3.1. Batıcılar ve Karşıtları Arasındaki Temel Polemikler
3.1.3. İnanç Dünyaları
Dönemin entelektüelleri arasındaki tartışmalara bakıldığında en sert söylemlerin inanç meseleleri üzerine olduğu görülmektedir. Özellikle Batıcı entelektüellerin devamlı olarak
394 Ethem Nejat, “Manastır’dan: Manastır’da Hayat-ı Aile, Türk Yurdu, Cilt: 1, Sayı: 9, 9 Mart 1328, s. 276.
395 Türk Yurdu, “Türk Kadınlarında İktisadi Terakkiyat”, Cilt: 6, Sayı: 11 (71), 24 Temmuz 1330, s. 2392-2393.
117
tartıştıkları ve örnek aldıkları Batı düşüncesi, kendilerinin dini yaşantıları üzerinde de büyük farklılıklar meydana getirmiştir. Bu bağlamda Batı’da ortaya çıkan pozitivizm ve materyalizm gibi felsefi düşünceler, Osmanlı entelektüelleri tarafından da merak edilmeye başlanmış ve bu durum ise felsefi düşüncelerin daha kapsamlı olarak irdelenmesini sonucunu doğurmuştur. Bu düşüncelerin din üzerinden yorumlanmaya başlanması özellikle Batıcı entelektüellerin inanç dünyalarını derinden etkilemiştir. İnanç anlamında devamlı olarak merak güdülerini canlı tutmaları ve evrendeki tüm olup biteni sorgulamaya başlamaları, ananevi eksenli alışılagelmiş öğretilerinin din ile bağdaşmadığını ifade ederek bunu toplum ile paylaşmaya çalışmışlardır. Bu noktada özellikle Abdullah Cevdet dikkat çeken bir kişilik olmuştur. Abdullah Cevdet, din ile gelenekselliğin aynı olmadığını ve ananevi öğretilerin dini zorunluluklar gibi algılanmasının yanlış olduğunu ve bu ayrımı ifade etmeye çalışması sonucunda da kendisine dinsizlik eksenli eleştirilerin gelmesine neden olmuştur. Gelen eleştirilere karşılık Abdullah Cevdet, kaleme almış olduğu bir yazısında İslami coğrafyanın ve Müslüman toplumların artık gelişen ve değişen dünya düzenine ayak uyduramamaya başlamalarının sebebinin daimi olarak İslam dininin ve Müslümanların ataleti olarak gösterildiğini işaret ederek, Kur’an-ı Kerim’de ilim ve irfan ile ilgili ayetlerin çokça yer aldığını belirterek bu algının yanlış olduğunu vurgulamıştır. Bunun haricinde Abdullah Cevdet, devlet ve toplum olarak geri kalınışın sebebini, İslami toplumları yöneten iktidarların baskıcı ve gerici bir yönetim sağlamaları, dini açıdan tartışmaları, âlimlerin bu konular noktasında toplumu aydınlatmak yerine çekimser kalmaları, kadın giyim ve kuşamlarının din ile bir bağlantısı olmadığını ve Müslümanların meydana gelen tüm olumsuzlukları, kader anlayışı ile aynı doğrultuda değerlendirdiklerine bağlamaktadır.397 Diğer bir batıcı aydın olan Kılıçzade Hakkı ise yazmış olduğu bir makalede “sahte” olarak nitelemiş olduğu softa ve dervişlerin dini yanlış yorumladıklarını belirterek, toplumu dini hususlarda yanlış yönlendirdiklerini ifade etmiştir. Kılıçzade Hakkı’ya göre bu problem, Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında geri kalışının temel sebebiydi.398 Abdullah Cevdet de; “Bizim düşmanımız softalar asla değil. Bizim düşmanımız hem
bütün alem-i İslam ve insanın düşmanı olan müteraddi softalıktır. Bizim karşımıza muhasım gibi çıkanlarda ve bizi “vatansız” sıfatıyla tavsif ve tahkir etmek isteyenlerde
397 Abdullah Cevdet, “Cihan-ı İslama Dair”, İctihad, Cilt: 3, Sayı: 26, 1 Temmuz 1327, s. 761-764.
398 Kılıçzade Hakkı, “Sahte Softalığa ve Dervişliğe Olan İlan-ı Harb”, İctihad, Cilt: 4, Sayı: 58, 14 Mart 1329, s. 1277-1288.
118
biraz nur bulunmasını pek arzu ediyoruz.”399 Söylemi bağlamında Kılıçzade Hakkı ile
aynı düşünceleri paylaştığını görmekteyiz.
İki entelektüelin görüşlerine karşın Muallim Nuri’nin ifadesi şu şekildedir:
“Cümlenin taahhüt ve tasdik ve teslimindedir ki dinsiz bir millet hiçbir vakit harita-ı ulemada bir mevki işgal edemez. Ne kitapların kara yazısında, ne de insanların hatırasında nam ve nişanı kalır. Şimdiye kadar teşkil eden hükümetler hep din üzerine tesis etmişlerdir… …Din; sahavi (cömert) bir kaidedir ki cehaliyet, ateş, mermi, ölüm, yerine alim, zeki, nur, hayat saçar. Dinsizlerin ise türlü türlü seyyi’at (kötülükler, günahlar) ve felaketi mucib (gerekli) olur...”400
İslamcı entelektüel Halim Sabit Batıcı entelektüllerin yorumlarına karşı verdiği cevabında, dinin varlığının olmazsa olmaz olduğunu ifade ederek, toplumu ahlaki yönden bir arada tutmanın tek yolu olarak İslamiyet’i gösterirken, diğer bir İslamcı entelektüel Mardinizade Mehmed Arif ise dinin toplumsal birlik ve düzeni sağlamada en etkin dinamik olduğunu ve ayrıca ahlaki değerlerin yerine getirilmesinde yine de dinin gerekliliğini ortaya koymuştur.401
Volkan gazetesinde, dini vecibeleri yerine getirmeyen bireyler de ahlaki niteliğin mevcut
olamayacağı şeklinde net bir ifade biçimine yer verilmiştir.402
“Biz measir-i İslam bilmeliyiz ki, bizce vatandan, hatta her şeyden kıymetli olan dindir. Din zevkini tadanlar, din uğruna herşeyi fedaya amadedir. Vatan muhabbeti besleyenler, zımnen dini de himaye etmekte iseler de, hakikatte mealiyat-i diniyeden hissemend olamazlar. Zira “İnneme’l- a’malü bi’n-niyat (Ameller Niyetlere Göredir)” buyurulmuştur. “Ed-dünya mezratü’l-ahire (Dünya Ahiretin Tarlasıdır)” diye tebşir olunmuştur.”403
Gibi ayetleri referans gösteren Derviş Vahdeti din olgusunun her şeyden önce geldiğini ve kimsenin tekelinde olamayacağını ifade etmiştir.
399 Abdullah Cevdet, “Softalığa Dair”, İctihad, Cilt: 4, Sayı: 60, 4 Nisan 1329, s. 1303.
400 Muallim Nuri, “Din ve Millet İkisi Birdir”, Hayrü’l-Kelam, Cilt: 1, Sayı: 23, 10 Nisan 1330, s. 180-181.
401 Halim Sabit, “İnsaniyet, Fikr-i Dini, Medeniyet”, Sırat-ı Müstakim, Cilt: 1, Sayı: 2, 21 Ağustos 1324, s. 27-30; Mardinizade Mehmed Arif, “Hikmet-i Edyan (1)”, Sırat-ı Müstakim, Cilt: 1, Sayı: 2, 21 Ağustos 1324, s. 17-18.
402 Volkan Gazetesi, s. 196.
119
Hikmet dergisinde; “emri vaki” olarak nitelenen, Avrupalı devletlere verilen ayrıcalıklar
ve kapitülasyonlar ile başlayan hak tanımacılık, Meşrutiyet öncesi dönemden başlayarak çıkarılan fermanlar ile Gayr-i Müslim halka daha fazla hak verildiği, bu durumun ise Osmanlılık ilkesi ile bağdaşmadığı ve ayrıca Müslümanların yaşamlarını sınırlandırdıkları belirtilerek bu duruma da siyasi alandaki başarısızlıkların sebep olduğu ifade edilmiştir.404 Önemli İslamcı düşünürlerden Filibeli Ahmed Hilmi; sanatsal, mesleki ve sanayi alanlarında Batı’nın örnek alınmasının uygun ve dönemin şartları gereği zorunlu olduğunu ifade etmiştir. Ancak dönemin genç entelektüellerinin Avrupa’da araştırma ve incelemelerde bulunup, bu araştırma ve incelemelerin sonuçlarında ortaya çıkardıkları bulguları sanki tüm gerçekleri ortaya çıkartmış gibi övündüklerini söyleyerek bu durumun yanlış olduğunu savunmaktadır. Ahmed Hilmi’ye göre Avrupa medeniyetini manevi nazarda düşünmeksizin kabul etmenin, milliyet ve kimliğimizi reddetmeye, dini kaideleri terk etmeye neden olacaktır. Bu durum ise devletin çöküşüne neden olacaktır. Ahmed Hilmi bunun gerekçelerini şu şekilde açıklamaktadır:
“1- Avrupa’da “Hıristiyanlıktan” maada (başka) henüz teferrür etmiş ve akide-i makbulet-i (beğenilen) amme (herkese ait) şekline girmiş bir fikir yoktur.
2- Avrupa’da mevcut felsefe, fikre it’imnan, ruha teselli, ihtiyaca gıda verecek meziyette değildir.
3- Avrupa, maddeten kabil-i inkâr olmayan şükuh (görkem) ve sükûnete rağmen, manen indiras (bozulma) ve inkiraza (çöküşe) yüz tutmuştur.
4- Avrupa vücudiyyet-i medeniyyesine hala “Hıristiyanlığın” mesleki ekseriyyet olması istinadgah bulunuyor. Fakat bu temel fenn ve felsefe tarafından yıkılmak üzeredir. Yıkıldığı gün ise Avrupa’nın satvet-i (güçlülük) maddiyesi dahi yıkılacaktır.
5- Avrupa’da zümre-i mütefekkirin namı altında bulunan eşhasa (kişilere) göre hakayık addedilen nazariyyat sürüsü, hakikat namına şayan olmadıktan ma’da bu nazariyyat üzerine ne ahlak ne de rasin (sağlam) bir cemiyet tesisi mümkün değildir. İşte Avrupa’nın zübde-i tarifi budur.”405
404 Mihridin Arusi, “İctimaiyat: Bugünkü Emr-i Vaki- Osmanlılık ve Müslümanlık- Muahedat ve
Taahhüdat- Tefekküratımızda İstihalesi Lazım Gelen Noktalar”, Hikmet, Cilt: 1, Sayı: 25, 25 Ağustos 1912, s. 1-2.
405 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, “Körkörüne Taklit Hakkında Bir Mütalaa”, Hikmet, Cilt: 1, Sayı: 5, 6 Mayıs 1326, s. 3-4.
120