• Sonuç bulunamadı

Enerji Kaynağı Olarak Petrol'ün 21.Yüzyıldaki Konumu

Ülkelerin ekonomik, teknolojik, kültürel ve sosyal gelişimlerinin sürükleyici unsuru ve en temel gereksinimlerinden biri, enerjidir. Enerji ve enerji kaynakları; toplumların yaşam kaynağında ve yaşamın her aşamasında en önemli girdilerdir (Acaroğlu, 2013: 68). Dünyada yaşanan soğuk ve sıcak savaşların temelinde, ener- ji kaynaklarına sahip olma, taşıma yollarını ve enerjinin ticaretini kontrol altında tutma çabaları etkin olmuştur (Pamir, 2003: 6). Günümüzde yeni enerji kaynakları arayan ve bunun için dünyada bütün insanlığı ilgilendiren savaşlara giren ve dış politikaların temel taşı olan devletler, enerji kaynaklarını kendi toplumlarının refah

ve amaçları için giderek artan bir şekilde kullanmaktadırlar. Geçmişte olduğu gibi bugün de, daha çok enerji kullanan ülkelerin daha güçlü olduğunu ve rahat yaşadı- ğını görmekteyiz. Bu yönüyle günümüzde ve gelecekte enerji ve enerji kaynakları ülkelerin vazgeçilmezlerindendir (Acaroğlu, 2013: 68).

21.yüzyıl’a girerken dünya, yılda 8.8 milyar ton petrol eşdeğeri enerji tü- ketmiştir. Bu tüketimin yaklaşık % 40’ı petrolden, % 25’i kömürden, 24,7’si doğalgazdan, %7,6’sı nükleerden ve %2,6’sı da hidroelektrikten elde edilmiştir. Burada vurgulanması gereken husus, alternatif arama çabalarına karşın petrolün başat rolünü sürdürmesi ve fosil yakıtların, toplamda, dünya birincil enerji gerek- sinimin de % 90’a varan belirleyici konumudur (Pamir, 2003: 3). Özellikle de tek- noloji, sanayileşme ve endüstriyel toplumun vazgeçilmez bir enerji kaynağı olması bakımından petrol, modernleşen dünyanın bir sonucu ve aynı zamanda modernlik sürecinde de özellikle uluslararası siyasi, iktisadi ve ticari öğelerin ve aralarındaki ilişkilerin değiştiricisi ve dönüştürücüsüdür (Emeklier ve Ergül, 2010: 63). Bu nedenle 20.yüzyılın başlarında ticari üretime geçişle önemli bir enerji kaynağı haline gelen ve tüm dünyada birincil enerji kaynakları arasında ilk sırada yer alan ham petrolün enerji kaynakları arasında stratejik konumunu uzun yıllar sürdürmesi beklenmektedir (TP, 2011: 2).

Şekil 1: 1990-2030 Dönemi Dünya Enerji Tüketimi

Kaynak: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2010: 2

Şekil 1’de görüldüğü üzere enerji tüketiminde 20. yüzyılla beraber kullanımı yaygınlaşan (sıvı yakıtlar) petrol gün geçtikçe önem kazanırken, 2030 yılına doğru pazar payında küçük daralmalar beklense de en çok tüketilen enerji kaynağı olma- ya devam edecektir. Kömür ise 2000’li yıllardan itibaren artış eğilimine girmiş ve bu artış hızının 2020’den itibaren yavaşlaması öngörülmektedir. Petrole oranla kö- mürün kullanım şartları daha zor olduğundan 2030 yılına doğru kömür tüketimin- deki artışın durması tahmin edilmektedir (Altay ve Nugay, 2013: 6).

2008-2010 döneminde daralan dünya petrol ticareti, 2010 yılından itibaren artış trendi göstermektedir. 2012 yılında dünya petrol üretimi 90,9 milyon varil/ gün'e ulaşırken 2030 yılında dünyanın en büyük petrol ithalatçılarının Çin ve Av- rupa olması öngörülmektedir. Halen dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Amerika'nın ise 2017 yılında liderliği ekonomik ve teknolojik olarak sürekli büyü- me gösteren Çin'e bırakması beklenmektedir (ETKB, 2015). Başta sanayileşmiş Avrupa ülkeleri olmak üzere, Çin ve ABD’nin petrole bağımlılığı sürdüğü sürece ise petrol rezervlerinin yoğun bir şekilde bulunduğu Orta Doğu’nun hem küresel

ekonomiyi hem de küresel güçlerin askeri ve güvenlik politikalarını etkileyecek bir nitelikte olmaya devam edeceğinden kuşku duyulmamaktadır (Arı, 2004: 68-70).

Tablo 1: 2011 Yılında En Çok Petrol Tüketen Ülkeler

ÜLKE ADI GÜNLÜK TÜKETİM / BİN VARİL

ABD 18.835,00 ÇİN 9.790,00 JAPONYA 4.464,00 HİNDİSTAN 3.292,00 RUSYA 3.145,00 SUUDİ ARABİSTAN 2.817,00 BREZİLYA 2.594,00 ALMANYA 2.400,00 KANADA 2.259,00 GÜNEY KORE 2.230,00 MEKSİKA 2.133,00 FRANSA 1.792,00 İRAN 1.694,00

Kaynak: Yiğit Ali, Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Birliği- Elektrik Mühendisleri

Odası, ANKARA ŞUBESİ HABER BÜLTENİ 2013/2.

Orta Doğu’da bulunan zengin petrol ve doğal gaz yatakları bölgeyi dünyanın diğer bölgelerinden stratejik olarak farklılaştırdığı gibi, politik olarak da farklı kıl- maktadır. Orta Doğu’da, söz konusu kaynakların % 95’i Körfezde (dünyadaki pet- rolün % 67’si ve doğal gazın % 33’ü burada) yoğunlaşmaktadır (Arı, 2004: 68-70). Aşağıdaki dünya petrol akış trafiğini gösteren şekilde görüldüğü gibi bu trafi- ğin merkezi Orta Doğu, Orta Doğu’nun düğüm noktası ise Körfez’dir. Dünya pet- rol trafiğinin yaklaşık % 40’ı ise Basra Körfezi üzerinden akmaktadır (Demir, 2014: 109).

Şekil 2: 2012 Yılı Dünya Petrol Ticareti Trafiği (milyon ton)

İKİNCİ BÖLÜM

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ VE SONRASI ORTA DOĞU’NUN PAYLAŞIMINDA PETROL’ÜN ETKİSİ

20.yüzyılda petrolün, hammadde kaynağı olarak kömürün yerini almasıyla birlikte başlayan enerji savaşlarında Osmanlı İmparatorluğu, sahip olduğu petrol yatakları sebebiyle hedef konumda olmuştur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’- nun hâkimiyeti altında bulunan Arap Yarımadası’nda, baş aktör İngiltere tarafın- dan uygulanan ‘Böl ve yut’ stratejisiyle şeyhler ve emirlerle Protektora (Himaye) anlaşmaları yapılmış ve Osmanlı İmparatorluğu parçalanma sürecine girmiştir. I.Dünya Savaşı’yla birlikte Osmanlı İmparatorluğu, büyük güçlerin işgaline uğra- mış ve Orta Doğu’dan tasfiye edilmiştir. I.Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte ise dil, din ve ırk kavramlarına bakılmaksızın sınırları yapay çizilen Orta Doğu, em- peryal güçlerin isteği doğrultusunda şekillenmiş ve bu güçler arasında yapılan an- laşmalarla Orta Doğu’nun sahip olduğu petrol yatakları talan edilmiştir.

2.1. Bölgenin Genel Görünümü

‘’Orta Doğu’’ kavramının genel olarak tek bir tanımı bulunmamaktadır. Orta Doğu ile ilgili bugüne kadar birbirinden çok farklı tanımlamalar yapılmıştır (Altay ve Nugay, 2013: 3). Anadolu, Mezopotamya veya Kafkasya isimleri ile kıyaslandı- ğında Orta Doğu’nun yapay, üretilmiş, hatta icat edilmiş bir kavram olduğu söyle- nebilir. Genel olarak değerlendirecek olursak ‘Orta Doğu’ kavramı tarih boyunca 20.yüzyıla kadar kullanılmış bir kavram değildir. Bu açıdan bakıldığında ‘Orta Doğu’ denilen bölge emperyalist düzenin kurgulamış olduğu bir sistemin parçası yani önce ‘İngiliz’, ardından da ‘Amerikan Çıkar Bölgesi’ anlamına gelir.

‘Orta Doğu’ (Middle East) kelimesi ise ilk olarak Eylül 1902’de Londra’da yayınlanmakta olan National Review’da görülmüştür. Kelimenin ‘mucidi’ Ameri- kalı bir deniz subayı ve öğretim üyesi olan Alfred Thayer Mahan’dır (1840–1914). Mahan dünyaya hâkim olacak gücün, denizlere hâkim olan güç olduğu kuramının sahibidir. Mahan’ın National Review’daki makalesinin adı ‘Pers-Basra Körfezi ve Uluslararası İlişkiler’dir (The Persian Gulf and International Relations). Mahan’a

göre Hindistan ve Uzak Doğu’nun güvenliğini temin etmesi gereken Britanya’nın bu bölgelere giden yolu da güvenli tutması gerekir. Bu da Basra Körfezi’nin gü- venli olmasından geçer. Özellikle Rusya’nın trans-Sibirya hattı ve Orta Asya’daki ilerlemeleri, Rusları Hindistan’a ve Pasifik’e yani İngiltere’nin çıkar bölgesine teh- likeli bir şekilde çok yaklaştırmıştır. Bu ortamda Basra Körfezi, Süveyş Kanal’ın- dan sonra Hindistan’a geçişte en önemli ‘atlama taşı’dır. Britanya, Rusya’yı engel- lemek için gerekirse Almanlarla da işbirliği yapmalı ve Rusları denetim altında tut- malıdır. İşte Mahan’a göre ‘Orta Doğu’ bu bölgedir yani Basra Körfezi ve çevresi- dir (Laçiner, 2007: 153-154). Orta Doğu’nun bir parçası olan Basra Körfezi denil- diğinde ise, İran ve Arap Yarımadası’nın bir kısmını ve özellikle Körfez’e kıyısı olan ülkeleri içine alan; İran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emir- likleri, Bahreyn, Katar ve Umman’ı içine alan yaklaşık 5 milyon km2’lik bir alan- da bulunan sekiz ülkeyi kapsayan bir coğrafya anlaşılmaktadır (Arı, 2004: 67). Bugün Orta Doğu denildiğinde; kuzeyde Türkiye, batıda Mısır, doğuda İran ve güneyde Yemen’in çerçevelediği kabaca bir dikdörtgeni içine alan bölge akla gelmektedir (Yılmaz, 2004: 15). Bu ülkelerin hemen hepsinde ‘Türkiye hariç’ oto- riter monarşiler ve Baas rejimi egemendir. İran ve Irak dışındaki diğer Arap ülke- lerinde birkaç yüzyıla dayanan kabile yönetimleri bulunmaktadır. Örneğin; Suudi Arabistan’da Suud ailesi 1902’den, Bahreyn’de Halife ailesi 1783’den, Katar’da Tani ailesi 1878’den, Umman’da Said ailesi ile Kuveyt’deki Sabah ailesi 18.yy’- dan ve BAE’ndeki Emirler 19.yy’dan bu yana iktidarda bulunmaktadırlar. Irak’ta ise diğer ülkelerden farklı olarak Baas iktidarı, 1958 darbesinden sonra ülkede ağırlığını artırmış fakat siyasal iktidarı 2003 Martına kadar sürmüştür (Arı, 2004: 131-132).

Orta Doğu’yu genel olarak incelediğimizde 1921’de İngiliz denetimi altında bir Ürdün devleti kurulmuş; 1932’de Suudi Arabistan, 1936’da Mısır bağımsızlığı- nı ilan etmiş; 1948’e kadar Filistin İngiliz mandası altında kalmaya devam etmiş- tir. Körfez ülkelerine bakıldığında diğerlerine göre oldukça genç devletlerin varlığı gözlemlenmektedir. Örneğin, Kuveyt 1961 yılında, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar ve Bahreyn ise 1971’de bağımsızlıklarına kavuşabilmişlerdir (Taş- pınar, 2011: 36).

Önemli derecede enerji kaynaklarına sahip olan Orta Doğu’daki bölge ülke- lerinden Suudi Arabistan, sahip olduğu 260 milyar varil petrolle dünya petrol re- zervinin %25’ini elinde bulundurmaktadır. Suudi Arabistan’dan sonra ise 110 mil- yar varille Irak, 96 milyar varille Kuveyt, 98 milyar varille BAE ve 94 milyar va- rille İran, yaklaşık %10’luk rezervlerle dünya petrol piyasasını etkileyebilecek gü- ce sahip bulunuyorlar (Arı, 2004: 70). Irak’ın güney bölgesi, İran, Suudi Arabis- tan, Kuveyt ve Bahreyn arasındaki çok dar bir koridorla sınırlı olan endüstrileşmiş ülkeler için yaşamsal öneme sahip bu stratejik kaynağın dünya pazarlarına ihraç edilmesi ise büyük oranda petrol trafiğinin yoğun olarak yaşandığı Hürmüz Boğazı üzerinden gerçekleştirilmektedir (İzol ve Zenginoğlu, 2014: 431). Kısacası Basra Körfezi dünya enerji trafiğinde kritik bir coğrafi geçiş yeri olması nedeniyle önem taşımaktadır. İran, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin sahip olduğu enerji kaynakları Basra Körfezi’nden dünya ülkelerine sevk edilmektedir. Bu açıdan baktığımızda Körfez, enerji ulaşımı açısın- dan ekonomik anlamda alternatifsizdir (Demir, 2014: 108).

2.2. Orta Doğu’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Hâkimiyetinin Zayıflaması ve