• Sonuç bulunamadı

4. Cebrâîl’in aslî sûretinde Peygamber’e görünerek tebliğ ettiği vahiy

2.2.4. İhtiyaç ve Fayda Açısından Nübüvvet

Vahiy: Allah’ın insanlara peygamberler aracılığıyla bildirdiği mesajı şeklinde tanımlanır. Vahyin, haber verdiği bilgilerin üzerinde durulması gerekmektedir.

Vahyin aklın dışında kalan kendisine has bilgi alanının sınırları ve bu sınırların aklın alanını kuşatıp kuşatmadığı gibi problemler de konu edinilecektir. Bununla birlikte vahyi bilginin alanını belirleme çabası, vahiy olarak kabul edilen metinlerin içeriğini tek tek sıralamak şeklinde değerlendirilmemelidir. Aksi halde bu başlık altında Kur’ân’ı Kerîm’in muhtevasının bütünüyle nakledilmesi gibi maksadı aşan bir zorunluluk doğar. Burada yapılacak olan ayrıntılara girmeden bütüne yönelik bir bakışla konuyu incelemektir.488

Kelâmcılar vahyî, icmâ ve sünnetle birlikte naklî deliller arasında saymışlardır. Onların naklin etkinlik alanı ve işleyişine dair görüşleri, aynı zamanda onların vahyin konumuna ilişkin görüşlerini de yansıtır. Bundan hareketle öncelikle Kelâmcıların akıl ve naklin etkinlik alanlarına ve daha sonra onların akıl ve naklin birbirlerine göre konumlarına dair görüşlerine yer vermemiz uygun olacaktır.489

Kelâmcıların, vahyi değerlendirirken akılla olan münasebetini belirleme noktasında görüşlerini ve de vahyin tek başına ne anlama geldiğini mezhep imâmlarının görüşlerini sunarak belirlemeye çalışacağız.

Mu’tezile’ye göre, aklın ve naklin alanını şu şekilde belirlemiştir: Allah’ın varlığı ve birliği, O’nun için câiz olan ve olmayan sıfatların bilinmesi gibi tevhit ilkesi ile ilgili konular ve insanların fiillerinin yaratılması, fiillerini gerçekleştirmede ihtiyaç duydukları güç, bunu kendi hür irâdeleriyle yapıp yapmadıkları gibi adâlet

488 Alper, a. g. e. , s. 143.

489 Erdemci, a. g. e. , s.137.

112 ilkesi ile ilgili hususlar aklın etkinlik alanı içinde yer almaktadır. Bu alandaaklın hükümleri geçerli olup naklin belirleyiciliği geçerli ve doğru değildir. Mu’tezile’ye göre, naklî bilginin etkin olduğu alan ise, Şer’î hükümler ve ibâdetler alanıdır ki, bu alanda da aklın etkinliğinden söz edilemez. Mu’tezile’nin önemli temsilcilerinden biri olan Kâdî Abdülcebbâr, akıl ile naklin etkinlik alanlarını şu şekilde ifade etmiştir: “Akıl, Allah’a şükür ve ibâdet edilmesi gerektiğine delâlet eder. Ancak ibâdet kapsamına giren fiillerin ne olduğu, şartlarının neler olabileceği, mekân ve zamanlarının belirlenmesi gibi hususlarda bize hiçbir şey göstermez.”490

Mu’tezile, insanın kulluk görevleri noktasında, Allah’a inanmayı nimetlere şükretmeyi, aklın bilme alanında görmesine rağmen, Allah’a ibâdet etmenin şeklini, zamanını ibâdete başlamadan önceki şartları tamamıyla vahyin verecek olduğu bilgiye bırakmaktadır.

Ehl-i Sünnet ekolü temsilcilerinden Mâturîdîler, dinin kendisiyle tanındığı iki temelden bahsederler. İmâm Mâturîdî’ye göre bu iki temel akıl ve nakildir.491 O eserlerinde yer yer “bu konu sadece akılla bilinir”, “bunu bilmek ancak haberle mümkündür”, şeklinde kayıtlarla alan ayırımına işaret emiştir. Mâturîdî, bilgi kaynaklarını üçe ayırmıştır:1. Duyu bilgisi, 2. Doğru haber (Peygamberin verdiği haber ve tevatür yolu ile bize ulaşan tarihi haberler) 3. Akıl ile elde edilen bilgiler;

şeklinde sıralamaktadır. Bunların her birinin kendine özgü yetkinlik alanlarının olduğu görüşündedir. Ancak, O’nun eserleri incelendiğinde, bazı konuları izah ederken her üç bilgi kaynağından da istifade ettiği görülür. Mutezilî kelâmcılarda olduğu gibi, Mâturîdî de, akla öncelik vermiştir. Bunun nedeni; aklın, duyu ve haberlerin doğruluğunu test etme gibi bir fonksiyonunun olmasıdır.492

Ehl-i sünnet ekolünün diğer bir kolu olan Eş’arîler’in, akıl-nakil ilişkisine dair görüşlerine gelince; Mu’tezile’nin görüşlerinden pek farklı değildir. Eş’arî, Bâkıllânî, Cüveynî, Abdülkâhir el-Bağdâdî gibi önemli temsilcilerinin, naklin ve aklın sınırları ve işleyiş alanlarına ilişkin değerlendirmeleri incelendiğindeOnların da Allah’ın varlığı, birliği, zâtî ve fiilî sıfatlarının tespiti, insanların fiillerinin yaratılıp

490 Erdemci, a. g. e. , s. 137.

491 Mâtürîdî, a. g. e. , s. 66.

492 Erdemci, a. g. e. , s. 137.

113 yaratılmadığı ile ilgili konuları aklın etkinlik alanı olarak belirledikleri, bu alanda nakle aklî tekit etme rolü verdikleri görülmektedir.493

Bağdâdî’nin akıl ve vahiyle ilgili görüşleri, konuyu daha anlaşılır hale getirmektedir. Bağdâdî’ye göre: Şer’îatle (nakille) bilinenlere gelince bunlar; helâl-haram, vâcib, sünnet, mekruh vb. fıkhî hükümlerden oluşur. Şer’î hükümler, yasaklar, mubah ve vâcib olan hususlar, ancak yüce Allah’ın emir veya haber şeklindeki hitabı ya da mucizenin doğruluğuna delâlet ettiği bir peygamberin dili ile bilinebilir. Cennet ehline verilecek nimetler, Cehennem ehlinin duçar olacağı azap, Allah için kullanılması câiz olan isimleri bilmenin yolu da, akıl değil, nakil yoluyladır.494,görüşündedir.

Bağdâdî’nin akıl ve naklin etkinlik alanlarına dair tespit ettiği hususlara bakıldığı zaman, akılla kavraması mümkün olmayan alanları vahye (nakle) bıraktığını görmekteyiz. Özellikle ibadetler, haram helal boyutu olan meseleler ve ahiretle ilgili durumların vahiy yoluyla bilineceğine dikkat çekmektedir. Naklî getiren veya nakille haber veren peygamberin bu söylediklerini mûcize ile desteklemesini şart koşmaktadır.

Râzî, akıl ve vahiyle ilgili değerlendirmelerini yaparken meseleyi şöyle ele alır: Vahyî ilgilendiren konularda, vahyî aklın önüne alır. Bu metoduna da Kur’ân’dan delil getirerek; “eğer dinleseydik veya akletseydik bu ateş halkı içerisinde olmazdık.”495,âyetinden hareketle konuyu şöyle izah eder: “Zikrolunan âyette, Sem’ (vahiy) akıldan önce gelmiştir. Çünkü davete muhatap olan, Peygamberle karşılaşınca öncelikle oresûl’ün sözünü dinler. Sonra o çağrı hakkında düşünür. Bundan dolayıdır ki Sem’ (vahiy) aklın ve anlamanın önüne geçmiştir.”496

Râzî, akıl ve vahiy konusunda asıl itibarıyla mensubu bulunduğu Eş’arî Mezhebi’nden farklı düşünmemektedir. Ancak; Allah’a olan kulluk ve ahirete yönelik haberlerin dışında insan aklının müdahil olduğu yerlerde de vahye ihtiyaç duyulduğunu ifade ederek “Nübüvvetin Aklî ve Naklî İspatı” konusunda da işaret ettiğimiz gibi vahyin akıldan önce gelmesinin sebebini şöyle izah eder: “Allah’ü Teâlâ; insanı yaşamı boyunca aklıyla baş başa bırakmamıştır. Çünkü: Şer ve hayrın

493 Erdemci, a. g. e. , s. 138.

494 Erdemci, a. g. e. , s. 138.

495 Mülk 67/ 10.

496 Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, C. XXX. , s. 65.

114 manası, bir insandan başka bir insana göre değişiklik arz eder. Bunun delili:

Felsefecilerin hayır-şer, lezzet-elem, mutluluk ve üzüntü konularında farklı düşündükleri görülmektedir. Böyle olmakla beraber, insan kendi hayat süreci içerisinde, aklî melekeleri kişinin yaşının durumuna göre farklılık arz eder. İnsan;

hayatının herhangi bir döneminde, güzeli çirkinden ayıracak aklî olgunluğa sahip olsa dahi bu durum, birömür devam etmez. Çünkü: Beşer aklî çocuk yaşta gençlikte ve yaşlılıkta farklılık gösterir. Aynı zamanda âlimin aklıyla cahilin aklî da bir değildir. İnsanı bu hali herkesçe bilinmekte ve görülmektedir. Tüm bunlara ilaveten, bazen insan bir şeyin batıl olduğunu bile bile, sırf hasedinden dolayı aklını etki altına alarak batılı tercih eder. Bundan dolayı Allah’ü Teâlâ insanların dünya işlerini düzenlemeleri ve İbâdetlerini sadece ona hasretmeleri, şeytânların vesvesesi ve insanların akıllarına attıkları şüphe sebebiyle Allah’ı, ahiret gününü inkâr etmemeleri için müjdeleyici, uyarıcı ve rahmet olarak enbiya ve resûl göndermiştir.”497 Râzî, bu görüşüyle insan hayatında her hangi bir konuda vahiy var ise öncelikli olarak vahyin akıldan önce gelmesi düşüncesindedir.

Râzî, “el-Metâlibü’l-Âliye”de:“Akıl, Allah’ın farz, câiz ve haram kıldıklarını bilmede yeterli olsa idi peygamber göndermenin bir faydası olmazdı”498ifadelerini kullanır. Aklın, hüküm itibariyle bir şeyin helalliği ve haramlığı noktasında sonuç tayin etmesinin ötesinde, kendisi için fayda ve menfaat içeren bazı eşyaların hakkında karar vermede bile aciz kaldığını ifade ederek konuyu şöyle izah eder:

“Bazen sadece mücerret akıl ile bazı şeylerin faydalarını ve maslahatlarına vukufiyet mümkün olmaz. Örneğin: Nebi ve resûlün gönderilmesinde ve onlara delâlet eden güzellikleri ve de Allah’ü Teâlâ’nın yarattığı şeylerdeki menfaat ve maslahatı anlamada akıl yeterli olmaz”499diyerek bu yönüyle de aklın alanın sınırlı olduğuna vurgu yapmaktadır.

Râzî, insanın çevresiyle ilgilenme ve eşyanın hakikatini anlamada sadece aklın gücünün yeterli olmayacağına dikkat çekerek, insanın eşyayı anlamada aklın dışında yaratıcının bilgilendirmesiyle ancak kâinattaki bazı şeylerin faydalı veya zararlı olduğunun bilgisine ulaşabileceğini savunmaktadır.

497 Râzî, en-Nübüvveh, s. 7-8.

498 Râzî, el-Metâlibü’l-âliye mine’l-ilmi’l-ilâhî, nşr. A. Hicâzî es-Sekkâ, Beyrut: Dâr el-Kütübi’l-Arabî, 1987, C. VIII. , s. 30.

499 Râzî, a. g. e. , C. VIII. , s. 30.

115 Râzî, Allah’ı bilme noktasın Nisâsuresindeki: “Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdi ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”500,âyetini tefsir ederken şöyle demektedir: “Bizim arkadaşlarımız, Allah’ı bilmenin ancak “Sem’” (vahiy) yoluyla olduğuna, bu âyeti delil olarak getirdiler. Çünkü âyette geçen Allah’ü Teâlâ’nın şu sözü “İnsanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın”501 ifadesi peygamber gönderilmediği zamanlarda insanlara, Allah’a kulluk ve itaati terk etmede bir mazeret teşkil etmesin diye”502şeklinde anladıklarını ifade etmektedir.

Râzî, vahyi bilginin insan hayatında özellikle yüce yaratıcıyı bilmede ve ona kulluk yapma noktasında gerekliliğine dikkat çekerek şöyle der: “Yaratılmışların aklî, Allah’ü Teâlâ’yı ve O’na nasıl kulluk yapılacağını bilme de yeterli değildir.

Tam bu noktada, nebî ve resûl (hepsine selam olsun) göndermenin hikmeti; Allah’ü Teâlâ’nın zatı ve sıfatlarını ve de O’na nasıl kulluk yapılacağını bilmektir.”503

Râzî, insanın kulluk görevlerinde ve de Allah’ü Teâlâ’yı anlamada O’na imnan etmede ve ibadetlerin nasıl ve ne zaman yapılacağı husunda vahyi bilgiye ihtiyaç olduğuna dikkat çekmiştir. Vahiyle ilgili yapmış olduğu değerlendirmelerde, vahyin sadece Allah’ı bilme ve O’na nasıl ibâdet edileceğinin bilgisine ulaşmak olarak görmemektedir. Aksine vahiy, insan hayatının tümünü; fizik ve metafizik bütün alanlara hitap ettiğine dikkat çekmektedir. Vahyi, insan hayatında aklın yanında olmazsa olmaz olarak görmektedir. Vahyin alanı olarak insan hayatının tümünü kapladığını düşünmektedir.

500 Nisa 4 /165.

501 Nisa 4 /165.

502 Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, C. XI. , s. 112.

503 Râzî, el-Metâlibü’l-âliye, mine’l-ilmi’l-ilâhî, C. VIII. , s. 30.

116 3. BÖLÜM

AKIL VE VAHİY ARASINDAKİ MÜNASEBET

Benzer Belgeler