• Sonuç bulunamadı

2.4. ÇEŞİTLİ KONULARLA İLGİLİ DİĞER FETVÂLARI

2.4.5. İskat ve Devir

Kurban, adak, kefâret, zekât ve fitre gibi mali borçları ve bir kısım bedeni ibadetleri ifâ etmeden ölen bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere kefâret olarak fidye ödenmesi işlemine ibadetler alanında iskât olarak tabir edilir.199

Ölenin terikesine taallük eden haklardan biri de borçlardır. Bu borçlar da Allah hakkı ve kul hakkı olmak üzere ikiye ayrılır.

Hanefî Mezhebine göre önce kul hakkı olan borçlar ödenir ve vasiyyet varsa iskât denilen kefâretler terikenin üçte birinden çıkarılır. Eğer ölenin terikesi yok veya kul hakkı denilen borçların ödenmesi ile terike kalmazsa ya da vasiyyet yoksa vârislerin iskât vermeleri zorunlu değildir.

Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise vasiyet olmasa da kefâretler (iskât) terikenin üçte biri ile sınırlı olmaksızın ödenecektir. Ancak Şâfiî Mezhebine göre önce Allah hakkı olan kefâretler ödenir, Malikî Mezhebine göre ise önce kul hakkı olan

197 Heytemî, Tühfetu’l-Muhtâc bi Şerhi’l-Minhâc, c. 1, s. 38-39 198 Verkânisî, Mektûbât, 16, s. 119

borçlar ödenir. Hanbelî Mezhebine göre ise önce terikenin aynına taalluk eden borçlar ödenecektir.200

Iskat için terikenin/terikeden ayrılan miktarın yetmemesi durumunda uygulanan yönteme devir denilir. Bir miktar para fidye olarak fakire verilir, o da bunu alıp kabul ettikten sonra tekrar iade eder, aynı para tekrar fakire fidye olarak verilir ve bu işlem fidye meblağına ulaşıncaya kadar tekrar edilir.

Devir yöntemini câiz gören âlimler, terikenin/terikeden ayrılan miktarın yetmemesi durumunda bu yöntemle mevcut olan miktarı çoğaltmak ve başka bir şekilde ödeme imkânı olmayan kişilerin kendilerine vacip olan meblağa eşit hale getirmek istemişler ve bu şekilde Allah’ın kabul etmesi temennisinde bulunmuşlardır. Aslında devir işleminde kimsenin bir hak kaybı olmaması ile beraber bu yöntem, malî olarak kefâretini tam verebilenler için değil, fidye borcunu başka türlü ödeme imkânını bulamayanlar için bir çıkış yolu olarak önerilmiştir.

Bunun yanında devir yöntemi, şer’î bir delile dayanmadığı ve mekâsıd-ı Şerîa’ya da uymadığı gerekçeleri ile eleştirilmiştir.

Son dönem Hanefî ulemâsından Haskefî (v. 1088/1677) ed-Dürrü’l-Muhtâr ala

Tenviri’l-Ebsâr’da ve İbn Abidîn de (v.1252/1836) bu kitaba yazmış olduğu Hâşiyetu Reddi’l-Muhtâr’da devir yöntemini doğru bulup tavsiye etmişlerdir.

İbn Abidîn, Hâşiyetu Reddi’l-Muhtâr’da zikretmiş olduğu; “Ölen kişi eğer iskatın devrini vasiyet etmiş ise de velisinin devir yapması vâcib değildir, çünkü bu teberru’ ile vasiyettir. Malının üçte biri yetiyorsa kendisinin üzerinde vâcib olan kefâret miktarının tümünü vasiyet etmesi vâcibtir. Eğer kefâret miktarından daha az vasiyet edip terikenin üçte birinin kalan kısmını varislere bırakır veya başkasına bağışlarsa, kendisine vâcib olanı terkettiği için günah işlemiş olur”201 sözü yanlış anlaşılmış ve İbn Abidîn’in devir’i caiz görmediği şeklinde yorumlanmıştır. Bu husus Şeyh Fethullah el- Verkânisî’ye de sorulmuş. Bunun üzerine Verkânisî, Şeyh Abdurrahman et-Tahi’nin halifesi Şeyh Tahir el-Âbiri’ye göndermiş olduğu mektupta İbn Abidîn’in bu konudaki

200 Mevsûatu’l-Fıkhiyye el-Kuveytiyye, c. 11, s. 218-219

201 Haskefî, Alâüddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Haskefî ed-Dimaşkî, (1088/1677), ed-Durru’l-

sözünün nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamıştır. Verkânisî’nin konu ile ilgili açıklaması şöyledir:

“İbn Âbidîn kitabından anlaşılan şudur: Ölen kişi eğer iskatın devrini vasiyet etmemiş ise veya vasiyet etmiştir fakat zengin ise malının üçte birinden keffaretleri devirsiz çıkarılabiliyorsa velisi devir yapmak zorunda değildir. Çünkü devir teberru sayılır ve ölü zengin olduğu zaman vasiyet etmiş olsun veya olmasın velisinin tebarruda bulunma zorunluluğu yoktur. Bu zorunluluğun olmaması ile beraber ölü, vacip keffaretin çıkarılmasını vasiyet etmemiş olsa da velisinin devir yapması caizdir, belki de mustahaptır.

İbn Âbidîn’e göre âdet haline gelmiş olan devirin caiz olmadığına dair vehminiz açık bir yanlıştır.

Sonuç olarak ölü, üzerinde farz olan kefaretleri vasiyet etmeyi terk edip hatim ve tehlilleri vasiyet ederse, vacip olan vasiyeti terk ettiğinden dolayı günah işlemiş olur.

Ölünün velisi, eğer ölü vasiyet yapmış ise onun malından, vasiyet yapmamış ise kendi malından devir yapması mustahaptır. Şarihin (Haskefî), ‘eğer herhangi bir mal bırakmamış ise varisi yarım sa’ borç alır’ sözünden anlaşoldığı gibi bu ölüye teberrü’dür, ölüye teberrü’ta bulunmak ise mustahaptır.

Haşiye sahibi İbn Âbidîn de bu söze atfen şöyle demektedir: ‘Veya vasiyet ettiği miktar onu (namaz, kurban, yemin ve bunun dışında kefaret gerektiren hususları) karşılamıyor ise veya hiçbir şeyi vasiyet etmemiş ise ve veli de teberrü’ta bulunmak istiyorsa.’

Daha sonra şöyle demektedir: ‘Teberru kelimesi ile ölü, vasiyet etmiş olsa da velisinin devir yapması vacip olmadığına işaret etmektedir. Çünkü bu, teberru ile vasiyettir.’

İbn Âbidîn’in sözüne dikkatli ve doğru bir şekilde bakınız. Devirin cevazı ve istihbabını değil vücûbunu nefyetmektedir. Deviri vasiyet etmiş olsun veya olmasın, fakir veya zengin olsun ona teberrü’ta bulunabilmenin ispatı aynı zamanda devrin caiz veya mustahap olduğunun da ispatıdır.

Sonuç olarak, ölü, malının az bir kısmını devir ile vasiyet eder ve üçte birinin kalanını varislere veya başka işe bırakırsa günah işlemiş olur. Fakat bütün durumlarda onun için devirin yapılması ona fayda verir ve kefareti düşürür. Çünkü bu, velinin ölüye teberrü’ta bulunmasıdır. Bu, sınırlı idrakimin ulaşabildiği husustur.’202

Ayrıca devir’in yapılış şekli ve bunu yaparken yetkili, izin, hibe ve kabz gibi hususların şer’î hükümlerine riayet edilmesi gerektiği hususunda bir açıklama Verkânisî’ye nisbet edilmektedir. Molla Hâvî ez-Zâhûrânî, Molla Muhyeddin Hâvîlî’nin mektublarını topladığı kitapta bu açıklamaya yer vermektedir.203