• Sonuç bulunamadı

3. Konunun Sınırları ve Kaynakları

1.8. İnancı, Kişiliği, Hedefleri

Afgânî hakkında çok farklı görüşler olmakla birlikte XIX. yüzyılın Doğulu önemli aksiyon adamlarından biridir. İslam toplumunun içinde bulunduğu zor dönemde bunu düzeltmek adına akıl yürütmüş, kendince çözümler üretmiştir. Dini konularda reform yapmayı isteyen ve bunun için daha ziyade siyasî yolları tercih eden, düşünen bir kimse olmuştur.67 George Brown, Afgânî’yi, “Hem filozof ve yazar, hem de hatip ve gazetecidir. Kendisini sevenler nezdinde büyük bir İslamcı, düşmanları gözünde ise tehlikeli ve tahrikçi bir politikacıdır” şeklinde tarif etmiştir.68

Afgânî’nin kişiliği hakkında en önemli bilgileri, onun en yakınındaki kişi olan Muhammed Abduh (1849–1905) şu şekilde ifade etmiştir: “Sağduyulu, demir

mizaçlı, oldukça azimli, atılgan, çok çalışkan, Allah’a güveni tam, dünyaya karşı hırsı az, kibir ve böbürlenmeden uzak ve maddiyattan kaçınan biridir. Afgânî “hayatını özgürce sürdürmeyi arzuladığından evlenmemiş, herhangi bir rütbe ya da mevkie gönül bağlamamıştır.”69 Afgânî’nin sürekli bir ikametgâhı olmamıştır. Kendini ve davasını anlatmak için sürekli olarak seyahat etmiş, birçok ülkeye gitmiş, gittiği ülkelerde devrin gazetelerine yazılar yazmış, konuşmalar yapmış, bu vesile ile birçok önemli insanla tanışmıştır. Arapça, Farsça, Türkçe ve Fransızcayı konuşmaktadır.70 Felsefe ve tarih gibi alanlarla yakından ilgilenmiş, Kur’an ve Hadis

alanlarındaki bilgisi onu bu konuda danışılan biri hâline getirmiştir. Allah’a inancı tam olan Afgânî, dinî vazifelerini yerine getirmeye gayret gösteren birisidir. Afgânî, İslam dünyasının tekrar eski günlerine dönmesinde tek umudunu Müslüman halka bağlamış, onlar aydınlatılır ve yönetime dâhil edilirse gerçek kurtuluşun olabileceğine inanmıştır.

67 Esen, Afgani: Kelami ve Felsefi Görüşleri, s. 35. 68 Karaman, “Cemâleddîn Afgani”, s. 461.

69 Esen, Afgani: Kelami ve Felsefi Görüşleri, s. 35.

70Ali Duman, “Klasik Modernist İslamcılardan Cemâleddîn Afgânî’nin Batı Emperyalizmi

Afgânî, keyfi davranan yöneticileri sürekli eleştirmiş, “Onları dünya

zevklerinin esiri, korkak, cesaretten yoksun ve girişim kabiliyetinden mahrum olmakla suçlamıştır.” Hanefi mezhebine mensup olduğu ifade edilmekle birlikte

“Ben, mezhep imamlarını kendimden büyük görmüyorum ki birinin yoluna gireyim.

Bir meselede onlardan birinin görüşünü benimsiyorsam da birçok konuda onlara muhalif kalabiliyorum”71 sözleri mezhep konusuna bakışını da ortaya koymuştur.

Açık sözlü ve düşüncelerini özgürce ifade eden bir insan olması, gitmiş olduğu ülkelerde uzunca süre kalmasını engellediği gibi, iftiraya maruz kalmasına da sebep olmuştur. Hâlbuki o, hayatını Müslümanların özgürce yaşamasına adamış; kalemini, İslam’ın en güzel ve en sade şekilde yaşanabileceğini göstermek için kullanmıştır. Afgânî’nin en büyük mücadele alanı, taassup ve dinîn hurafelerden arındırılması olmuştur. İslam dininin pozitif bilgiye dayanan yönünü öne çıkarmayı çok istemiştir. Afgânî, İslam inanca sahip milletlerin, sürekli olarak değişen dünyanın yeni şartlarına göre yeniden kurgulanması gerektiğine, bunun temel dayanağının da İslami kurallara sıkı sıkıya bağlılıkla mümkün olacağına inanmaktadır ve bunu ifade etmektedir.

Afgânî’nin reformist yönü, İslam dünyasında Muhammed Abduh, Musa

Carullah, Muhammed İkbal, Mehmet Âkif gibi birçok düşünür ve yazar üzerinde

derin etkiler bırakmıştır. Özellikle Osmanlı Devleti’nde özgürlükçü, meşrutî sistem arzusu içinde bulunan milliyetçi kesimde adeta bayrak olmuştur. Afgânî aslında ömrünü, Batı emperyalizmi altında inleyen Doğu toplumlarının kurtuluşu için harcayan bir anti-emperyalisttir. Müslüman toplumların, sömürgecilik karşısında mücadele etmelerini sağlamak için Afganistan ve Hindistan’dan başlayarak İstanbul, Kahire, Paris ve Londra’ya defalarca ziyaret gerçekleştirmiştir. Aslında hep var olan ve fakat bir türlü harekete geçilmeyen bu sömürgecilik tehdidi karşısında Müslümanları uyarmıştır. Bu, onun hayattaki tek amacı olmuştur. Ona göre tüm bu mücadele sonucunda İslam toplumları yeniden eski gücüne kavuşacak ve emperyalist saldırılar sona ermiş olacaktı.

Muammer Esen’in ifadeleriyle: “Afgânî, yaşadığı çağa tanıklık etmiş âlim bir

Müslüman entelektüel olarak, dönemin sorunlarını, yaşanan emperyalist oyunları en derin bir şekilde idrak etmiş bir kişidir.”72 İngilizlerle ciddi bir mücadele içine giren

Afgânî, onlardan şu şekilde bahsetmektedir: “Bu kötü kimseler öyle göz alıcı

kılıklara ve çekici biçimlere girerler ki, insanın aklı almaz. Hâlbuki onlar şerrin ve fesadın kaynakları, fitne rüzgârlarının estiricileridir. Onlar, ülkelerin namuslarını zedeleyen, hakları gasp eden, ahlakı bozan ve fertleri aşağı gören yabancılardır.”73

Bu tarif emperyalizme karşı fikir üretmek zorunda kalmasının nedenini açıklamaktadır. Onun en büyük hayali İslam ümmetini yeniden kıyama kaldırmak ve sömürü düzenlerine son vermektir.74

Afgânî’nin, İngilizlerin Doğu Müslümanlarına bakışını anlatması bakımından şu ifadeler dikkat çekicidir: “İngiliz halkı, Doğu halkıyla, Mısır halkının evcil

hayvanlar ve dolap beygirleri seviyesinde olduklarına inanmaktadır. Onlara göre bu hayvanlar açlıktan ve fiziki acılardan başka hiçbir şeyden üzüntü duymazlar. Bunlarda bedensel güdülerden başka bir duygu yoktur. Hayvan! Yaşantılarından başka hiçbir şeye kafaları çalışmaz. Hayvanlarını evcilleştirir ve yiyecek içecek bir şeyler bulduğu sürece en ağır islerde çalışabilirler. Öğle ve akşam yemeklerini kendisine verenlere sevgi ile bakarlar. İngilizler için en kötü durum bu hayvanların ağır işleri yapmaktan aciz kalmalardır”.75 Ancak onun Batı’nın sömürgeci anlayışına

karşı olması, tüm Batı’ya karşı olması anlamında gelmemektedir. Nitekim o, Batı’nın ilim ve fendeki başarılarına hep hayranlık duymuştur.76 Afgânî, Batı emperyalizmine karşı olmasına rağmen, onların İslam dünyasına göre teknolojik, siyasal özgürlük idealleri, eşitlik gibi değerler açısından üstün olmasına önem vermiştir.

Kur’an-ı Kerim’in zamanın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlanması gerektiğine inanan Afgânî, aklî delillere dayanmanın önemine inanmakta ve bu yüzden içtihat kapılarının tekrar açılması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre “En

72 Esen, Afgani: Kelami ve Felsefi Görüşleri, s. 268.

73 Afgânî, “İngilizlerin Sudan’da Geçirdikleri Sarsıntı”, el-Urvetü’l-Vüska, s. 280.

74 Duman, “Klasik Modernist İslamcılardan Cemâleddîn Afgânî’nin Batı Emperyalizmi Karşısındaki

Görüşleri”, s. 186.

75 Mustafa Öztürk, “Oksidantalizm Bağlamında Afgani-Abduh Ekolu” , Marife Dini Araştırmalar

Dergisi, Y. 6, S. 3, İstanbul, 2006, s. 54.

iyi âlimlerin sözlerinin dahi herhangi bir konuda son ve doğru söz olamayacağı kabul edilmeli, içtihâd hürriyeti önüne hiçbir set çekilmemelidir.” Afgânî,

araştırmaya çok önem veren, taklitten uzak durmanın gerektiğine inanan, aklın her türlü engelden uzak tutulmasının önemini bilen bir insandır. Özellikle içtihat kapısının kapanması konusunda söylenen sözlere şiddetle karşı çıkar ve “İçtihat

kapısı kapalıdır, ne demektir? Hangi nasla kapatıldı? Bu benden sonra hiçbir Müslüman doğru yolu bulmak için kısas yapmamalı demektir.” diyerek bu

yaklaşımın yanlış olduğunu ısrarla vurgulamıştır. Bu görüşünü ispatlamak için Zuhruf Sûresi 3. ayetteki “Biz onu akledesiniz diye Arapça Kur’an yaptık.” ayetini delil olarak göstermiştir. Hatta dört büyük mezhep âliminin bugün hayatta olsalar idi içtihatlarına devam edeceklerini söylemiştir.77Afgânî, fıkıh ilmine çok önem

vermiştir. Ona göre bu çok faydalı bir ilim olsa da bunun öğretimi konusunda gereken hassasiyet gösterilmemişti. Hatta bu konuda: “Fıkıh, aile ve devlet

hukuklarının esaslarını içeren bir ilimdir. Yani fıkıh ilmini iyi bilen herkes, bir ülkenin sadrazamı yahut başbakanı seviyesine kadar yükselmeye layıktır. Hâlbuki fıkıh öğrenen ve öğreten âlimlerimiz kendi evlerini idare etmekte âcizdir ve bu aptallıkları ile gurur duyarlar”78 diyerek bu eğitimi verenlerin eksikliğini ifade

etmektedir.

C. Afgânî aslında gittiği her yerde milliyetçilik fikrini aşılıyordu. Her milletin uyanış içinde olması gerektiğine inanmıştı. Bu da millî benliği hissetmekle olacaktı. Milli duyguları eksik olan milletin ölü olduğuna inanmıştır. Ona göre, milliyetçilik İslam’ı sarsmaz, bilakis kuvvetlendirir. Kuvvetli parçalardan oluşan İslam âlemi kuvvetli olur.79 O yüzden milliyetçi duygulara karşı çıkmadığı gibi aksine hep desteklemiştir. O dönemde bu tarz faaliyetlerin, İslam dünyasındaki bölünmüşlüğü arttıracağına inanılmasından dolayı bazı kesimler tarafından şiddetle eleştirilmiş olsa da, Mehmet Âkif başta olmak üzere Mehmet Emin Yurdakul, Abdullah Cevdet, Yusuf Akçura, Şemseddin Günaltay, Ahmet Ağaoğlu, Behiç Erkin gibi Osmanlı aydınları ile Rızâeddin b. Fahreddin, Mûsâ Cârullah, Şehabettin Mercânî gibi Kazanlı aydınları da derinden etkilemiştir.

77 Mahzûmî Paşa, Hatırat, s. 140-141.

78 Kurbanov, Cemâleddîn Afgani ve Türk Dünyası, s. 38.

Bunun örneklerinden biri, Mehmet Emin Yurdakul’u milli şiirler yazma konusunda teşvik etmesidir. Ona, resmini imzalayarak vermesi, onu takdir ettiğinin bir göstergesidir.80 Milliyetçilik konusundaki Afgânî’nin düşüncelerini, Osmanlı ve

Kazanlı Türk aydınları üzerindeki etkileri tafsilatlı bir şekilde çalışmanın üçüncü bölümünde işlenecektir. O, çöküşün gerçek nedeninin dışarıda değil içeride aranması gerektiğini görmüş ve bunun için bir şeyler yapılması gerektiğine inanmıştır. Bu o dönem için son derece önemli bir teşhis olup, bunu ifade etmek de ayrı bir cesaret örneğidir.

Afgânî ilk defa, gerçek suçlunun Müslümanların olduğunu göstermiş ve çarenin öze yani Kur’an ve Sünnete dönüş olduğunu söylemiştir. Bu aslında o dönemde sadece bir uyanış çağrısı gibi görünse de, zaman içerisinde bir diriliş hareketi haline dönüşmüştür.81 Afgânî’nin el Urvet’ül-Vüska’da ifade ettiği “Bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez”82 ayeti sonradan kurulan İslami hareketlerin birçoğunda, sıkça

kullanılmaya başlanmıştır. Bu değişim Kur’an ve Sünneti doğru anlamak ve yaşamaktan geçmektedir. İşte bu “Kendimize çeki-düzen vermedikçe başarılı

olamayız” düşüncesinin Müslümanlar tarafından dillendirilmeye başlanmasına neden

olmuştur.

C. Afgânî’nin hayatı boyunca inandığı ve verdiği mücadelenin amacını, el-

Urvetü’l-Vüskâ ve Mahzûmî Paşa tarafından kaleme alınan Hatırat’ta ifade edilenler

dikkate alındığında, Müslümanların her işinde Kur’an’ın emirlerini ve Hz. Muhammed’in sünnetinin esas alınmasını sağlamaktır. Afgânî, Halifelik makamının kuvvetlendirilmesini istemiş ki bu amaçla birkaç defa İstanbul’a gelmiş, padişah nezdinde girişimlerde bulunmuştur. İçtihat faaliyetlerinin tekrar başlaması ve dinin hurafelerden temizlenmesi gerekmektedir. Aklın yeniden ön plana çıkarılarak, Kur’an’ın aklı ve mantığı öne çıkaran yönünü vurgulayıp meşveret kavramını yeniden canlandırılması elzemdir. Toplumu sevk ve idare edecek iyi yöneticiler yetiştirmek gerekmektedir. Çünkü İslam dünyasının içinde bulunmuş olduğu kötü

80 Osman Keskioğlu, “Cemâleddîn Efgani”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Y. 7, S.

7, C. 10, 1962, s. 97.

81 Atalar, Çağdaş Müslüman Düşünce Sembol Şahsiyetler, s. 65. 82 Enfal Suresi, 53.

durumun sebebinin iyi yöneticilerin olmaması ve halkın yönetimden uzak kalmasının neden olduğuna inanmıştır. Afgânî, yukarıda ifade edilen tüm amaçları gerçekleştirmek için hayatı boyunca tam bir aksiyon adamı gibi davranmıştır. Bu fikirlerin teoriler şeklinde kalmaması için halkı ve devlet adamlarını bilgilendirmeye çalışmıştır.

Afgânî’ye gerek hayatta iken ve gerekse vefatından sonra başta dinsizlik olmak üzere birçok suçlamalarda bulunulmuştur. Hayreddin Karaman, bu suçlamalarda bulunan yazarların; gerçekle ilişkisi olmayan, mantıkla izah edilemeyecek yorumlarının ispatının mümkün olmadığını ve hiçbir zaman delil getiremediklerini anlatmaktadır.83

Afgânî, talebeleri ve yakınında bulunan insanlar tarafından ahlaklı ve iyi kalpli bir insan olarak anlatılmaktadır. Vicdan sahibi, özgür bir ruha sahip, yalan söylemeyen, namusuna düşkün, ne yaptığını bilen, kararlı bir insandır. Olası bir saldırıda son derece öfkeli olabilmektedir. O, çok cömert ve olası hatalarından dolayı sık sık tövbe eden bir insandır. Allah’a büyük bir sevgi ile bağlı olduğu için belki de öğrencileri ile birlikte çıkarmış olduğu derginin ismini Urvetü’l Vüskâ (Sımsıkı bağlanmak, kulp) koymuştur. Güvenilir, karşısındaki insanları etkileyen bir hitabeti olması nedeni ile onları çok çabuk tesiri altına almıştır. Amaçlarını gerçekleştirmek için farklı yollar denemekten asla çekinmeyen, siyasi yönü ağır basan birisi idi. Çok hırslıydı. Belki de bu hırslı yönü, aceleciliği, düşünce ve davranışlarının yanlış anlaşılmasına neden olmuştur.84

Afgânî’nin bu hırsı aslında sadece idealleri ile ilgili olmalı ki dünyada şahsına ait hiçbir şeyi olmamıştır. Ne evlilik, ne mal, ne de mülk anlamında kendisinden sonra herhangi bir şey bırakmamıştır. Hatta bu konuda asla kaygı da taşımadığını hatıratında defaatle ifade etmiştir. Sert, öfkesine hâkim olamama durumu onun zaman zaman ilmi yönünün üzerine çıkmış, hatalar yapmasına neden

83 Karaman, Gerçek İslam’da Birlik, s. 34. 84 Mahzûmî Paşa, Hatırat, s. 51-52.

olmuştur.85Ancak tüm bunlara rağmen hiçbir zaman hayallerinden vazgeçmediği

söylenebilir.