• Sonuç bulunamadı

geçirgenliğini ölçmüşler ve kavite verniği uygulanan amalgam restorasyonların 24 saat sonra yapılan ölçümlerinde, hem kavite verniği konulmayan amalgamlara hem de kompozit restorasyonlara göre istatistiksel olarak anlamlı oranda daha az sızıntı olduğu, 4 ay sonunda ise kavite verniği uygulanan amalgamlarda kenar sızıntısının arttığını ve bunun kompozit restorasyonlardaki sızıntı değerlerinden farklı olmadığını ancak en fazla sızıntının vernik uygulanmayan amalgamlarda olduğunu gözlemişlerdir.

Sturdevent ve Pashley (1989), 30 adet çekilmiş insan üçüncü molar dişinde açtıkları sınıf I ve II kavitelerdeki dentin geçirgenliğini sıvı filtrasyon yöntemi ile değerlendirerek mezial ve distal aksiyel duvarların oklüzal pulpal tabandan daha geçirgen olduğunu ve smear tabakasını kaldırmak amacı ile % 6’lık sitrik asitle yapılan 2 dakikalık asitlemeden sonra geçirgenliğin istatistiksel olarak önemli oranda arttığını belirtmişlerdir.

Prati ve ark. (1992), çekilmiş 3.molar dişlerde açtıkları sınıf I kavitelerde dört dentin bağlayıcı sistem (Scotchbond 2, Scotchbond DC, Tripton ve Clearfil PB) ve bir ışıkla sertleşen cam iyonomer simanın (Vitrabond) sıvı filtrasyon yöntemi ile yapılan dentin geçirgenliği ölçümleri ile dentine bağlanma kuvvetleri arasındaki ilişkiyi gözlemek amacıyla yaptıkları bir çalışmada; Scotchbond 2’nin dentin geçirgenliğini en aza indiren dentin bağlayıcı ajan olduğunu ve dentine bağlanma gücü en fazla olan bağlayıcı ajanın ise Clearfil PB olduğunu ancak Scotchbond 2 ve Scotchbond DC nin dentine bağlanma kuvvetleri ile dentin geçirgenliği arasında ters bir ilişki olduğunu ve Scotchbond 2/Silux kombinasyonunun dentine bağlanma gücü oranında geçirgenliği en aza indirecek restorasyon modeli olduğunu gözlemişlerdir.

Prati ve ark. (1994a); 36 adet sürmemiş 3.molar dişi çektikten sonra bu dişlerde açılan sınıf II kaviteleri üç farklı dentin bağlayıcı/rezin kombinasyonu (Vitrebond/Scotchbond 2 + P50, Tripton + Occlusin ve Clearfil Photo Bond + Clearfil Photo Posterior) ile restore ederek restorasyonların kenar sızıntısını değerlendirdikleri bir çalışmada; sıvı filtrasyon yöntemi ile kenar sızıntısının kantitatif olarak ölçülebildiğini, restorasyon yapıldıktan hemen sonra tüm

materyallerin yüksek oranda mikrosızıntı gösterdiklerini ancak 1-2 hafta içinde rezin materyalde gözlenen higroskopik genleşme nedeniyle mikrosızıntının azaldığını, 4-8 hafta sonra yapılan ölçümlerde ise su alımına bağlı olarak rezin içinde meydana gelen hidrolitik yıkım nedeniyle materyallerin tümünde dentin geçirgenliğinde artma gözleyerek bu yöntemle restoratif materyallerin sızdırmazlık özelliklerinin uzun süreli olarak takip edilmesinin mümkün olabileceğini belirtmişlerdir. Araştırmacılar, kenar sızıntısını sıvı filtrasyon yöntemi ile kantitatif olarak ölçtükleri dişlerde boya penetrasyon yönteminin de uygulanabileceğini dolayısı ile aynı diş üzerinde farklı yöntemlerle alınan sonuçları karşılaştırma olanağı elde edilebileceğini de göstermişlerdir.

Koutsi ve ark.(1994), 12-15 yaşındaki hastaların ortodontik amaçla çekilen 10 adet premolar dişinde, kalan dentin kalınlığı dikkate alınarak dentin geçirgenliğinin tübül yoğunluğu ve tübül çapıyla olan ilişkisini SEM ve sıvı filtrasyon tekniği kullanarak değerlendirdikleri bir çalışmada; dentin kalınlığı azaldıkça dentin geçirgenliğin tüm dişlerde arttığını ve bunun tübül çapı ile birim alana düşen tübül sayısındaki artışa bağlı olduğunu belirtmişlerdir.

Mills ve ark. (1999), 6 mm. kalınlığında diskler halinde hazırlanan farklı kompozisyonlarda ancak aynı renk skalasındaki Silux Plus, P50 ve Z100 MP örneklerinin Light-emitting diode (LED, 290mW/cm2) ve halojen ışık kaynağı (455mW/cm2) kullanılarak polimerize edilmesinden sonra, LED ışık cihazı ile bütün örneklerde daha derin polimerizasyon sağlandığını belirterek her iki ışık kaynağı ile polimerize olan kompozitler arasında karşılaştırma yapabilmek için polimerizasyon derinliği tayininin uygulanacak birçok testten sadece biri olduğunu ve polimerizasyonun kalitesini belirlemek için diğer mekanik testlerin de uygulanması gerektiğini ifade etmişlerdir. 10.000 saatlik kullanım ömrü olan hatta bu sürenin aşımında dahi çok az randıman kaybına uğrayan ve pille çalışabildiği için taşınabilir de olan LED ışık cihazının teknolojideki gelişmelere bağlı olarak geleneksel halojen ışık cihazlarının yerini alabileceğini öngörmüşlerdir.

Youngson ve ark. (1999), ortodontik amaçla çekilen 30 premolar dişte, 3 farklı dentin bağlayıcı sistemin (Fuji Bond LC, Scotchbond Multi-Purpose Plus, Prime&Bond 2.1) mikrosızıntı üzerine olan etkilerini sıvı filtrasyon yöntemi ve gümüş nitrat penetrasyon ölçümü ile değerlendirdikleri bir çalışmada, kullanılan dentin bağlayıcı sistemler arasında dentin geçirgenliği bakımından anlamlı bir fark olmadığını ve sıvı filtrasyon ölçümleri ile gümüş nitrat penetrasyon ölçümleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmadığını ancak sıvı filtrasyon yönteminin daha hassas bir yöntem olduğunu gözlemişlerdir.

Jandt ve ark. (2000), geleneksel halojen ışık cihazı (755 mW/cm2) ve Light-emitting diode (LED,350 mW/cm2) ışık kaynağı ile polimerize edilen iki ayrı renkteki kompozit rezinde polimerizasyon derinlik farkı ve sıkışma kuvvetleri arasındaki farkı karşılaştırdıkları bir çalışmalarında; LED ve Halojen ışık kaynakları arasında compressive (sıkışma) kuvvetleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını, polimerizasyon derinliği açısından ise Halojen ışık kaynağının LED ışık cihazından istatistiksel olarak daha iyi sonuç verdiğini gözleyerek bunun ışık yoğunluğundaki farktan kaynaklanabileceğini belirtmişlerdir.

Özok ve ark. (2001), 12-16 yaşındaki hastaların ortodontik amaçla çekilen 70 adet premolar dişinde açtıkları ve kompozit rezin ve amalgam ile restore ettikleri sınıf II kavitelerin dentin geçirgenliğini sıvı filtrasyon tekniği ile değerlendirdikleri çalışmalarında; erken dönemde, bütün restorasyonların dentin geçirgenliğinin belirgin şekilde azaldığını ancak 3 aylık gözlem periyodu sonunda dentin geçirgenliğindeki en belirgin azalmanın amalgamın altında bir dental adezivin kullanıldığı restorasyonlarda gözlendiğini ve bunun amalgamda geç dönemde meydana gelen genişlemeye bağlı olabileceğini ifade etmişlerdir.

Telles ve ark. (2001), self-etch dentin bağlayıcı sistemlerin (Prompt L-Pop-PLP) süt ve daimi dişlere uygulanan kompozit ve kompomerlerin bağlanma kuvvetleri üzerindeki etkisini geleneksel dentin bağlayıcı sistemlerle (Single Bond) karşılaştırmalı olarak değerlendirdikleri bir SEM çalışmasında, dolgu/diş arayüzünün örtülebilirliği açısından süt ve daimi dişler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir

fark oluşmadığını ancak geleneksel dentin bağlayıcı sistemlerle karşılaştırıldığı zaman PLP self-etch bağlayıcı sistemin dolgu/diş arayüz bölgesinde hibrit tabaka oluşturmadığını ve oluşan boşlukların da daha geniş olduğunu gözleyerek bunun PLP’un pH değerinin düşük olmasından dolayısı ile rezin monomerlerin iyi polimerize olamamasından kaynaklanmış olabileceğini ileri sürmüşlerdir.

Dunn ve Taloumis (2002), ortodontik braketlerin dişe tutunmasında kullanılan rezin simanları iki LED ışık kaynağı (LumaCure ve VersaLux) ve iki halojen ışık kaynağı (Optilux 501 ve ProLite) kullanarak polimerize ettikleri bir çalışmada, braketlerin dişe bağlanmasındaki makaslama kuvvetleri arasındaki farkı Instron cihazı yardımıyla ölçmüşler ve dört grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını gözleyerek yarı iletken teknolojisinin ilerlemesiyle LED ışık kaynaklarının halojen ışık kaynaklarının yerini alabileceğini bu konuyla ilgi daha çok çalışma yapılması gerektiğini vurgulamışlardır.

Yoon ve ark. (2002), Light-emitting diode (LED) ve plazma ark ışık (PAC) cihazları kullanarak polimerize ettikleri üç farklı rezin kompozitin farklı derinliklerindeki (1,2,3 ve 4 mm) polimerizasyon etkinliğini geleneksel halojen ışık cihazı ile karşılaştırdıkları çalışmada; polimerizasyon derecesinin ışık kaynağına, derinliğe ve rezin kompozitin cinsine göre değiştiği gözlenmiştir. Işık gücü yoğunluğu aynı olduğu takdirde, PAC ve LED’in polimerizasyon derecelerinin halojen ışık kaynağından farklı olmadığını bildiren araştırmacılar; ışık yoğunluğu iki katına çıkarıldığında, yüzeyden 2 mm’ye kadar olan kısımda polimerizasyon dereceleri arasında yine fark bulunmadığını ancak 3 mm. derinlikte istatistiksel olarak anlamlı bir fark ortaya çıktığını gözleyerek derinlik arttıkça polimerizasyon derecesinin azaldığını belirtmişlerdir.

Hofmann ve ark. (2002), iki ayrı Light-emitting diode (LED1, 320 mW/cm2 ve LED2 160 mW/cm2) ve quartz tungsten halojen (QTH, 800 mW/cm2) ışık kaynağı kullanarak üç farklı kompozit rezinin (Herculite XRV, Filtek Z250 ve Definite) polimerizasyonu sırasında oluşan ısı artışı, polimerizasyon büzülmesi ve yüzey sertliği değerleri arasındaki farkı karşılaştırdıkları çalışmada; gerek LED1 gerekse

QTH ile polimerize edilen Herculite XRV ve Filtek Z250 için ölçülen yüzey sertlik değerlerinin birbirine benzer olduğunu, LED1 ile polimerize edilen Definite’in yüzey sertliğinin ise QTH ile elde edilen değerlere göre daha düşük olduğunu gözlemişlerdir. Araştırmacılar, Definite içindeki ek fotoinisiyatörlerin kısa dalga boyundaki ışıkları absorbe ettiğini dolayısı ile bunların LED ile aktive olamadığını belirtmektedirler. Gerek polimerizasyon gerekse ışınlama sırasında meydana gelen ısı artışı ile polimerizasyon büzülme miktarının ise LED ile ışınlamada QTH’e göre daha az olduğunu gözlemişlerdir.

Öztürk ve ark. (2004a), Light-emitting diode (LED, 500 mW/cm2), Plasma arc curing (PAC, 1200-1500 mW/cm2), high intensity quartz tungsten halogen (HQTH, 850 mW/cm2) ve quartz tungsten halogen (QTH, 500 mW/cm2) ışık kaynağı kullanarak dentin bağlayıcı sistem (Clearfil SE Bond ve EBS-Multi) ve kompozit rezinlerin (Clearfil AP-X ve Pertac II) polimerizasyonu sırasında meydana gelen ısı değişikliklerini gözlemek amacıyla yaptıkları bir çalışmada; en fazla ısı artışının EBSM’nin PAC (5.16oC) ve HQTH (4.28oC) ile polimerizasyonu sırasında, en az ısı artışının ise LED ile polimerize edilen dentin bağlayıcı sistemlerle (1.16oC-2.08oC) kompozit rezinlerde (1.13oC- 2.59oC) meydana geldiğini gözleyerek ısı artışının kullanılan ışık kaynağının gücü ile orantılı olduğunu belirtmişlerdir. İşlem esnasındaki ısı artışı EBSM’de CSEB’den istatistiksel olarak belirgin yüksek bulunmuş ancak PII ile CAPX arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu çalışmada ölçülen en yüksek değerin dahi pulpanın sağlığı için kritik değer olduğu belirtilen 5.6oC’ı aşmadığı belirtilerek dentin kalınlığının 1 mm.den az olduğu derin kavitelerde dentin bağlayıcı sistemlerin polimerizasyonu sırasında meydana gelecek ısı artışının pulpada harabiyet oluşturabileceğine dikkat çekilmiştir.

Üşümez ve ark. (2004), Transport XT kompozit rezin kullanarak braketleme yaptıkları 80 adet insan premolar dişinde, üç grupta LED (Elipar Freelight,3M ESPE) ışık cihazı ile 10, 20, 40 s ışınlama yaparak bir grupta ise halojen ışık kaynağı (XL3000,3M) ile 40 s ışınlama yaparak LED ve halojen ışık kaynağının makaslama kuvvetleri üzerine olan etkilerini karşılaştırdıkları bir çalışmada, Halojen ışık

kaynağı ve LED ışık cihazı yardımıyla 20 ve 40 s süreyle yapılan polimerizasyondan sonra makaslama kuvveti bakımından her iki cihaz arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını ancak LED ile 10 s süreyle yapılan polimerizasyonda değerlerin istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğunu gözlemişlerdir.

Tsai ve ark. (2004), ikisi prototip olmak üzere 5 ayrı LED ışık cihazı (310-360 mW/cm2) ve yüksek yoğunluklu HQTH (920 mW/cm2) ile geleneksel halojen ışık QTH (530 mW/cm2) kullanarak polimerize ettikleri üç farklı renkteki (B1, A3, C4) Filtek Z250 kompozit rezinin yüzey sertliği ve polimerizasyon derinliğini ölçerek kullanılan ışık cihazlarının polimerizasyon etkinliklerini karşılaştırdıkları bir çalışmada; HQTH ve QTH ile sağlanan polimerizasyon derinliğinin LED ışık cihazları ile sağlanan polimerizasyon derinliğinden fazla olduğunu, sadece A3 renk skalasında Elipar Freelight LED ve Blue LED 475H ışık cihazlarının polimerizasyon derinliğinin QTH ile benzeştiğini bunun da kullanılan cihazın gücü ile ilgisi olduğunu belirtmektedirler. Yüzey sertliği bakımından da LED ışık cihazları ile QTH arasında belirgin bir fark olmadığını ancak LED ışık cihazları ile polimerize edilen rezin içinde 3 mm.den sonra sertlik derecesinin hızla azaldığını ve sadece HQTH ile polimerize edilen rezinlerde 4 mm. derinlikte rezin sertlik derecesinin ölçülebilecek değerde olduğunu gözlemişlerdir.

Uhl ve ark. (2004a), ikinci nesil bir LED ışık cihazı (901 mW/cm2) ile geleneksel bir halojen ışık kaynağı (860 mW/cm2) kullanarak polimerize ettikleri Z100, Revolcin ve Admira arasında polimerizasyon derinliği ve yüzey sertliği bakımından bir fark oluşup oluşmadığını gözlemek amacıyla yaptıkları bir çalışmada; LED ışık cihazı ile sağlanan polimerizasyon derinliğinin geleneksel halojen ışık kaynağına göre daha fazla olduğunu, yüzey sertliği ölçümlerinde ise LED ışık cihazı ile polimerize edilen Z100 ve Admira’nın yüzey sertliğinin geleneksel halojen ışık kaynağı kullanıldığında elde edilen yüzey sertlik değerlerinden daha fazla olabildiği gibi benzer de olabildiğini buna karşılık Revolcin’de LED ile elde edilen değerlerin daha düşük olduğunu gözlemişlerdir. Bu durumun Revolcin’in içinde ek fotoinisiyatör bulunmasından kaynaklandığını belirten araştırmacılar, uygulanacak kompozit rezin

seçimi doğru yapıldığı takdirde LED ışık cihazının geleneksel halojen ışık kaynağının yerine kullanılabileceğini belirtmektedirler.

Uhl ve ark. (2004b), fotoinisiyatör olarak sadece kamforokinon içeren Z100 MP ve Spectrum TPH ile ek fotoinisiyatör içeren Definite ve Solitaire 2’yi halojen ışık kaynağı (619 mW/cm2) ve LED (630 mW/cm2) ışık cihazı ile polimerize ederek yüzey sertliği değerlerinde polimerizasyon sonrası meydana gelebilecek değişiklikleri gözlemek amacıyla yaptıkları bir başka çalışmada ise LED ile polimerize edilen ve ek fotoinisiyatör bulunan kompozitlerde düşük olan yüzey sertliğinin polimerizasyondan sonra rezin içinde devam eden reaksiyonlarla kompanse edilemeyeceğini göstermişlerdir.

Nalçacı ve Bağış (2005), yeni geliştirilen nano-hibrit bir kompozit rezinin (Grandio-Voco), farklı güçte iki light emitting diode (LED) ışık cihazı (400 mW/cm2 ve 1000 mW/cm2) ve halojen ışık kaynağı (600 mW/cm2) ile farklı sürelerde polimerize edilmesinden sonra yüzey sertliği değerlerini karşılaştırmak amacı ile yaptıkları bir çalışmada; LED (1000 mW/cm2) ile 20 s, LED (400 mW/cm2) ile 40 s ve halojen ışık kaynağı (600 mW/cm2) ile 40 s süreyle yapılan polimerizasyonun yeterli yüzey sertliğini sağladığını göstermişlerdir.

Türkkahraman ve Küçükeşmen (2005), 45 adet çekilmiş insan premolar dişinde, farklı iki modda (hızlı mod, yumuşak başlangıç modu) LED (MiniLED, 1250 mW/cm2, Satalec, Merignac, France) ışık cihazının makaslama kuvveti üzerine olan etkinliğini halojen ışık kaynağı ile karşılaştırmak amacı ile yaptıkları çalışmada, yumuşak başlangıç modlu LED ışık cihazının (20 s) hızlı modlu LED (20 s) ve halojen ışık kaynağına (40 s) göre daha yüksek makaslama kuvveti gösterdiğini ancak yumuşak başlangıç modlu LED ışık cihazı (20 s) ile halojen ışık kaynağı (40 s) arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlıolmadığını gözlemişlerdir.

Owens ve ark. (2006), 96 adet çürüksüz dişin fasiyal ya da lingual yüzeylerine açmış oldukları sınıf V kaviteleri sekiz farklı bağlayıcı sistem (OptiBond Solo Plus, iBond, Adper Prompt L-Pop, Xeno III, Simplicity, Nano-Bond, Adper Scotdhbond

Multi-Purpose ve Touch & Bond) kullanarak Z-100 kompozit rezin ile restore ettikleri bir çalışmalarında; kenar sızıntısını boya penetrasyon yöntemi ile değerlendirerek, Adper Scotdhbond Multi-Purpose’un (total etch dentin bağlayıcı sistem) minede diğer dentin bağlayıcı gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde sızdırmazlık sağladığını, self-etch sistemler arasında en fazla sızıntının Nano-Bond kullanılan kavitelerde görüldüğünü, diğer self-etch sistemler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark oluşmadığını, dentinde ise sızdırmazlık açısından bağlayıcı sistemler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını belirtmişler ve tüm dentin bağlayıcı sistemlerde minedeki sızıntının dentindeki sızıntıya oranla istatistiksel olarak daha az olduğunu gözlemişlerdir. Asidik monomerin hibrit tabakayı oluşturamaması, kavite içindeki bağlanmış yüzeylerin bağlanmamış yüzeylere oranının yüksek olması, mine-sement sınırındaki dentin tübüllerinin oryantasyonu ve polimerizasyon büzülmesi sonucu oluşan yıkıcı kuvvetler gibi faktörlerin mikrosızıntıyı etkileyebileceği düşünülmüştür.

Koraşlı ve ark. (2007), dört farklı self-etch sistem (Adper Prompt L-Pop, Clearfil SE Bond, Xeno III ve FL Bond) ve bir total-etch sistem (Single Bond) kullanarak kompozit rezinle restore edilen endodontik tedavili dişlerde kenar sızıntısını boya penetrasyon yöntemi ile inceledikleri çalışmalarında; self-etch dentin bağlayıcı sistemlerden hiçbirinin mikrosızıntıyı tamamen engelleyemediğini, ancak boya penetrasyonunun en az Clearfil SE Bond ve Single Bond kullanılan dişlerde olduğunu en fazla ise FL Bond kullanılan dişlerde görüldüğünü ancak Adper Prompt L-Pop ve Xeno III ile karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark oluşmadığını gözlemişlerdir. Bağlayıcı sistemlerin SEM görüntülerinde ise;

Clearfil SE Bond’da 2-5 μm kalınlığında hibrit tabaka ile uniform ve dentinin derinliklerine doğru lateral hibridizasyon yaparak ilerleyen rezin uzantıların varlığı, Single Bond’da 5-7 μm kalınlığında ve morfolojik olarak en uniform yapıda bir hibrit tabaka ile dentinin derinliklerine doğru lateral hibridizasyon yaparak uzanan rezin uzantıların varlığı, Adper Prompt L-Pop’da 4-5 μm kalınlığında uniform hibrit tabaka ile tübülleri tamamen tıkayan rezin uzantılar, Xeno III’de 2-3 μm kalınlığında düzensiz bir hibrit tabaka ile birkaç rezin uzantının varlığı, FL Bond’da ise sadece

1-2 μm kalınlığında yer yer dentinden ayrılmış bir hibrit tabaka bulunduğu gösterilmiştir.

Bağış ve ark. (2008), halojen ışık kaynağı (QTH-500 mW/cm2), plazma ark (PAC-1800 mW/cm2) ve light emitting diode (LED-600 mW/cm2) ışık cihazlarının kompozit rezin polimerizasyonu sırasında oluşturdukları ısı artışını dört zaman diliminde (10, 20, 30 ve 40 sn) değerlendirdikleri çalışmalarında, en yüksek ısı artışının (54.4±1.65°C) PAC kullanımından sonra, en düşük ısı artışının (11.8±1.3°C) ise tüm zaman periyotları için (10 sn hariç) LED kullanımından sonra ortaya çıktığını göstermişlerdir. Ekspoz süresindeki artışın da ısı artışına neden olduğunu belirten araştırmacılar, tüm ışık kaynaklarının pulpal hasara neden olabilen 5.5°C’nin üzerinde ısı oluşturduğuna dikkat çekmektedirler.

Türkün ve Çelik (2008), bir nanokompozit olan Filtek Supreme ve poliasitle modifiye rezin kompozit olan Dyract eXtra’nın klinik başarısını değerlendirmek amacı ile yaptıkları bir çalışmada; 50 çürüksüz dişte açtıkları sınıf V kavitelere yapılan rezin restorasyonları 6, 12 ve 24 aylık zaman dilimlerinde izleyerek bulguları USPHS kriterlerine göre değerlendirmişler ve Filtek Supreme’in kavitedeki tutuculuğunun Dyract eXtra’ya göre önemli oranda daha iyi olduğunu, Dyract eXtra’nın ise daha iyi renk uyumuna sahip olduğunu ancak tüm restorasyonların renk uyumunun klinik olarak kabul edilebilir değerlerde olduğunu belirtmişlerdir.

Guiraldo ve ark. (2008), geleneksel halojen ışık kaynağı (QTH-XL 2500-600 mW/cm2), plazma ark (PAC-Apollo 95E-1400 mW/cm2) ve light emitting diode (LED-Ultra-Lume 5-700 mW/cm2) ışık cihazlarının polimerizasyon sırasında oluşturdukları ısı farkını değerlendirmek amacı ile yaptıkları bir çalışmada, üç farklı kompozit rezin (Filtek Z250, Esthet X ve Filtek Supreme) örneği hazırlayarak altlarına kavite preperasyonundan sonra kalan dentin kalınlığını taklit etmek amacıyla 0,5 ve 1mm kalınlığında sığır dentini yerleştirerek işlem sırasında oluşan ısı artışını bir ısı ölçer (thermocouple) yardımıyla ölçmüşlerdir. Buna göre; QTH cihazının diğer iki cihaza göre istatistiksel olarak daha düşük ısı oluşturduğunu, kalan dentin kalınlığının ısı artışı üzerinde bir etkisi olmadığını ve kompozit rezinler

arasında da ısı artışı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark oluşmadığını gözlemişler ancak ilk uygulama sırasındaki ısı artışının 24 saat sonrasında ölçülen ısı artışına göre daha yüksek olduğunu belirtmişlerdir.

Arslan ve ark. (2008), farklı adeziv sistemlerle (Adper Prompt L-Pop, Adper Single-Bond 2 ve Clearfil SE Single-Bond) restore ettikleri lokalize sınıf II kavitelerde, farklı ışık cihazları (Halojen-Hilux 350, LED-Elipar freelight II ve PAC-Power PAG) ile yapılan polimerizasyondan sonra mikrosızıntı gelişimini değerlendirdikleri çalışmalarında; PAC ile polimerize edilen Adper Prompt L-Pop’un hem mine hem de dentinde diğer ışık kaynaklarına göre istatistiksel olarak anlamlı oranda daha fazla sızıntı oluşturduğunu gözleyerek bunun hızlı polimerizasyon nedeniyle hibrit tabakasında oluşan pörözitelerle bağlanma kuvvetinin yetersiz olmasından kaynaklanmış olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Diğer iki dentin bağlayıcı ajanla yapılan ölçümlerde ise kullanılan ışık kaynakları arasında mine ve dentinin mikrosızıntı değerleri bakımından anlamlı bir fark oluşmadığını bildirmişlerdir.

Ancak, PAC-Clearfil SE Bond, LED-Adper Prompt L-Pop ve LED-Clearfil SE Bond kullanılan dişlerde dentindeki mikrosızıntının mineden istatistiksel olarak anlamlı oranda daha fazla olmasının dentinin histolojik yapısının daha karmaşık olmasından kaynaklanmış olabileceği düşünülmüştür.

Foxton ve ark. (2008), üç ayrı tek basamaklı dentin bağlayıcı sistemi (OBF-2; iBond ve Adper Prompt L-Pop) üretici firma önerileri doğrultusunda uygun kompozit rezinlerle (sırasıyla Estelite E, Venus ve Filtek Supreme) birlikte kullanarak restore ettikleri dişlerde rezinlerin bağlanma kuvvetini inceleyerek, üç dentin bağlayıcı-kompozit sistemin hem mineye hem de dentine olan bağlanma kuvvetinin 1 yıllık gözlem süresi sonunda istatistiksel olarak önemli oranda azaldığını ancak üç grup dentin bağlayıcı-kompozit sistemleri arasında anlamlı bir fark bulunmadığını göstermişlerdir. Araştırmacılari 1 yılın sonunda tüm tek basamaklı dentin bağlayıcı sistemlerin bağlanma kuvvetinin azaldığını ve bunun mikrosızıntı nedeniyle oluşan hidrolitik yıkımdan kaynaklandığını belirtmişlerdir.

Atai ve Motevasselian (2009), nanokompozit bir rezin (Filtek Supreme) ve geleneksel bir hibrit kompozit rezinle (TetricCeram) hazırlanan örnekleri yüksek yoğunluklu holojen ışık kaynağı (Optilux 501 / 680 mW/cm2), düşük yoğunluklu holojen ışık kaynağı (Coltolux 50 / 330 mW/cm2) ve LED (Ultralume-2 / >400 mW/cm2) ile polimerize ettikleri çalışmalarında; işlem sırasında oluşan en düşük ısı artışının Filtek Supreme’nin polimerizasyonunda ortaya çıktığını, LED ışık cihazının geleneksel ışık kaynağına göre üstünlüğü olmadığını gözlemişlerdir.

Dallı ve ark. (2009), dört farklı dentin bağlayıcı sistemin (Adhe SE, Adper Prompt L-Pop, G Bond ve Clearfil S3 Bond) dentinle olan makaslama bağlanma kuvvetini değerlendirdikleri çalışmalarında, en yüksek bağlanma kuvvetinin Clearfil S3 Bond ile elde edildiğini (23.93±3.85 MPa) ancak Adper Prompt L-Pop’un (21.27±4.46MPa) gösterdiği değerlerle arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını gözlemişlerdir. Ayrıca SEM görüntülerinden Clearfil S3 Bond’un karışık tip kırılma gösterirken Adper Prompt L-Pop’un daha çok adeziv tip kırılma gösterdiği ve yüzeyin tamamının adeziv ile örtülü olduğu gösterilmiştir.

Amaral ve ark. (2009), üç ayrı tek basamaklı bağlayıcı sistemin (Clearfil S3 Bond- S3, Xeno III- XE, Adper Prompt L-Pop- APLP) aktif ve inaktif olarak uygulanmasının hemen arkasından ve 6 ay suda bekletildikten sonra yapılan nanosızıntı ölçümleri ile mikrogerilim bağlanma dayanım kuvvetlerini değerlendirdikleri çalışmalarında, her iki zaman diliminde de mikrogerilim bağlanma dayanımının bağlayıcı sistemin aktif olarak uygulandığı gruplarda inaktif olarak uygulandığı gruplardan istatistiksel olarak önemli derecede daha yüksek olduğunu gözlemişlerdir. APLP’un aktif ve inaktif olarak uygulandığı gruplarda ise, uygulamadan 6 ay sonra mikrogerilim bağlanma kuvvetlerinin ilk uygulama anına göre düşük olduğu belirtilerek, agresif bir self-etch olan APLP’un pH’sının düşük olması nedeniyle demineralizasyon ve penetrasyon derinliklerinin farklı olabileceği, ayrıca hidroliz ve fosforik asit salınımının polimerizasyondan sonra bile devam etmesi nedeniyle dentin demineralizasyonunun devam ederek bunun uzun dönemde bağlanma kuvvetinde zayıflamaya yol açmış olabileceği düşünülmüştür.

Sauro ve ark. (2009) yaptıkları çalışmada, farklı self-etch (Clearfil DC-Bond, G-Bond, 3M Silorane) ve total-etch (Optibond FL-üç basamaklı, Scotchbond 1XT-tek şişe) dentin bağlayıcı sistemleri aynı örneğin bir yarısına pulpal basınç altında diğer yarısına da basınç olmadan uygulamışlar ve dentin tübüllerinden kaynaklandığını düşündükleri su damlacıklarını sıvı filtrasyon tekniği yardımı ile konfokal mikroskop kullanarak görüntülemeyi amaçlamışlardır. Araştırmacılar, sonuç olarak; dentin geçirgenliği değeri en düşük dentin bağlayıcı sistemin Optibond FL ve G-Bond olduğunu, Clearfil DC-Bond ve Scotchbond 1XT’nin ise pulpal basınç olsun ya da olmasın suyu en fazla geçirebilen sistemler olduğunu gözlemişlerdir. Clearfil DC-Bond ve Scotchbond 1XT sistemler konfokal mikroskop altında incelendiğinde ise, hem rezin/dentin ara yüz bölgesinde hem de rezinin polimerize olmuş dış yüzeyinde fazla miktarda su damlacığı oluştuğu görülmüştür. 4-META içeren dentin bağlayıcı ajanın (G-Bond) faz ayrımından etkilenebileceğini fakat su geçirgenliği ve ozmotik damlacık formasyonunun çok az olduğunu belirten araştırmacılar, HEMA içeren diğer tüm dentin bağlayıcı ajanların sıvı filtrasyon hızlarının ve damlacık formasyonunun yüksek olduğunu belirtmektedirler. Üç basamaklı dentin bağlayıcı sistemlerin ise bu durumdan çok az etkilendiği ileri sürülmektedir.

Benzer Belgeler