• Sonuç bulunamadı

III. İbn Akîl’in Yaşadığı Döneme Genel Bir Bakış

III.3. Dini ve Kültürel Hayat

III.3.1. Memlüklerde Dini ve Kültürel Hayat

2.3. İbn Akîl’in Kullandığı Aklî Kaynaklardan Kıyâs

Nahiv kâidelerinin temellendirilmesinde naklî delillerin yanında aklî delillerden kıyâs, illet, icmâ ve istishâb da kullanılır. Sözlük anlamı bir şeyi başka bir şeye ölçmek veya onunla karşılaştırmak ve ona eşitlemek anlamına gelen kıyâs, fıkıhta ve dilde başvurulan önemli bir metottur. Terim olarak hakkında nass veya delil bulunmayan bir meseleye, aralarındaki ortak illet sebebiyle, hakkında nass veya delil bulunan meselenin hükmünü vermek demektir.358 Nahiv âlimleri kıyâsı, aralarındaki illet ve benzerlikten

dolayı bir kelimeye veya cümleye benzerinin hükmünü vermek olduğunu söylemişlerdir.359 Zamanın ve mekânın her alanında canlı olarak yaşayan değişen ve

gelişen dilin kâidelerini tek tek öğrenmek zor bir uğraş ve pratik bir metot değildir. Üstelik sayısız detayları öğrenmek zihni karıştırır ve dilin sistematiğini bozar. Bu sebepten çok sayıda fer’i konuyu kapsayan genel kuralları öğrenen kişi daha kolay bir şekilde dilin detay gerektiren kâidelerini kıyâs yaparak çözümleyebilir. Kıyâs, dilin melekesini geliştirir ve kişiye intikal yeteneği kazandırır. Bu sayede bir nahivcinin, yaşayan değişen ve gelişen dilin yeni çıkan kullanımlarında dilin temeline bağlı kalarak kuralları belirlemesi kolaylaşır.

Müellifin meseleleri açıklarken kıyâs metodundan faydalandığı bazı örnek konular aşağıda ele alınmıştır.

1) Sılada Mevsûle Âid Zamîrin Bulunması

Manası kendisinden sonra gelen cümle ile açıklanan ve bu cümleyi başka bir cümleye bağlayan ma’rife isimdir. Harf olan mevsûllerde vardır. Bütün mevsûller manasını açıklaması için kendisinden sonra gelen sıla cümlesine ihtiyaç duyar. Sıla cümlesinde ism-i mevsûle âid olan, sıla cümlesini ism-i mevsûle bağlayan ve ism-i mevsûle uygun bir zamirin olması şarttır. Âid zamîri, sıla cümlesinde bâriz, müstetir veya hazfedilmiş olabilir. Eğer mevsûl müfret olursa zamîr de müfret olur. Eğer mevsûl müzekker olursa zamîr de müzekker olur. Eğer mevsûl bu ikisi dışındaysa zamîrde bu ikisi dışında olur. Bazen mevsûlun lafzı müfret ve manası tesniye, cemî veya bu ikisinin

357 İbn Akîl, a.g.e., I/442-443; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.164; İbn Hişâm, Evdahu’l-Mesâlik, II/119; Sabbân, Hâşiyetü’s-Sabbân, I/677; Ömer, Şerhu’r-Râdiyy, I/190; İbn Hişâm, Şerhu Katri’n-Nedâ, s.184-186; İbn Ümmi Kâsım, Tavzîhu’l-Makâsıd, II/594-595.

358 Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB, Ankara, 2007, s.379.

74

dışında olabilir. Lafızların ve mananın uygun olmasıyla bu durum bazı mevsûllerde kıyâsen caizdir.360

Sıla uzun olmadığı zaman mübtedâ (zamîr) hazfolmaz. Kûfeliler, sıla uzun olduğunda hazfın caiz olduğuna kıyâs ederek az da olsa sıla kısa olduğunda da haberi merfû okuyarak mübtedâyı (zamîri) hazfetmişlerdir. ٌمِئاَق يِذَّلا َءاَج cümlesi takdiren يِذَّلا َءاَج ٌمِئاَق َوُه şeklindedir. 361 Bir kırâat َنَس ْحَا يِذَّلا ىَلَع ًاماَمَت / Güzelce tatbik edene nimetlerimizi

tamamlamak…,362 yerine ُنَسْحَا يِذَّلا ىَلَع ًاماَمَت okunmuştur. Bu okuyuş Kur’ân-ı noktalayan tâbiî Ebû Süleyman Yahyâ b. Ya’mer’e (ö. 89/708) aittir. Bu okuyuş takdiren ُنَس ْحَا َوُه يِذَّلا ىَلَع ًاماَمَت şeklindedir. Mevsûlden sonra sıla uzun olmadığında zamîrin hazfı az görülen bir okuyuştur. Fakat Kûfeliler bu durumu kıyâsen caiz görmüşlerdir. Bir kırâatın yukarıdaki âyeti okuyuşu Kûfelilerin görüşüne uygundur.363

Başka bir örnekte ٌدْيَز اَمَّيِس َلْ , (اَم)-i mevsûldan sonra ref’ okunan ٌدْيَز mahzûf mübtedânın haberidir. Takdiren ٌدْي َز َوُه يذلا َّيِس َلْ şeklindedir. Sıla uzun olmamasına rağmen mübtedâya ait وه zamîri hazfolmuştur. İbn Akîl’e göre bu hazıf şaz bir durum değil kıyâsen caizdir.364

2) Lâzım Fiildeki Cer Harfinin Hazfı

Mef’ûlü doğrudan doğruya (harf-i cersiz) alan fiillere müteaddî (geçişli) fiil denir. Mef’ûlünü doğrudan doğruya almayıp bazı edatlar (harf-i cerler) yardımı ile alan fiillere lâzım (geçişsiz) fiil denir. Bazen zâruret gereği cer harfi olmadan da lâzım fiil mef’ûl alabilir. Cumhura göre ْنَأ ve َّنَأ dışında, şiirdeki zarûret haline kıyâs edilerek lâzım fiilin mef’ûl almasını sağlayan harf-i cer hazfedilemez. Konuşma dilinde kısaltma için harf-i cerin hazfı işitilmiştir. Ahfeş el-Asgar ْنَأ ve َّنَأ ‘nin dışında da söz konusu harf-i cerin hazfını kıyâsen caiz görmüştür. Fakat bunu hazfın mekânının ve harf-i cerin belirli olması şartıyla caiz görmüştür. َنيكسلا مَلَقلا ُتْيَرَب / Bıçakla kalemin ucunu açtım, cümlesinde cer harfi (ب) hazfolunmuştur ki bu kıyâsen caizdir. Cümlenin aslı َمَلَقلا ُتْيَرَب نيكسلاِب şeklindedir.365 Bir karışıklık söz konusu olmassa ْنَأ ve َّنَأ ‘nin kullanımında da

kıyâsen harf-i cerin hazfı caizdir. اوُدَي ْنَأ ُتْبِجَع cümlesinin aslı اوُدَي ْنَأ ْنِم ُتْبِجَع şeklindedir.

360 İbn Akîl, a.g.e., I/153; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.64. 361 İbn Akîl, a.g.e., I/157.

362 En’âm, 6/154.

363 İbn Akîl, a.g.e., I/157; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.66; İbn Cinnî, el-Muhteseb fî Tebyîni Vücûhi

Şevâzzi’l-Kırâ’at ve’l-İzâhi’anhâ, I/234.

364 İbn Akîl, a.g.e., I/158; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.66; İbn Abdurrahman, Müzekkirâtu’n-Nahviyye, I/138; Sabbân, Hâşiyetü’s-Sabbân, I/335; el-Eşmûni, Şerhu’l Eşmûni, I/81; İbn Hişâm, Muğni’l-Lebîb, s.737. 365 İbn Akîl, a.g.e., I/488.

Ve ٌمِئاَق َكَّعأ ُتْبِجَع / Senin ayakta olmana şaşırdım. Cümlenin aslı ٌمِئاَق َكَّعأ ْنِم ُتْبِجَع şeklindedir.366

Sonuç olarak İbn Akîl’e göre lâzım fiil harf-i cerle mef’ûle ulaşır. ْنَأ ve َّنَأ dışında harf-i cerin hazfı caiz değildir ancak semâ-i olarak bu işitilmiştir. Karışıklık söz konusu olmassa ْنَأ ve َّنَأ ‘nin kullanılığı cümlede kıyâsen harf-i cerin hazfı caizdir ve bu sahîhtir.367

3) Hâl’in Takdimi

Ma’nevî âmil, bir âmile bağlı olmadan kullanıldığı haliyle yerine göre i’râblanan âmillerdir. Ma’nevî âmiller harfler dışında fiil manasını kendi içlerinden alırlar. İsm-i işaret, temenni harfleri, teşbîh harfleri, zarf ve cer-mecrûrlaar bu âmillerdendir. Hâl ise cümlede fâilin, mef’ûlün yâda her ikisinin durumunu bildiren mansûb kelime veya cümledir. Ma’nevî âmilin üzerine hâlin takdimi caiz değildir. Fakat nâdiren de olsa hâl ma’nevî âmillerden bazıları üzerine takdim edilmiştir. Mesela: َكَدْنِع اًمِئاَق ٌدْيَذ cümlesinde اًمِئاَق hâl olmasına rağmen zarf olan âmili َكَدْنِع ‘den önce gelmiştir. يِف ًّرَقَتْسُم ديِعَس ِرَجَه cümlesinde ًّرَقَتْسُم hâl olmasına rağmen cer-mecrûr olan âmili ِرَجَه يِف ‘den önce gelmiştir. Meşhur bir kırâatte ِهِنيِمَيِب ٌتاَّيِوْطَم ُتاَوَمَّسلاَو / Gökler de O’nun kudretiyle

katlanmış olacaktır,368 yerine ِهِنيِمَيِب تاَّيِوْطَم ُتا َوَمَّسلاَو okunmuştur. Âyetin هِنيِمَيِب تاَّيِوْطَم

ifadesinde تاَّيِوْطَم hâl olmasına rağmen cer-mecrûr olan âmili هِنيِمَيِب ‘den önce gelmiştir. Cemî müenneslerin mansûb hali kesreyle olduğu için تاَّيِوْطَم meksûr gelmiştir ama o mahallen mansûb bir hâldir. el-Ahfeş de hâlin ma’nevî âmil üzerine takdimini kıyâsen caiz görmüştür.369

4) Masdarı’ın Ameli

Masdarlar şahsa ve zamana bağlı olmadan bir iş ve oluşu anlatan kelimelerdir. Masdar iki yerde fâil ve mef’ûl alarak fiilin amelini yapar. Bu yerlerden birinde fiilin yerine geçen masdar asıl fiile âit merfû müstetir bir zamîre sahip olur. İkinci yerde başında ْنَأ bulunan (müzâri) fiilin veya başında ام bulunan (müzâri) fiilin masdarın takdirine uygun olması gerekir. Bu şelilde elde edilen masdar bazen muzâf bazen ma’rife bazen de nekre olarak amel eder ve anlamında geçmiş veya gelecek kastedilir. Masdar, mukadder olarak üç yerde amel eder: Ya mûzaf olarak ya da ma’müllerine

366 İbn Akîl, a.g.e., I/489; Sabbân, Hâşiyetü’s-Sabbân, I/750; es-Suyûtî, Hemu’l-Hevami’, III/16; Hasan,

en-Nahvul-Vâfî, II/160.

367 İbn Akîl, a.g.e., I/490; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.179. 368 Zümer, 39/67.

369 İbn Akîl, a.g.e., I/589; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.240; es-Suyûtî, Hemu’l-Hevami’, II/312; İbn Hişâm,

76

izâfe olarak veya başına “harf-i ta’rif” (لا) alarak amel eder.370 Anlam yönüyle masdara

uyan, ancak lafız olarak kâideye uymayan masdarlara ise ism-i masdar denir. İsm-i masdarlar da fiiller gibi fâil ve mef’ul alarak amel edebilirler. Bu masdarlar genellikle fâillerine muzâf olarak amel ederler. Fâilinde mef’ûle giden bir zamîr bulunursa mef’ûlüne de muzâf olur. Müellif ism-i masdarın amel etmesinin az olduğunu belirtmiştir. İsmi masdarın amel etmesinin icmâ ile caiz olduğu görüşüne vehim demiştir. Ona göre burada meşhur olan hilâfiyettir. Saymerî ismi masdarın amel etmesinin şaz olduğunu belirtmiştir. Ziyâüddîn b. İlîc el-Bâsıt kitabında ism-i masdarın, masdarın yerinde amel etmesinin uzak bir durum olmadığını belirtmiştir. Nahivcilerin bazıları da ism-i masdarın amel etmesinin kıyâsen caiz olduğunu nakletmişlerdir.371

Nitekim ism-i masdarın ameli konusunda ُءوُضُوْلا ُهَتَأَرْما ِلُجَّرلا ِة َلْبُق ْنَم / Kişinin eşini

öpmesi abdest alması gerekir. hadisi zikredilmiştir.372 ُهَتَأَرْما ِلُجَّرلا ِة َلْبُق tamlamasında ِة َلْبُق

ism-i masdarı kendisine fâil yaptığı ِلُجَّرلا ismine mu’zâf olmuş ve َأَرْما َة kelimesini de nasbederek kendisine mef’ûl almıştır. 373

(Vafir). اَعاَتِّلا َةَئاَملا َكِئاَطَع َدْعَب َو يِّنَع ِتْوَمْلا ِّدَر َدْعَب ارْفُكَأ

Ölümü engelledikten ve bana yüz tane çok güzel deve verdikten sonra sana nankörlük mü yapacağım?

Beyitte َةَئاَملا َكِئاَطَع ifadesinde ism-i masdar isim gibi mef’ûlüne muzâf olmuştur. َةَئاَملا ismi َكِئاَطَع masdarı ile mansûbtur. ءاَطْعِإ ism-i masdarının hafiflik için hemzesi hazfedilince ءاَطَع olmuştur.374

370 İbn Akîl, a.g.e., II/88-89.

371 İbn Akîl, a.g.e., II/94-96; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.298-299; İbn Hişâm, Evdahu’l-Mesâlik, II/213; İbn Cinnî, el-Hasâis, I/120; el-Ehdele, Müzekkirâtü’n-Nahviyye, I/221; İbn Hişâm, Evdahu’l-Mesâlik, II/844-846.

372 İbn Akîl, a.g.e., II/94; İbn Mâlik, el-Muvattâ, Salâtu’l-Vakt, II/60, h.no:135; Beyhakî, Ma’rifetü's-

Sünen ve'l-Âşâr, I/372, h.no: 951; ed-Dârekutnî, Süneni’d-Dârekutnî, I/247, h.no:487; Câmi’u’l-Usûl fî Ehâdîsi’r-Resûl, V/205, h.no:5229; el-Leysî, el-Muvatta’ Mâlik b. Enes, I/88, h.no: 107-108.

373 İbn Akîl, a.g.e., II/94-96; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.298-299. 374 İbn Akîl, a.g.e., II/94; İbnu’n-Nâzım, a.g.e., s.298.

3. İBN AKÎL’İN NAHİV İLMİNDEKİ KONUMU