1
On dördüncü yaşının ilkbalıarı ve uzun yazı boyunca, onunla birlikte okulda olan on beş, on altı ve on yedi yaşındaki gençler ve okulda olmayan diğerleri, yaban arıları gibi, onun olgun bir şeftaliye benzeyen, dolgun, ıslak ağzının çevresine üşüştüler. Bir düzine kadar vardılar. Bir grup oluşturrnuşlardı, sıkı fıkı, aynı türden ve gürültülü. Eula grubun serinkanlı, ge
nellikle sürekli ve durmadan yiyen ekseni, merkeziydi. Grupta üç dört kız daha vardı, güzellikten yoksun kızlar, gerçi Eula bi
le bile onları foya diye mi kullanıyordu, bunu kimse kesinlikle bilmiyordu. Daha ufak tefek kızlardı bunlar, yaşça ondan daha büyük olduklan halde. Sanki Eula'yı daha beşikte kuşatan o bolluk, onları yalnızca saçın ve tenin dokusu ve yüzün hatlarıy
la gölgelernekle yetinmeyip, salt oylum ve kütlesiyle de cüce
leştirmiş, söndürüp bashrmıştı.
En azından haftada bir kez ve genellikle daha sıkça bir ara
da oluyorlardı. Pazar sabahlan kilisede buluşuyorlar ve yan ya
na iki sırada birlikte oturuyorlardı. Bu sıralar kısa zamanda tüm cemaatin ve yetkililerin onayıyla onların olmuştu, bir sınıf gibi ya da bir inziva yeri gibi. Şimdi boş olan okul odasında ve
rilen herkese açık partilerde toplanırlardı. Bu okul odası, başka bir öğretmen bulunana kadar neredeyse iki yıl başka bir şey için kullanılmayacaktı. Grup, dansiara bir arada gelirdi; ikili oyunlarda tekdüzelikle birbirlerini seçerlerdi, oğlanlar
umursa-1 3 5
maz ve gürültülü, soytarılık ederlerdi. Ansızın Afrika'nın ya da Çin'in orta yerine bırakılmış, haftalık toplantılarını yapan bir mason Iocasıydılar sanki. Birlikte ayrılırlardı oradan; dağılma
dan önce onu babasının evinin kapısına bırakmak için yıldız ya da ay ışığıyla aydınlanan yoldan aşağı gürültülü, sıkışık bir kü
me halinde yürürlerdi. Eğer oğlanlar onunla eve yalnız yürüme olanağı yaratmak için yarışıyorlardıysa da bunu kimse bilmi
yordu; çünkü onu hiçbir yerden eve tek başına yürürken ya da gereksinmedikçe hiçbir yerden yürürken gören olmamıştı.
Şarkı günlerinde, vaftizlerde ve yörenin her bir yanında yapılan piknikierde de yine toplanırdı grup. O yıl seçim yılıydı ve son tohum da ekilip ilk ürün bir yana yığıldıktan sonra, sa
dece ayın ilk pazar günü yapılan şarkı günleri ve vaftizler de
ğil, oy kışkırtıcı, seçmen kamçılayıcı piknikler de düzenleniyor
du. Varneriarın faytonu şimdi her hafta öbür külüstür araçların arasında kasaba kiliselerinde, ya da kadınların uzun ahşap ma
salara neredeyse bir haftalık soğuk yiyecek serdikleri ve erkek
lerinse yükseltilmiş platformların dibinde durup il meclisi, ya
sama ve Kongre adaylarının konuşmalarını dinledikleri bir ağaçlığın yanında görülüyordu. Bu piknikierde gençler de grup olarak ya da çift çift ağaçlıkta, ya da kızları çekebildikleri bir başka kuytulukta dolaşıyorlar ve ergenlikte flört ederken bece
riksizce yapılan el şakalarına girişiyorlardı. O ise ne söylevleri dinliyor ne sofra kuruyor ne de şarkı söylüyordu. Onun yerine, gölgelediği iki, üç ya da dört kızla birlikte oturuyor, o gürültü
lü, huzursuz grubun çekirdeğini, merkezini oluşturuyordu; bu
rada da, geçen yılın okul partilerindeki gibi, ona el sürmelerini kesinlikle yasaklarken hepsinin üzerine ancak doğumöncesi or
talığa çöktüğü görülen türden bir büyü yayıyor ve soluk alıp yürürken - daha doğrusu otururken - hep içinde göründüğü o özgürlük ve çağrı havasında bile, Protestan dinsel ve cinsel he
yecanın o saliantıda olan ince dengesine ve hatta birbirine ka
rışmasına bile ilgisiz kalarak, umursamaz ve acımasız, bekareti
ni koruyordu. O kişinin adını ya da yüzünü bilmese de hangi an için saklandığını gerçekten biliyordu ve yalnızca yemeğin başlamasını beklermiş gibi görünmesine karşın, asıl o anı bekli
yordu.
Sonra yine, kızların evlerinde buluşuyorlardı. Kuşkusuz bu önceden tasarlanıyordu, ve kuşkusuz öbür kızlar tarafından özellikle planlanıyordu, gerçi oğlanların gelmesi için davet edildiğini Eula sezmiş olsaydı bile, kimse onun davranışından bunu da kestiremezdi. Bir geceliğine ya da iki üç gün kalmaya giderdi arkadaşlarına. Kasaba okul binasında veya öbür okul binalarında ya da çevredeki dükkanıarda gece verilen danslı toplantılara katılması yasaklanmıştı. Hiç izin istememiştİ zaten;
izin isteyip istemeyeceğini kimse daha bilmeden ağabeyi bunu şiddetle yasaklamıştı. Ama ağabeyin bu ev toplantılarına bir di
yeceği yoktu. Aynı okula götürüp getirdiği gibi, onu gideceği yere atı üstünde taşıyordu bile ve onun okuldan dükkana yü
rümesine izin vermediği aynı nedenden ötürü, hala köpürerek, acımasız saldırganlıkla, ve önlemeye çalıştığı şeyin gerçek ol
duğuna inanmış bir bağnazın tavrıyla kızı arkasına alıp, anne
sinin Eula'nın yanına alması için zorladığı diş fırçası ve geceli
ğini taşıyan muşamba kitap torbasını pantolonunun askısına takılmış aynı elinde taşıyan yumuşacık memeli varlık sırtına sürtünürken, o sessiz ama sürekli çiğneme ve yutkunma sesi kulağında bir sürü yol gidiyor, sonunda atı geldikleri evin önünde durduruyor ve ona hırlıyordu, "Şu kahrolası patatesi yemek için attan inip benim işe dönmemi bekleyemez misin?"
Eylül başında yıllık Kasaba Panayın J efferson' da yapıldı.
Eula, annesi ve babası kente gittiler ve dört gün bir pansiyonda kaldılar. Gençler ve üç kız çoktan orada onu bekliyorlardı. Ba
bası hayvanıara ve çiftlik aletlerine bakarken, annesi neşeli ve otoriter bir pozda konserveler, kavanozlar ve süslü pastalar arasında çevik adımlarla dolanırken, Eula, geçen kış okula giy
diği, şimdi eteği uzatılmış giysisi sırtında, soytarılık yapan ve atışan delikanlılardan oluşan o gürültülü düğümle çevrelenmiş olarak gün boyunca atış galerisinden top oyununa, oradan bü
feye, genellikle bir şeyler yiyerek geziyor ya da tekrar tekrar, hatta hiç inmeden ve hala yiyerek, Olimpos tanrılarına özgü uzun hacakları uyluklarının yarısına değin açıkta, atlıkarınca
nın tahta atlarına yanlamasına biniyordu.
Eula on beş yaşına geldiğinde oğlanlar erkekleşmişlerdi.
Adam boyuna gelmişlerdi ve en azından yetişkin erkek işleri 1 37
görüyorlardı - on sekiz, on dokuz ve yirmi yaşlarında, o dö
nemde ve o yörede artık evlenmeyi düşünmeleri ve Eula'nın gönlü olsun diye başka kızlara, kendi gönülleri olsun diye de ondan başka her kıza bakmalan gerekiyordu. Ama onlar evlili
ği düşünmüyorlardı hiç. Bir düzine kadarı da o sırada, o anda, ağabeyinin tam kestiremediği o ikinci baharda, Eula'run o dur
gun yörüngesinde yabanıl sığırların toplu bir saldınsı gibi coş
muş, geçen yazın dünkü oğlan çocuklarını acımasızca bir yana itmişlerdi. Ağabeyin şansına bu yıl piknikler seçim yılında ol
duğu gibi sık yapılmıyordu, çünkü o da aileyle birlikte fayton
da gidiyordu - hiç mizah duygusu olmayan, köpünnüş öfkeli adam, o sıcak, tarbalaşmış çuhası ve yakasız parlak gömleği sırtında, şimdi artık iyice inancını yitirmiş ve şaşkın olduğun
dan, kıza hırlamıyordu bile. Artık Eula'nın korse giymesi için Bayan Varnet'ın başının etini yemiyordu. Kızı evin dışında ne
rede görürse görsün, kalabalık içinde ya da yalnız, üstünde korse olup olmadığını anlamak için onu şöyle bir kavnyordu.
Ağabey şarkı günlerine ve vaftiziere katılmaya yanaşmadı
ğı halde, annesiyle babasını kendi yerine gitmeye zorluyordu.
Pazarları genç delikanlıların meydanı boş buldukları günl erdi.
Bir grup halinde, bir gece önce sahandan alınmış ve ertesi gü
nün ilk ışığıyla birlikte tekrar sahana dönecek olan atların ve katırların üstünde kiliseye geliyorlar ve Varnet'ların faytonunu beklerneye koyuluyorlardı. Geçen yılın yeniyetmelerinin şimdi E ula' dan görüp görecekleri bu kadardı - faytonla kilise kapısı arasında, etekleri uzatılmış geçen yılki çocukluk giysisinin ve korsenin içinde kaskatı ve beceriksizce ilerlerken pariayıp sö
nüveren görüntüsü, bir an belirip sonra yeniyetmelerin yerini almış olan genç erkeklerin kabarıveren kalabalığıyla hemen gözden kayboluşu. Bir yıl sonra öncelik, koşu için yetiştirilmiş bir atın ya da kısrağın çektiği pırıl pınl bir arabanın içinde pa
zar sabahlannın ileri gelenlerine geçecek ve bu kez de bu yılın gençleri bir yana itilmiş olacaklardı. Ama daha bir yıl vardı;
şimdilik her şey o yapıya ve o güne hürmeten bir durulma, edepli bir şey görüntüsü verecek kadar frenlenmiş olsa da, keş
mekeşti, baskı altında tutulan bir kösnü kargaşası. Bir sürü so
kak köpeğinin, seyrek tüylü ve olup bitenden habersiz görünen
bir dişi köpeğin peşinden koşması gibC gençler de şimdi, anne
sinin, babasının ve ağabeyinin arasında kuzu gibi oturan o bal rengi başı gözlernek için kilisede arka sıralara doluşuyorlardı.
Kiliseden sonra ağabey ortadan kaybol urdu, kendi kendisi
ne kur yapmaya, diye düşünüderdi ve uzun, uykulu öğle son
ralannda, koşum kayışiarı altmda acıyla kıpırdanan katıdar Varner'lann parmaklığı dibinde uyuklarken binicileri veranda
da oturur, orada en uzun zaman kalan kişi olabilmek için bir
birleriyle boş yere yanşırlardı; kaba, gürültücü, şaşkın ve kız
gın, birbirlerine değil de onların orada kalıp kalmamalarını hiç umursamaz görünen, onlann bu gizli yarışının sürdüğünü bile bilmez ve anlamaz görünen o kıza öfkelenerek. Yaşlı kasabalı
lar, geçerken onları görürlerdi - pembe ya da mor askılar takılı yanm düzine kadar parılhlı pazar günü gömleği, güneşten es
merleşmiş hraşlı boyunların üstünde briyantinli saçlar, pariatıl
mış ayakkabılar, sert, gürültücü yüzler, arkada bıraktıklan bir haftalık ağır toprak işinin anısıyla ve önlerinde uzanan yeni bir haftalık ağır işin tasasıyla dopdolu gözler ve o gençlerin arasın
da burada da merkez olan kız -gövdesi çocukluk giysileriyle gerekli olduğundan çok daha fazla örtülmüş, sanki bir gece se
liyle Cennet'ten sürüklenmiş ve hala uyuklayan biriymiş de ge
lip geçenler onu öyle görünce eline geçen ilk giysilerle çarça
buk örtünüvermiş gibi. Hepsi orada öylece, birbirlerine bağlan
mış gibi, yırtıcı, gürültülü, yabanıl ve boşu boşuna doludizgin geçip giden saniyelere öfkeli, otururlardı. Ve dışarıda gölgeler giderek uzar, kurbağalar ve gece kuşlan ötmeye, ateş böcekleri uçuşup derenin üstüne doğru kaymaya başlardı. Sonra Bayan Varner konuşarak, telaşla verandaya çıkar ve yine konuşarak onları içeri güderdi, çevresinde böceklerin dönüp durduğu lambanın altında öğlenin ağır yemeklerinin soğuk artıklarını yemeye; sonra hepsi birden bu işten vazgeçerlerdi. Tek bir göv
de gibi ayrılırlardı oradan, için için köpürmüş ama saygılı; sa
bırla bekleyen atlara ya da katırlara binerler ve birbirlerine bir tek arkadaşça söz etmeden yarım mil ötedeki derenin en sığ ye
rine giderlerdi; sonra inip atları ve katırları bağlarlar, çıplak yumruklarıyla sessizce ama çılgınca dövüşürler, kanayan yara
larını derede yıkarlar, yine atlarına, katırlarına binerler ve dö-1 3 9
nüp yollarına giderlerdi; derisi sıyrılmış yumrukları, patlamış dudakları, morarmış gözleriyle ve şimdilik öfkeden, huzursuz
luktan ve arzudan bile arınmış olarak, soğuk ay ışığı altında, ekilmiş toprak boyunca dağılırlardı.
Üçüncü yaz, koşum kayışiarı alhnda canı acıyan katırların yerini koşu atlarının çektiği gezi arabaları aldı. Şimdi geride bı
rakılmış ve bir yana itilmiş olanlar geçen yazın delikanlılarıydı;
kendi terk edilmişliklerini acıyla gözetlernek için kilise avlu
sunda toplaşıyorlardı pazar sabahları. Yalnızca hafif bir tozla pudralanmış gösterişli gezi arabası, pirinç başlı çivilerle süslü koşum kayışı içinde parlak bir kısrak ya da at, ikisinin de sahibi olan bir adam tarafından kullanılıyordu. Özgürlüğünü eline alabilecek kadar yetişkin bir adamdı ve bu adam arhk hiçbir zaman sabahın demir gibi soğuğunda, çatı odasındaki yatağın
dan, sütleri sağmak ya da kendinin olmayan bir toprağı çapala
mak için babası tarafından kaldırılmayacaktı. Ne var ki, babası
nın hala onun üstünde yasal, hatta bazen fiziksel yetkisi bile vardı, onu bağımlı ya da özgür kılmak için. Bu adamın yanında olurdu Eula. Nasıl olduysa, geçen yaz onların olan ve şimdi ise onları çok geride bırakmış olan kız, ölü yazın kendisi gibi onla
rın avucundan kaçıveren, içindeki korseyi ilan etmeden yürü
mesini en sonunda öğrenen ve ipek giysileri içinde şimdi yir
misinde gibi giyinmiş on altılık bir kız gibi değil de, on altı ya
şındaki kardeşinin giysilerini giymiş otuzluk bir kadın gibi gö
rünen o kız.
İlkbaharda bir gün, kesin söylemek gerekirse bir öğle son
rası ve akşam, tam dört gezi arabası vardı. Dördüncüsü bir da
vulcuya aitti, kiralanmış bir arabaydı. Bir gün yolunu kaybede
rek tesadüfen Frenchman's Bend'in içine düşüp ansızın belir
mişti kasabada. Jefferson'daki bir ahırdan kiralamış olduğu kı
rık dökük arabayı, orada bir d�kkan olduğunu bile bilmeden, yol sormak için yavaşlatmıştı. Dükkanı görünce durmuş ve tez
gahtar Snopes' a mal satma yı denemiş ama bir şey elde ederne
miş tL Kentli alışkanlıkları, güveni ve ısrarıyla gençten bir kent adamıydı. Sundurmada oturanlardan dükkanın gerçek sahibi
nin kim olduğunu ve nerede oturduğunu öğrenmeyi becermiş ve Varnet'ların evinin yolunu tutmuştu. Kapıyı vurmuştu
kuş-kusuz; içeri ya alınmış ya da alınmamıştı; o sırada kasabalılar sadece bu kadarını biliyorlardı. İki hafta sonra da geri dönmüş
tü, aynı arabayla. Bu kez Varnet'lara bir şey satmaya kalkışma
mıştı; ama sonra öğrenildi ki o gece Varnet'ların evinde akşam yemeğine kalmıştı. Salı günü. Cuma günü de geri gelmişti.
Şimdi Jefferson'daki ahırın kiraya verebileceği en iyi araba var
dı altında -bir gezi arabası ve iyi bir at- ve adamın üstünde yalnız bir boyunbağı değil, Frenchman's Bend'in ilk kez gördü
ğü pamuklu beyaz bir pantolon da vardı. Ve sonuncu kez görü
len beyaz pantolon oldu bu, çünkü orada çok kalmadı: Var
neı'larla akşam yemeği yedi, o gece Varnet'ların kızını sekiz mil ötede bir okul binasındaki dansa götürdü ve ortadan kayboldu.
Kızı eve başka birisi getirdi. Ertesi sabah gün ışıdığında seyis, kiralık atı ve araba yı Jefferson' daki ahırın kapısına bağlı buldu ve öğle sonrası istasyondaki gece görevlisi, en erken trene bilet alan, dondurma beyazı pantolonu kir içinde, ürkmüş ve bitkin bir adam gördüğünü söyledi. Tren güneye gidiyordu, gerçi da
vulcunun Memphis'te oturduğu öğrenilmişti, daha sonra bir karısı ve ailesinin de olduğu öğrenildi, ama onu Frenchman's Bend'de ne kimse biliyor ne de umursuyordu.
Geriye üç araba kalmıştı. Onlar gedikliydiler; bir önceki yazın sırasını savmış batkınları, kilise avlusunda o sabah sırası gelen erkeğin kızı arabadan indirişini gözlerken, hafta haftayı, ve pazar pazarı kovalarken, neredeyse dönüşümlü olarak bu üçü yer alıyorlardı. Sonra orada bekleşip duruyarlardı tekrar arabaya binerken kızın giysisi sıyrılmış bir hacağını görebilrnek için, ya da yolun ilerisinde çökmüş bir pıhtı gibi gizlenip araba hızla geçerken yeşillikler arasından apansız fırlayarak arabanın döne döne yükselen bağucu tozu içinde açık saçık küfürler sa
vuruyorlardı. Öğleden sonraları, biri, ikisi ya da üçü Varnet'la
rın evinin önünden geçerlerdi; parmaklığa bağlı duran atı ve arabayı, bahçedeki küçük ağaçlıktaki hamağında uyuklayan Will Varneı'ı ve ötede, oturma odasının güneşe karşı perdeleri örtülmüş pencerelerini görürlerdi direkt bakmadan. Genellikle bir testi dolusu dağ viskisiyle karanlık köşelerde toplaşırlardı;
evlerin, dükkanıarın pencerelerinde içeride dans eden çiftierin silüetlerinin çalgıların inilti ve çığlıklarıyla uyumlu
kımıldandı-1 4 kımıldandı-1
ğı ışık çemberinin hemen ötesinde. Bir defasında ay ışığıyla ay
dınlanmış yolun yanındaki bir karanlık kuytudan fırlayıp, geç
mekte olan gezi arabasına haykırarak saldırdılar; at gerilip şah
landı ve arahacı ayağa kalkarak onları kırbaçlamaya başladı.
Onlar kaçışıp koşuşurken arabaa kahkahalarla gülüyordu.
Çünkü kızın çevresinde birkaç tane değil de yalnızca bir tek ge
zi arabası var sanan ya da en azından buna inanan ağabey de
ğildi de, son ölü yazın terk edilmiş, kudurmuş başıboş sürü
süydü. Bir yıla yakın bir zamandır Jody artık holde beklemi
yordu; bekleyen arabaya doğru yürüyen kızın koluna yapışıp, aynı yeni bir atın sırtındaki eski eyer yaralarını yoklarm.ış gibi, sert, ağır eliyle korseyi giyip giymediğini acımasızca araştır
mak için.
Bu arabaysa, kasabadan on iki mil kadar ötede yaşayan McCarron adlı adamındı. Bir dulun tek çocuğuydu. Dulsa, var
lıklı bir toprak sahibinin tek kızıydı. Anasız büyümüş, on do
kuz yaşına geldiğinde yakışıklı bir adamla kaçmıştı; ne kesin
likle bilinen iş ilişkileri ne de belirli bir geçmişi vardı bu ada
mın; hazırcevap, kendine güveni olan, tatlı dilli bir kişiydi.
Orada yalnız bir yıldır bulunuyordu. Uğraşı, görünüşe göre, kasaba dükkaniarının arka odalarında ya da ahırların çivi oda
larında poker oynamak ve hiç hile yapmadan kazanmaktı; bun
dan kimsenin en ufak bir kuşkusu yoktu. Tüm kadınlar onun iyi bir koca olamayacağını söylüyorlardı. Erkekler de diyorlardı ki, onu herhangi bir türde bir koca yapacak tek şey ancak bir tüfeğin namlusud ur ve çoğu onu bu koşullar altında bile damat olarak geri çevirirlerdi, çünkü onda geceye tutkunluk gibi bir şey vardı - gecenin gölgelerine değil de parıltılı, isterik şatafatı
na, uyumamanın sapıklığına. Her neyse, Alison Hoake bir gece ikinci katın penceresinden atlayıp kaçtı. Ortada ne pencereye dayalı bir merdiven vardı, ne su borusu, ne de düğümlenmiş çarşaflardan bir ip. Söylentilere göre kız atlamış, McCarron onu kollarının arasında yakalamış, on gün yok olmuşlar ve sonra dönmüşlerdi; McCarron yürüyerek, güzel dişlerini göstererek, ama bu gülümserneye yüzünün başka hiçbir parçası katılma
dan, doğruca yaşlı Hoake'un on gündür kucağında dolu bir av tüfeğiyle oturup beklediği odaya girmişti.
Herkesin umduğunun tersine, McCarron yalnız iyi bir ko
ca olmakla kalmayıp iyi bir damat da olmuştu. Çiftçilikle ilgili çok az bilgisi vardı ve çiftlikten hoşlanırmış gibi görünmeye de gerek duymuyordu; her neyse, kayınbabasının işlerini çekip çe
virme görevini üstlendi. Yaşlı adamın buyruklarını sözcüğü sözcüğüne aynı bir diktafon plağı gibi yerine getiriyordu, ama kendine özgü bir yeteneği vardı ki, kendisi gibi hazırcevap ola
mayan tüm insanlara hem sözünü geçirebiliyor hem de onlarla iyi geçiniyordu; gerçi zenci toprak işçilerinin ona bu denli bo
yun eğmesini sağlayan üstün niteliği ne onun orada damat ol
ması ne de silah atmada kanıtlanmış gücüydü; aslında ona say
gı duyuşlarının gerçek nedeni, neşeli ama hafiften dengesiz ya
radılışı ve bir kumarbaz olarak kazandığı ündü. Geceleri bile evde kalıyor ve artık hiç poker oynamıyordu. Öyle ki, sığır alım satım işinin de onun mu yoksa kayınbabanm mı tasansı olduğunu sonraları kimse kesinlikle anlayamaz oldu. Ama bir yıl içinde, kendisi de baba olduktan sonra, sığırlar satın alıyor, onları sürüler halinde her iki ya da üç ayda bir tren yoluna ve oradan da Memphis'e götürüyordu. Bu böylece on yıl sürdü;
bu arada kayınbaba ölmüş ve toprağını torununa bırakmıştı.
Sonra, McCarron son yolculuğuna çıktı. İkinci gece, sürü ço
banlarından biri dörtnala eve döndü ve McCarron'un karısını uyandırdı. McCarron ölmüştü ve o yörede işin aslını doğru dü
rüst bilen de pek yoktu; görünüşe göre bir kumarhanede vurul
muştu. Karısı, dokuz yaşındaki oğlanı zenci uşakla bıraktı ve
muştu. Karısı, dokuz yaşındaki oğlanı zenci uşakla bıraktı ve