• Sonuç bulunamadı

M. Hulûsi Dosdoğru’nun Şehir adlı şiir kitabını değerlendirirken, şairin kullandığı serbest nazım şeklinin kendisine tam bir musiki hissi veremediğini söyler

3. İlham

Yusuf Ziya, her şairin mazisinden istifade ettiğini, bunun da onun hakkı olduğunu ileri sürer.318

Faruk Nafiz, şiirde “vezinsizlik” lerle “alil” kafiyelerin şairin dikkatinden kaçmaması gerektiğini belirtir. “Her işi ilhama havale etmeyi” doğru bulmaz.319

Halit Fahri, ilham konusunu ele alırken genel inanışa göre onun bir “kuş”;

özelliklerinin nasıl olduğu bilinmediği ve kimse görmediği için de bu kuşun “anka”

olabileceğini söyler. Her dönemin şairinin ilham tutumunun farklı olduğuna yer verir.320

Türk romanının yürüdüğü yolla ilgili örnekler vererek değerlendirmeler yaparken kendilerinden önceki nesilleri inkâr eden romancılardan bazılarının hiç yaşamadıkları hayatları eserlerinde anlattıklarını belirtir.

“İşte ilham denen kuş hep böyle hayallerin geniş ufuklarında uçurtup (s. 7) cıvıldatan kuşbazlarla dolup dolup boşalan bir sahada bugün için belki bir dereceye kadar hoşa gidebilir eserler yazılsa bile bunların hakikatten aykırı düşen tarafları yarın değilse öbür gün şimdikinden daha fazla sırıtacağa benziyor. Esasen istikbale kanat açmıyan eserlerin günün birinde sadece bir hatıra olarak kalması bile insana hüzün verir, değil ki büsbütün unutulup gitmeleri...”

318 Yusuf Ziya, “Finten”, Türk Yurdu, 120/4(13 Teşrinievvel 1332/26 Ekim 1916), s. 3197/55.

319 Faruk Nafiz, “Yeni Çıkan Bir Kitap Münasebetiyle”, Yarın, 33(28 Mayıs 338), s. 140.

320 OZANSOY, Halit Fahri, “İlham Denen Kuş”, S. P., 2381(20 Mart 1937), s. 9.

Şair yolun çetinliğini düşünüp “ilham kuşu” nu fazla önemsemeden hayatı öz realitesi içinde görüp göstermek gerektiğini savunur.

“Mühim bir ekseriyetin eski şairler gibi pencerelerini geceleyin boş ufuklara açarak yıldızları seyretmesile hiçbir zaman hayat anlaşılmış ve bin bir tezadı içinde insanları, temsil edilmiş olmaz. Gözün görüşü kadar kafanın işleyişi ve eleyişi bir ilham kuşundan daha canlı eserler yaratabilir.”

diyen şair, bazı heyecan anlarında “Şair odur ki sem‘ine sesler gelir müdam”

demekle şiir yazılabileceğini fakat roman yazılamayacağını belirtir. Şair çok lirik bir adamsa yalnız kendi kalbine eğilmekle de büyük eserler yaratabilir. Fakat bir romancı için durum böyle değildir. O bütün bir toplumun kalbini dinleyip, derdini araştırıp, hazırlık devrine çok uzun bir süre ayırdıktan sonra romanına başlayabilir.

(s. 8).321

Şiirlerinin hayatıyla ilgili olup olmadığı sorulduğunda “Bazan evet, bazan hayır.” cevabını veren Yusuf Ziya, şairin yazdığı şiirin türüne göre ilhamını hayattan da muhayyileden de alabileceğini söyler.322

Halit Fahri, şiir ilhamlarının nerede aranırsa aransın sonuçta eserin kalbin teessürü ve gözlerin görüşü olması gerektiğini savunur.323

Şiir yazmanın çok güç olduğunu, uzun çabalardan sonra ancak birkaç satır yazılıverdiğini söyleyen Orhan Seyfi, ilhamı bulanın işinin bitmediğini düşünür.

321 OZANSOY, Halit Fahri, “İlham Denen Kuş”, S. P., 2388 (27 Mart 1937), s. 7-8.

322 “ “Binnaz” ın İnce Şairi Yusuf Ziya Diyor ki”, (Kon.: Rahmi KARACA), Uyanış, 2162/477 (27 İkinci Kânûn 1938), s. 153.

323 OZANSOY, Halit Fahri, “Zevksizlik”, S. P., 3085(4 Mart 1939), s. 8.

İlham bulunduğunda hangi vezin ve hangi nazım şekliyle yazılacağının belirlenmesi gerekmektedir. Sanatçılığa söz gelmemesi için temiz bir dille mükemmel ortaya konulması gerektiğini savunur. İçinde doldurma mısralar, aksaklıklar, şivesizlikler, mübtezel şeyler olmamalıdır.324

Sanatçıların ilhamın varlığı veya yokluğu üzerinde bir karara varamadıklarını söyleyen Faruk Nafiz, bazılarının ilhama bağlı olduklarını, bazılarının da ilhamın uzun bir çalışmadan başka bir şey olmadığına inandıklarını söyler. Bir sanatçının ilhamın varlığını kabul etmesi, diğerinin inkâr etmesinin tabiî olmadığını düşünür.

Gayr-i tabiîliğin ilk başta sanatçı olmaktan başladığını belirterek aynı amaç doğrultusunda çalışan bu adamların arasında meydana gelen anlaşmazlıkların asırlardan beri kanunlaşamamasını “hususî bir yaradılış cilvesi” olarak görür. (s.4)

“Sanatkârın bazı fırsatlardan, tesadüflerden, hâdiselerden ve manzaralardan istifade ettiğine şüphe yoktur. Fuzuli’nin “Leylâ ve Mecnun’undan Galip Dede’nin “Hüsn ü Aşk” ına, Hâmid’in Garam’ından

Fikret’in “Tarihi Kadim”ine kadar uzun ömürlü birçok eserlerin yazılışında bu âmillerin tesiri oldu. Fransız klâsikleri, eski Yunan ve Lâtin mevzu, yeni devlet büyüklerinden emiralmak suretile şaheserlerini meydana getirdiler.”

diyerek Firdevsi’nin Şehname’sinin Gazneli Mahmud’un fermanından doğduğunu belirtir. Şaire göre Telemak da böyle bir zaruretin mahsulüdür. Uzun eserler için sözedilen bu etkilerin kısa eserlerde de kendini gösterdiğini söyler. Faruk Nafiz’e göre “bir bahar levhası, ince bir yüz, hoş bir macera, renkli bir akşam” hemen her

324 Fiske, “Yahya Kemal’in Son Şiiri”, Akbaba, 326(18 Nisan 1940), s. 4.

şaire şirin bir mevzu oluşturmaktadır. Bütün bunlara ilham denilip denilemeyeceğini sorar.

İlhamın bir peri olarak kabul edildiği takdirde, bu sebeplerin birer ilham olabileceğini düşünür. İlhamı kabul eden şairin hiçbir zaman onu muhteşem bir şekilde hayal etmediğini belirterek onun kabul ettiği ilhamla diğerinin reddettiği ilham arasında bir fark göremez. Yalnız o bu güzel vesilelere “ilham” diyerek onları adlandırmaz. Şaire göre ilhamı reddeden sanatçı, adını bilmediği bir velinimetin lütfundan yararlanmaktadır. “Mesele, eserden müessire intikal etmek ve nihayet müessirin ismini vermekten ibarettir.” der. (s. 17).325

Yusuf Ziya’nın eşi Güzide Ortaç, şairin romanlarına giremediğini ama gençlik şiirlerinde ona “ilham kaynağı” olduğunu söyler. Göç romanında şairin çocukluk yılları, annesi, babası olduğunu belirtir. Üç Katlı Ev romanını hatırlatarak yakınlarının da yaşayış tarzının eserlerine girdiğine yer verir. Yusuf Ziya ise bu eserlerde yakınlarının hayatının oldukça değiştiğini ekler.326

Halit Fahri, şairin en çok kullandığı kelimeleri tespit ederek ilhamının da az çok tayin edilebileceğini ileri sürer.327

Faruk Nafiz’e şiirlerinde kendisinin bulunup bulunmadığı sorulduğunda

“şiirlerin hadiseler ve tesadüfler mahsulü olduğunu” belirterek onlarda bulunduğunu söyler. Orada bile çok zaman objektif olduğunu belirten şair, şahsını koyduğu

325 Faruk Nafiz, “İlham Perisi”, Yedigün, 589 (18 Haziran 1944), s. 4, 17.

326 “Güzide Ortaç Yusuf Ziya Ortaç’ı Anlatıyor”, (Kon. Sermet Sami UYSAL), Cumhuriyet, (12 Haziran 1954).

327 OZANSOY, Halit Fahri, “Biraz Da Şiirden”, S. P., 5076(23 Eylül 1944), s. 4.

şiirlerin diğerlerinden daha talihsiz olduğunu düşünür. Şairin eşi, “Vahdet-i Vücut”,

“Çiçekten Adalar” ve “Hüsn ü Aşk” şiirlerini kendisi için yazdığını söyler.328

“Sanatçı kendini boşaltmak için yazar” kanaatinde olan Orhan Seyfi, en çok

“lirik mevzuları sevdiğini” söyler. “Nasıl yazarsınız?” sorusuna “Duygularım taştığı zaman hafızama yazar, sonra kâğıda geçiririm.” der. Ne zaman yazabileceğinin belli olmadığını belirtir.329

Yusuf Ziya, şiiri çok sevdiği ve saydığı için bıraktığını söyler. Gönlünce başaramadığı bir işi devam ettirmeyi doğru bulmaz. Şiirde ilhama inanır. İnsanın önce bir mısra mırıldandığını, işte o tek mısraın ilham olduğunu söyler. Ondan sonra yaratma çabası başlamaktadır.330

Faruk Nafiz, ilhama perisiyle beraber inandığını söyler. “Hislerimizin, heyecanlarımızın en dolgun zamanında, bir tesadüf, bir hâdise, bir manzara, bir yüz, ne diyeyim, herhangi bir vesile, şimşeklerin boşalmasına meydan verir; bu infilâk, bence, ilhamın ta kendisidir.” “Şair” adlı şiirinde buna temas ettiğini belirtir.331

“İlham” a da “ilham perisi” ne de inanan Faruk nafiz, bir manzara, bir olayın insanı “tahrik” ettiğini belirtir. “Vesilesiz olmuyor şiir yazmak.” diyerek durup dururken masaya oturup ilham gelsin diye beklenemeyeceğini; böyle bir çalışmanın

328 UYSAL, Sermet, Sami, Eşlerine Göre Ediplerimiz, s. 84.

[Cumhuriyet, 10719 (31 Mayıs 1954), s. 5. Görüşme tarihi: 25 Nisan 1954.]

329 “Büyük Edebiyat Anketi: Dediler ki, Orhan Seyfi’nin Fikirleri”, (Kon.: Gülgûn SEDEF), Ses, (1 Kasım 1955), s. 7.

330 “Sevilen San‘atçılarla Konuşmalar: Yusuf Ziya Ortaç”, (Kon.: Ümit Yaşar), Yelpaze, 555(30 Ocak 1963), s. 13.

331 “Faruk Nafiz’le Bir Konuşma”, (Kon. Öz DOKUMAN), Hayat-Tarih Mecmuası, 12 (Ocak 1971).

zorlama olacağını ileri sürer. Şiir yazma arzusu içinde doğduktan sonra her yerde yazabileceğini belirtir.332

Orhan Seyfi, şiirin sadece ilham eseri olmadığını, uzun bir çalışmayla meydana getirilen güç bir sanat olduğunu belirtir. İlk adım olarak nesre hiç benzemeyen, ahenkli bir söyleyişle bir mısra kompozisyonuyla başladığını söyler.

Kelimeler hünerle seçilip yerlerine konduktan sonra, şairin kendi dünyasının his, hayal ve düşünüşleri ilhamın yardımıyla yerlerini alırlar.333

Faruk Nafiz ile yaşadığı günler, olaylar ve tanıdığı insanlar ve gerçek aşklarıyla bağlantılı olan şiirleri sorulduğunda eşi hayatta olmadığı için söylemekte bir sakınca görmez. “Şiirlerimi özetlemek gerekirse yaşadım, duydum ve yazdım”

der. “Suda Halkalar”, “Gurbet”, “Toros Dağları”, “Allahaısmarladık” şiirlerini hatırlatır.334

332 ONUR Nemci, “Ünlü Yazarlarımız Nasıl Çalışıyor? Faruk Nafiz Çamlıbel’in Cevabı”, Yeni Gazete, 2295(4 Mayıs 1971).

333 ORHON, Orhan Seyfi, “Kafiye Sanatı”, K. A. M., 3(1 Temmuz 1972), s. 52.

334 “Faruk Nafiz Çamlıbel Diyor ki”, (Kon.: Sabahat EMİR), Türk Edebiyatı Dergisi, 14 (Şubat 1973), s. 24.

II. "BEŞ HECECİLER"İN ŞİİRLERİNDE İÇERİK

Benzer Belgeler