• Sonuç bulunamadı

REFİK HALİT KARAY’IN DİLİ VE ÜSLÛBU

O, gamlı yüziyle, yine kuyruğu bacaklarının arasında, yanakları yaşlı dinliyordu (s.45 str.19)

1.2.2. BELİRTME SIFATLARIYLA KURULAN SIFAT TAKIMLAR

1.2.2.3. İŞARET SIFATLARIYLA KURULAN SIFAT TAKIMLAR

Varlık ya da kavramların adlarını işaret yoluyla belirten sıfatlarla kurulan sıfat takımlarına denir.

Bu dediğim tarihte Sultan Hamid’in Suriye’deki çöl çiftliklerinden birinde

müdürdüm. (s.7 str.11)

…bu dört kişi güç belâ baskından kurtulup bana sığınmış… (s.7 str.19)

Bu paçavrayı değneğe iyice, sıkıca sardı… (s.8 str.24)

Fakat bu parçanın elyafı bedenden tamamen ayrılmamıştı ki… (s.8 str.36) Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi… (s.9 str.20)

Bu kan yavaş yavaş azaldı… (s.9 str.28) Bu iş de oldu. (s.9 str.33)

Fakat bu Bedevîlerin rengini, halini sezmek o kadar güçtür ki… (s.10 str.12-13)

-Şu bindiğim kısrağım gebedir… (s.10 str.15)

Siz o tayı görmeliydiniz… (s.10 str.21)

Bu keçiler kapkara, beneksiz kara idi… (s.12 str.8)

Bu dört yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde öyle canı sıkılıyordu ki… (s.13

str.16)

-Ben de o taraflardan… (s.13 str.32)

-Ne diye düştün bu cehennemin ortasına sen? (s.14 str.4)

O zaman gördü ki… (s.14 str.33)

-Antikacı Şeyh Efganî’nin evi bu sokakta mıdır? (s.16 str.3) Haleb’e bu şeyhin şöhretini işiterek koşmuş… (s.16 str.6)

Bu renge cenupta ve Asya’da rastgelinmez. (s.17 str.36)

…bu itibarla da etnograf mütehassıslar için çok meraklı bir mevzu teşkil ederler. (s.18 str.3)

Bu sefer candan gülerek: (s.18 str.14)

Bu bakışta bir “Görüyorum!” mânası… (s.18 str.25)

…o adamın sonunda dürüst olmadığı meydana çıkmıştır. (s.18 str.29) …hep bu neticeyi verdi. (s.18 str.31-32)

Bu sırada belediye müsteşarı içerden seslendi: (s.19 str.8)

Yürürken arkamdan o bir çift mavi gözün, kitap sayfalarından ayrılıp beni dikkatle seyrettiğine hüküm vermiştim. (s.19 str.10)

…Şeyh bu “Efganlı” kelimesinde fazla ısrar ediyordu. (s.19 str.21)

Beni meraka, vesveseye düşüren bu noktaları o zaman şuurla, vazıh bir surette görememiştim. (s.19 str.23)

…bu tesadüfün tesiriyle takdir ediyordum. (s.19 str.27) -Sevimsiz bir adam bu Şeyh… (s.20 str.1)

-Hele şu ibriğe bakınız… (s.20str.3) -O herifin gizli bir rolü var… (s.20 str.6)

Bu geleni gözüm ısırıyordu. (s.20 str.11)

Bu koyu nefti, terütaze, cilalı ve tombul fıstıklar… (s.21 str.4-5)

Bu vaziyet bana hapishanedeki siyasî ve adî mahkûmları hatırlatır: (s.21 stre.14) Bu adam konuşamıyordu… (s.21 str.22)

-Bu arıyı nasıl yutmuş? (s.22 str.8)

O halde? (s.22 str.17)

Bardak kullanmamak da yine bu korkudan. (s.23 str.1)

…su kıtlığı çekilen o fakir, taşlık yerlerde su ve para tasarrufundan dolayı olacak. (s.23 str.2)

…bu sefer de: (s.23 str.24)

…yüzümde o çivit renkli maskeyi taşıyordum… (s.24 str.21)

…ille merdivenlere ve o ikide bir öten zillere, çömelip uzun uzun, şaşkın şaşkın baktı. (s.25 str.15)

…Onun Kalsum telâffuz ettiği bu kadın ismi bizim Gülsümümüzdür… (s.26 str.19) Fakat Ebû Ali bu işe alışkın değildi… (s.26 str.27)

Niçin bu adamlar o güzel fenere –kibritsiz yanıp ışığı tükenmiyen, is ve duman vermiyen fenere- alıcı çıkmıyorlardı. (s.26 str.29)

Niçin bu adamlar o güzel fenere –kibritsiz yanıp ışığı tükenmiyen, is ve duman vermiyen fenere- alıcı çıkmıyorlardı. (s.26 str.29)

…bu aşiret bize yardımcı, muti idi… (s.27 str.22) …o gurbet odasında duyarsınız: (s.29 str.12)

Birden eskiyiveren bu kurdu ve bu sesi işitirsiniz… (s.29 str.14) …eskiyiveren bu kurdu ve bu sesi işitirsiniz… (s.29 str.15) …o geniş denizin trilyonda biri değildir… (s.29 str.25)

…bütün o ummanda mevcut unsurların bu minimini kadehte tam bir terkibi mevcuttur. (s.29 str.26)

…bütün o ummanda mevcut unsurların bu minimini kadehte tam bir terkibi mevcuttur. (s.29 str.26)

…bu itibarla insan muhitinin bir damlası üstüne çevrilmiş bir mikroskop camı addederim: (s.30 str.5)

Bu basit teleskobun önüne geçip insanlara hayvanları tetkik pek hoşlandığım

eğlencelerin başında gelir. (s.30 str.12)

…bu iğreti kara suratı düşürmemek ister gibi boynunu dimdik tutar. (s.30 str.24) …-kardif kömüründen halkolmuş, et ve adalesi ziftle yoğrulmuş bu yarı insan-… (s.30 str.31-32)

Transatlantik vapurlarının bacasına benzeyen o simsiyah köpek, koskoca adamı, âdeta, iri şilepleri çekip götüren romorkörler gibi sürüklüyordu. (s.30 str.35)

…bu korktuğum, beklediğim, merak ettiğim hâdise vuku buldu… (s.31 str.23-24)

Bu gözler, anlamıya başladığı dünyayı artık tartıyordu. (s.32 str.8)

O eski korkunç mahlûk, zinciri çıkınca, basbayağı bir köpek olmuştu. (s.32 str.10)

…o kopmıyacak sandığı zincire borçlu idi. (s.32 str.15)

Eminim ki Juju’nun gamlı gözlerinden arasıra, uzak, şanlı bir hatıra gibi bu zincir geçiyor… (s.32 str.18)

Belli ki bu kadın akşam rakısı zamanında, onun zevkini kaçıracak. (s.33 str.11) …bir akşam üstü şu korku yayılmış: (s.33 str.17)

Bu gelen o zamanki düşman din ve ırz düşmanıdır da… (s.33 str.18)

…artık bu üç çocuğu birden taşımak, sürüklemek imkânı kalmadığını görüyor… (s.34 str.35)

Bütün o kıyamet içinde, elinden tuttuğunu ve omzunda taşıdığını sürüklerken kucağındakine eğiliyor… (s.35 str.11)

…bu saate ve bu tabiate yakışan en hoş nağmeyi duymamışlar demektir. (s.38 str.29)

…bu saate ve bu tabiate yakışan en hoş nağmeyi duymamışlardemektir. (s.38 str.29) …bu keklik kavga sırasında gelmişti… (s.39 str.22)

İşte bu keklik ölüm tehlikesini hiçe sayarak pençeleri üzerinde yükselmiş… (s.39

str.24)

…o kahpe sesine doğru, önüne geçemeyeceği bir cinsiyet hırsile pervasız yürüyordu. (s.39 str.26)

…hep bu kekliği hatırlar ve kulağımda hep o çığırtkan sesi duyarım. (s.39 str.32) …kulağımda hep o çığırtkan sesi duyarım. (s.39 str.33)

Bir Roma harabesi üzerinde yeniden kurulmaya başlanan bu çorak Badiye

limanında… (s.40 str.5-6)

Bu hatırlayışlar o kadar canlıdır… (s.40 str.25)

…kırdaki o iştiha verici tombulluklarını, temizliklerini kaybediyorlar… (s.41 str.8)

O entari altında karnının lüzumsuzca taştığını görüyordum. (s.41 str.18) Bu akrebi tekrar göğsüne koymadı. (s.41 str.27)

…kuşakla bel arasında bu entarinin içinden kımıldandığını, kıvrandığını, kabarıp indiğini gördük. (s.42 str12)

…o telaşla koşmaya başladım. (s.43 str.2)

-Bu Allah’ın belâsı melûn herifi hiç akrep sokmaz mı? (s.43 str.4)

O güne kadar “Hoşt!”lara alışmıştı… (s.44 str.8-9)

…bu köpek gibi sokaklarda sürtmüş durmuş… (s.44 stgr.11-12)

Bu çiçekleri viraneler arasında yapıyor… (s.44 str.17)

…bu tabakları bostan kıyılarında yazıyordu. (s.44 str.17) …ona bu koku besleyici geliyordu. (s.44 str.21)

O güne kadar işitmediği bu tatlı sözün mânasını anlamağa çalışıyor… (s.45 str.6)

O güne kadar işitmediği bu tatlı sözün mânasını anlamağa çalışıyor… (s.45 str.6-7)

Bu köpek de Osman’ın memleketinden nasılsa buralara düşmüştü… (s.46 tsr.6)

…Millî Mücadele sırasında bu köprünün bir ayağını Türk çeteleri dinamitle atmışlar… (s.49 str.10)

Ben o heyetin delili, rehberi ve vekilharcı idim. (s.50 str.5)

Şu cevabı verirdi. (s.50 str.14)

-Şu siyah saçını, sakalını bir dakikada aka çevireyim mi? (s.50 str.30)

Şu bir tutam kılı aklaştıracağım. (s.51 str.1)

Bu kaba, hantal mavna omuzda bir tabut gibi döne kıvrıla ve gıcırdıya gıcırdıya,

sırık kuvvetile nehri aşmıya çalışırken yanımdakinin meraklı olduğunu bildikleri için bize dediler ki: (s.51 str.12)

-Şu kenarda bağdaş kurup oturan Arap iyi fala bakar. (s.51 str.16) Neden sonra şu cevabı verdi. (s.52 str.13)

Çökmüş ve çömelmiş bu kuru arz parçasında biz de kendimizi yassılmış ve yayvanlaşmış, renksiz ve kavruk hissediyoruz. (s.53 str.13)

…bu nehir kenarında kendiliğinden yetişmiş… (s.53 str.20)

Bu benzeyişe gülümsiyerek kendisine baktığımı görünce bir iltifat sandı… (s.54

str.21-22)

-Bıkmaz mısınız siz bu bomboş çölden, bu çiy güneşten, şu bulanık nehirden? (s.54 str.28)

-Bıkmaz mısınız siz bu bomboş çölden, bu çiy güneşten, şu bulanık nehirden? (s.54 str.28)

-Bıkmaz mısınız siz bu bomboş çölden, bu çiy güneşten, şu bulanık nehirden? (s.54 str.29)

…şu gördüğün adamlar doğduklarından beri buradan ayrılmamışlardır… (s.54 str.33)

…bu ırmak kenarında büyüdüler… (s.54 str.35) …ölünceye kadar da o işi görecekler. (s.55 str.2)

…şu sırtların arkasında büyük şehirler var… (s.55 str.3) …şu seyrettiğim dört kafa… (s.55 str.12)

…bu dümdüz, kupkuru çölü… (s.55 str.13)

…şu bomboş ufku ve ne gölge, ne akis vermeden üstlerinde dönüp dolaşan, batıp çıkan çıplak güneşle bön ayı dünya sanıyorlardı. (s.55 str.14)

Onlarında önünde sadece şu çamurlarını devire devire zevksizce akıp giden ve

sudan ziyade bir lâv akınına benziyen Fırat vardı… (s.56 str.12-13)

…şu keçi kılından örülmüş dört kara çadır vardı. (s.56 str.14-15)

Sonra da bütün o ziya, şiir, şâşaa zenginliğine, ifratına, israfına bizim kafalarımızın nasıl dayandığına hayret ediyordum. (s.56 str.20-21)

Hem bu düşüncelerle, hem de sıcaktan çatlıyacak kadar ağrıyan başımı elimle tuttum… (s.56 str.23)

…sen bu güneşe dayanamazın! (s.56 str.29)

Meselâ bakınız şu dans eden Sitti Afife’nin sol yanağındaki minimini, sıcacık,

sedef parıltılı çapkın kırışıklığa… (s.57 str.7-8)

Kadının ceylân gözlerine dalıp kaldığımız gibi pürüzsüz yanağının parşömeni üstündeki bu cazibeli aşk yolu krokisine bakıp aklımızdan iç bahçelerdeki kuytu, karanfilli manzaraları düşünmüyor muyuz? (s.57 str.11-12)

Tâ yeni yağmura kadar kullanılan, içilen ve hurmalıklara akıtılan bu sudur. (s.58 str.9)

Bu habis çıban, nerede çıkarsa, etrafını bir selin açtığı oyuk gibi deşiyor… (s.58

str.27)

…ucunu o sivilcenin, yaraya henüz takılı olan başına ilmikledi. (s.59 str.16-17) On gün kımıldamadan yatmak ve bu ipliği koparmamak! (s.59 str.22)

Ve o tire her gün biraz daha gevşiyor… (s.59 str.32)

…çöl sıcağında pişerek yavaş yavaş ibrişimlenen bu cerahat tiresini koparabilirdi. (s.60 str.13)

…bu ışıkların akislerini çeşit çeşit, şehirli ve dağlı milletlerin kadınlı erkekli yüzlerinde seyrettim. (s.61 str.3)

Bütün o bitip tükenmiyen yol cefasına bu yere, bu sefil ideale varmak için katlanmıştık. (s.62 str.4-5)

Bütün o bitip tükenmiyen yol cefasına bu yere, bu sefil ideale varmak için katlanmıştık. (s.62 str.5)

…bu sefil ideale varmak için katlanmıştık. (s.62 str.5)

Bu çizgiler bana genişliyor gibi geldi. (s.63 str.24)

Bu göğse başımı dayamak, hem sert hem yumuşak ılıklığında, kalbinin atışını

dinleyerek uykuya varmak! (s.64 str.5-6)

Artık son olarak göreceğim bu hayat ve hulya manzarasına, ocağı alevlenen odaya ve gözlerinde ateşten çiçekler açan kıza bir daha baktım… (s.64 str.31)

…koyun postuma, bu tüylü kefene sarıldım. (s.64 str.33)

Buralarda nah, şu çöllerin ardında, Arabistan içinde! (s.66 str.13)

Evet, fes, bütün bu mehabetli asker kıyafeti üstünde, hem o dimdik vücude, hem sert çehreye yumuşaklık, bönlük, siliklik, hiçlik, kalem efendisi ve odacı sünepeliği veren fes! (s.66 str.26)

Evet, fes, bütün bu mehabetli asker kıyafeti üstünde, hem o dimdik vücude, hem sert çehreye yumuşaklık, bönlük, siliklik, hiçlik, kalem efendisi ve odacı sünepeliği veren fes! (s.66 str.27)

…kordonlu elbisemin içinde şanlı durmıya ne kadar çalışsam insanı ayaktaki terlik kadar lâübali yapan bu baştaki komik serpuşla yine eksik, askerlikten uzaktım. (s.67 str.3)

O korkunç isimli vapur sekiz mil alamıyan bir ahşap, uskurlu dubadır. (s.67 str.18)

-Yağmur mevsimi Basra körfezine dökülen Ermek suyunun menbaı, zannederim, bu

vahadır! (s.67 str.29)

Bu çocuk Medine yolundan gidecekti, buralara neden geldi? (s.68 str.2)

…kaybettiğimiz o yerlere büsbütün yanarım. (s.68 str.9)

-Şayet dedim, bana bir hal olursa, işte, şu iki heybeyi emîre verir, bu kâğıdı da mühürletirsin, mührü yoksa parmağını bastırırsın! (s.68 str.21)

…bu kâğıdı da mühürletirsin, mührü yoksa parmağını bastırırsın! (s.68 str.22) …gözlerim de bu manzaraya öyle daldı. (s.69 str.1)

…o hurmalığa, o sulara, batmış güneş ışığında ayva peltesi gibi iç açıcı, tatlı, şuruplanmış görünen vahaya doğru koşmaya başladım. (s.69 str.4)

…o hurmalığa, o sulara, batmış güneş ışığında ayva peltesi gibi iç açıcı, tatlı, şuruplanmış görünen vahaya doğru koşmaya başladım. (s.69 str.4-5)

Göz alan bir ipek hışırtısı arasında dünyanın en seçme incirlerini, elmaslarını bu

kadınların gerdanlarında gördüm. (s.69 str.19)

O kadınlar zaten, dünyamızın en seçme güzelleriydi… (s.69 str.19-20)

-Dalının üzerinden süzülüp ağacın lifleri içinden geçerek toprak testilere damlayan

bu hurma rakısı gerçeği rüya gibi gösterir, aslanım! (s.70 str.1) Bu peri masalı, galiba kırk gün kırk gece sürdü. (s.70 str.10)

Bu kadın, belki de, kırk sene sonra ikinci defa ayak bastığım şu şehirde sağdır, çoluk

çocuk sahibidir. (s.71 str.19)

Bu kadın, belki de, kırk sene sonra ikinci defa ayak bastığım şu şehirde sağdır, çoluk çocuk sahibidir. (s.71 str.20)

Ezandan yarım saat sonra, karanlık basınca şu ahşap minare altında bekleyiniz… (s.72 str.20)

…bu kokuyu duyuyordum… (s.72 str.26)

Şam’ın bu iç mahalleleri ve yalınkavi sokakları o kadar biribirlerine benzer, öyle ayırt edilmez şeylerdir ki… (s.72 str.31)

…bu mahalle insanları da kapılarının halkalarına öyle, bizim akıl erdiremediğimiz bir hassa ile şaşırmadan el atarlar. (s.73 str.1)

Her Şam evi gibi, kapıdakiler içerisini görmesinler diye bir tahta bölme; ağaçlıklı bir iç bahçe ve bu avluya açılan bir sıra kapılar, sıran sıran pencereler… (s.73 str.11) Benim yerimde ve yaşımda siz olsanız bu gözleri dolu dolu, yüzü kıpkırmızı,

göğsü kabarıp inen, dertli veya deli, genç kadını o halde bırakır gider miydiniz?

(s.74 str.19-20-21)

…ben bu nikâhın hükmüne inanmaktayım… (s.74 str.34) Dadısına ait olan bu evde başbaşa yemek yedik. (s.75 str.3) …bu istediğini de yaptım. (s.75 str.23)

…bu yabancının yolcu olmasını tercih etmişti… (s.76 str.14)

…sonra musallat olmaması için de bu adamı bulunması güç olan bir semtte, geceleyin, dadısının evine getirtmişti. (s.76 str.15)

Ha, işte o bir gecelik nikâhlımın hediyesi budur, şu altın saat… (s.76 str.18) Ha, işte o bir gecelik nikâhlımın hediyesi budur, şu altın saat… (s.76 str.18)

Fakat onu, bu kupkuru çöl şehrinin bunaltıcı gecesinden nasılsa kurtulup bir serap manzarasına sığınmış sanılan nemli, yeşil bir iç bahçede görmüştü. (s.77 str.2)

Haftalarca süren çetin petrol araştırmalarından sonra Mezopotamya’nın bu yeni

kurulmuş, asker merkezi Ucra kasabasında otel, lokanta, buz, içki ve kadın bulan

mühendisler eğlence evlerini dolaşıyorlar… (s.77 str.15-16) …ben, bu Allah’ın cehennemine düştüm… (s.77 str.28) -Bu mevsimde İstanbul’u bırakarak? (s.78 str.4)

Sonra bu sıcak, bu yabanî halk, bu hiç batmadığını sandığı gölge salmıyan güneş! (s.79 str.7-8)

Sonra bu sıcak, bu yabanî halk, bu hiç batmadığını sandığı gölge salmıyan güneş! (s.79 str.8)

O kayık gezintileri, ay mehtabı, Sarıyer, Bentler, ya Sultansuyu? (s.79 str.12)

Erkek de bu manzaraya dalmıştı. (s.79 str.33)

Beraber hatırladıkları o kürklü yamaçlar, böğürtlenli dereler ve kuytu

koruluklarla, o serin, köpüklü, çapkın sularla süslü kararsız, yosma, helecan verici

istanbul’dan kendisi de bir zerre idi. (s.80 str.5-6)

Beraber hatırladıkları o kürklü yamaçlar, böğürtlenli dereler ve kuytu koruluklarla, o

serin, köpüklü, çapkın sularla süslü kararsız, yosma, helecan verici istanbul’dan

kendisi de bir zerre idi. (s.80 str.6)

…bu kahkahalarda bir acıklı, acayip vak’a sezmiştim. (s.81 str.18) İyi olduğunu sandığım bu yara, sanki yeniden deşiliyordu. (s.83 str.19) …bu taşların ne olduğunu birden anlıyamamıştım. (s.84 str.16)