• Sonuç bulunamadı

İngiltere ve ABD'nin Orta Doğu'daki Enerji Politikaları

Petrolün denetimi oldukça yaygın ve haklı bir şekilde, ekonomik ve siyasal başarının anahtarı olarak görülür. Ülkede kömür olup olmaması, 1914 öncesindeki sanayi gelişiminin modellerini belirlemiştir. 19.yüzyılda petrol genellikle aydınlat- ma için kullanılıyordu ve kömürle rekabet içinde değildi. 20.yüzyılda petrol esasen hareket ve güç üretimine yarayan bir yakıt olmuştur. 1914’den bu yana petrol ka- demeli olarak kömürün pazar payını ele geçirmiş ve varlığı ile yokluğu ekonomik gelişimin büyük ölçüde şeklini belirleyen önde gelen yakıt olmuştur. Kısaca, yerli petrole sahip olmak, fiyatları düşük olduğunda bile büyük bir avantajdır. Bu yüz- den pek çok petrol ithal eden ülke, yabancı arz kaynaklarını denetim altında tu- tarak yerli petrol kaynaklarına sahip olmamanın açığını kapatmaya çalışmaktadır. Bu esasen, şirketler ister özel, ister devlet ya da yarı devlet mülkiyetinde olsun, hü- kümetin dış politika meselesidir. Bu yüzden 20.yüzyılda petrol için savaşlar çıkmış ve petrolün varlığı ya da yokluğu iki dünya savaşının sonuçlarını belirleyen önemli faktörler olmuştur (Noreng, 1998: 134).

Bu doğrultuda ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler için, ülke dışındaki pet- rolün denetlenmesi, dış politikanın hedeflerinden olmuştur. Bu, ulusal ekonomik çıkarların savunulmasının yanı sıra güç gösterisine de varır. Yayılmacı güçler için petrol politikası dış politikanın önemli bir parçasıdır (Noreng, 1998: 135).

Petrol’ün bir dış politika aracı olduğunu düşünecek olursak bu noktada İngiltere, dünyadaki enerji rekabetinin en tecrübeli aktörlerinden birisidir. “Güneş batmayan ülke” konumundaki bu devlet, dünya savaşlarının her ikisinde olduğu gibi daha öncesinde de, enerji kaynaklarının paylaşımında hep söz sahibi olmuştur. 20. yüzyılın “petrol yüzyılı” olarak anılmasındaki en büyük pay İngiltere’ye aittir.

Çünkü İngiltere, petrolün ticaretinde ve yaşanan petrol savaşlarında her zaman başrolü oynamış bir ülkedir. Günümüzde yine, sahip olduğu dev petrol şirketleri aracılığıyla varlığını hissettirmekte ve diğer ülkelere nazaran büyük enerji ihale- lerinden aslan payını alabilmektedir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında özellikle petrolü sınırlarında bulunduran Orta Doğu’da İngiliz hükümetlerinin ve petrol şirketlerinin çok aktif olduğunu ve enerji anlaşmalarında önemli kazanımlar elde ettiğini görüyoruz (Yüce, 2013: 63).

Her ne kadar 1900’lerden itibaren petrolün önemini kavrayan İngiltere, Os- manlı İmparatorluğu’nun topraklarını bölerek Arabistan, Irak, Suriye ve Filistin başta olmak üzere kurduğu manda rejimleri ile enerji savaşlarında kazançlı çıkmış- olsa da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD ve SSCB’nin güçlü ve ince politi- kaları karşısında Orta Doğu’daki nüfuz alanlarını bu iki süper güçten ABD’ye terk etmek zorunda kalmıştır. Yani, petrol rezervleri bakımından zengin olmayan İngil- tere, önceleri kendi kendine yeterli olan ABD ve zengin petrol rezervlerine sahip Sovyetler Birliği karşısında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra güçsüz kalmıştır (Yüce, 2013: 63). İngiltere’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra bölgedeki denetimi gevşemeye başlamış ve 1971’de tamamen çekilerek bölge devletlerinin bağımsız- lıklarını tanımıştır. Dolayısıyla bölgede güç dengesi sistemlerinin ortaya çıkması esas itibariyle bu tarihten sonra söz konusu olmuştur (Arı, 1999: 56-57).

Emperyal güç İngiltere’nin yanı sıra Dünyada sürdürülen enerji paylaşım re- kabetinde büyük ve tecrübeli aktörlerden biri de hiç kuşkusuz Amerika’dır. Dün- yanın en büyük ekonomisine ve gelişmiş sanayisine sahip olan ABD, her geçen yıl ciddi oranda artan bir enerji tüketimine sahiptir. Günümüzde teknolojinin her ge- çen gün giderek daha fazla gelişim göstermesine bağlı olarak da artan enerji tüketi- mi, Amerika’nın geleceği açısından artık bir güvenlik meselesi olarak algılanmaya başlanmıştır. Çünkü ABD, dünyada üretilen petrolün yaklaşık % 20,5’ini tek başı- na tüketen bir ülkedir (2011 yılında yıllık petrol tüketimi 833,6 milyon ton olarak gerçekleşmiştir). Her ülke gibi ABD de, enerji kaynaklarının kesintisiz, ucuz ve güvenli yollardan temini için, kaynak çeşitlendirme dâhil, çok yönlü stratejiler ve politikalar geliştirmektedir. Zira ABD, 1947’den sonra Orta Doğu petrolü için verilen mücadelede önemli roller oynamıştır (Yüce, 2013: 63).

II.Dünya Savaşı sonrası rapor hazırlayan Amerikan Senatosu, dünya petrol ihtiyacının %70’inin Amerikan petrol üretimiyle karşılandığını, ancak ABD üreti- minin aynı hızla devam etmesi durumunda Amerikan rezervlerinin kısa sürede tü- keneceğini ileri sürmüş ve raporda Amerikan rezervlerinin uzun dönemli kulanıla- bilmesi için Orta Doğu’daki petrol üretiminin artması gerektiğine işaret edilmişti (Ayhan, 2006: 168). Bu nedenle ABD, Orta Doğu’yu kendi çıkarları doğrultusun- da “yaşamsal öneme sahip bölge” olarak görmektedir (Akbaş, 2011: 2).

Amerikan Senatosu’nun sunduğu raporlar doğrultusunda ABD, Orta Doğu’- da etkin bir rol oynamaya ve bu bölgede etkinliği Sovyetler Birliği’ne kaptırmama- ya çalışmıştır. Bu bağlamda bir devletin kaybının diğer devletin kazancına eşit ola- cağı için uluslararası politikada sıfır toplamlı bir oyun dönemi yaşanmış, bölgede üstünlük kurma çabaları çatışma ortamına da zemin hazırlamıştır. Orta Doğu, ABD için gerek ekonomik gerek siyasi yönden büyük öneme sahip bir bölgedir. Petrol söz konusu olduğunda bu durum ABD için yaşamsal önem teşkil etmekte- dir. ABD, hem dünyanın en büyük petrol üreticileri arasında yer almakta, hem de dünyanın şu anda en çok petrol tüketen ülkesi konumundadır. Ülke dışında yer alan petrol bölgelerine yönelik politikalar, kendi çıkarlarını savunma girişimleri ve enerji hatlarının güvenliği üzerinde söz söyleme ABD’nin enerji stratejilerinin çe- kirdeğini oluşturmaktadır (Altay ve Nugay, 2013: 16).

“Petrol enerjidir; enerji para, para kontrol, kontrol ise güçtür. Yanlış eller- deki petrol, paranın boşa harcanması, kontrolün bozulması, gücün tehdit edilmesi’’ anlamına gelir. Bu bakış açısıyla petrol konusunu “birincil” derecedeki güvenlik algılamaları arasında gören ABD, petrole sahip ülkelere uygulayacağı uluslararası politikalarda ülkelerin yapı ve durumlarına göre çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Ör- neğin, Irak’a uygulanan ambargo ve İran’ın uluslararası sistemden tecrit edilmeye çalışılması bu çerçevede sopa politikaları olarak değerlendirilirken, ABD ile birlik- te yani ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket eden petrol ülkeleri çeşitli yollar ile ödüllendirilebilmekte ve dolayısıyla bu ülkelerde havuç stratejisi uygulanmak- tadır. Bu açıdan baktığımızda ise Suudi Arabistan’ı örnek verebiliriz. Dünya petrol rezervlerinin ilk üçünde yer alan Suudi Arabistan, sahip olduğu petrol yataklarıyla ABD için yaşamsal öneme sahiptir. Bu bağlamda, Kuveyt’i işgal eden ve Suudi

Arabistan için de tehdit kaynağı oluşturan “yaramaz çocuk” olan Irak sopa politi- kalarıyla cezalandırılırken, ABD’nin bölgesel çıkarlarına hizmet eden “uslu çocuk” olan Suudi Arabistan koruma ve kollama altına alınmıştır (Emeklier ve Ergül, 2010: 78-79).

ABD’nin ayrıca enerji konusunda söz sahibi olabilmek için bölgede uygula- mış olduğu politikalara baktığımızda, kendi petrol ithalatının %20’sini sağladığı Orta Doğu kaynaklarının dünya piyasasına arzındaki en önemli çıkış noktası olan Basra Körfezi’nin kontrolü için, askeri güce dayalı bir politika uygulayarak I.Kör- fez Savaşı, Afganistan’a müdahale ve Irak’ın işgalini gerçekleştirmiştir (Bayraç, 2008: 122). Bu amaç doğrultusunda ABD, petrol ve doğal gaz ticaret yollarına hâ- kim olabilmek için gerek Orta Doğu ve gerekse Orta Asya-Hazar Bölgelerinde askeri üsler oluşturmaktadır. Enerji kaynaklarının kontrolüne yönelik böyle bir po- litikayı sürdüren ABD, bölge kaynaklarını kendi kontrolü altına alırken aynı za- manda Çin, Hindistan ve AB gibi, gelecekteki olası rakipleri üzerinde de denetim sağlamaktadır (Bayraç, 2008: 122-123). Daha geniş açıdan bakacak olursak ABD’- nin Orta Doğu projesi, Orta Doğu petrollerine bağımlılıktan çok ekonomik anlam- da Orta Doğu’ya bağımlı olan ülkelere yöneliktir. ABD, Ortadoğu’daki petrol ve enerji piyasasını kontrol ederek potansiyel rakiplerini özellikle Çin’i kontrol ede- bilmektedir. Orta Doğu’yu kontrol etmek demek, petrol satarak çok para elde et- menin ötesinde rakiplerin ekonomik gücünü kontrol etmek demektir (Yiğit, 2013: 11).