• Sonuç bulunamadı

1. Öncülleri Teselsülün İptalini İçeren Yöntem

1.2. İkinci Delil

Devvânî’nin imkân deliline dair analiz ettiği ikinci takrir, Cürcânî’nin “Bizim bulmaya muvaffak olduğumuz bir delildir.”302 diyerek işaret ettiği şu takrirdir: Şayet mevcûdatın tamamı mümkin varlıklardan oluşuyor ise; bu, onlardan her birinin, dolaylı ya da dolaysız olarak yaratma eyleminde bağımsız (müstakil) olan bir mûcitte nihayet bulmasını gerektirmektedir. Bu mûcitin varlığı, mümkin nesnelerin hem “küll” hem de “cüz” olarak yok olmasını imkânsız kılmaktadır. Çünkü malûl, varlığı illeti tarafından vâcib kılınmadıkça var olmayan şeydir. Dolayısıyla malûlün varlığı, bir illet ile vâcib li-gayrihî statüsüne çıkmadıkça, imkân dahilinde olmayacaktır.303 Bir başka deyişle, söz konusu

301 Devvânî, er-Risâle fî isbâti’l-vâcibi’l-kadîme, s. 118.

302 Devvânî, Cürcânî’nin zikretmiş olduğu bu delili, onun ismini vermeksizin, hemen hemen aynı şekilde

zikrederek birtakım eleştirilerde bulunmaktadır. Bkz. Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, III/19.

94

mümkinler topluluğunun var olması mûcitin yokluğunu; mûcitin varlığı ise mevcûdatın yokluğunu imkânsız kılmaktadır. Zira silsile birimlerinden herhangi birinin yok olması, silsilenin tamamının yokluğunu gerektirmektedir.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için silsile birimlerinden herhangi birisinin yokluğu ile silsilenin tamamının yok oluşu arasındaki ilişkiyi biraz daha açmak faydalı olacaktır. Öncelikle dikkat edilmesi gereken husus, silsile birimlerinin illet ve malûl gibi mütezâyif kavramlardan oluştuğudur. Yani söz konusu iki kavramdan birinin var olması zorunlu olarak diğerinin de var olmasını gerektirmektedir. Keza yokluk durumunda da aynı hüküm geçerli olacaktır. Dolayısıyla silsile birimlerinden herhangi birinin yokluğu, konuyu sadece o birim özelinde ele almamızı imkânsız kılmakta ve en nihayetinde bütün silsilenin yok olmasını gerektirmektedir.

Bütün mümkin nesnelerin sebebi olan varlık, daha önceki delilde ortaya koyulduğu üzere, mümkinler topluluğunun kendisi yahut bir parçası olamaz. Zira söz konusu topluluğun kendisine illet olması durumunda devir; bu topluluktan bir parçanın topluluğun tamamına illet olması durumunda ise “tercih bilâ-müreccih” söz konusu olacaktır.

Devvânî’ye göre, bu topluktaki her bir birim, ontolojik yapısı itibariyle mümkin kategorisinde olduğundan, hepsinin belirli bir zamanda yok oluş ihtimali imkân dahilindedir. Çünkü eğer, yok oluş ihtimali imkân ile nitelenemeyecek olursa, bu durumda vâcib ile nitelenmesi zarûret ifade edecektir. Bu ise ontolojik bir krize sebep olmaktadır.304

Bu açıklamalar çerçevesinde, mümkinler topluluğunun mûciti silsile birimleri dışında bir varlık olmalıdır. Silsile birimleri dışındaki tek varlık ise vâcib olduğundan; mûcitin, vâcib varlık olması zorunlu bir durumdur. Ancak baştaki kurguya dönecek olursak, “Mevcûdatın tamamı mümkin olsaydı” kaydı ile delile başlandığı için, bu istidlâl metoduyla vâcib varlığa ulaşılsa dahi, kendi içerisinde çelişik bir yöntem olacağından, Tanrı’nın ispatı gibi, en temel konulardan birinde kullanılması isabetli görülmemiştir.305

Bir başka deyişle, var olan mümkin nesneler, asılları itibariyle mümkin olsalar da, bilfiil var olmaları ile “vâcib li-gayrihî” statüsünde değerlendirilmektedir. Aslı itibariyle mümkin olup, bilfiil var olmamış nesnelere bakıldığında bu taksimat daha da net

304 Devvânî, er-Risâle fî isbâti’l-vâcibi’l-kadîme, s. 121. 305 Devvânî, er-Risâle fî isbâti’l-vâcibi’l-kadîme, s. 121.

95

anlaşılmaktadır. Ayrıca bu açıklamalardaki en temel nokta, mümkin varlıklardan bilfiil varlık sahasına çıkanların yani vâcib li-gayrihî olabilenlerin, ancak onları vâcib kılacak hâricî bir illetle bu mertebeye yükselebilmesidir. Çünkü mümkin, ancak varlığı illeti tarafından vâcib kılındığında var olabilen şeydir.

Ayrıca görülmektedir ki, Devvânî de bu yöntemi kullanırken, mümkin nesnenin varlığı için mümkin olmayan farklı bir nesneye ihtiyaç duyması üzerinde durmaktadır. Zira aksi takdirde, mümkin nesnenin mutlak olarak varoluşu tasavvur edilecektir ki, bu da; varlığı ve yokluğu eşit ihtimallerde olan mümkinin, vâcib li-zâtihi statüsüne yükselmesini gerektirecektir. Bu ise mantıktaki en temel ilkelerden biri olan özdeşlik ilkesi ile çelişeceğinden geçersizdir.

Devvânî, Cürcânî’ye ait olan bu delili genel anlamıyla kabul etse de, getirilen kayıtları hatalı görmektedir. Ona göre, bu takrir ile imkân deliline dair kullanılmış olan ilk takrir arasında birtakım benzerlikler vardır. Ancak mezkur takrirde müstakil mûcitin ilk delilde olduğu gibi, silsile dışında bir varlık kılınması anlamsızdır. Bilakis; silsile birimleri, daha genel bir ifadeyle bütün birimlerin dolaylı ya da dolaysız, kendisinde son bulacağı müstakil bir mûcite ihtiyaç duymaktadır.306 Daha açık bir ifadeyle Devvânî, Cürcânî tarafından ortaya konulan kurgunun isbât-ı vâcib için yetersiz olduğunu; zira silsiledeki bütün birimlerin kendisine dayandığı varlığın başka bir varlığa dayanmadığına dair bedîhî yahut nazarî bir gösterge olmadığını ifade etmektedir.

Düşünürümüze göre, illetin silsile dışında olup olmaması, bu kurgu açısından bir ehemmiyet ifade etmemektedir. Zira asıl mesele, bütün birimlerin kendisinde son bulduğu müstakil bir mûcitin var olup olmadığıdır. Keza söz konusu birimlerin müstakil mûcit ile olan irtibatlarının dolaylı yahut doğrudan olup olmaması da delilin neticesi açısından bir değişikliğe sebebiyet vermemektedir. Zira en nihayetinde temel gaye gerçekleşiyorsa yani bütün birimler dolaylı yahut dolaysız tek bir birime dayanıyorsa, delilden maksat hasıl olacaktır.

Devvânî; söz konusu illetin, topluluğun kendisi ya da topluluğa dahil bir birim olması varsayımını da ele alarak tartışmaktadır: “İkinci seçeneği seçer ve onun (mûcitin) li-zâtihi vâcib olmasının önüne geçeriz. Ancak o (müstakil mûcit), kendisiyle yokluğunun

96

mümteni‘ olacağı bir illete ihtiyaç duymasaydı, vâcib olması lazım gelirdi.”307 Devvânî’nin bu ifadeleri, yukarıda zikredilen kurgudan bağımsız bir şekilde anlaşılamayacaktır. Zira ikinci seçeneğin seçimi ile illetin li-zâtihi vâcib olmasının geçersizliği arasındaki alaka, ancak bu kurgu çerçevesinde açıklanabilecektir. Unutulmamalıdır ki, delilin takririnde topluluğun mümkinler silsilesi olduğundan bahsedilmektedir. Yani söz konusu topluluk, gerek “küll” gerekse de “cüz” olarak ele alınsın; yapısı itibariyle mümkin kategorisinde kalacaktır. Dolayısıyla illet, ikinci seçenekte ortaya konulduğu üzere, topluluğa dahil bir birim ise bu durumda mümkin olacaktır. Çünkü dahil olduğu topluluk mümkin nesnelerden oluşan bir topluluktur.

Devvânî, söz konusu delili bu şekliyle yetersiz görmektedir. Zira delilde, sadece silsile birimlerinin kendisine dayandığı bir mûcit ispatlanmaktadır. Ancak bu mûcitin hâricî bir illete ihtiyaç duymasının imkânı hâlâ çürütülmemiştir. Bir başka deyişle, mûcitin silsile birimlerinin yokluğunu imkânsız kılması, aynı şekilde onun yokluğunu da imkânsız kılacak farklı bir sebebin olmadığını göstermemektedir.308

Devvânî bu itirazı ile, delilde bahsi geçen söz konusu mûcitin, vâcib varlık olmayabileceğini göstermek istemiştir. Dolayısıyla o, Cürcânî’nin aksine, delilin isbât-ı vâcib için yeterli olmadığını ve ancak birtakım ilaveler ile kullanılabileceğini söylemiştir. Zira aksi takdirde zayıf ve eksik bir delil kullanılmış olacaktır ki, bu da faydadan çok zarar getirecektir. Nitekim zayıf delil iddiayı güçlendirmek şöyle dursun, bilakis zayıflatmaktadır. Düşünürümüzün ortaya koyduğu bu itiraz oldukça güçlü ve haklı bir itirazdır.

Devvânî’ye göre, şayet mûcitin hâricî bir illete ihtiyaç duymasının önüne geçilebilirse işte o zaman delilden maksat hasıl olacaktır. Hatta daha da önemlisi, şayet bu öncül ispat edilebilirse diğer öncüllerin ispatına da ihtiyaç olmayacaktır. Zira bizi neticeye ulaştıracak asıl öncül budur.309 Bir başka deyişle, şayet topluluğun illete ihtiyaç duyması; illetin başka bir illete ihtiyaç duymasını engelleseydi; delilden maksat hasıl olacaktı. Ancak bu iddia da ispata muhtaç bir iddia olduğundan, bu makamda kullanılması doğru değildir.

307 Devvânî, er-Risâle fî isbâti’l-vâcibi’l-kadîme, s. 122. 308 Devvânî, er-Risâle fî isbâti’l-vâcibi’l-kadîme, s. 122. 309 Devvânî, er-Risâle fî isbâti’l-vâcibi’l-kadîme, s. 122.

97

Öte yandan Devvânî; Cürcânî gibi, “Zâtı nedeniyle yokluğu müstahil olan, li-zâtihi vâcib olur.”310 önermesini kabul etmektedir. Ancak burada şaşırılması gereken husus Cürcânî’nin söz konusu öncülü kabul edip, mümkinler topluluğundaki tam müstakil illet ile malûller arasında bir ayrıma gitmemesidir.311 Devvânî bu noktada, Cürcânî’nin kendi ile çeliştiğini vurgulamak istemektedir. Zira her bir illet, zorunlu olarak malûlünün varlığını gerektirmektedir. Mümkinler silsilesinin illeti ise, bütün mümkin birimlerin kendisinde son bulduğu müstakil mûcittir. Bu mûcit, baştaki kurguya binaen li-zâtihi vâcib olmalıdır. Mümkinler topluluğu ise, “Malûl, varlığı illeti tarafından vâcib kılınmadıkça var olmayan şeydir.”312 fehvasınca, vâcib li-gayrihî olacaktır. İşte Devvânî’nin itiraz ettiği nokta tam da burasıdır. Çünkü bu esaslar çerçevesinde Cürcânî’nin sisteminde vâcib li- zâtihi ile vâcib li-gayrihî aynı mânayı ifade etmektedir.

Devvânî’nin, metninde bu delile yönelik itirazları genel anlamıyla iki merkez etrafında incelenebilir: Birincisi, varlığın sadece mümkin nesnelerden ibaret olmadığını ortaya koymak; ikincisi ise, söz konusu kurguda ortaya konulan mûcitin li-zâtihi vâcib olmamasının muhtemel olması.

Düşünürümüz, bu delil hakkında itirazlarını serdettikten sonra, cevabını daha sonra zikredeceği üçüncü delil ile verecektir. Çünkü ona göre ikinci ve üçüncü delil arasında, asla temas eden herhangi bir fark bulunmamaktadır. Dolayısıyla her iki delile yönelik eleştiriler rahatlıkla tek bir merkezde toplanabilecektir.