• Sonuç bulunamadı

SONUÇ, TARTIŞMA VE ÖNERİLER

İKİNCİ PERDE VIII TABLO

(1. Oyuncu, Öğretmen, I. Öğrenci, Osman)

1. Oyuncu : Şimdi de iki öğrenci tipini sergileyeceğiz. Aslında tip çok da sergileme- ye zaman yok... Yerlerimizi alalım arkadaşlar. (Öğrenciler yerlerini alırlar, öğretmen de.) Yi- ne bizim sınıftayız.

ÖĞRETMEN : Söyleyin bakalım, Estergon Kalesi nerededir? (Kapı vurulur.) Geel. I. ÖĞRENCİ : (Güya nefes nefese.) Öğretmenim affedersiniz, biraz geciktim.

ÖĞRETMEN : Biraz diyor, yahu bu üçüncü ders, dersin de sonu, niye geç kaldın? I. ÖĞRENCİ : Anlatayım öğretmenim, evden tam zamanında çıktım öğretmenim, dolmuşa bindim, dolmuş trenle çarpıştı öğretmenim, yedi ölü, on altı yaralı verdik, bir ben sağ salim kurtuldum; ama maalesef derse yetişemedim öğretmenim.

ÖĞRETMEN : Otur, geveze.

I. ÖĞRENCİ : Baş üstüne öğretmenim. (Yerine geçer.) ÖĞRETMEN : Ne sormuştum?

I. ÖĞRENCİ : Estergon Kalesi'nin nerede olduğunu.

ÖĞRETMEN : Güzeel, kazazede, söyle bakalım, Estergon Kalesi nerededir?

I. ÖĞRENCİ : Öğretmenim, üzülmeyin diye söylememiştim, geçenlerde süt kardeşim ölmüştü, dün helvasını yaparken tüp gaz patladı. Bütün eşyalarımız yandı, bu arada affedersiniz tarih kitabım da yanmış; bu yüzden çalışamadım, özür dilerim.

ÖĞRETMEN : A benim talihsiz oğlum, sen geçen ayki ödevini de vermemişsin ki... I. ÖĞRENCİ : Çok haklısınız öğretmenim, babam balkondan düşmüştü. Her gece hastaneye gittim.

ÖĞRETMEN : Başka kimse yok muydu?

I. ÖĞRENCİ : Yoktu öğretmenim, babam balkondan düşünce, buna çok üzülen annem kalp krizi geçirdi, kardeşimin de heyecandan dili tutuldu, halamın da...

ÖĞRETMEN : Yeteeeerrrr... I. ÖĞRENCİ : Peki öğretmenim.

1. OYUNCU : Şimdi bir başka öğrenci. ÖĞRETMEN : 147 Osman Şaşkınbakkal. OSMAN : Burda.

ÖĞRETMEN : Ödevini getir. OSMAN : Getiremem. ÖĞRETMEN : Niye? OSMAN : Hazırlayamadım. ÖĞRETMEN : Yine mi?

OSMAN : Çok önemli bir konuda araştırma yapıyordum, onun için hazırlayamadım. ÖĞRETMEN : Yaa, neyi araştırıyordun oğlum?

OSMAN : Dâhilerin öğrencilik yıllarını.

ÖĞRETMEN : Üç yıldan beri bu okulda kütüphanenin nerede olduğunu araştırmamış olan sen, dâhilerin öğrencilik yıllarını araştırdın, öyle mi?

OSMAN : Evet.

ÖĞRETMEN : Anlat öyleyse.

OSMAN : Peki. Modern fiziğin kurucusu olan Einstein (Aynştayn) çok kötü bir öğrenciymiş, ünlü bilgin Darwin (Darvin) de. Hatta bir gün babası Darwin'e şöyle bağırmış öğretmenim: "Fare kovalamaktan başka bir iş yaptığın yok, ailemizin yüz karasısın." Dâhi besteci Wagner (Vagner), büyük ozan Baudelaire (Bödler), ünlü hikayeci Edgar Ailen Poe (Edgır Elin Po) da tembel, başarısız öğrencilermiş. Gelmiş geçmiş romancıların en büyüğü olan Balzac (Balzak) için gençliğinde şöyle demişler: "Tembel, uyuşuk, dalgacının biri." Ünlü mimarlardan...

ÖĞRETMEN : Ne sonuca vardın evladım?

OSMAN : Öğrencilik yıllarımız da birbirine bu kadar benzediğine göre belki ben de dâhiyimdir.

Turgut OZAKMAN ORMANDA SABAH

Tabiat denilince aklımıza nedense önce ağaç ve onun topluluğu olan orman, sonra da su ve onun bolluğu olan deniz gelir. Küçük büyük, canlı cansız birçok varlığı sinesinde toplamış olan ormanla deniz; derinlik ve enginlikleri, güzellik ve zenginlikleriyle tabiat kavramını en mükemmel şekilde temsil eder.

Ağaç, topraktan fışkıran hayat panoramasına tatlı bir renk ve sihirli bir güzellik katarak bütün alaka ve sevgiyi üzerine çeken bir varlıktır.

Orman, toprak ananın bağrından yeşil bir deniz gibi coşup taşan esrarlı bir âlemdir. Her mısrası, bir renk ve ahenk çağlayanı hâlinde yükselip fışkıran eşsiz bir tabiat destanıdır.

Haydi, artık, sizinle beraber ormanı dolaşmaya gidelim. Güneş doğmak üzere, henüz bütün sesler uykuda... Tan yerinden gittikçe büyüyen bir ışık demeti fışkırıyor. Gece, siyah eteklerini acele acele toplayıp tepelerden vadilere doğru çekiliyor. Ağaçları saran, mavimtırak

bir duman, yavaş yavaş uçup dağılıyor. Güneşin ilk ışığı, ormanı aydınlatmaya başladı. Bu, ormana sığınan gecenin sona erişi demektir.

Artık dallardan süzülen ışıklar, ağaçların gövdelerini meydana çıkarıyor. Temiz bir sabah aydınlığına gözlerini açan ormanın içerisindeki uykulu hava, açıklara, tarlalara doğru süzülüyor ve taze bir rüzgâr içeriye doluyor.

Güneş, yavaş yavaş yükselmektedir. Biraz önce ağaç tepelerinde dolaşan ışıklar, daldan dala atlayarak orman toprağına indiler. Bir kısmı da yaprakların nemli yüzeylerinde kıvılcımlı parıltılarla uçuşuyorlar.

Ormanın içine doğru yürüyoruz. Yüzlerimizde güneş ışıkları geziniyor. İçerimizde yağmur serinliği kadar ferahlatıcı ve yumuşak bir mutluluk yeşeriyor.

Kuytulardaki ağaçlar, sessizlik içinde bekleşiyor. Rüzgâr, henüz onlara tesir etmiyor. Arada sırada dallar arasından gelen bir hışırtı, bu sessiz duruştan yorulmuş olan ağaçların nefes alışlarını veya iç çekmelerini andırıyor.

Ormanın sabah saatlerindeki sessizliği, ne kadar güzeldir. Yürürken âdeta, onu rahatsız etmekten korkar ve gürültü çıkarmaktan çekinirsiniz.

Orman artık iyice uyandı. Üzerimizden yaprak hışırtısı ve kuş cıvıltısından dokunmuş müzikli bir hava esmeye başladı. Sabah rüzgârına takılıp dans eden dallarla beraber biz de kendimizi ormanın neşesine kaptırıp bir şarkı mırıldanarak yürüyoruz. Orman bizi koynuna çekiyor. Biz de bu davete kapılarak teklifsizce onun derinliklerine sokuluyoruz.

Bakınız! Birdenbire bu yeşil kubbede yankılar yapan tatlı bir su şakırtısı kulaklarınıza çarpıyor. Bu ses, yatağındaki taşlar arasından yuvarlanarak ve çukurlarda havuzlanarak akıp giden neşeli bir dereciğin gürültüsüdür. Ona yaklaşırken buğulu bir serinlik yüzümüze çarpıyor.

Berrak dere sularının, her taşın üzerinden ayrı bir notada ses vererek ve köpüklü kahkahalar atarak dökülüşünü görüyor musunuz? Hâlinde kâh ağaçlara şarkı söyleyen kâh kıyı yosunlarıyla ve çakıl taşlarıyla oynaşıp şakalaşan sonsuz bir neşe var.

Yeryüzünde, toprak, su ve ağaç kompozisyonu kadar dekoratif ve can alıcı bir güzellik düşünülemez. Bu üç hayat kaynağından su toprağa, toprak ağaca, ağaç da çevresine ve insanoğluna neler bağışlamaz ki!

Ormana veda zamanı geldi. Güneş dağların ardında kayboluyor. Batı ufkunda renk renk tülümsü bulutlar belirmiş. Hava kararırken bile içlerimizi huzur dolduruyor. Ormanın,

bizi uğurlayan bakışlarında; "Bunu saymam, sizleri tekrar beklerim." diyen samimi bir ifade okunmakta. Ondan, her köşesinde hatıralarımız bulunan sevdiğimiz bir şehirden uzaklaşır gibi kopup ayrılıyoruz. Gözlerimizde ormanın yeşil aydınlığı, gönüllerimizde de bu büyülü güzellikler âleminin zevkli baygınlığı var.

Ey, refah ve bereketin, huzur ve sükûnetin kaynağı olan orman...

Sen, her zaman benim kalbimi gerçek bir zevk ve hayatla dol duruyorsun. Uğultularında, ruhuma seslenen sihirli bir musiki buluyorum. Ve her gördüğüm yerde senin o yeşil ve yumuşak iklimine sığınmak ve başımı dinlendirmek istiyorum. Fakat bütün bu güzellik ve büyüleyiciliğine rağmen sana yapılanları düşünüyorum da talihsizliğine acımaktan da kendimi alamıyorum.

Kemal GÜNEN