• Sonuç bulunamadı

İkinci En İyi Teoremi Temelli Refah Modeli: Eko-Demokratik Uzlaşı Yaklaşımı

1.4. EKONOMİK REGÜLASYON MODELLERİ

1.4.4. İkinci En İyi Teoremi Temelli Refah Modeli: Eko-Demokratik Uzlaşı Yaklaşımı

uluslu şirketler, temel bir karar alıcı olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla küresel iktisadi düzen, ulusal iktisadi düzene göre sosyal içerikten yoksunlaşmakta, küresel gelir dağılımı daha da bozulmakta ve Walras’ın ahlaki etkinlik kavramı giderek anlamsızlaşmaktadır. Bu bağlamda, Kök (1993) tarafından geliştirilen Krugman ve Reinert yaklaşımlarının bileşkesi olan bir regülasyon modeline “İkinci En İyi Teoremi Temelli Refah Modeli: Eko-Demokratik Uzlaşı Yaklaşımı” burada kısaca yer verilmiştir.

Global rekabet sürecinde gelişmekte olan ülkelerde, kaynakların etkin kullanımı ve gelirin adil bölüşümü için yeni modellere ihtiyaç duyulmaktadır. İkinci En İyi Teoremi Temelli Refah Modeli, bu amaç doğrultusunda geliştirilen alternatif bir yaklaşımdır4.

İktisat öğretisinin temel amacı, “tatmin edici bir refah” seviyesinin sınırlı imkânlarla nasıl sağlanacağını açıklayan üretim-bölüşüm ve güvenlik temelli bir ahenk mekanizmasını analiz etmektir. Eko-Demokratik Uzlaşı Yaklaşımı ile bireyin kişisel menfaatleri ile toplum ve toplumu temsil eden devletin temel menfaatleri arasındaki iradi bir uzlaşma kastedilmekte ve dinamik etkinlik ölçütü referans alınarak çözümlenmektedir.

Ulusal kaynakların asli sahibi olan karar alıcı bireyler, kaynakların kullanımına izin veren iradenin temsilcisi olduklarına göre faktör donatımı ile çıktının (üretimin) sağladığı yararın sürdürülebilir bir denge analizine esas olması için güvenlik temelli bir bölüşüm modelinin varlığına inanmalıdır. Burada özel teşebbüsün temel amaç fonksiyonu olan maksimum kar sağlama amacı ile KİT'lerin temel amaç fonksiyonu olan net sosyal fayda yaratma amacının kesiştiği KİT-Özelleştirme Bileşimli Bir Regülasyon Yaklaşımının geliştirilmesi gerekliliği tartışılmaktadır. Buna göre:

96 Özel teşebbüsün amaç fonksiyonu, Max. Kar = Toplam Gelir - Toplam Maliyet iken, KİT’in amaç fonksiyonu Max. Net Sosyal Fayda = Toplam Gelir - Toplam Maliyet ± Dışsallıklar + Tüketici Fazlası’ dır. Bilindiği gibi, refah doktrini çerçevesinde mübadelede etkinlik koşulunun sağlandığı iki tüketicili, iki mallı bir ekonomide, iki taraf için avantajlı ticaretin sona erdiği durum veri iken, mallar kişiler arasında yeniden dağıtılsa (tahsis edilse), en az bir kişinin durumunu kötüleştirmeksizin diğerinin durumunu iyileştirmenin mümkün olmadığı hal (durum) tahsis etkinliği olarak tanımlanmaktadır. Tüketimde dışsallıkların hesaba katılmadığı durumlarda aşağıdaki şekilde hipotetik olarak tanımlanmış W0,W1,…Wm gibi rekabetçi her denge aynı zamanda Pareto optimal dağılım süreci olarak kabul edilir. Bu daraltılmış temsili ekonomide, tüketiciler arasında gelir, adaletsiz bir şekilde dağılmış (fiili durum) olabilir. Hükümetin daha adil bir gelir dağılımı politikasına işlerlik kazandırabilmek için, başlangıç donanımına (eko-demokratik uzlaşı yaklaşımı çerçevesinde) müdahale ettiği varsayılırsa, piyasalar yeni bir denge sürecine bağlı olarak, rekabetçi denge noktalarından uzak bir noktada (minimize edilecek bir sapma ile örneğin şekilde W’2) dengeye gelebilecektir. Bu durum “second theorem of welfare economics” olarak tanımlanmaktadır(Ruffin,1992).

Net sosyal fayda maksimizasyonunun KİT’lerce temel amaç edinilmesinin ana nedeni, Pareto’nun İkinci En İyi Teoremi’ni referans alan iktisadi modellere işlerlik kazandırmaktır. KİT’lerin kuruluş felsefesine uygun amaç fonksiyonu ile rekabetçi özel sektörün, giderek tekelleşen amaç fonksiyonu birlikte değerlendirilebilir. KİT’lerin amaç fonksiyonu, KİT Karı < Monopolcü Kar ve KİT Karı < NSF kısıtlarını sağlayacak şekilde ele alınırsa; KİT’lerin ortaya çıkışını zorunlu kılan siyasi, sosyal ve ekonomik boyutları yansıtan temel nedenler gözetilmiş olur. Böylece, KİT-Özelleştirme Bileşimli Bir Regülasyon Yaklaşımı ile işleyen piyasa mekanizmasının başarısızlığını düzeltmek, istikrarı sağlamak, ekonomideki gelir dağılımının yapısını geniş halk kitlelerine yönlendirmek mümkün olabilir. Dolayısıyla uzun dönemli Eko-Demokratik Uzlaşı modelini esas alan karar alıcı bireylerin (anayasal sürecle belirlenmiş sözleşme hukukundan doğan haklar çerçevesinde özel teşebbüs girişimcileri ve kamu temsilcileri) katılımcı iradeleriyle oluşan temel ilkeler bağlamlı bir anayasal sürece işlerlik kazandırılabilinir.

97 İkinci En İyi Teoremi Temelli Refah Modeli, Türkiye özelinden hareketle gelişmekte olan ekonomiler için genel bir model olarak şu şekilde kurgulanmıştır(Kök- Çoban, 2009; 76): Çeşitli kesimlere sağlanılan imtiyazların ortadan kalkması, haksız rekabetin asgari düzeye inmesi ve rekabetin adil koşullarda gerçekleşmesi, devletin, istikrarı ve verimliliğe dayalı bölüşümü birinci dereceden önemsemesi, devletin asli fonksiyonlarını yerine getirirken, volontarist ve popülist kaynak kullanımına son vermesi, başka bir ifadeyle üretken kaynak kullanımını daha da etkinleştirmesi.

Bu temel kaygılar dikkate alındığında, modele yönelik dinamik etkinlik analizine esas olan beş temel varsayım şu şekilde sıralanmaktadır:

i. Siyasal liberalizm ve bundan ortaya çıkan güç dokrini deneyimleri vaad edilen tatmin edici refah seviyesini yaratmada başarısızdır.

ii. Küresel rekabetin ortaya çıkardığı alan ekonomileri tekelleşme sürecini realize etmektedir.

iii. Her iktisadi olayın temel karar alıcısı olan insan hem arz, hem de talep yönlü tasarruflarında homoeconomicus olduğu kadar, homososyologicus bir varlıktır.

iv. Kamusal ve özel refah malları tedarik, üretim ve pazarlama sürecinde birbirlerinin hem ikame edicisi hem de tamamlayıcısıdırlar.

v. Burada refah iktisadının temel dinamiği olan iktisadi etkinlik, kaynak tahsisine refarans olan ikinci En İyi Teoremi Temelli Eko-Demokratik Uzlaşı modeli için de temel ölçüttür. Bu ölçütün, her bir ülkenin kendi Performans Değerlendirme Merkezi tarafından modelin işlerliğini sağlayan referans gösterge olarak kullanılması önerilmektedir.

"Dinamik etkinlik" olgusu, kartezyen çerçevede hipotetik olarak ele alınmakta ve iktisadi birimlerin genel etkinlik seviyesinin belli zaman dilimleri içinde (yıl, 15-20 yıl gibi) tespit edilebileceğine dikkat çekmektedir. Ülkenin üretim yapısını, çok ürünlü bir firmaya veya endüstrinin küme (Tarım, otomotiv, kauçuk endüstri vb.) birimlerle içerilmiş üretim fonksiyonuna benzetelim. Şekil-1.12'de görüldüğü gibi, özel refah malları üreticisi A’nın , özel sektörde X özel refah malı, B’nin , ise kamu sektöründe Y

98 kamusal refah malını ürettiğini kabul edelim ve bunları koordinat sistemi üzerindeki eksenlere yerleştirelim. Buna göre bir ülke, koordinat eksenleri boyunca hem :

. , … . , hem de:

, , … ,

İ

mallarını üretebileceği emek ve sermaye stokuna sahiptir. Veri üretim faktörleri çerçevesinde her iki üreticinin Şekil 12'de görüldüğü gibi Pareto’nun Birinci En İyi Teoremi çerçevesinde Eko-Demokratik Uzlaşı doğrusu üzerindeki denge W0 olsun (W0, W1…..Wm hipotetik mübadelede denge varsayımı). Buna göre, koordinat düzlemi içindeki herhangi bir noktaya tekabül eden refah seviyesi, ülkenin veri sermaye stokları ile üretilebilecek WP ve WPr malları bileşiminden bir tanesini göstermektedir. Örneğin, M0, M2, M4, M6, M10 mübadele eğrileri kümesi, WP orijinine dışbükey eğrileri; yine m1, m3, m5, m7, m9 mübadele eğrileri de WPr orijinine dışbükey eğrileri temsil etsin.

Ortodoks standart iktisat teorisine göre tam rekabet şartları altındaki mübadele eğrileri, Refah Transformasyon Doğrusu üzerinde (Eko–Demokratik Uzlaşı Eğrileri) dengede iken , , koşulu sağlanmaktadır. Bu koşullarda ortaya çıkmış üretici dengesi ile tüketici (A,B) dengesinin( , , ) eşanlı

olarak birlikte sağlandığı olgu ( , , , ,

mikro genel denge olarak bilinmektedir.

Ancak, ekonometrik model çerçevesinde ortaya çıkan üretim fonksiyonlarının bileşkesi olan hipotetik denge gerçekte W değil, 0 '

0

W olabilir (hata terimi: ε nin modele

ilave edilmesiyle). Kurgulanan örnek olaya tekrar dönersek; KİT ve Özel sektör faktör donanımının özelleştirme sürecine bağlı olarak yeniden tahsis edildiğini esas alan İkinci En

99 İyi Teoremi Temelli Refah Modeli olarak kurgulanan Eko-Demokratik Uzlaşı Yaklaşımına göre erişilebilir potansiyel denge '

3

W ile açıklanabilir. Burada açıklanan model, KİT

yapılanmasına bağlı sermaye birikiminin hangi ölçüde özelleştirilmesinin toplumu “tatmin edici refah” seviyesine ulaştırabileceği tartışmasıdır. Şekilde görülen ideal denge W0 (W1…..Wm) Pareto tipi I (The first theorem of welfare economics) ile ekonometrik bağlamda ele alınan sapmalı denge '

3

W Pareto tipi II (second theorem of welfare

economics) analizleri birlikte ele alındığında, başlangıçtaki dinamik etkinlik ölçütü ile ortaya çıkan W0 denge noktasından regülasyon modellemesi ile W e erişilmektedir. Burada 3' esas olan beklenti sadece İkinci En iyi Teoremini doğrulamak değil, aynı zamanda hipotetik etkinlik yerine ampirik denge noktası olarak kabul edilen '

3

W denge sürecindeki

etkinsizliğin minimize edilmesidir. Böylece özel ve kamusal refah mallarına yönelik üretim, bölüşüm ya da tüketime ilişkin Eko-Demokratik Uzlaşı yaklaşımı, gerçek dengenin dinamik süreçle belirlenmiş olan bant alanı içinde olduğunu kabul etmektedir. Zira bu etkinsizliğin temel nedenlerinden biri, dışsallık yaratan değişkenlerden bazılarının kontrol edilemeyişidir. İkincisi, birincisine bağlı olarak yanlış kaynak tahsisine yol açan politika tercihleridir (Özelleştirme Rasyonalitesi). Nitekim, kamusal üretim alanında dışsallık olgusunu; özel üretim alanında ise içsellik analizlerini hesaba katmayan modeller uygulanabilir model olma niteliğini kaybetmektedir. Bu bağlamda üretim açısından yukarıda belirtilen tatmin edici refah modeli ile Net Sosyal Fayda fonksiyonunu örtüştüren KİT-Özelleştirme Bileşimini temsil eden bir regülasyon yaklaşımının, küresel ölçekteki tekelleşme olgusunun doğurduğu dengesizliği ortadan kaldırması amaç fonksiyonunun yeniden tanımını gerektirmektedir(Kök, 1995: 175).

Böylece tam rekabet ve refah maksimizasyonuna göre olması gereken "ideal denge" noktalarından daha farklı noktalarda oluşan fiili denge (pozitif-negatif sapmaları içeren şekli ile) analiz edildiğinde modelin geçerliliği bu sapmaların minimize edilmesiyle açıklanabilir. Bu denge öylesine kabul edilebilir seviyede olmalıdır ki; hem özel refah mallarının (WPr), hem de kamusal refah mallarının yarattığı refah seviyesi (WP) eşanlı olarak çözümlensin. Bu analitik yaklaşım, koordinat düzlemi içinde yer alan "tatmin edici

100 refah bileşkesi (eko-demokratik uzlaşı yaklaşımı) ile açıklanabildiği ölçüde matematiksel istatistik teknikleri ile de sınanabileceği savı tartışmaya açılmaktadır.

Kısaca her iki mal grubunun, (örneğin W0, W0'; W1, W1'; W2, W2'; W3, W3'; W4, W4' gibi) zaman, mekân ve faktör boyutu içinde genel etkinlik seviyesi hangi ölçüde yükseltilebiliyorsa "tatmin edici refah" seviyesi de o ölçüde yükselecektir. Basit aritmetik notasyonlarla bu yaklaşımı açıklarsak; her bir refah malı grubuna ilişkin, üretim fonksiyonları bağlamında oluşan özel refah malları üretiminin yarattığı refah ile kamusal refah mallarının yarattığı refah Eko-Demokratik uzlaşı doğrusu üzerinde toplanabilecektir. Amaç fonksiyonu:

, , … . , , , … .

İ

(WTE: Tatmin Edici Beklenen Toplam Refah, WPr: Özel refah malları üretiminin sağladığı refahı, WP: Kamusal refah malları üretiminin sağladığı refahı) Buna göre WTE = WPr+WP "tatmin edici refah bileşkelerini mal piyasaları kısıtıyla temsil eden ve genel denge konseptinde bilinen üretici ve tüketici dengesi, eşanlı olarak “demokratik uzlaşı doğrusu” üzerinde belirlenir.

Şekil Kayn kamu bağlı eşanl Bir R Çoba l 1.13.: Eko nak: Kök, 1 Bu şekil usal refah m ıdır. Diğer lı sağlayan Regülasyon an, 2009; 75 o-Demokrat 1995; 175 den de anla mallarının sü r yandan da genel deng n Yaklaşım 5) tik Uzlaşı ve aşılacağı gib ürdürülebir a özel ve ka enin politik mının hangi e Faktör Do bi kişisel re üretim ve o amusal mal ka tercihleri ölçüde ba onanımı Etk efah ve ulu ona parelel llara ilişkin çerçevesin aşarılabildiğ kinliği usal rekabet, faktör gelir n üretim ile de -KİT-Öz ği tezi savu

, hem özel, rlerinin pay tüketim et zelleştirme unulmaktad 101 hem de laşımına kinliğini Bileşimi dır.(Kök-

102 İKİNCİ BÖLÜM

KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ VE DEREGÜLASYON ARACI OLARAK ÖZELLEŞTİRME

1929 ekonomik buhranı, tüm ülke ekonomilerini, dış ticaret hadlerinin bozulması, ithalat hacminin daralması ve bütçe gelirlerinde daralma şeklinde etkiledi. Buhranın yarattığı ekonomik darboğaz, devletin ekonomik hayata daha fonksiyonel ve daha düzenleyici rol oynaması sonucuna bağlı olarak KİT’leri doğurmuştur. Bu süreç sonucu Türkiye’de devletçi bir kalkınma anlayışının benimsenmesiyle, KİT’ler 1930’ların başlarında piyasalara endüstriyel bir temel oluşturmak ve özel sektöre destek sağlamak amacıyla kurumlaşmıştır. 1970’li yıllarda yaşanan stagflasyon krizi ve bu krize bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik sorunlar kamunun ekonomi içerisindeki rolünün sorgulanmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler sonucunda 1980’li yıllardan itibaren özellikle Neo-liberal politikaların ağırlık kazanmasıyla KİT’lerin kaynakları etkin kullanamadıkları görüşü işlenmeye başlanmıştır. Ayrıca, KİT’lerin görev zararları ve finansman açıklarının destekli bütçe üzerinde yük oluşturması, KİT’lerin özelleştirme kapsamında gündeme gelmesine neden olmuştur.

2.1. KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ: TEORİK, İŞLEVSEL VE UYGULAMALI ÇERÇEVE

Gelişmiş ve gelişmekte olan çoğu ülkelerde yaygın bir şekilde görülen KİT’ler, devletin ekonomiye müdahale etme gereğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve 1930 sonrasında büyük önem kazanmış kuruluşlardır. Genel olarak bakıldığında ülkelerin ekonomik sistemleri, gelişmişlik düzeyleri, sosyal ve siyasal hedefleri KİT’lerin farklı şekillerde ortaya çıkmasına ve devletin ekonomik yaşama müdahalesinin boyutunun geniş bir alana yayılmasına neden olmuştur.

KİT ekonomisi, firma teorisi, endüstri ve sektör ekonomilerinin alt disiplini olarak değerlendirilebilir. Ekonomide devletin piyasa şartlarına müdahale edebilmesi, birçok

103 yöntemin yanı sıra işletmecilik vasfını da korumasıyla mümkündür. Bu nedenle, KİT’ler ekonomide aktif kaynak tahsisinin önemli bir aracı durumundadırlar(Kök, 1995; 17).

KİT’ler, devletin artan ekonomik ve sosyal görevlerinin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış kuruluşlar oldukları için en genel anlamda: “Devletin mal ve hizmet sunumunu gerçekleştirmek için kurduğu tüzel kişilikler” olarak tanımlanmaktadır. KİT’leri ilk kez ayrıntılı bir şekilde tanımlayan 1984 tarihli 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede (KHK), KİT’lerin İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT) ve Kamu İktisadi Kuruluşlarının (KİK) ortak adı olduğunu belirterek bu kavramları ayrıntılı bir şekilde tanımlamaktadır. Her iki kuruluşun sermayesi devlete ait olmakla birlikte bu iki kuruluş birbirinden farklıdır. İDT, sermayesinin tamamı devlete ait olan ve ekonomik alanda ticari esaslara göre mal ve hizmet üreterek faaliyette bulunan kuruluşlardır. İDT’lerin temel nitelikleri, kârlılık ve verimlilik kriterlerine uygun olarak çalışmalarıdır. İDT, Müessese, Bağlı Ortaklık, İşletme, İştirakler gibi çeşitli kuruluşlarla karşılanmaktadır. Müessese, sermayesinin tamamı hür iktisadi devlet teşekkülüne ait işletme ya da işletmeler topluluğudur. Bağlı ortaklık, sermayesinin %50'sinden fazlası bir kamu iktisadi teşekkülüne ait işletme ya da işletme topluluğudur. İşletme ise Müesseselerin ve bağlı ortaklıkların mal ve hizmet üreten fabrika ve diğer birimleridir. İştirakler ise, her hangi bir firma ya da işletmenin sermayesinin %50'sinden azına, KİT’lerin ya da bağlı ortaklıkların sahip olması durumudur(Yosmaoğlu N., Yayın Tarihi Belirtilmemiş; 33). KİK ise, sermayesinin tamamı devlete ait olan tekel niteliğindeki mallar ile temel mal ve hizmetleri üretmek ve pazarlamak üzere kurulan ve kamu hizmeti niteliği ağır basan KİT’lerdir. KİK’ler görevlerini ekonomik ve sosyal gerekçelere göre yerine getirmektedirler.

KİT kavramı ile ilgili olarak, çeşitli tanımlar bulunmakla birlikte literatürde ortak bir KİT tanımında uzlaşılamadığı görülmektedir. KİT kavramını karşılamak üzere ülkelerde farklı ifadeler kullanılmaktadır. Örneğin İngiltere’de “ulusallaştırılmış endüstri”, Fransa, ABD, Kanada ve Avustralya’da “kamu teşebbüsü” ifadeleri kullanılmaktadır.

KİT’ler, genel olarak; “kamusal kaynakları kullanarak ekonomik alanda faaliyet

104 yayımlanan yasal metinler ve dokümanlarda ise “yönetim kontrolü merkezi veya yerel

kamu idarelerinin elinde olan işletmeler” şeklinde tanımlanmaktadır(Hazine, Kamu İşletmeleri Raporu, 2008; 1).

Diğer taraftan, 1982 Anayasası’nın “Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Denetimi” başlıklı 165 inci maddesinde ise KİT’ler “sermayesinin yarıdan fazlası doğrudan doğruya veya dolaylı olarak devlete ait olan kamu kuruluş ve ortaklıkları” şeklinde tanımlanmaktadır.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununda; devlete, il özel idarelerine, belediyelere, diğer kamu idarelerine ve kuruluşlarına ait veya bağlı olup, faaliyetleri devamlı bulunan ticarî, sınaî ve ziraî işletmeler “İktisadî Kamu Kuruluşları” olarak düzenlemelerde tanımlanmıştır.

KİT’ler, “ekonomik faaliyette bulunmak üzere devlet ya da başka bir kamu kuruluşu tarafından yalnız veya ortaklık yolu ile oluşturulan, sermayesinin tamamı veya çoğunluğu devlet veya diğer kamu kuruluşlarına ait bulunan, doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde devlet tarafından denetlenen ve ürettikleri mal ve hizmetlerden yararlanabilmek için karşılık ödenmesi gereken iktisadi işletmeler” olarak daha geniş bir anlamda da tanımlanabilir(Akgüç, 1981; 23).

KİT’ler, literatür ve teoriden hareketle en geniş anlamda: “Bir kuruluş statüsüne göre kamuca kurulan, pazarlanabilen yani kişisel mal yada hizmet üreten, ya mülkiyetinin ve/veya denetiminin yeterince devlet elinde olması nedeniyle yönetim kurullarının hükümetçe atandığı; cari maliyetlerini finanse eden gelirlerinin çoğunu hazineden elde etmeyen teşebbüsler(firmalar) olup, ilke olarak sosyal faydanın maksimizasyonu amacına göre kaynak tahsis edecek olan kuruluşlardır.”(Jones Leroly, 1975, Aktaran, Kök, 1995; 18).

Bu geniş tanıma göre KİT’lerin temel unsurları:

105 ii. Pazarlanabilen mal ve hizmet üretmek,

iii. Mülkiyetin ve denetimin yeterince devlet elinde olması nedeniyle yönetim kurulları hükümetçe atanmış olmak,

iv. Cari işletme faaliyetlerine bağlı finansman giderlerinin çoğu, üretim ve satış faaliyeti sonucu karşılamak,

v. Kuruluş amacına uygun temel ilke olarak net sosyal faydanın maksimizasyonunu gerçekleştirebilecek kaynak tahsisi araçlarını kullanabilmektir, şeklinde sıralanabilir.