• Sonuç bulunamadı

İdrak Kabiliyeti

Belgede Rivâyet asrında illet Bezzâr (sayfa 130-140)

BÖLÜM 2: İLLET TESPİTİNİN DAYANAKLARI

2.1.2.1. Zekâ ve Yatkınlık

2.1.2.1.2. İdrak Kabiliyeti

İlel ilmine vukûfiyet açısından hafız olmak tek başına yeterli bir kriter değildir. Bunun için hıfzedilen rivayet ve rical bilgisinin harmanlanması, sınıflandırılması ve yeri geldiğinde kullanılmasını sağlayacak bir meziyet gerekir. İbn Receb ‘Önemli Bir Kaide’ başlığı altında şu cümlelere yer verir: “Hafızlar içinde uzman münekkitler, hem hadisle

52 İbn Ebî Hâtim, Cerh, 1/248.

53 Zehebî, Tezkira, 2/14.

54 Hatîb, Târîhu Bağdât, 14/180.

55 İbn Ebî Hâtim, Cerh, 1/319.

56 İbn Ebî Hâtim, Cerh, 1/296.

57 İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, s. 487.

58 Bkz. Hatîb, Târîhu Bağdât, 2/20; Zehebî, Tezkira, 2/104; İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, s. 479, 487.

59 İbn Hibbân, Mecrûhîn, 1/35.

60 İbn Ebî Hâtim, Cerh, 1/333.

119

çok iştigal etmeleri (mümârese) hem de ricâl bilgisinde derinleşmeleri ve her birinin hadislerini bilmeleri sayesinde bir hadisin filanın hadisine benzeyip benzemediğini anlayabilecek özel bir yeteneği haizdir (fehm hâss). Bu sayede hadisleri illetlendirirler. Bu, belli bir ifadeye dökülemeyen, ehlinin sadece fehm ve marifet ile ulaştığı bir durum olup, bu melekeleriyle onlar sair ilimlerle uğraşanlardan ayrılırlar.”62 İbn Receb, bu ifadesini Ahmed b. Hanbel’den naklettiği şu sözlerle örneklendirir: Ahmed b. Hanbel, Sa’d b. Sinân hakkında şöyle demiştir: “Onun hadisi, Enes’in hadisine değil, Hasen’in hadisine benziyor.” İbn Receb, bu değerlendirmeden, Sa’dın Enes’ten merfû' olarak naklettiği hadislerin, Hasen el-Basrî’nin sözlerine ve mürsel rivayetlerine benzediğinin kastedildiğini söylemiş ve aynı kanaati Cûzcânî’den (ö. 259/873) de nakletmiştir.63 Bir başka örnekte İbnü’l-Medînî, el-Kâsım b. Yezîd b. Abdillâh b. Kasît > babası > Atâ > el-Fadl b. Abbâs > Hz. Peygamber tarikiyle veda hutbesi hakkında nakledilen hadis hakkında; “Bu, kussâsın sözlerine benziyor; Atâ b. Ebî Rabâh’ın hadislerine değil.” demiştir.64 İbn Receb, buradan hareketle uzman bilginlerin Hz. Peygamber’in kelamına benzeyen ve benzemeyen sözleri birbirinden ayırt ettiklerini belirtir.65 Örneklerden anlaşılacağı üzere illet tespiti için râvîlerin hadislerinin ezberlenmesi yeterli olmayıp, farklı hadislerin birbirinden ayırt edilebilmesi de büyük önem taşımaktadır.

Bundan hareketle ilel bilgini, rivayetlerdeki kusurları ayırt edebilme yönüyle sarrafa benzetilmiş,66 işin zorluğunu ifade etmek üzere ilel tespiti adeta ilham hüviyetinde görülmüş, hatta avâma göre kehanet bile sayılabildiği vurgulanmıştır. Abdurrahmân b.

Mehdî’nin “Hadisi bilmek ilham işidir. Hadisi illetlendiren âlime; ‘Bunu nereden

söyledin?’ desen, sana cevap veremez.”67 “Bizim hadisi reddetmemiz, cahil kimselere göre bir kehanet sayılır.”68 sözleri burada örnek olarak hatırlanabilir. Yine İbn Mehdî,

62 İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 286.

63 Bkz. İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 286.

64 İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 290.

65 İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 292.

66 İbn Ebî Hâtim, İlel, 1/389-390; Hatîb, el-Câmi’, 2/383, 384; İbn Hacer, Nüzhe, s. 92.

67 Hâkim, Ma’rife, s. 377. Bu söz İbn Ebî Hâtim’in İlel’inde İbn Nümeyr’e atfedilmiştir. İbn Ebî Hâtim, İlel, 1/388. نم : هل تلق ول قدصو : ريمُن نبا لاق .ٌماهلِإ ثيدحلا ةفرعم : يدهم نب نامحرلا دبَع لاق : لوقي , ريمن نب الله دبَع نب دمحم ُتعمس هل نكي مل ؟ تلق نيأ

باوج.

120

yalancı râvîleri nasıl bildiği kendisine sorulduğunda “Doktorun, mecnunu tanıması gibi!” diyerek benzer bir cevap vermiştir.69

Her ne kadar illeti bilmek, ilham ve kehanete benzetilmişse de İbn Mehdî’nin sarraf metaforu, bu ilmin bir birikim ve tecrübe gerektirdiğini göstermektedir. Çünkü hiç kimse doğuştan sarraf olmaz, mesleğin inceliklerini sonradan öğrenir. Bu bilgilerinden hareketle sahteyi gerçeğinden ayırt eder. İlel bilgini de böyledir. Bunun bir örneğini İbn

Mehdî’den nakledilen şu bilgide görmek mümkündür: İbn Mehdî’nin bulunduğu bir

ortamda Horasanlı birisi kalkıp; “Ebû Saîd! Hasen’in Hz. Peygamber’den rivayet ettiği ‘Kim namazda gülerse, abdestini de namazını da iade etsin.’ hadisi hakkında ne dersin?” diye sormuştu. İbn Mehdî, “Bunu sadece Hafsa bint Sîrîn, يبنلا نع ةيلاعلا يبأ نع şeklinde rivayet etmiştir.” diyerek cevap vermişti. Kendisine bu kanaatinin sebebi sorulunca; “Sarrafa bir dinarı götürdüğünde sana; ‘Bu, sahtedir’ dese, ona bu kanaate nasıl vardığını soruyor musun demiş, sonra da gerekçesini şöyle açıklamıştır: “Bu hadisi sadece Hafsa bint Sîrîn bu isnadla nakletmiştir. Hişâm b. Hassân, bunu Hafsa’dan duymuş ve Hasen’e rivayet etmiş, ancak Hasen ‘Allah Rasulü şöyle buyurdu.’ diyerek tahdis etmiştir. “O halde Zührî bunu nereden semâ'etmiş?” diye sorulunca; “Süleyman b. Erkam, Hasen ve Zührî’nin yanına sık gider gelirdi. Bu hadisi Hasen’den duymuş, Zührî ile müzakere etmişti. Zührî bunu “Allah Rasulü şöyle buyurdu.” diyerek onun gibi nakletmiştir.” diye cevap vermiştir.70 Buradan hareketle İbn Mehdî’nin, bu sözleriyle illet tespitinin ilham ve kehanetten ibaret oluşunu değil, işin zorluğunu ve herkesin anlayamayacağını kastettiği söylenebilir.

İbn Hacer bu durumu şöyle izah etmiştir: “Bazen muallil, tıpkı sarraf gibi, tespit ettiği illeti ispatlayacak bir delil sunmaktan aciz kalır.”71 “Bazen illet bilgini, iki rivayetten birini diğerine tercih edişinin sebebini izah edemez. Nitekim sarrafın, paranın sahte olduğunu ayrıt edebilmesi de böyledir. Bu sebeple kendisine müracaat edilen bir imam, hadisin illetli olduğuna hükmettiğinde evlâ olan, tıpkı hadisin sıhhatine hükmettiğinde olduğu gibi bu hususta da ona ittibâ etmektir.”72 Ebû Zür’a’dan bu konuda nakledilen

69 İbn Ebî Hâtim, Cerh, 1/252; İbn Hibbân, Mecrûhîn, 1/35; İbn Adiy, Kâmil, 1/198.

70 Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, s. 312.

71 İbn Hacer, Nüzhe, s. 92.

121

şu ta’lîl buna örnektir: İbn Ebî Hâtim, Ebû Zür’a’ya Hz. Peygamber’in kadınlar için ham ipek ve işlenmiş ipekte bir mahsur görmemesine dair Bakıyye > Ubeydullâh > Nâfi’ > İbn Ömer tarikiyle gelen hadisi sorduğunda Ebû Zür’a, bu hadisin münker olduğunu söylemişti. İbn Ebî Hâtim; “Herhangi bir illetini biliyor musun/söyleyebilir misin?” dediğinde ise; ‘Hayır!’ cevabını vermişti.73

Muallilin, rivayetteki illeti fark edebilmesine dair bir diğer örnek Şu’be’den nakledilir. Yahyâ b. Saîd, Şu’be’nin Ebû İshâk > Ebu’l-Ahvas > Abdullah isnadı ile gelen sağa sola selam verme ile alakalı hadisi kabul etmediğini; yine Hammâd > İbrâhîm > Abdullah tariki ile gelen merfû' rivayeti de reddettiğini nakleder.74 Şu’be’nin bu tarikleri red gerekçesine dair herhangi bir bilgi nakledilmemiştir. Ancak İbrâhîm en-Nehaî’nin sahabenin hiçbirinden semâ'ı olmadığı bilgisinin75 onu bu düşünceye sevk etmiş olması muhtemeldir.

Şu’be’nin akranı olan Süfyân es-Sevrî de, fark ettiği bir illete şöyle işaret etmektedir: Bir ilim meclisinde Zâide, Şu’be > Seleme b. Kuheyl > Saîd b. Cübeyr tarikiyle tefsire dair bir rivayet zikretmişti. Mecliste bulunan Sevrî: “Şüphe yok ki sen sika birisin. Bize rivayet ettiğin kişi de sika birisi. Ancak bunun Seleme’nin rivayetlerinden olduğuna gönlüm rıza göstermiyor.” dedi. Ardından bir kâğıt isteyip, Şu’be’ye mektup yazdı. Şu’be’den gelen cevapta onun böyle bir hadisi Seleme’den nakletmediği, Umâre b. Ebî Hafsa’nın Hucr el-Hicrî > Saîd b. Cübeyr kanalıyla kendisine rivayet ettiği bildiriliyordu.76

Sevrî’nin talebesi İbn Mehdî’den ise şöyle bir bilgi nakledilmiştir: Ebû Avâne’nin yanındaydım. A’meş’ten bir hadis nakletti. Dedim ki: ‘Bu rivayet senin hadisinden değildir.’ ‘Hayır, hadisimdendir.’ dedi. ‘Değildir!’ dedim, ‘Hayır, hadisimdendir.’ dedi. Yine ‘Değildir.’ deyince ‘Tamam o zaman ruloyu (derc) getir.’ dedi. Çıkardım, ona baktı, hadis orada yoktu. Bunun üzerine; ‘Doğru söyledin Ebû Saîd! Bunu nereden

73 İbn Ebî Hâtim, İlel, 4/334.

74 Ahmed, İlel, 1/310-311.

75 İbnü’l-Medînî, İlel, s. 60; İbn Ebî Hâtim, Merâsîl, s. 9.

76 İbn Receb, bu hadiseden hareketle Süfyân gibi âlimlerin Peygamber’e ait sözleri tanıdıklarını ve bir sözün ona ait olup olmadığını bilebildiklerini söyler. İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 292.

122

bildin?’ diye sordu. Dedim ki: ‘Genç iken müzakere esnasında duymuştun, aklında kalmış. Ama onu semâ' ettiğini zannettin.’77

Yahyâ b. Maîn de bir keresinde Ali b. Âsım’ın bir hadisini reddetmiş ve şöyle demiştir:

“Bu, senin hadisinden değildir. Sana anlatılan, zikredilip de kalbine düşmüş/aklına girmiş şeylerdendir. Böylece sen semâ'etmediğin halde onu semâ' ettiğini sandın. Ama o senin hadisinden değildir.”78 Bir başka örnekte İbn Maîn, Nuaym b. Hammâd’ın Mübarek > İbn Avn.. diyerek naklettiği hadislere itiraz edip, bunların İbnü’l-Mübarek’e ait olmadığını söylemiş, ilk başta sinirlenen Nuaym b. Hammâd kitaplarını kontrol edip gelince “Nerede o, Yahyâ’nın hadiste mü’minlerin emiri olmadığını iddia edenler?” diyerek hatasını kabul etmiştir.79 Yine İbn Maîn’e; “Abdurrezzâk > Ma’mer > Ebû İshâk > Âsım b. Damra > Ali > Peygamber tarikiyle onun sargı üzerine meshettiği senin ezberinde var mı?” denilince; “Bâtıldır. Bunu Ma’mer kesinlikle rivayet etmemiştir. Abdurrezzâk bunu nakletseydi kanı helal olurdu. Bunu Abdurrezzâk’tan kim nakletmiş?” dedi. Fülan kişi veya Muhammed b. Yahyâ, dediler. Yahyâ: “Hayır, vallahi! Onu Ma’mer rivayet etmedi. Ma’mer bunu rivayet etmişse (bunu ispat için) onun, şuradan Mekke’ye kadar delil getirmesi gerekir.” dedi.80 Ahmed b. Hanbel’in de aynı isnad için; “Bâtıl, böyle bir şey yok (ءيش اذه نم سيل). Bunu kim tahdis etmiş?” dediği, kendisine; ‘Zührî’nin arkadaşı’ denilince onu çok ağır ifadeler kullanarak tenkit ettiği nakledilmiştir.81

77 İbn Hibbân, Mecrûhîn, 1/51; Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl, 17/440; İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 112.

78 İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 112.

79 Zehebî, Siyer, 11/89-90.

80 Yahyâ b. Maîn, İlel, s. 81-82 (no: 168); İbn Adiy, el-Kâmil, 1/123; İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, 2/199.

81 Ahmed, İlel (Mervezî), s. 116-117. İbn Receb, Abdurrezzâk’ın gözlerini kaybettikten sonra bazen telkin kabul ettiğini belirterek, onun ehl-i beyte dair bazı rivayetleri için de aynı şeyin düşünülebileceğini söylemiştir. Ancak o, Abdurrezzâk’tan nakledilen bazı rivayetlerin, zayıf kimselerce nakledilmiş olmasına ve dolayısıyla aslının olmadığına da dikkat çekmiştir (İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, 2/198). Ne var ki bu rivayet Abdurrezzâk ve İbn Mâce tarafından Muhammed b. Ebân el-Belhî ve ed-Deberî > Abdurrezzâk > İsrâîl b. Yûnus > Amr b. Hâlid > Zeyd b. Alî > babası > dedesi > Ali tarikiyle tahrîc edilmiştir (Abdurrezzâk, Musannef, 1/161; İbn Mâce, “Tahâret”, 134. Ayrıca bkz. Dârekutnî, Sünen, 1/226). Ancak Ebû Hâlid el-Vâsıtî diye de bilinen Amr b. Hâlid, ittifakla yalancı ve metrûk bir râvîdir (Bkz. İbn Ebî Hâtim, İlel, 1/555-556;İbn Adiy, el-Kâmil, 5/123; İbn Abdilhâdî, Şerhu İleli İbn Ebî

Hâtim, s. 333). Şâfiî’nin Hz. Ali’den böyle bir hadisin nakledildiğini söylediği, ancak isnadını sahih bulmadığı

nakledilmiştir (Beyhakî, el-Kübrâ, 1/228; Ma’rifetü’s-sünen, 2/40-41; ِهِب ُتْلُق ِةَّح صلاِب ُهَداَنْسِإ ُتْفَرَع ْوَلَو. İbn Abdilhâdî,

Şerhu İleli İbn Ebî Hâtim, s. 333. Benzer bir rivayet çok zayıf bir yolla merfû' olarak İbn Ömer’den de nakledilmiş

(Bkz. Dârekutnî, Sünen, 1/205), ayrıca mesele ile alakalı bazı âlimlerin görüşleri de zikredilmiştir (İbn Ebî Şeybe,

123

Ahmed b. Hanbel’in fark edip doğrusunu açıkladığı bir örnek ise şöyledir: Ubeydullah

b. Mûsâ’nın Süfyân b. Hakîm b. ed-Deylem > Ebû Bürde > babası kanalıyla naklettiği “Allah, aramızda dört veya beş hüküm ikame etti…” şeklindeki rivayet Ahmed b. Hanbel’e arz edilince o, şu cevabı verdi: “Bu hadis A’meş’in Amr b. Mürre > Ebû Ubeyde > Ebû Mûsâ senediyle naklettiği rivayettir.82 Bu, Amr b. Mürre’nin hadisinin lafzıdır. Sanırım Ubeydullah b. Mûsâ bir isnadı diğer bir isnada idhal etmiş.”83 Ahmed b. Hanbel, basireti ve rivayetlere olan vukûfiyeti ile nakledilen metnin bu isnada ait olmadığını, filancanın hadisi olduğunu söylemiştir. Yine Ahmed b. Hanbel’in mescidinde cumanın kimlere farz olduğu konusunu konuşurlarken Ahmed b. el-Hasen, bu konuda Haccâc b. Nusayr > Muârik b. Abbâd > Abdullah b. Saîd el-Makburî > babası > Ebû Hüreyre > Hz. Peygamber isnadıyla bir hadis nakleder. Rivayetin Hz. Peygamber’den olmasına hayret eden Ahmed b. Hanbel, hadisi dinleyince Ahmed b. el-Hasen’e kızar ve iki kere; “İstiğfar et Rabbine!” diye çıkışır.84 Tirmizî, Ahmed’in bu tutumunun gerekçesini, onun bu zayıf isnadlı rivayetin Hz. Peygamber’den nakledilmiş olacağına ihtimal vermemesi şeklinde izah etmiştir.85

Adeta bir meleke haline gelen illeti hemen fark edebilme yeteneğinin bir diğer örneği şudur: Racâ el-Hâfız’ın, İbnü’l-Medînî > Muâz b. Hişâm > babası > Amr b. Dînâr > İkrime > İbn Abbâs tarikiyle ‘Hz. Peygamber, kişinin gece vakti ailesinin yanına gelmesini yasakladı’ hadisini tahdis ettiğinde Ebû Zür’a er-Râzî, hemen rivayeti reddettiğini (هُتركنأف), daha sonra İbnü’l-Medînî’ye rastlayıp kendisine bunu sorduğunda onun “Kim bunu benden nakletmişse aklından zoru vardır (نونجم). Ben bunu asla rivayet etmedim. Bu rivayeti Muâz b. Hişâm’dan kesinlikle duymadım.” diye cevap verdiğini anlatır.86 Bu örnekte Ebû Zür’a’nın kendisine nakledilen bir rivayeti doğrudan reddettiği, ancak emin olabilmek için ilk fırsatta sahibine sorma yoluna gittiği ve rivayetin asılsız olduğunu teyit ettiği görülmektedir.

82 Müslim, “Îmân”, 293, 295; İbn Mâce, “Mukaddime”, 13; Ahmed, Müsned, 32/296, 404-405.

83 Ahmed, İlel, 1/556.

84 Tirmizî, “İlel”, s. 887; İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 26.

85 İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 26. Ayrıca bkz. Tirmizî, “Cum’a”, 8.

124

İlel bilgininin illeti idrak etmesinin örneklerini çoğaltmak mümkündür. Hadisin illetli olduğunun fark edildiği ancak illetin neden ve kimden kaynaklandığının tespit edilemediği bir örnekle bu konu sonlandırılacaktır: İbn Huzeyme, fıtır sadakası hadisinde “buğday”ın (ةطنح) zikredilmesi hususunda şöyle der: “Ebû Saîd’in haberinde buğdayın zikredilmesi mahfûz değildir. Bu hatanın (مهو) kimden kaynaklandığını bilmiyorum.”87

Örneklerden anlaşılacağı üzere güçlü hafızaları ve sağlam birikimlerini kıvrak zeka ve anlama kabiliyetleri ile birleştiren ilel uzmanları, garip ve/veya hatalı buldukları rivayetleri reddetme yoluna gitmişlerdir. Bu meziyet, İbn Hacer’in dediği gibi88 Allah’ın, dinini korumak adına ilel uzmanlarına bahşetmiş olduğu bir özelliktir.

Muasır âlimlerden Muallimî ilel bilgininde bulunması gereken müktesebatı zikrettikten sonra hadis melekesinin elde edilmesi ile alakalı şunları söylemektedir: “Bu, tam bir uyanıklık, derin anlayış, ince zeka, kızgınlık anında nefse mâlik olma, hevalara yönelmeme, uygun olan ve muhalif olan görüşe karşı insaflı olma ve diğer bazı konularla birlikte (düşünülmeli)dir. Bu mertebe, uzak ama faydası büyük, sadece temayüz etmiş kimselerin ulaşacağı bir hedeftir. Bu sebeple söz konusu ilimle meşgul olanlar oldukça azınlıktadır. Öyle ki onlar, diğerlerine olan üstünlükleri ile hadisçilerin önderleri haline gelmişlerdir.”89

2.1.2.2. Bilgi ve Tecrübe 2.1.2.2.1. Hadis Bilgisi

Zabtın en önemli unsurlarından birisi, kişinin iyi bir hadis bilgisine sahip olması, öğrenim ve öğretim adabını bilip buna göre hareket ederek ilimde belli bir tecrübe elde etmesidir. Hatîb el-Bağdâdî, hadisin sahihini zayıfından ayırt etme bilgisini, “Uzun süreli bir deneyim ve özel ihtimam sonucu Allah’ın kalplerde halk ettiği bir ilim” şeklinde tavsif etmiştir.90 İbn Hibbân da hadisleri değerlendirme konusunda öne çıkan kimselerin edinmiş oldukları bilgi ve tecrübeyi ifade ederken onların hadis ezberlemede

87 İbn Huzeyme, Sahîh, 4/89. Bu rivayet ileride ayrıntılı incelenecektir.

88 İbn Hacer, Nüket, 2/711.

89 Subeyhî, en-Nüketü’l-ciyâd, s.128.

125

son derece titiz olduklarını, çokça hadis yazıp, sık sık ilim seyahatleri yaptıklarını, sünnetlere göre hareket ettiklerini, ilim ehli ile müzakereler yapma, eser tasnif etme ve ilmi başkalarına öğretme konusunda gayret sarf ettiklerini, hatta hadislerdeki harf sayılarını sayabilecek; hadise bir elif veya vav harfi eklenmiş olsa, onu anında ortaya çıkarabilecek kıvama geldiklerini belirtmiştir.91

Hadis bilgisinin mahiyeti hakkında fikir verecek bir değerlendirme İbn Receb tarafından dile getirilmiştir. O, hadisin sahihini zayıfından ayırt etmenin iki yolu olduğunu belirtir: Birincisi hadisin ricalini, sikalık ve zayıflık durumlarını bilmektir. Sika ve zayıf râvîler birçok tasnifte tedvin edilmiş, onların durumlarını açıklayan telifler yaygınlaşmış olduğundan bu, kolaydır. İkinci yol ise sikaların derecelerini ve herhangi bir ihtilaf durumunda hangisinin tercih edileceğini bilmektir. Bu iki yolun iyi bilinmesi ve çokça uygulanması ilel ilminin inceliklerine vakıf olmayı sağlayacaktır.92

Alâî (ö. 761/1359) de hadis bilgisinin gerekliliğine şu sözleri ile dikkat çeker: “Bir sözü incelemek sûretiyle onun mevzû olduğunu, yalnızca hadislerin tamamına veya büyük bir bölümüne vukufiyeti bulunan İmâm Ahmed, İbnü’l-Medînî, Yahyâ b. Maîn gibi erken dönem âlimleri yahut sonraki nesilden Buhârî, Ebû Hâtim, Ebû Zür’a; sonrasında Nesâî, sonra da Dârekutnî gibi büyük hâfızlar ortaya koyar.”93 Devamında bir hadisin uydurma olup olmamasının genellikle tariklerin bir araya getirilmesi ve farklı şehirlerdeki rivayetlerin bilinmesiyle tespit edilebileceğini vurgulayan Alâî, bu isimlerin mertebesine (yeterli hadis bilgisine) ulaşamamış kimselerin hadisi bulamamalarını gerekçe göstererek hadisin uydurma olduğuna hükmedemeyeceğini belirtir.

İbn Receb, sayılarının azlığına işaret ettiği illet uzmanı münekkit âlimlerle ilgili şu tespit ve değerlendirmelerde bulunur:: “Hadis tenkidi konusunda ilk söz söyleyen kimse İbn Sîrîn’dir. İbn Sîrîn’i, Eyyûb es-Sahtiyânî takip etmiş, ondan da Şu’be bu ilmi almıştır. Şu’be’den Yahyâ el-Kattân ve İbn Mehdî, bu ikisinden de Ahmed, İbnü’l-Medînî ve İbn Maîn almışlardır. Onlardan da Buhârî, Ebû Dâvud, Ebu Zür’a ve Ebû Hâtim gibileri almıştır. Öyle ki Ebû Zür’a kendi dönemi için ‘Bunu iyi anlayan ne kadar

91 İbn Hibbân, Mecrûhîn, 1/54-55.

92 İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 185.

126

da az insan kaldı.’94 demiştir.”95 İbn Receb’e göre Nesâî, Ukaylî, İbn Adiy ve Dârekutnî gibi isimler, bu ilmin sonraki dönemdeki temsilcileridir.

Bir çok hadis âlimi, ilel uzmanlarının bilgi ve tecrübe konusundaki yetkinliklerine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş, çeşitli kriterler öngörmüş ve bazı kıyaslamalar yapmıştır. Bunlardan birkaçı şu şekildedir:

Süfyân es-Sevrî hakkında talebesi Yahya b. Said şunları söyler: “Şu’be’den daha çok

sevdiğim kimse yoktur. Bence hiç kimse Şu’be’ye muadil olamaz. Ancak Süfyân ona muhalefet ederse ben Süfyân’ın sözünü alırım.”96 “Süfyân, A’meş’in hadislerini A’meş’den iyi bilirdi.”97 Zehebî de Sevrî’nin rivayetlerinin, senedleriyle ve sıhhat durumlarına işaret edilerek yazıldığında on cilt kadar tutacağını söylemiştir.98

Bir diğer ilel bilgini Abdurrahmân b. Mehdî hakkında İbnü’l-Medînî şöyle der: “İnsanlar arasında hadisi en iyi bilen kişi Abdurrahmân b. Mehdî idi... O, kendi hadisini ve başkalarının hadislerini bilirdi. Kendisine bir kişiden bir hadis nakledildiğinde; ‘Bu, hatalıdır.’ der, sonra ‘Bu hocaya hadis, şunun hadisinden, şu vecihten gelmiş olmalı!’ diyerek sebebini açıklardı. Sonra bakardık, dediği gibi bulurduk.”99

Bizzat kendi eliyle bir milyon hadis yazdığını belirten100 Yahyâ b. Maîn hakkında Ahmed b. Hanbel, Yahyâ’nın bilmediği, kabul etmediği bir hadisin hadis olamayacağını söylemiştir.101 Aynı değerlendirme Ebû Zür’a için de söylenmiştir: İshak b. Râhûye, Ebû Zür’a’nın bilmediği herhangi bir rivayetin aslı olamayacağını belirtmiştir.”102

94 İbn Ebî Hâtim, Cerh, 1/356.

95 İbn Receb, Câmiu’l-ulûm ve’l-hıkem, s. 256 (..ادج ثيدحلا لهأ نم ليلق دارفأ ثيدحلا للعب نوفراعلا داقنلا ةذباهجلاف (. Hadis tenkidi konusunda bu tespiti yapan İbn Receb’in, Eyyûb es-Sahtiyânî’nin öğrencilerinden bahsederken Şu’be’ye hiç yer vermemesi gariptir. O, Eyyûb’ün öğrencilerinden en üstününün onunla 20 sene kadar birlikte olan Hammâd b. Zeyd; en fazla rivayette bulunanların ise Hammâd ve Süleymân b. Harb olduğunu belirtmiş, ardından İsmail b. Uleyye, Sevrî ve Abdülvâris’in isimlerini saymıştır. Bkz. İbn Receb, Şerhu İleli’t-Tirmizî, s. 205-206.

96 Zehebî, Siyer, 7/237.

97 İbn Sa’d, et-Tabakât, 6/343; Zehebî, Siyer, 7/239.

98 Zehebî, Siyer, 13/323; Özdirek, “Süfyân es-Sevrî”, s. 25.

99 Hatîb, Târîhu Bağdât, 10/245.

100 Zehebî, Siyer, 11/85.

101 Zehebî, Siyer, 11/80.

127

İllet tespitinin hadis bilgi ve tecrübesi gerektirdiğine dair şu meşhur örneğin de zikredilmesi yerinde olacaktır: Bir adam, bir defterle Ebû Hâtim’e gelir ve bir takım hadisler sorar. Ebû Hâtim, bazı hadislerin râvîlerince karıştırılmış olup hatalı olduğunu, bazısının bâtıl, bazısının yalan, bazısının münker, bazısının sahih olduğunu söyler. Adam bu kanaatlere nasıl vardığını, kendisine birisinin haber verip vermediği sorar. Ebû Hâtim; “Hayır” der ve “Bu cüzün kimin rivayeti olduğunu bilmiyorum, fakat bunun hatalı, bunun bâtıl, bunun münker olduğunu biliyorum.” diye cevap verir. Adamın; “Gaybî bilgi mi iddia ediyorsun?” sorusuna da hayır cevabını verir. Bunun üzerine adam; “Peki, söylediklerinin delili ne?” diye sorar. Ebû Hâtim, kendisine sorduğu hadisleri bu alanda iyi olduğunu düşündüğü bir başka hocaya daha sormasını, şayet soracağı şahısla aynı cevapta birleşirlerse sözlerinin rasgele değil, belli bir bilgi ve

Belgede Rivâyet asrında illet Bezzâr (sayfa 130-140)