet,

(14)

3

ümmet, kavim gibi tanımlarına da yer verilmiştir. Milliyetçiliğin kuramları olan İlkselcilik, Modernist Yaklaşım ve Etno Sembolcu Yaklaşımlar tek tek incelenmiştir. Ayrıca son yıllarda üzerinde çalışmalar yapılan ve literatüre giren yeni yaklaşımlara da değinilmiştir.

Milliyetçiliğin Avrupa’da doğuşuna zemin hazırlayan nedenler, 1648 Westphalia süreci ve Ulus-devlet konularının tarihsel gelişimi anlatılmıştır. Avrupa’da ülkeler özelinde milliyetçiliğin din ile olan etkileşimleri kısaca incelenmiştir. Son olarak Ortadoğu ve İslam toplumlarında milliyetçiliğin ortaya çıkışı, Kur’an-ı Kerim’de hangi anlamlarda yer aldığı, milliyetçilik ve ırkçılığın farkları, mezhep ve din milliyetçiliğinin Müslüman toplumlardaki etkileri incelenmiştir.

Bu doğrultuda tezin öncelikli amacı, üzerinde uzlaşılmış bir tanımı ve kuramı olmayan milliyetçilik kavramını epistemolojik ve terminolojik açıdan incelemek, farklı kuramları savunan kuramcıların hangi saiklerle iddialarını savunduklarını görmek ve bunların din ile etkileşim içinde olan Avrupa ve Orta Doğu toplumlarında nasıl algılandığını ortaya koyabilmektir.

Tezin Soruları

Milliyetçilik ve din kavramlarının birbirleriyle ne düzeyde etkileşimleri bulunmaktadır?

Din ve milliyetçilik kavramları birbirlerine rakip kavramlar mıdır yoksa birbirlerini besleyen kavramlar mıdır?

1648 yılında yaşanan Westphalia Süreci’nin Avrupa’da dinin egemen kimliği üzerindeki etkisi nedir?

(15)

4

Avrupa’da yaşanan din-milliyetçilik etkileşimi ile Ortadoğu ve Müslüman toplumlarında yaşanan etkileşimin arasındaki farklar nelerdir?

İslam’da milliyetçilik var mıdır? İslam’ın millete ve milliyetçiliğe verdiği değer nedir?

Tezin Önemi

Milliyetçilik ve din etkileşimi konusunu ele alan bu çalışmada, Avrupa’da Protestanlık ve Ortodoksluk özelinde Hıristiyanlığın milliyetçilik sürecinin, seküler kesimin dini devlet dışına itmesiyle sonuçlandığı görülmektedir. Westphalia süreci ile Ulus-Devlet bir din gibi topluma yerleşmiş ve Papalık etkisini tamamen kaybetmiştir. Sekülerizm Avrupa’da yeni bir din gibi toplumda etkinlik kazanmıştır. Fakat yine de Avrupa’da özellikle Slav halklarda mezhep milliyetçiliklerinin ortadan kalkmadığı da görülmektedir.

Ortadoğu toplumlarında ise milliyetçilik Avrupa’daki gibi belirgin bir şekilde ırksal düzeyde yaşanmamış, din ve mezhepler de son derece önemli bir konumda olmuştur. Şii ve Sünni olan Arap ya da Türkmen bir kişi için birincil kimliğin Araplık ya da Türklük olmadığı mezhepsel milliyetçiliğin kendini konumlandırmada daha öncelikli olduğu birçok süreç görülmektedir. Fakat Avrupa’daki gibi Seküler kimliğin bir din gibi algılandığı süreçler Ortadoğulu toplumlarda da görülmüştür.

Tezin Metodolojisi

Tezin hazırlanma sürecinde kavramsal ve kuramsal anlamda milliyetçilik, din ve mezhep milliyetçiliği üzerine çalışmalar yapmış birçok akademisyen ve yazarın kitaplarından literatür taraması yapılarak ikincil kaynak olarak yararlanılmıştır. Bu

(16)

5

çalışmalarda Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi ve Ankara Milli Kütüphane’den faydalanılmıştır.

Tezin Kapsamı

Milliyetçiliğin din ile etkileşimi incelenirken mitler, simgeler, semboller ve gelenekler üzerinden milliyetçilik tartışmalarının yapıldığı ilk Antik çağlardan 20. yüzyıl sonlarına kadar olan dönem incelenmiştir. Özellikle 21. yüzyılda yapılan çalışmalarla literatüre giren yeni yaklaşımlara kısaca değinilmiş olup detaylarına girilmemiştir.

Bu çalışmada çok büyük oranda Ortadoğu ve Avrupa’da yaşanan din ve milliyetçilik süreçleri üzerinde durulmuş diğer bölgelerdeki gelişmeler kapsam dışında bırakılmıştır. Din milliyetçiliği kapsamında ise genellikle İslam ve Hristiyanlık (Ortodoksluk-Protestanlık) ele alınmış, diğer dinler ve inançlara değinilmemiştir.

Tezin Yapısı

Milliyetçilik ve din etkileşimin kuramsal, kavramsal ve tarihsel olarak incelendiği çalışma üç bölüm şeklinde ele alınmıştır.

Birinci bölümde milliyetçiliğin kavramsal olarak tanımına değinilmiştir. Milliyetçilik tanımının daha net anlaşılması için millet tanımından başlanmış, ardından benzer kavramlar olan etnisite ve ulus kavramları açıklanmıştır. Milliyetçiliğin ortaya çıkmasında en önemli kilometre taşlarından olan Fransız Devrimi anlatılmıştır. Ardından milliyetçiliğin farklı tanımlarıyla ortaya çıkmış olan kuramlar ele alınmıştır. Üç önemli kuram olan İlkselciler, Modernistler ve Etno Sembolcüler ile Yeni Yaklaşımlar diye adlandırılan kuramlar temsilcileriyle birlikte ele alınmıştır.

(17)

6

İkinci bölümde ise Avrupa’da 1648 Westphalia Barışı ile birlikte değişen siyasal ortam incelenmiş, Papalığın toplum üzerindeki otoritesinin azaldığını ve sekülerizmin artık en önemli etken olduğu süreç ele alınmıştır. Milliyetçiliğin ulus devlet süreciyle dinin etkisini kaybettiği bir ortamda adeta bir din olarak yeniden topluma yerleşmesine değinilmiştir.

Son bölüm de ise milliyetçiliğin din ile olan olumlu ve olumsuz etkileşimi Avrupa ve Müslüman ülkelerde ayrı ayrı ele alınmıştır. Milliyetçilik Avrupa’da dinin egemenliğini kaybettiği bir ortamda doğmuş ve kendine egemenlik alanı bulmuştur. İslam’da milliyetçiliğin olup olmadığı, menfi ve müsbet milliyetçiliğin ne olduğu, kavim, ümmet ve kabile gibi tanımlara da yer verilmiştir.

(18)

7

1. MİLLİYETÇİLİK

Sosyal bilimlerin genelinde pek çok başka kavramda olduğu gibi milliyetçilik kavramının da üzerinde hemfikir olunmuş bir tanımı bulunmamaktadır. Milliyetçilik kavramının daha net anlaşılması için millet, etnisite, kimlik, ulus gibi kavramların da bilinmesi gerekmektedir. Bu kavramları birbirinden bağımsız ele almak olanaksızdır. Milliyetçilik düşüncesinin oluşumunda İtalyan Niccolo Machiavelli, Alman Immanuel Kant, İngiliz John Stuart Mill ve Fransız Jean Jacques Rousseau gibi düşünürlerin doğrudan veya dolaylı katkıları bulunmaktadır.

Konuya giriş yapılırken kavramın literatürüdeki terminolojiine değinilmesi gerekmektedir. Bu milliyetçilik kavramının hangi alt kavramlarla beslendiğinin görülebilmesi açısından elzemdir.

1.1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

İlk olarak millet tanımına değinerek başlamak gerekir. Latince anlamıyla ‘Millet’ kelimesi 13. yüzyıldan beri kullanılmakta ve yine Latince doğum anlamına gelen ‘nasci’ kelimesinden türemektedir. ‘Natio’ şekline dönüştüğünde, doğum yeri açısından birleşen insanlar grubuna tekabül eder. Özgün kullanımıyla millet (nation), hiçbir siyasi atıf taşımamakla birlikte bir insan türüne ya da ırksal bir gruba işaret eder. Terim, 18. yüzyıl sonlarına kadar fazla bir siyasi ton taşımamıştır.1

Sosyal bilimlerin duayenleri arasında kabul edilen Max Weber (1864-1920) milleti duygu birliği içinde hareket eden ve kendini bağımsız bir devlet biçiminde ifade edebilir bir kitle olarak tanımlar.2 Fransız İhtilali’nin önemli hatiplerinden Sieyes ise ihtilal öncesinde milleti ortak bir yasa altında yaşıyan ve aynı yasa koyucu tarafından

1 Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çev.Hüsamettin İnaç, Adres Yayınları, Ankara, 2007, s.191 2 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, çev. Taha Parla, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s.260-265

(19)

8

temsil edilen bir ortaklar topluluğu olarak tanımlamaktadır. Batı dillerinin tamamında kullanılan ‘nation’ kelimesi Latince’den, Türkçe’de de kullanılan ‘millet’ ise Arapça’dan gelmektedir.3

Otto Bauer milliyetçiliği tanımlamaya milleti tanımlayarak başlar. Yazara göre millet bir kader topluluğudur, kendine özgü bir karekteri ve kültürü vardır. İkinci aşama ise kültür topluluğu aşamasıdır. Kültür topluluğundan millete geçişte önemli olan etkense duygudur, milleti oluşturanların ortak kaderlerine olan inançlarıdır.4

Japonya ve Hindistan miliyetçiliği üzerine çalışmalar yapan Hint bilgesi Rabindranath Tagore'a göre ise millet, siyasi ve ekonomik birlik anlamında mekanik bir amaç için örgütlendiğinde bütün sakinlerin varolduğunu kabul ettiği bir istikamettir. O kendi başına bir amaçtır. Millet, maddi refah hırsıyla komşu toplumlara diker gözünü, sonuçta karşılıklı kıskançlık başlar ve birbirinin büyüyüp kuvvetlenmesinden korku duyulur.5

Bernard Lewis de milleti; ortak bir dil, ortak ata, tarih ve kadere sahip; inanç sayesinde bir arada tutunan bir grup insan olarak tanımlar. Lewis, tanımında kültürel unsurların önemini kabul etmenin yanı sıra ‘egemen bağımsızlık’ kavramını da tanım içinde ön plana çıkarmaktadır.6 Smith ise milleti tanımlarken etni kavramını ön plana çıkarır, milleti kendisinden çok daha eski olan etninin modern mirasçısı ve dönüşmüş hali olarak görür.7

3 Mümtazer Türköne, Milletler ve Milliyetçilikler, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2012, s.20-21 4 Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları-Eleştirel Bir Bakış, Doğu Batı Yayınları, Ankara,

2008, s.53

5Rabindranath Tagore, Milliyetçilik, çev.Murat Çiftkaya, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1999,

s.46-47

6 Faruk Bozgöz, "Arap Milliyetçiliği", Doğu Batı Düşünce Dergisi, Milliyetçilik II , cilt.2, no.39,

İstanbul, 2006, s.58-72

7Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, çev. Derya Kömürcü, Everest Yayınları,

(20)

9

Liberalizmin önemli ismi John Stuart Mill (1806-1873), milliyeti aralarında benzerlik ve yakınlık bulunan insanlar topluluğu olarak tarif eder. Ona göre bu benzerliği sağlayan ise dil, etnik köken veya din gibi unsurlar ve birlikte yaşanan ortak bir tarihtir.8 Fransız düşünür Ernest Renan (1823-1892) ise 1882 yılı Mart ayında Sorbonne’da verilen bir konferansta milleti birlikte katlanılan ve katlanılmaya hazır olunan fedakarlık hissinin yarattığı büyük bir karşılıklı bağlılık olarak tanımlamaktadır.9

Kendi ulusuna bağlılığın uluslararası ilkelere bağlılıktan ya da bireysel çıkarlardan daha önemli olduğunu ileri süren bir görüş olan ulusçuluk, siyasi bir program olmaktan çok, bir bakış açısıdır.10 Eski Türk dilinde ‘ülüş’ten türemiş olan kavram Uygurca’da ‘uluş, ülke, ulus’ anlamlarında kullanılmıştır. Arapça kökenli millet kavramının günümüzde anlam bakımından dini kimliğinden soyutlanmış şekli ile ele alınsa da etimolojik olarak ulus kavramını karşılamamaktadır. Çünkü etimolojik olarak ulus ‘nasci’den gelen ‘nation-ulus’ kavramı, bir dine ve inanca bağlı topluluk anlamına gelen Arami kaynaklı olan millet kavramından farklı olarak ortak kökene vurgu yapmaktadır.11

Benedict Anderson 1983 yılında kaleme aldığı ‘Hayali Cemaatler’ (Imagined Communities) kitabında ulusu hayal edilmiş bir siyasal topluluk olarak tanımlamaktadır. Ona göre ulus hayal edilmiştir, çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir ama yine de herbirinin zihninde toplamlarının hayali yaşamaya devam edecektir.12

8 Mümtazer Türköne, a.g.e., s.28-29 9

Ernest Renan, Nutuklar ve Konferanslar I, MEB Yayınları, Ankara, 1946

10 Ana Britanica, cilt 16, s.102

11Zerrin Savaşan, ‘Ulus Kavramının Gelişimi, Değişimi ve Dönüşümü’, edt. Arif Behiç

Özcan-Yusuf Çınar, Uluslararası İlişkilerin Temel Kavramları, Hükümdar Yayınları, İstanbul, 2014, s.13-14

12 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Çev. İskender Savaşır, Metis Yayınları, İstanbul, 1993,

(21)

10

Yapılan millet ve ulus tanımlarından anlaşılacağı üzere bu iki kavramın birbirleriyle aynı kavram olup olmadığı konusu da tartışmaya açık bir konudur. Fakat yukarıda yapılan birçok tanımda aslında millet tanımının ‘nation’ anlamında kullanılan ulus tanımı ile iç içe kullanıldığı görülmektedir. Türkçe’ye yapılan çevirilerde Arapça kökenden gelen ve dini kimliği de içinde kısmen barındıran ‘millet’ ifadesi ile Latince’de ki ‘nation’ kelimesi anlamına gelen ve daha seküler bir anlamda kullanılan ulus ifadesinin ayrımının pek çok çevirmen tarafından gözardı edildiği de görülmektedir. O nedenle çalışmada bu kavramlar birbirleri yerine aksi belirtilmediği sürece aynı anlamda kullanılmıştır.

Millet kavramına değinildikten sonra bilinmesi gereken bir diğer kavram ise ‘etnik’ sözcüğüdür. 14. yüzyılın ortalarından beri İngilizce’de “ethnic” olarak kullanılan sözcük Yunanca’da dinsiz kişi anlamına gelen “ethnikos” sözcüğünden türemiştir. 19. yüzyılda ırksal anlamlar kazanan ‘etnik’, günümüzde yalnızca ırksal değil ortak dil, tarih, kültür, bağlılık, din, ırk gibi değerlerin bir araya getirdiği insanlar anlamında kullanılmaktadır.13 Bir diğer kavram olan etnisite ise ilk kez 1953 yılında Amerikalı sosyolog David Riesman tarafından kullanılmışsa da bu kullanıma konu olan etnik (ethnic) kelimesinin etimolojik kökenleri yukarıda da belirtildiği gibi çok daha gerilere uzanır.14

Milliyetçilik herşeyden önce bilincimize bir şekil veren, dünyayı anlamlandırmamızı sağlayan bir söylem; başka bir deyişle, toplu kimliklerimizi belirleyen, günlük konuşmalarımızı, davranış ve tutumlarımızı yönlendiren bir görme, yorumlama ve bir algılama biçimidir.15 Milliyetçilik terimi Larousse’un 1874 tarihli

13 Urmila Phadnis, Ethnicity and Nation-Building in South Asia, London, 1989, p. 13

14Ruhtan Yalçıner, ‘Etnisite ve Milliyetçilik: Eleştirel Bir Değerlendirme’, Ankara Üniversitesi

SBF Dergisi, Cilt 69, No. 1, Ankara, 2014, s.189-191

15Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları-Eleştirel Bir Bakış, Doğu Batı Yayınları, Ankara,

(22)

11

‘Büyük Sözlük’ünde iki anlamda kullanılmaktadır. Birincisi şovenizmle eş anlam taşımakta, ikincisi de halkların bağımsız milletler olarak var olması diye tanımlanmaktadır.16 Milliyetçiliğin temelinde kendi kaderini tayin ilkesi vardır, bunun bağımsızlık anlamına gelmesi zorunlu değildir. Özerklik, Federalizm, Azınlık Haklarının Korunması, hatta genel bir yurttaşlık uygulaması kapsamında eşitlik gibi değişik biçimleri de kapsayabilir.17

Gerçek milliyetçiliğin doğuşunun dakik bir şekilde tespit edilebileceği bırakın bir an, sabit bir evre bile yoktur. Tarihçilerin, milliyetçiliğin Polonya’nın ilk taksimatı sırasında mı (Lord Action), yoksa Amerikan Devrimi (Benedict Anderson) veya İngiliz Devrimi (Hans Kohn) sırasında mı ya da Fitche’nin 1807 tarihli Alman Milletine Seslenişler’i ile mi (Kedourie) ortaya çıktığına ilişkin tartışmalar bize milliyetçiliğin doğuşu hakkında değil, onların farklı tanımları hakkında bir şeyler söylemektedir.18

Milliyetçilik tarihinde önemli bir yeri olan Fransız Devrimi, 1789 yılında burjuva sınıfının siyasi iktidarı ele geçirip kapitalist toplum kurma süreci olarak bilinmektedir. Devrim, Ortaçağ feodal sistemini kaldırıp, kapitalist sisteme geçişin genel hatlarını taşır. Devrim öncesi Krallık içerisinde rahipler(ruhban), asiller ve ‘üçüncü sınıf’ diye tabir edilen kesimler vardı. Rahipler toplumdaki en imtiyazlı sınıflardı. Kiliseler büyük bir servete sahip ve Kral üzerinde söz hakları bulunmaktaydı. Devletin yüksek memuriyetleri ve orduda yetki ise asillerin elindeydi. Onlar da vergiden muaf kesimlerdir. Üçüncü sınıf ise kendi içinde ikiye ayrılıyordu. Burjuva kesimi ve köylü denilen emekçi kesim. Asıl çalışıp Krallığı ayakta tutan ve ruhban sınıf ile asiller sınıfını

16

Ülkü Şahna, Türkiye’de Milliyetçiliğin Ortaya Çıkışı ve Tek Parti Döneminde Milliyetçilik

Anlayışları, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008,

s.12

17Fred Halliday, ‘Evrensellik ve Haklar: Milliyetçiliğin Karşısındaki Tehditler’, der. Umut

Özkırımlı, 21. Yüzyılda Milliyetçilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008, s.66-67

18Anthony D. Smith, Milli Kimlik, çev.Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014,

(23)

12

da ‘besleyen’ sınıf, üçüncü sınıftır. Kısacası bu devrim; kilise ve dine dayanan feodal yapı içerisinde yavaş yavaş gelişerek iktidara talip olan burjuva sınıfının mücadelesiyle başlayan bir devrimdir.19

Harita 1: 1789 yılı Avrupa

Milliyetçi gelişmeler, büyük devrimler döneminde had safhaya ulaşmıştır. İngiliz Devrimi, İngiliz milliyetçiliğinin ilk defa, tam anlamıyla kendi kendini gerçekleştirmesine neden olmuştur. Amerika Devrimi yeni, tek Amerikan milli hissiyatını oluşturma yolunda mesafe katetmiş, son olarak da Fransız Devrimi sadece Fransa’da değil, bütün Avrupa kıtasında milliyetçi enerjinin bütün birikimini açığa çıkarmıştır.20

18. y.y’dan 19. y.y’a kadar ki süreç içerisinde milliyetçilik çalışmaları üzerinde Fransız J.J. Rousseau, İngiliz Edmund Burke, Amerikalı Thomas Jefferson, Alman

19 Bkz. Murat Sarıca, 100 Soruda Fransız İhtilali, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1981

20 Salo Wittmayer Baron, Modern Milliyetçilik ve Din, çev.Mehmet Özay, Açılım Kitap

(24)

13

Johann Gottlieb Fitche ve İtalyan Giuseppe Mazzini gibi düşünürlerin etkisini görmek mümkündür. Bu düşünürlerin sahip oldukları fikirler ve içinden çıktıkları halkların kendine özgü tarihi tecrübeleri ve toplumsal eğilimler arasındaki bu uygunluk, onlara şaşırtıcı derecede uzun süreli tesirleri olan bir hayatiyet vermiştir. Bu aydınlar modern Fransız, İngiliz, Amerikan, Alman ve İtalyan ulus bilincinin baskın niteliklerini oluşturmuştur.21

1.2. KURAMSAL ÇERÇEVE

Milliyetçilik nedir sorusuna sadece genel hatlara değinilerek bir tanım yapılması mümkündür. Fakat bu tanım değişik milliyetçilik kuramları arasındaki farklı yaklaşımları gözden kaçırmamıza neden olur. Bu yüzden yapacağımız milliyetçilik tanımı bizim milliyetçiliği hangi kurama göre ele aldığımızı da ortaya koyar. Bu anlamda en önemli üç yaklaşıma değinilecektir. Bunlar İlkselci yaklaşım, Modernist yaklaşım ve Etno-Sembolcü yaklaşımdır. Ayrıca bazı yeni yaklaşımlara da kısaca değinilecektir.

Modernistleri birleştirdiği düşünülen ortak özellik, milliyetçiliği modernleşme süreçlerinin, dolayısıyla yakın tarihin bir armağanı olarak görmeleri; etno-sembolcüleri birleştiren milletlerin etnik kökenlerine verdikleri önem; ilkçileri birleştiren ise milletleri doğal yapılar olarak görmeleridir.22

Josep R. Llobera ve Kenneth Minoque gibi yazarlar yaptıkları tanımlamalarla ‘İlkçi’ (primordialist) diye adlandırılan yaklaşımı benimsemişlerdir. Tom Nairn, Eric J. Hobsbawm, Ernest Gellner, Benedict Anderson ve Elie Kedourie gibi yazarlar ise milliyetçiliği modern dönemlerin bir kavramı olarak ele almaktadır. Anthony D. Smith ve John Armstrong gibi yazarlar ise her iki gruptan ayrı bir tanımlama ile etno sembolcü bir yaklaşımı benimsemektedirler.

21 Salo Wittmayer Baron, a.g.e., s.75-76 22 Umut Özkırımlı, a.g.e., 2008, s.79

(25)

14

1.2.1. İLKÇİ YAKLAŞIM

Umut Özkırımlı’nın kuramdan ziyade bir ‘bakış açısı’ olarak değerlendirdiği ilkçi yaklaşım, milletleri doğal ve ilk çağlardan beri varlığını sürdüren bir yapı olarak görmektedir. Yaklaşım ilk olarak etnik kimliği ve bu kimliği oluşturan bağların niteliğini inceleyen çalışmalarda şekillenmiştir.23

İlk kez Shils tarafından 1957 yılında kullanıldığı söylenen ilkçilik terimi Clifford Geertz tarafından geliştirilmiştir. Dil, din, ırk, etnisite ve toprağa dayalı ‘primordialist’(ilkçi) bağların önemi üzerine Edward Shils’in çalışmasından yola çıkarak bu görüşü savunanlar etnik toplulukların ve ulusların, tarihin doğal birimleri ve insan deneyiminin bütünleştirici unsurları olduğunu iddia ederler.24

Milliyetçiliğe yönelik ‘ilkçi’ yaklaşımlar milli kimliği tarihsel bir temele dayandırır. Milletler ortak kültürel bir mirasa ve kurtuluşun ve devlet olmanın temeli olan dile beşiklik ederler. Milletler böylece, akrabalık bağına benzeyen derin duygusal bağlarla karakterize edilirler.25 Smith’e göre ‘ilkçilik’ başlığı altına dahil edilen çeşitli konumlar vardır. En uç versiyon olarak konuşma, görme ya da koklama duyularımız gibi bir etnik kimliğe de sahip olduğumuzu savunan görüştür. İlkçiliğin bu biçimi, doğaları itibariyle insanları bir ailenin üyesi olmalarına benzer şekilde, değişmeyen etnik toplulukların da üyeleri olarak görür.26

İlkçi açıklamaları benimseyen araştırmacılar içinde üç ayrı bakış açısı ortaya konmaktadır. Bunlara ‘doğalcı’, ‘biyolojik’ ve ‘kültürel’ bakış açıları denilmektedir. Doğalcı bakış açısı ilkçiliğin en aşırı versiyonudur. Bu görüşe göre etnik kimlik, konuşma yeteneği, koku alma, görme duyuları ya da cinsiyet kadar doğal bir

23 Umut Özkırımlı, a.g.e., , 2008, s.81

24Anthony D. Smith, Ulusların Etnik Kökeni, çev.Sonay Bayramoğlu-Hülya Kendir, Dost

Kitapevi Yayınları, Ankara, 2002, s.34

25 Andrew Heywood, a.g.e., 2007, s.201

26 Anthony D. Smith, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, çev. Derya Kömürcü, Everest

(26)

15

parçamızdır. Kişilerin ait oldukları etnik topluluk önceden belirlenmiştir. İlkçilere göre bugünün millletleri, yüzyıllardan beri var olan bir birlikteliğin günümüzdeki uzantısıdır. Milletlere Orta Çağ’da, hatta Antik çağlarda bile rastlamak mümkündür.27 İkinci bir bakış açısı, biyolojik yaklaşımdır. Biyolojik yaklaşımın temel özü, etnik bağlılıkların temelini genetik özelliklerde arıyor olmasıdır. Üremenin önemli olduğu sosyo-biyoloji alanında yapılan çalışmaların etnik gruplar üzerinde uygulanmasıyla bu yaklaşım ön plana çıkmıştır. Üremenin sağlıklı ve başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesi bireyin ancak kültürel benzerliği kıstas alarak kendisine yakın olanı seçmesiyle mümkündür.28 Son yaklaşım türü ise kültürel bakış açısıdır. Clifford Geert ve Edward Shils çalışmalarıyla kültürel bakışa öncülük etmişlerdir. Milleti oluşturan dil, din, kan bağı gibi olgular doğallığı savunmak adına yetersiz kalınca, araştırmacılar doğallığı söz konusu olgulara olan bağlılıkta bulurlar. Kısacası onlara göre milleti oluşturan ortak geçmiş değil, ortak geçmişe duyulan inançtır. Walker Connor bu yaklaşımı milleti; aynı soydan geldiğine ve ortak bir geçmişi paylaştığına inanan insan topluluğu olarak tanımlayarak açıklamaktadır.29

Minoque’ye göre milletlerin uyandırılması ve milliyetçilik ateşinin yeniden yakılması gerekmektedir. Minoque bu görüşü ‘uyuyan güzel’ metaforunu kullanarak açıklar. Millet uyuyan prensestir, milliyetçiler ise öpücüğü ile prensesi uyandıracak olan prenstir.30

İlkçi araştırmacılar, milletlerin doğum tarihi konusunda farklı görüşler öne sürerler. Llobera, milliyetçiliğin ancak çok dar bir tanımla ele alınırsa modern bir ideoloji olarak görülebileceğini söyler ve Orta Çağ Avrupa’sında ilkel bir milli bilinçten

27

Umut Özkırımlı, a.g.e., 2008, s.82-85

28 Roza Süleymanoğlu, Milliyetçilik Kuramları Bağlamında Kürt Milliyetçiliğinin Analizi,

Balıkesir Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir, 2015, s.31-32

29Mehmet Fatih Çiçek, Türkiye ve Irak Kürt Ulusal Hareketlerinin Karşılaştırmalı Analizi

(1958-1999), Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013,

s.12

(27)

16

söz edilebileceğini iddia eder. Adrian Hastings 14. y.y. İngiltere’sinde, özellikle Fransa’yla savaşlara girildiği dönemde bir tür milliyetçilikten söz edilebileceğiini belirtir ve bu milliyetçiliğin gelişimini 16.-17. yüzyıllarda tamamlandığını savunur.31 Sonuç itibariyle uzlaştıkları nokta milletlerin modern dönemlerde ortaya çıkmadığı, çok daha eskilere dayandığı fikridir.

1.2.2. MODERNİSTLER

Modernist yaklaşımı benimseyen kişilerin ve çalışmaların ortak noktasını milletler ve milliyetçiliğin son birkaç yüzyıla ait kavramlar olduğu görüşü oluşturmaktadır. Bu görüşe göre millletler ve millliyetçilik sanayileşme, kapitalizm, ulus devletlerin kurulması, kentleşme, laikleşme gibi modern süreçlerle birlikte ya da onların bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Modernistlerin üzerinde anlaştığı konu sayısı yok denecek kadar azdır. Milliyetçiliğin doğum tarihi konusunda bile ne kadar anlaştıkları tartışılır. Greenfeld İngiliz İç Savaşı’nı, Anderson Latin Amerika’daki Bağımsızlık hareketlerini, Alter Fransız Devrimi’ni ve Kedourie Alman Romantizmini milliyetçiliğin kaynağı olarak göstermektedir.32

Heywood’un modernist yaklaşım tanımına göre milliyetçilik, milli topluluk fikrinin milli egemenlik öğretisiyle yüzleştiği Fransız İhtilali’yle ortaya çıkmıştır. Bu ihtilal, modern milliyetçiliğin babası olarak da bilinen Jean-Jacques Rousseau’nun eserlerinden etkilenmiştir. Rousseau millet sorununu tartışmamış ve milliyetçiliğe değinmemiş olmasına rağmen, geliştirdiği genel irade fikri üzerine kurguladığı milli

31 Umut Özkırımlı, a.g.e., s.86-87 32 Umut Özkırımlı, a.g.e., s.103

(28)

17

egemenlik kuramı, milliyetçilik fikrine ilham veren ve onu doğuran bir tohum haline gelmiştir.33

Milliyetçilik, 19. y.y. dünyasını temelinden etkileyen en önemli kavramdır. Baskın Oran’a göre bir çok kavram ve toplumsal hareket, en hızlı devrimlerini yaşadıktan bir süre sonra tarih kitaplarının malı oldukları halde, milliyetçilik yükseldikten sonra 20. y.y. ikinci yarısında da önemli etkiler meydana getirmiştir. Özellikle az gelişmiş ülkelerin hem iç, hem de dış politikalarını etkileyen kavramlar arasında milliyetçilikten daha güçlüsünü bulmak oldukça zorlaşmıştır.34

Benedict Anderson ve Ernest Geller, 1983’te yazdıkları birer kitapla modernist yaklaşımın dünya çapında popüler olmasına katkıda bulundular. Anderson, Hayali Cemaatler adlı eserinde, milliyetçiliğin kökeninin matbaa kapitalizmi ve Protestan Reformu’nun kesişiminde bulanabileceğini iddia eder.35 Anderson pek çok araştırmacının aksine, milliyetçiliğin ilk olarak Amerika’daki sömürgelerde ortaya çıktığını ileri sürer. Eserinde matbaanın icadıyla Latince’yi bilen yayıncıların pazarın doyuma ulaşmasından sonra yerel dillere ağırlık verdiğini vurgular. Protestan Reformu ile birlikte İncil’in de Latince dışındaki dillere çevirilmesinin yerel dillerin önemini arttırdığını ve sonuç olarak da aynı dili konuşup yazan kitlenin aynı ‘hayali cemaate’ mensup oldukları fikrinin ortaya çıktığını söyler.36

Ernest Gellner’e göre milliyetçilik milletlerin eseri değildir, tam tersine milletleri ortaya çıkartan unsur milliyetçiliktir. Milliyetçilik elde mevcut bulunan tarihi mirasın içindeki kültürler arasından seçici bir bakışla yeni kompozisyonlar oluşturur ve onları

33 Andrew Heywood, a.g.e., 2007, s.203

34Baskın Oran, Az Gelişmiş Ülke Milliyetçiliği-Kara Afrika Modeli, Bilgi Yayınevi, İstanbul,

1997, s.19

35Şener Aktürk, “Milliyetçilik ve Etnik Çatışmalar”, edt. Şaban Kardaş, Ali Balcı, Uluslararası

İlişkilere Giriş, Küre Yayınları, İstanbul, 2014, s.422

(29)

18

bütünüyle dönüştürür.37 Gellner, modernizmin öngördüğü gibi sanayileşmeye geçiş çağının beraberinde ulusçuluk çağını da getirdiğini söyler.38 Kapitalizmin gelişimine paralel olarak okur-yazarlığın yayıldığı ve her devletin bir dili standartlaştırarak o dil etrafında bir siyasal ekonomi inşaa ettiğini belirtir. Modernist yaklaşımın bir başka önemli ismi Marksist tarihçi Eric Hobsbawm da milliyetçiliğin ve ulus devletlerin ortaya çıkışını anlattığı kitabında, 1780’den başlatarak milliyetçiliğin son iki yüzyılın ürünü, nispeten yeni ve modern bir ideoloji olduğunu vurgular.39

E. J. Hobsbawm, tarihin ve kültürel öğelerin bizzat milliyetçilik tarafından toplumsal bir mühendislik çalışması olarak ‘uydurulduğunu’ belirtir. Bu yaklaşımı ‘icat edilmiş gelenekler’ (invented traditions) olarak adlandırır. Sosyal olarak üç gelişmenin, icat edilmiş hayali veya mevcut olan milliyetlere artan ölçüde bir alan açtığını söyler. Bunlar modernliğin tehdidi ile kendini savunmaya geçen geleneksel grupların direnişi, gelişmiş ülkelerdeki şehirleşen toplumlarda ortaya çıkan yeni toplumsal sınıflar ve dünyanın her yerini saran daha önce hiç rastlanmamış göçler.40 Hobsbawm, milletlerin icat edildiği fikrini savunurken İtalya Krallığı parlementosunun ilk oturumunda Massimo d’Azeglio’nun söylediği şu sözünü paylaşır. “İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız.”41

Modernist Marksist Tom Nairn’e göre milliyetçiliğin kökenleri doğrudan dünya ekonomisinin gelişiminde yatmaz; milliyetçilik sanayileşme ve kentleşme gibi süreçlerin ürünü değildir. Milliyetçiliği doğuran, kapitalist ekonominin 18.yüzyıldan bu yana eşit olmayan şekildeki ‘dengesiz’ gelişimidir. Nairn’e göre kalkınma ‘dengeli’, eşit bir

37

Ernest Gellner, Nations and Nationalism, Cornell University Press, New York, 1983, p.52-62

38 Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, çev. Büşra Ersanlı-Günay G. Özdoğan, İnsan Yayınları,

İstanbul, 1992, s.80

39Şener Aktürk, a.g.e., s.422

40Eric J. Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, çev.Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,

2010

(30)

19

şekilde yaşanmadı.42 Milliyetçiliğin özünde belirsizlik vardır ve milliyetçilik iki yüzü olan eski Roma Tanrısı ‘Janus’ gibidir. Janus’un heykeli geçmiş yüzyıllarda şatoların giriş kapılarını süslerdi ve bir yüzü ileriye, diğer yüzü geriye bakardı. Ona göre milliyetçilik de modern çağın giriş kapısında durur. İnsanoğlu bu kapıdan geçmeye, ilerlemeye çalışırken umutsuzca geçmişe bakmak zorunda kalmaktadır.43

Bağdat’ta dünyaya gelmiş Marksist bir Irak Yahudisi olan Elie Kedourie (1926-1992), 1960 tarihli ‘Nationalism’ kitabında milletlerin keşfedilmekten ziyade, icat edildiklerini söyleyerek milliyetçiliğin 19. y.y. başlarında Avrupa’da ortaya çıktığını savunur.44 Kedourie milliyetçilik öğretisinde dil, ırk, kültür ve dinin aynı temel varlığın, yani millletin çeşitli yönlerini teşkil ettiğini söyleyerek bu doktrinin insanlığı ayrı ve farklı milletlere böldüğünü, bu milletlerin müstakil devletler kurması gerektiğini öne sürer.45

A.Smith modernist görüşü eleştirerek “eğer modernistler haklıysalar o zaman modern öncesi dönemlerde ne millletlerin ne de milliyetçiliğin olması mümkündür”46 diyerek bu görüşün doğru olmadığını savunmuştur. Erken dönem Sümer-Kent devletleri ya da ilk İsveç kanton milletlerini, eski Mısır ve Asurlular’ın millet sıfatından mahrum kalamayacaklarını özellikle eserlerinde vurgulamıştır.

1.2.3. ETNO-SEMBOLCÜLER

Millet ve milliyetçilik kavramlarının tamamen modern dönemlerin ürünü olduğunu savunan Modernist yaklaşıma karşı olan Etno-Sembolcü yaklaşıma göre etnik bir köken

42

Umut Özkırımlı, a.g.e., s. 106-109

43 Tom Nairn, Milliyetçiliğin Yüzleri – Janus’a Yeni Bir Bakış, çev. Seda Kırdar-Mehmet Ratip,

İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, s.118

44 Elie Kedourie, Nationalism, London: Hutchinson, 1960

45 Elie Kedourie, Avrupa’da Milliyetçilik, çev.Haluk Timurtaş, Milli Eğitim Basımevi, Ankara,

1971, s.65

(31)

20

olmadan ve milletlerin ortak mitleri olmadan millet olma süreci yarım kalır. Etno Sembolcü’lerin milliyetçilik tartışmalarına katılımları, en önemli isimlerinden olan John Armstrong ve Anthony D. Smith’in 1980’li yıllardaki çalışmalarıyla olmuştur.

Etno-sembolcülük terimi, milliyetçilik çözümlemelerinde etnik geçmişe ve kültüre ağırlık veren kuramcıları nitelemek için kullanılır. İlkçiliği reddeden, modernist açıklamaları ise yetersiz bulan John Armstrong, Anthony D. Smith, John Hutchinson gibi etno-sembolcüler, bu iki yaklaşımdan hareketle bir senteze ulaşmaya, bir tür ‘orta yol’ bulmaya çalışırlar. Modernistler ise terimi hiç dikkate almaz ve etno-sembolcüleri ilkçi sayarlar.47

Amerikalı siyaset bilimci John Armstrong 1982 yılında yayınladığı ‘Nations before Nationalism’48 isimli eserinin giriş bölümünde, milletlerin gelişim sürecini antik çağlara dek uzanan geniş bir zaman dilimi içinde ele alır. Armstrong çoğu çalışmada etno-sembolcülüğün kurucusu olarak anılmaktadır. Sonraki yıllarda yayınladığı makalelerinde çizgisini değiştiren ve milletlerin milliyetçilikten önce de var olduğunu söyleyen Armstrong, buna rağmen milletlerin ebedi yapılar olmadığını, belirli bir tarihte ‘icat edildiklerini’ söyler. Bu konuda Anderson, Hobsbawm gibi modernistlerle aynı görüşte olduğunu belirtir. Tek anlaşmazlığının ise milletlerin icat edildikleri tarih olduğunu söylemektedir.49 Yazara göre etnik bilinç uzun bir geçmişe sahiptir. Etnik kimliklerin izlerine antik çağlarda bile, örneğin eski Mısır ve Mezopotamya’da rastlanabilir.50 Amin Maalouf’a göre ise kimlik önce simgeler, hatta görünüşler işidir. 51

47 Umut Özkırımlı, a.g.e., s.203-204 48

John Armstrong, Nations before Nationalism, Chapel Hill: University of North Carolina Press, 1982

49John Armstrong, ‘Towards a Theory of Nationalism’, (der.) Sukumar Periwal, Nations of

Nationalism, Central Euroean University Press, Budapeşte, 1995, p.36

50 Umut Özkırımlı, a.g.e., s.206-207

51 Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev.Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000,

(32)

21

Erken Ortaçağ’da etnik gruplar temelde bir ortak mitsel gelenek üzerine inşa olunurdu. Bu gelenek, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılır ve Tanrılar ile mitsel kahramanları hikaye ederdi. Efsanevi kökenlerine ve şanlı tarihlerine dair bu hikayeler, grubun kimliğini oluşturmaktaydı. Oluşturulan bu mitler, ortak bir tarihsel bilincin başlangıcını temsil etmekteydi. Bu durum kolektif bir kendinin farkında olma halini ve spesifik bir grup kimliğini meydana getirmek suretiyle; etnojenesiste (köken) ve bir halkın oluşması ve istikrar kazanması sürecinde belirleyici bir rol oynamaktaydı.52

Etno-Sembolcülerin en önemli temsilcisi sayılan Anthony D. Smith milli kimliğin beş temel özelliğini şöyle sıralamıştır:

1- Tarihi bir toprak/ülke ya da yurt 2- Ortak mitler ve tarihi bellek 3- Ortak bir kitlesel kamu kültürü

4- Topluluğun bütün fertleri için geçerli ortak yasal hak ve görevler

5- Fertlerinin ülkede serbest hareket imkanına sahip oldukları ortak bir ekonomi53

Smith’e göre territoryal bir yurda dair ortak mit ve anılar olmaksızın milletleri kavramak olanaksızdır. Tarihsel bakımdan ilk milletler, göreceğimiz gibi modern öncesi etnik çekirdekler temelinde oluşmuştur; ve kültürel açıdan güçlü olan bu milletler, sonraları dünyanın başka pek çok yerinde millet kurma/oluşturma süreçlerine örnek teşkil etmişlerdir.54 Smith milliyetçiliğin görece modern dönemlere ait bir olgu olduğunu kabul etmekte fakat aynı ölçüde daha eski motiflere, mitlere, sembollere, anılara, geleneklere, tahayyüllere ve fikirlere de bağlı olduğunu söyler. Bunların, topluluğun düşünceleri ve duyguları hakkında ipucu veren el sanatları ve zanaatların yanı sıra savaş

52Bernhard Zeller, ‘Erken Ortaçağ’da Kolektif Kimlikler, Savaş ve Entegrasyon’, der.Anja

V.Hartmann-Beatrice Heuser, çev.Onur Atalay, Tarih Boyunca Avrupa’da Savaş ve Barış, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2006, s.167

53 Anthony D. Smith, a.g.e, 2014, s.33 54 Anthony D. Smith, a.g.e., 2014, s.70-73

(33)

22

donanımı ve üretim teknolojisi biçimleri, yasalar, şiir ve dans, sanat ve mimari, dinsel tapınaklar, kutsal kitap ve diller gibi farklı türdeki olguların nesiller boyunca kristalleşmelerine ve bireylerin deneyimlerine önem veren bir yaklaşımı ifade ettiğini söylemektedir.55

Sosyolog Mücahid Bilici’ye göre ulus devletin ve dolayısıyla da milliyetçiliğin sembolleri ya da aletleri eğitim ve dille sınırlı değildir. Bunların yanı sıra bandolar, nüfus sayımları, milli andlar, bayraklar ve nihayet başkentler ulus bilincinin sürekli uyarıldığı diğer kanallardan bazılarıdır.56

Yalnızca milliyetçiliğin gücünü ve milli kimliğin modern öncesi etnik sembolizm ve örgütlenme biçimleri içindeki sürekli çağrıyı kavrayabilirsek, nesnel koşulların etnik milliyetçiliği gereksizleştirdiği bir zamanda neden yeniden dirildiğini anlama şansımız olur.57

1.2.4. YENİ YAKLAŞIMLAR

Milliyetçilik tartışmalarında 1980’li yıllardan sonra yeni bir döneme girildiği ve eski dönemlerdeki kuramsal tartışmalarda neredeyse hiç yer verilmemiş, unutulmuş ya da gözmezden gelinmiş olan konuların da milliyetçiliğin tartışma konuları arasına girdiği görülmektedir. Kadın hakları, toplumsal cinsiyet, sömürgecilik, sınıfsal farklılıklar, etnik kökene dayalı ayrımcılıklar son dönemlerde üzerinde daha sıklıkla durulan bu konulardan bazılarıdır.

Literatürde yaygın olarak kullanılan üçlü sınıflandırmaya dördüncü bir başlık olarak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve küreselleşmenin hız kazanmasından sonra

55 Anthony D. Smith, a.g.e., 2002, s.37

56 Mücahid Bilici, ‘Modern Dünyanın Yeni Dini Milliyetçilik’, Köprü Dergisi, 52.sayı, Yeni Asya

Neşriyat, İstanbul, 1995

(34)

23

önem kazanan post-modern yaklaşımı da ekleyerek inceleyen çalışmalar bulunmaktadır.58

Marksist ve neo-Marksist araştırmacılar bile (örneğin Hechter ve Nairn) dünya siyasi ekonomisinde bağımlı olan ülkelerin deneyimlerine dayalı yaklaşımlar üretirken ‘Avrupa Merkezci’ bir tutum benimseniyor, İskoçya’nın, İrlanda’nın uğradığı haksızlıkları dile getirip Afrika ve Asya’daki düzinelerce sömürgenin yaşadıklarını es geçiyorlardı. Bu noktadan hareket eden bir dizi araştırmacı, milliyetçilik literatüründeki bu şaşırtıcı eksikliği sorgulamaya, o güne dek görmezden gelinen kesimlerin deneyimlerini dikkate alan yaklaşımlar üretmeye başladı.59

İngiliz psikolog Michael Billig’in 1995 yılında yayımlanan ‘Banal Nationalism’60 adlı çalışması, milliyetçiliğin yeniden üretimini sistematik olarak inceleyen ilk eser olma özelliği taşır. Billig yaklaşımını milliyetçiliğin ayrılıkçı hareketlere ve saldırgan yayılmacı ideolojilere indirgeyen anlayışın eleştirisi üzerine kurar. Yazara göre milli semboller gündelik hayatın alışkanlıklarına siner, düşüncelere, tepkilere yerleşir. Milli kimlik her gün sayısız minik alışkanlıkla yeniden üretilir. Bu durum öylesine doğal bir şekilde yaşanır ki dikkat bile çekmez. Milli semboller göze çarpmadan kendilerini gösterir, millet farkına varılmadan fark edilir. Billig yerleşik milletlerin hergün yeniden üretilmelerini sağlayan bu ideolojik koşullandırmaya ‘Banal Milliyetçilik’ adını vermektedir.61 Yazara göre banal milliyetçiliğin simgesi milli bayramlarda sokaklarda ‘sallanan’ bayraklar değil, herkesin çeşitli nedenlerle sık sık ziyaret ettiği bir kamu

58 Zerrin Savaşan, a.g.m., s.24-26 59 Umut Özkırımlı, a.g.e., s.232-233

60 Michael Billig, Banal Nationalism, Sage Publications, Londra, 1995

61 Michael Billig, Banal Milliyetçilik, çev. Cem Şişkolar, Gaye Kitapevi Dağıtım, İstanbul, 2003,

(35)

24

binasının girişinde asılı duran ve çoğu zaman dikkat bile çekmeyen ‘sallanmayan’ bayraklardır.62

Milliyetçilik çalışmalarının üzerinde durduğu yeni yaklaşımlardan biri de farklı toplumsal grupların milliyetçi projelere ne ölçüde ve nasıl katıldığıdır. Milliyetçi hareketlerin toplumun değişik kesimlerinden destek aldığı biliniyordu; bu bağlamda hareketlerin sınıf profilleri, hareketlere katılanların eğitim düzeyleri, ekonomik ve kültürel durumları en ince ayrıntısına kadar araştırılmıştı. Tüm bunlar yapılırken kadınların milli ve etnik projelere ne şekilde katıldıklarının, onlardan nasıl etkilendiklerinin hiç sorgulanmamış olması son derece şaşırtıcıdır. Milliyetçilik araştırmalarının büyük bir bölümü (kadınlar tarafından yapılanlar bile) toplumsal cinsiyet ilişkilerini konuyla ilgili olmadığı gerekçesiyle görmezden geliyordu. Bu eksikliğin farkına ilk varanlar, Kumari Jayawardena, Cynthina Enloe, Floya Anthias ve Nira Yuval – Davis gibi araştırmacılar olmuştur.63 Son yıllarda başta bahsedilen bu yazarlar olmak üzere birçok kişi literatürde gözardı edilen konulara yoğunlaşmış ve bu alanda birçok önemli çalışma ortaya konulmaya başlanmıştır.

62 Arus Yumul ve Umut Özkırımlı, ‘Milliyetçiliğin Farkedilmeyen Yüzü’, Varlık-1076, 1997, s.6 63 Alper Kasımoğlu, ‘Milliyetçiliğe Dair Çözümlemelerde Toplumsal Cinsiyet Olgusu’, Yalova

(36)

25

2. WESTPHALIA SÜRECİ ve TARİHSEL GELİŞİM

Westphalia Süreci, çalışmanın ana konuları olan milliyetçilik ve din kavramlarının etkileşiminde bir dönüm noktası olarak yer almaktadır. En azından Avrupa merkezli bakış açısına göre bunun söylenmesi mümkündür. 1648 tarihine kadar Avrupa’da egemen olan Papalık ve ruhban sınıfı bu tarihten sonra yerini, yeni bir din gibi ortaya çıkan milliyetçilik akımına ve ulus devletlere bırakmaya başlamıştır. Ayrıca disipline sadece devletler-arası ilişkiler ölçeğinden bakan bazı çevrelere göre ‘Uluslararası İlişkiler’ egemenlik anlayışının pekiştirildiği, devletlerin egemen eşitlik konusunda ortaklaştıkları bu süreç ile başlamıştır.

Bir Uluslararası İlişkiler öğrencisinin eğitim hayatı süresince öğrendiği ilk şeylerden biri Westphalia Barışı’dır.(1648) Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) sonunda imzalanan Münster ve Osnabrück Antlaşmaları’nın birleşiminden oluşan Westphalia Barışı, birçok Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi öğrencisi için modern devletin, modern uluslararası sistemin, modern egemenliğin ve uluslararası hukukun miladı olarak kabul edilmektedir.64

Westphalia ile daha önceden Kutsal Roma İmparatoru ve Papa’nın elinde bulunan savaş yapma, ittifak kurma, antlaşma yapma yetkileri merkezi iktidarı elinde bulunduran yeni siyasal birimlere devredilmiştir. Tanınma olarak Westphalia ile Hollanda, İsviçre ve birçok Alman Prensliği egemen siyasal birimler olarak tanınmıştır. En önemlisi ise düzenleyici bir norm olarak 16 Avrupalı devlet, 66 prenslik ve 27 adet diğer temsilci olmak üzere toplamda 109 delegenin yer aldığı oldukça kapsamlı bir barış olan Westphalia ile 1517’de başlayan mezhep/din savaşları 1648 yılında son bulmuştur.65

64 Erdem Özlük, Uluslararası İlişkilerde Devlet, Çizgi Kitapevi Yayınları, Konya, 2014, s.136 65Matthew S. Weinert, Democratic Sovereigny: Authority, Legitimacy and State in a

(37)

26

Harita 2: 1648 Sonrası Avrupa

Westphalia Barışı birçok çalışmada yanlış bir şekilde Westphalia Antlaşması olarak kullanılmaktadır. Ancak Westphalia Antlaşması olarak anılan, 1648 tarihli antlaşmalar aslında Münster ve Osnabrück Antlaşmaları’nın birleşiminden oluşan Westphalia Barışı’dır.66 Bu barış 1568-1648 tarihleri arasında yaşanan ve ‘80 Yıl Savaşları’ da denilen Hollanda - İspanya Savaşı ile ‘30 Yıl Savaşları’ veya ‘Din Savaşları’ olarak adlandırılan 1618-1648 tarihleri arasında orta Avrupa’da yapılan ve neredeyse tüm Avrupa devletlerinin katıldığı yıkıcı savaşlardan sonra imzalanmış olması nedeniyle son derece önemlidir.

Dönemin Papası X.Innocent’in, Kasım 1648’de yayınladığı bir bildiriyle, Westphalia Barışı’nı ‘Zelo Domus Dei’* olarak tanımlaması da Barış’ın feodal dönemdeki antlaşmalardan farklı olduğunun önemli bir göstergesidir. Dönemin en güçlü

(38)

27

siyasal figürlerinden biri olan Papalığın, barış görüşmelerinde temsil edilmemesi ve Papa’nın, Katolikliğin zayıflatıldığını öne sürerek, Protestanlığın tanınmasına yönelik verdiği tepki nedeniyle, Westphalia Barışı genellikle seküler bir barış olarak tanımlanmaktadır.67

Milliyetçilik söylemi pratikte değilse de teoride evrenselcidir. Her bir milletin kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu bir ulus-devletler sistemini varsayar. İç yapıları ne kadar farklı olursa olsun tüm milliyetçilikler taleplerini bu ortak referans çerçevesi dahilinde gündeme getirirler.68

Modern anlamda ulusların, Orta Çağ Hıristiyanlığının uluslararası düzeninin bozulmasının ürünü olduğu; Rönesans’ın maceracı ve bireycilik ruhunun bütünleyici bir ulusal alandaki yansımasını temsil ettiği yaygın bir görüştür. İngiliz tarihçi Edward Hallett Carr ulusçuluğu üç döneme ayırır. Birinci dönem, Fransız Devrimi ve Napoleon savaşlarıyla sona erdi. İkinci dönem asıl olarak Fransız Devrimi’nin ürünüydü ve temelleri her ne kadar 1870’den sonra ciddi ölçüde sarsılmış olsa da 1914 felaketine kadar sürdü. Ana özellikleri 1870’den sonra biçimlenmeye başlayan üçüncü dönem ise, en üst noktasına 1914 ile 1939 yılları arasında ulaştı.69

Sosyalist siyasetçi Tarık Ziya Ekinci milliyetçiliği Aydınlanma düşüncesi çerçevesinde gelişen bir kavram olarak ele almaktadır. Ona göre Rönesans’ın bir devamı olan Aydınlanma, skolastik düşüncenin etkisizleştiği doğayı, insanı ve toplumu akılcı bir yöntemle yorumlama anlayışının ön plana çıktığı bir çağdır. Bu özellikleriyle

67 Erdem Özlük, a.g.e., s.137

*’Kafirlerin Yayınladıkları Belge’

68Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Üzerine Güncel Tartışmalar, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Yayınları, İstanbul, 2010, s.2

69Edward Hallett Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, çev.Osman Akın, İletişim Yayınları, İstanbul,

(39)

28

feodalitenin tasfiye edilmesinde belirleyici olan Aydınlanma ideolojisi, aynı zamanda feodal toplumların uluslaşmasını da sağlayan bir işlev görmüştür.70

İdeoloji olarak milliyetçilik ne kişinin belli bir ulusa ait olma duygusunun/bilincinin ne de yurtseverliğin doğal/mantıki bir sonucudur. Bir topluluğa ait olma ihtiyacının kökleri belki de yazılı tarihin ilk başlarındaki kabile duygusuna kadar geri gider. Tarih boyunca bu duygunun odağı aile, klan, kabile, zümre (tabaka), sosyal düzen, sınıf, dini örgüt, siyasi parti ve nihayet ulus ve devlet olarak ortaya çıkmıştır.71

Ulus-devlet, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren küresel ölçekte yaygınlığa ulaşmış bir siyasi yapılanma modelidir. Günümüzde, BM örgütüne üye devletlerin hemen tamamı ulus-devlet modeline göre, ulus devlet kurgusu esas alınarak yapılanmıştır. Bunun yanında gerek geçmişte gerekse günümüzde, siyasi bağımsızlık elde etmek amacıyla hareket eden birçok ulusçu akım da bir ulus-devlet kurma hedefine yönelmiştir. Bu nedenle, 18. y.y.’ın sonlarından günümüze kadar, oluşturulması için mücadele edilen siyasi örgütlenme modeli ulus-devlet olmuştur denilebilir.72 Doğu Ergil de ulusal devletin feodalitenin ve teokrasinin kalıntıları üzerine kurulduğunu belirtir. Geleneksel egemenlik ve ayrıcalık ilişkilerinin ortadan kalkması durumunda mutlak monarşilerin, aristokrasinin, kilisenin birer siyasal güç olmaktan çıktığını söyler. Sözü edilen gelişme içinde Rönesans ve Reform süreçleri, düşüncede ve inançta bağımsızlığı, dünyeviliği ve akılcılığı getirmiştir.73

70Tarık Ziya Ekinci, Millet, Milliyetçilik, Devlet ve Anayasa Sorunları, Cem Yayınevi, İstanbul,

2004, s.22-23

71Mustafa Erdoğan, ‘Milliyetçilik İdeolojisine Dair’, Liberal Düşünce Dergisi, İstanbul,

Yaz-1999, s.89

72 Ozan Erözden, Ulus Devlet, Dost Kitapevi, Ankara, 1997, s.8

(40)

29

Modern siyasal bir kurum olan ulus–devletin, günümüzde milliyetçi hareketin yeni tür ifadeleri ile karşı karşıya olduğu değerlendirilmektedir. Mikro milliyetçilik, etnik milliyetçilik veya kültürel milliyetçilik diye adlandırılan yeni hareketler, ulus–devletleri tek bir kültür çerçevesi içinde sindirmeye çalıştığı yerel veya azınlık kültürlerinin bu politikaya karşı duruşlarının ifadeleridir. Ulus–devlet fikrinin o derece güçlü olduğu kanısı hakimdi ki, etnik ve dinsel kimliklerin modernite öncesi döneme ait fikirler olduğu için sorunsuz doğrusal ilerleme içinde modern topluma asimile olmasında hiçbir engel olmayacağı öngörülmekteydi. Fakat 1960’ların sonundan itibaren bir yandan ulus– devlet modeli küresel ve hakim bir koda dönüşürken, öte yandan din ya da etnisite ile bağ kuran siyasal hareketler canlanmıştır.74 Yani din modern dönemin başlarında kaybettiği etkinliği son yıllarda ulus-devlete rağmen kazanma eğilimindedir.

Hastings’e göre hem milletlerin hem de milliyetçiliğin kökeni 10. yüzyılda İngiliz milletinin doğuşuna götürülebilir. Ona göre İngiliz ulus-devleti takriben 1066’dan itibaren var oldu. Öte yandan İngiliz milliyetçiliği 14. yüzyılda Fransa’yla yapılan uzun savaşlarda hep vardı. Dolayısıyla, İngiltere hem bir milletin hem de ulus-devletin ilk örneğini sunar, yani milli gelişimi tüm diğerlerini önceler.75İngiltere’nin bazı Batı Avrupa krallıklarına kıyasla daha küçük topraklara sahip olması, kraliyet üyelerinin ülkenin çeşitli yerlerini sıklıkla ziyaret etmesine ve bölgesel farklılıkları bastırmasına olanak tanıması nedeniyle şüphesiz birleşmeyi kolaylaştırmıştır. İngiltere’nin 1100 ve 1300 tarihleri arasındaki süreçte, Avrupa’nın ilk merkezi modern devleti olmasının nedeni de budur.76

74 İnci Özkan Kerestecioğlu, ‘Milliyetçilik: Uyuyan Güzeli Uyandıran Prensten Frankeştayn’ın

Canavarına’, der.Birsen Örs, 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007, s.344

75 Umut Özkırımlı, a.g.e., 2010, s.37

76 Josep R. Llobera, Modernliğin Tanrısı Batı Avrupa’da Milliyetçiliğin Gelişimi, çev. Emek

(41)

30

Tarihçi aydın Halil İnalcık ‘Rönesans Avrupası’ kitabında Modern Avrupa’nın kökenlerinin ilk olarak İtalya’da aranması gerektiğini söylemektedir. 15. yüzyılın ikinci yarısında İtalya’da eski şehir cumhuriyetleri yerine dört beş büyük devlet kurulur. Bunlar Napoli Krallığı, Papalık Hükümeti, Milano Dukalığı, Venedik ve Floransa Cumhuriyetleri ile Savoia Dukalığı’dır. Bu devletlerin yönetim biçimleri monarşi ve oligarşidir. Bu devletler, dengeyi koruyabilmek için birbirlerinin büyümesine veya kuvvetlenmesine karşı kıskanç bir şekilde yaklaşmaktadırlar. Herhangi birinin kıpırdanışı derhal ötekileri ittifaka ve karşı harekete yönlendirmektedir. İnalcık’a göre bu şekilde Avrupa Devletler Sistemi’nin ilk örneği İtalya’da meydana gelir.77

Ozan Erözden ‘Ulus-Devlet’ kitabında ulusçuluğun ortaya çıkışında üç aşamadan bahsetmektedir. Bunlar; kapitalist yayıncılığın ortaya çıkması ve yaygınlaşması, anavatan düşüncesinin belirmesi, eşanlılık düşüncesiyle kapitalist yayıncılığın biraraya gelmesiyle gerçekleşen düşünsel atılımın kitleselleşmesidir. Anderson’un bahsettiği hayali topluluklar düşüncesi ile anavatan düşüncesinin de ilk biraraya gelişi Avrupa devletlerinin Amerika kıtasındaki kolonilerinde ortay çıkar.78

Etnik grupların sürekliliği tezini ileri süren ABD’li siyaset bilimci Walker Connor açısından modern öncesi tarihsel dönemlerde etnik grupların varlığı baştan kabul edilmiş kesin bir veridir. Connor etnik bağların halen geçerli değerler olduğunu ileri sürerken belirli bir etnik grup ve ulus anlayışından hareket etmektedir. Hatta Connor’un terminolojisi içerisinde, ulusun tarih dışılığını savunan diğer kurumlarla uyumlu olarak, ulusla etnik grup aynı içerikle kullanılmaktadır.79

Mlada Bukovansky Fransız İhtilali’nin disiplindeki rolüne vurgu yaparak, bu ihtilal ile birlikte hanedan egemenliğinden modern ulus-devlete doğru bir dönüşümün

77 Halil İnalcık, Rönesans Avrupası, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2013, s.51 78 Ozan Erözden, a.g.e., s.15-17

Referanslar

Benzer Belgeler

31 DPPH radical-scavenging test systems are generally used to determine the ability of phthalonitrile and its phthalocyanine complexes to scavenge free radicals generated from

Kitap, Proto-Moğol ve Türk İlişkileri, “Cengiz Han ve Moğollar Türk Müdür?” Sorusu Üzerine, Moğol İmparatorluğu Bürokrasisinde ve Ekonomisinde Türkler,

Bilim ve Gelecek’in son say ısında, her zaman olduğu gibi Matematik Sohbetleri, Bilim Gündemi, Yayın Dünyası, Briç, Forum, Bulmaca gibi bölümlerde canlı haberler,

in order to be a distinct ideology, the core of nationalism, and the conceptual paterns it adopts, will have to be unique to itself alone; and in order to be a full ideology it

Cai ve ark., (2004)’te fenolik ve antioksidan maddeleri ihtiva eden 112 farklı bitkinin kansere karşı etkilerini bulmak için total antioksidan kapasitesine ve total

Mahmut İhsan ÖZGEN Marmara Üniversitesi Mehmet Emin ARAT Marmara Üniversitesi. Mehpare TİMOR

[r]

Granisetron grubunda da sistolik, diastolik ve ortala- ma kan basınçları, tüm izlem zamanlarında bazal ölçüme göre istatistiksel olarak anlamlı azaldı