• Sonuç bulunamadı

3.3. GÜZELCE’DE BİR KAÇAK MEMO

3.3.2. İçerik Çözümlemesi

Roman 208 sayfadır ve yirmi bir bölümden oluşmaktadır. Her bölümün konusu romanın ana konusuyla bağlantılıdır. Her bölümün başlığı da o bölümde anlatılanları özetler niteliktedir. Romanın bölümleri şunlardır.

● Bir Gazete Haberi ● Kaç, Memo! Kaç! ● İspiyoncu Fitne Pembe ● Kodaman Rıza’nın Viranesi ● Sihirli Kaval

● Viraneye Baskın ● Ulaş İsyanda

● Güzelce’de Bir Kaçak ● Haklısın, Dursun Emmi! ● Can Memo

● Özlem’in Özlemi

● Hasır Ustası mı? O da Kim? ● Uğursuz Atmaca

● Yolun Sonu ● Kansız Hüsnü

● Güzelce’ye Düşen Yıldız ● Bağa Kar Yağıyor ● Azdı Yine Karadeniz ● Hoşça Kal, Zeliş! ● Kavuşma

Konu

Romanda toplumun kanayan yaralarından biri olan kan davası konu edilmiştir. Toros Dağları’nın eteklerinde yaşadığı Yeşilhisar köyünde, kendini küçük yaşta kan davasının içinde bulan Memo’nun canını almaya çalışan kanlılarından kaçışı, bu kaçış sırasında sığındığı Karadeniz köyü Güzelce’de yaşadıkları ve bu köyün insanlarının yardımıyla kan davasından kurtulması eserde anlatılmaktadır.

Ana fikir

Eserin ana fikri, sevgi, hoşgörü ve dayanışmanın en acımasız törelerin bile üstesinden gelebileceğidir.

Olaylar

Roman, klasik roman tekniğinden farklı olarak yazılmıştır. Romanda yirmi yıl içinde yaşanan olaylar sondan başa doğru olarak anlatılmıştır. Geriye dönüş tekniği kullanılarak olaylar arasında geçişler sağlanmıştır.

Yirmi birinci asra girildiği günlerde gazetede çıkan bir haber duyanları, özellikle de Yeşilhisar ve Güzelce’de yaşayanları sarsmıştır. Bu haberde yetmiş beş yaşındaki bir dedenin yirmi yıl sonra kardeşinin katilini alnından vurması ve oracıkta kalp krizinden ölmesi yazmaktadır.

Yeşilhisar’ın karla kaplı olduğu o gün köy camisinin avlusunda iki cenaze yan yanaydı. Hüsnü Yılmazoğlu ve öldürdüğü kanlısı Ahmet Aksen. Köy imamı bu duruma bir anlam verememişti. Babasının cenazesinin başında bekleyen Halil, başlarından geçen kötü günleri anlattıktan sonra, kan davalarının son bulmasını temenni etti.

Ağabeyi Ahmet Aksen’in cenazesine Güzelce’de yaşayan Memo, can korkusuyla gidememişti. Yeğeni Ulaş ve yengesi Sultan da onla aynı durumdaydı. Bu gazete haberi onları bir kez daha geçmişleriyle yüz yüze getirmişti. Köylüler haberi duyar duymaz yanlarına koşmuşlar, yaralarını sarmaya çalışmışlardı. Memo ve yeğeni Ulaş acılarını biraz olsun hafifletmek için dışarı çıktılar. Ulaş sahile, Memo ise on iki yıl önce Güzelce’ye geldiğinde saklandığı kulübeye gitti. Memo karlara bata çıka kulübeye varıp içeri girdiğinde anıları gözünün önünde canlandı. Kulübenin kapısının ardında asılı

dururken yere düşen zembil, Memo’yu bir anda on iki yıl önce Yeşilhisar’dan kaçmak zorunda kalışıyla başlayan kaçış serüvenine, Güzelce’ye gelişiyle değişen yaşamına geri döndürdü.

Memo, İstanbul Harem otogarında İnebolu otobüsüne binerken kanlıları Hüsnü Dayı ve oğulları Halil ile İbrahim koşa koşa ona yetişmeye çalışıyorlardı. Memo otobüste yine onların elinden kurtulduğu için sevinç içindeydi. İnebolu’ya vardıktan dört gün sonra yüreğini kaplayan bir korkuyla oradan ayrılmak zorunda kaldı. Memo’nun kaçarken yolu bu kez Güzelce ormanlarına düştü. Çam ve gürgen ağaçlarıyla kaplı ormanda gezinirken küçük bir kulübe bulunca, barınacak bir yer bulmanın sevinciyle içeri girdi. Terk edilmiş bu kulübeyi kendine yuva yaptı. İçindeki eski eşyaları iki ay içinde onardı. En son kalan tabureleri onarmak kalmıştı. Saz bulmak için dere kenarına indiğinde yavuklusu Cemile’ye sazdan ördüğü zembiller aklına geldi.

Yengesi Sultan’ın yavuklusu Cemile’yi isteyeceği gün, ağabeyi Ahmet’in Hüsnü Dayı’nın kardeşi Rüştü’yü bıçakladığı haberi gelmişti. Rüştü ölmüş; ağabeyi Ahmet de oracıkta tutuklanmıştı. Hüsnü Dayı kardeşinin kanını almak için and içiyordu. Köyün muhtarı Haydar, köyünde kan davası istemiyordu ancak; Hüsnü Dayı ve onun emmioğulları onu dinlemiyordu.

O gün Çoban Dursun, elinde ne kadar parası varsa Memo’ya verip kaçmasını istemişti. Yengesi Sultan da gözyaşları içinde gitmesi için yalvarıyordu. Yeğeni Ulaş bacaklarına sarılmış ağlıyordu. Memo evden çıkıp otobüse nasıl bindiğini hatırlamıyordu. Nereye gittiğini, ne yapacağını düşünemiyordu. Cemilesini bir daha göremeyeceği için derin üzüntü içindeydi.

Memo Güzelce ormanlarında geçmişini düşünürken karşısına çıkan tavşanla irkildi. Tekrar kulübesinin yolunu tuttu. Giderken Yeşilhisar’daki çocukluğunu, su gibi akan gençliğini düşünüyordu.

Memo’nun Yeşilhisar’da kalan yeğeni Ulaş, on iki yaşına gelmişti. Muhtarın torunu Volkan’ın ailesiyle ilgili ileri geri konuşmalarına bir gün dayanamayıp ona bir tokat attı. Köyün ispiyoncusu Fitne Pembe hemen bunu Ulaş’ın annesi Sultan’a hemen yetiştirdi. Sultan da oğluna kavga ettiği için bir tokat attı ama; çok pişman oldu.

Bir haziran günü Memo, sazlardan yaptığı zembilleri satmak için kasabaya indi. Bu esnada Güzelce’nin halkından Rüstem Çavuş, annesinin canının tavşan eti istemesi sonucu ava çıkmıştı. Güzelce ormanlarında gezerken Kodaman Rıza’nın terk edilmiş virane kulübesinin onarılmış olduğunu gördü. Rüstem Çavuş merak ve korkuyla kulübeye yanaştı. Pencereden içeri baktığında eşyaların düzenlenmiş olduğunu gördü. İçeri girmek için yavaşça kapıyı açınca yüzüne vuran sıcakla kendini dışarı attı. Hemen koşarak köye döndü. Köy kahvehanesinde oturan Kâmil Reis, Mahir Efendi ve Galip Dede’ye Kodaman Rıza’nın viranesine biri ya da birilerinin yerleşmiş olduğunu söyledi. Ancak kimseyi inandıramadı. Kasap Yakup ve diğerleri onunla dalga geçtiler. Sadece kahvehanenin önündeki çınar ağacının altında oyun oynayan çocuklar Rüstem Çavuş’u dikkatle dinliyordu. Çocuklardan Mustafa ormandaki kulübeye gitmek istiyor ve Doğan ve arkadaşları korkuyorlardı. Sonunda Mustafa ve Doğan bir süre daha beklemeye karar verdiler.

Yeşilhisar’da yaz tatilinde Ulaş, Dursun Emmi’nin çobanlığını yapmaya devam ediyordu. Bir gün Çoban Dursun’a Volkan’la dövüştüğünden beri annesinin onu arkadaşlarıyla oynatmadığını, kendini okutmayacağından korktuğunu söyledi. Çoban Dursun, Sultan’ın cahil bir kadın olmadığını, mutlaka onu okutacağını söyleyince Ulaş biraz rahatladı. Çoban Dursun’un kaval üflemeyi öğretme teklifini kabul etti. Kavalı ilk defa üflerken bir dilek tuttu. O da okumaktı.

Memo, kasabadan döneli iki gün oluyordu. Döndüğü gün kapıyı ardına kadar açık görünce çok endişelendi. Hüsnü Dayı ve oğulları Halil ile İbrahim’in onu bulmalarından korkuyordu. Rahatlamak için çay içmek istedi. Bitki toplamak için ormana giderken kafasından Hüsnü Dayı’dan artık kaçmayacağını, onun karşısına dikilme fikrini geçiriyordu. Kalan günlerini kendine zehir etmek istemiyordu. Memo, kulübeye dönüp çayı demlerken dışarıdan ağaç çıtırtıları duydu. Dışarı baktıktan sonra tam kapıyı kapatacakken karşısında on iki on üç yaşlarında bir erkek çocuğu gördü. Arkasından çocukların sayısı üçer beşer artıyordu. Çocuk sayısı tam on dört olmuştu. Çocuklardan biri Memo’ya Kodaman Rıza’nın viranesinde ne aradığını sordu. Memo, çocuklara bir garip olduğunu, viraneyi onarıp oturduğunu söyledi. Memo, çocukları çay içmek için içeri davet etti. Çocuklar çekinerek bu daveti kabul ettiler. Çocuklar Memo’nun kim olduğunu çok merak ediyorlardı. Memo, çay içerken onlara Torosların Pozantı

yaylasındaki Yeşilhisar köyünden olduğunu, bir kan davası sebebiyle kaçtığını ve kulübeye sığındığını anlattı. Başta Mustafa olmak üzere bütün çocuklar, kan davasına bir anlam veremedi. Memo çocukluğundan başlayarak bütün hayatını çocuklara anlatıyor, çocuklar hayretle onu dinliyorlardı. Memo anlatmaya devam etti. Babasının balık tutmak için göle kenarına gittiğinde, ava giden Muhtar Haydar’ın kardeşi Emin tarafından yanlışlıkla vurulup öldüğünü, ağabeyi Ahmet’in babasının kanını almak için ayaklandığını, ancak anasının ağabeyinin önüne geçip kan davası gütmemek için ısrar ettiğini, Muhtar Haydar’dan Emin’i adalete teslim etmesi için söz aldıklarını ama; Haydar’ın sözünde durmayıp kardeşini İstanbul’a kaçırdığını anlattı. Bu olaydan sonra, kan davasını sürdürmedikleri için köyde adlarının döneğe çıktığını, ağabeyi Ahmet’in bu aşağılanmalar yüzünden işi gücü bırakıp kendini içkiye verdiğini, sarhoşken ayyaş Rüştü’nün dönek lafını kaldıramayıp onu öldürdüğünü, o günden sonra kendi hayatının zindana döndüğünü anlattı. Rüştü’nün ağabeyi Hüsnü Yılmazoğlu, kardeşinin kanını almaya yemin etmişti. Çoban Dursun onu aceleyle köyden kaçırmıştı. Ağabeyi yirmi yıl hapis cezasına çarptırılmış, sekiz yılını yatmıştı. Çocuklar can kulağıyla Memo’yu dinliyorlardı. Çocuklar çayını içerken, Memo’ya onu kanlılarının bulamaması için ellerinden geldiği kadar yardım edeceklerini söylediler. Memo’nun içi küçük dostları sayesinde sevinçle kaplanmıştı. Memo, çocukları uğurlarken Hüsnü Dayı’nın kendini olabildiğince geç bulması için dua etti.

Sabah yeli eserken Ulaş uyandı, içinde okula gidememe korkusu vardı. Anası Sultan, kasabaya göç eden Hüsnü Dayı’nın emmioğulları kan davasını sürdürebilecekleri korkusuyla ilkokulu bitiren Ulaş’ı kasabadaki ortaokula göndermek istemiyordu. Ancak Ulaş’ın tek isteği okuyup yargıç olmaktı. Ulaş o sabah, sinirle otlağa arkadaşları Cemal ile Alişan’ın yanına gitti. Anasının kendini okula yollamayacağından bahsetti. Cemal arkadaşını teskin etmek için, Sultan Ana’yı beraber ikna edeceklerini, birbirilerinden hiç ayrılmadan kasabaya okula gideceklerini söyledi. Ulaş’ın neşesi bu sözlerden sonra biraz olsun yerine gelmişti.

Güzelce ormanında o gün Memo, sevinçle uyandı. Minik on dört dost edindiği için çok mutluydu. O gün gelen Doğan ve Niyazi’yle bir ağacın altında oturup yemek yiyip ve sohbet ettiler. Memo yaptığı kurabiyeleri onlara ikram edip çocukluk anılarını anlattı. Şimdi kanlısı olan can dostu Halil’le yaşadıkları güzel çocukluk günlerini,

yaptıkları yaramazlıkları çocuklar neşeyle dinlediler. Vakit geç olunca Memo’ya ailelerinden pikniğe gitmek için izin aldıklarını söyleyerek oradan ayrıldılar.

Yeşilhisar’da Ulaş okula gitme umudunu iyice yitirmişti. Anası oğlunu kasabadaki kanlılarından korumak için okula göndermemekte kararlıydı. O sabah Ulaş kahvaltısını yaptıktan sonra kendisine doğru gelen Dursun Emmi’ye koştu. Kayıtların son günü olmasına rağmen anasının kendini ortaokula yazdırmadığını söyledi. Bunun üzerine Dursun Emmi, Sultan’la konuşup oğlunu cahil bırakmaması için onu ikna etti. Sultan oğlunu okula gönderecekti ama içini sürekli bir kurt kemiriyordu, geceleri uyuyamıyordu. Okulun ilk günü içindeki korkuyla oğlunu sabah erkenden kaldırdı ve okula yolladı.

Yazın bitip, yerini sonbahar yağmurlarına bırakmasıyla Memo’nun endişeleri artıyordu. Her gün yanına gelen küçük dostlarının hastalanmasından, ormanda başlarına bir şeyler gelmesinden korkuyordu. Çocukları uyarmasına rağmen onlar aralıksız gelmeye devam ediyorlardı. Memo, küçük arkadaşlarına zarar vermemek için Güzelce’ye inip kendini tanıtmaya karar verdi.

Güzelce’ye geldiğinde ilk iş Muhtar Recep Efendi’nin yanına vardı. Kendini tanıttı, geçmişinden, yaşadığı üzücü olaylardan bahsetti. Muhtar da bu cana yakın gence güvenip onu bütün köy olarak koruyacaklarına söz verdi. Memo’yu yanına alıp köy meydanına gitti. Onu köy halkıyla tanıştırdı. Kısa sürede Memo, bütün köyün sevgisini kazandı. Herkesin yardımına koşuyor, iyi niyet içinde çalışıyordu. Memo, artık daha huzurluydu.

Memo’nun yeğeni Ulaş, artık ortaokula gidiyordu. Her gün büyük mutlulukla uyanıyor, arkadaşlarıyla beraber okula gidiyordu. Ulaş, bir hafta sonu anası Sultan’dan her dertlerine koşan Dursun Emmi’nin üşüyüp hastalandığını öğrendi. Koşarak yanına vardığında onu iyi görünce çok sevindi. Onunla okuldan konuşurken söz, Hüsnü Dayı’nın torunu Özlem’den açıldı. O, Ulaş kadar şanslı değildi. Anası Selvi’yle ninesi Cennet Ana onu okula göndermemişlerdi. Ancak Özlem her gün sabahtan kalkıp önlüğünü giyiyor, köy meydanında kasabaya okula giden çocukları izliyordu. Köyde herkes onun delirdiğini düşünüyordu. Ulaş ve Dursun Emmi onun durumuna çok üzülüyorlardı.

Ertesi gün Dursun Emmi, davarlarını salmak için otlağa çıkınca birden arkasında Özlem’i fark etti. Özlem, Dursun Emmi’le sohbet ederken delirmediğini, sadece kendini okula göndermedikleri için ailesini cezalandırdığını söyledi. Babası Halil ve amcası İbrahim’den bahsetti. Çoban Dursun, kızın anlattıklarıyla Halil’in Memo’yu vurmayacağından emin olmuştu.

Memo’nun Güzelce’ye gelmesinin üzerinden yedi ay geçmişti. Artık güzün son günleriydi. O gece tuhaf rüyalar gören ve doğru dürüst uyuyamayan Memo, sabah erkenden Kâmil Reis’in takasını onarmaya yardım etmek için sazlığa indi. Gülüşe oynaşa Kâmil Reis ve Kadir Usta’yla işlerini yaparken birden Sürücü Ramazan’ın köy meydanındaki acı frenini duydular. Köy kahvehanesinde oturan Mahir Efendi, Kahveci Yusuf ve diğerleri Ramazan’dan kanlılarının Memo’nun izini bulduklarını duyunca hep birden koşup sazlığa vardılar. Memo’ya bir an önce kaçması gerektiğini söylediler. Memo, kaçmaktan bıktığını, artık kanlılarının karşısına dikilme vaktinin geldiğini söyleyince köylüler neye uğradıklarını şaşırdılar. Memo’yu yalvar yakar ikna edip ormana kaçmasını sağladıktan sonra köye dönüp hiçbir şey yokmuş gibi işlerine devam ettiler. Bir süre sonra, biri yaşlı, ikisi genç üç adam taksiyle köye girdiler. Kahveye girip selamlaştıktan sonra, Rüstem Çavuş’un geçen hafta kasabada bir arkadaşına hasır sattığını, kendilerinin bu hasırı çok beğendiklerini aynından almak için geldiklerini söylediler. Artık her şey anlaşılmıştı. Rüstem Çavuş, Memo’nun ördüğü hasırlardan birini kasabada köfteci arkadaşına vermişti. O hasırı gören Memo’nun kanlıları da onun Güzelce’de olduğunu tahmin edip gelmişlerdi. Bütün köylü Rüstem Çavuş’un düşüncesizliğine kızdı ama yaşlılığına verdiler. Okuldan gelen köyün çocukları olanları öğrenince bir araya gelip Memo’yu kurtarmak için bir plan yapmaya karar verdiler.

Hüsnü Dayı, oğulları Halil ve İbrahim ile birlikte kahvehanede oturuyor, Memo’yla ilgili köylülerin ağzından laf almaya çalışıyordu. Ancak, çocuğundan yaşlısına kadar bütün köylünün ağzından tek bir söz çıkmıyordu. Kahveci Yusuf ve çırağı Ali, Memo’yu bulamayınca onların akşama doğru köyü terk edeceklerini sanıyorlardı ama yanılmışlardı. Hüsnü Dayı o gece köyde kalacaklarını söyleyince herkesi bir telaş aldı. Gece yarısı Çırak Ali, onlara çay ikram ederken, Hüsnü Dayı’nın ağzından sabaha yakın ormanı arayacaklarını duydu. Koşarak arkadaşı Mustafa’ya haber verdi. Mustafa, Niyazi, Doğan ve diğer çocuklar bu kan davasını bitirmek için bir

plan yaptılar. Gece yarısı hep birlikte Memo’nun kulübesine vardılar. Onun ellerini ayaklarını bağlayıp kaçmasını önlediler. Yirmi kadar çocuk kulübenin etrafını duvar gibi sardılar. Gün ağarmaya yakın ormandaki kulübeye yaklaşan Hüsnü Dayı ve Oğulları, çocuklarla sarılmış kulübeyi görünce çok şaşırdılar. Mustafa, onlara bağırarak dostları Memo’yu vermeyeceklerini, bu anlamsız kan davasını bitirip burayı terk etmelerini söyledi. Çocukların tavırları karşısında Hüsnü Dayı, oğulları Halil ve İbrahim ne yapacaklarını şaşırdılar. Hüsnü Dayı, Memo’yla sadece konuşacaklarını söyleyip onları ikna etmeye çalışsa da başaramadı. Elleri, ayakları bağlı kulübede bekleyen Memo, çocuklar için çok endişeliydi. Bağırmaktan başka elinden başka şey gelmiyordu. Çocukların Memo’yu korumak için sarf ettikleri yürekten çaba karşısında Halil daha fazla dayanamadı. Babasına bu kan davasında kendinin artık yok olduğunu söyleyince Hüsnü Dayı başından vurulmuşa döndü. İbrahim de ağabeyinin yanındaydı. Hüsnü Dayı, utanç ve öfkeyle oğullarına tokat atıp oradan uzaklaştı. Oradaki çocuklar ve çocuklarının peşinden giden köylüler, Memo’yu kurtardıkları için sevinç çığlıkları atıyorlardı. Mustafa Memo’nun elini çözdü ve birlikte dışarı çıktılar. Bu sırada mutluluk bir kat daha arttı. Memo, Halil ve İbrahim, sevginin töreyi yenmesiyle birbirilerine sıkıca sarıldılar.

Soğuk bir Yeşilhisar günü, Ulaş ve diğer çocuklar, köyün otlağında oynuyorlardı. Karşıdan yaşlı bir adamın köye doğru geldiğini gördüler. Volkan, Cemal, Salih ve Ulaş merakla ihtiyara doğru yöneldiler. Volkan adamın elindeki eşyalara yardım etmek istedi ama çok sert bir yanıt aldı. Bütün çocuklar ihtiyarın nereye gittiğini takip ediyorlardı. Sonunda yaşlı adam sarnıcın sağındaki patikadan sağa saptığını gören Cemal, korkuyla Ulaş’a dönerek bu adamın Hüsnü Dayı olduğunu, bu yolun sadece onun bağına gittiğini söyledi. Ulaş’la birlikte oradan uzaklaştılar.

Bütün köyde Hüsnü Dayı’nın dönmesiyle dedikodular dolanır olmuştu. Sultan’ın oğlu için endişesi artmıştı. Onun bu zor günlerde yanında olan tek kişi Dursun Emmi’ydi. Hüsnü’nün Memo’yu öldürmüş olamayacağını, oğulları Hail ile İbrahim’in kan davasına son vermesiyle onları reddedip köye döndüğünü anlatıyordu.

Hüsnü Dayı, hayata küsmüştü, evinden dışarı adım atmamıştı. Karısı Cennet ve gelini Selvi onunla konuşmuyordu. Sadece Özlem arada yanına gelip okula gitmek

istediğini söylüyor, ters cevap alınca da hışımla geri dönüyordu. Ulaş bütün korkularına rağmen arkadaşlarıyla okula gitmeye devam ediyordu.

Aralık ayı gelmişti Güzelce‘ye. Köy halkı denize çıkmayı bırakmış, dinleniyorlardı. Güzelce’de kalan İbrahim ve Halil yeni bir hayat kurmuşlardı. İbrahim Kâmil Reis’in yanında kalıyor, işlerinde ona yardım ediyordu. Halil ise kasaba garajında çalışıyor, hafta sonları Güzelce ’ye geliyordu. Memo da bir marangoz dükkânı açmıştı. Üçü de hayatlarından memnundular. Tek dertleri Yeşilhisar’da kalan aileleriydi. Halil, karısı Selvi ve kızı Özlem’i; İbrahim anası Cennet Ana’yı ve Memo, yeğeni Ulaş ve yengesi Sultan’ı yıllardır görmemişti. Köye gidip onları almak istiyorlar ancak Hüsnü Dayı’nın hışmından çekiniyorlardı. Sonunda ailelerini Güzelce’ye getirmek için baharı beklemeye karar verdiler.

Yağmurlu bir günde köye bir taksiyle bir genç kız geldi. Bu kız sağlık ocağına atanan yeni hemşireydi. Muhtarın yanına giderek kendini tanıttı. Yıldız Hemşire, muhtara sağlık ocağının bakımsızlığından yakındı. Muhtar iki gün içinde sağlık ocağının hazır hale getirileceğini söyleyince Yıldız Hemşire buna inanmadı. O gece muhtarın evinde kalan hemşire ertesi gün sağlık ocağına gidince gözlerine inanamadı. Köyün bütün çocukları hep bir elden sağlık ocağını onarıyorlardı. İşi neredeyse bitirmişlerdi. Yıldız Hemşire şaşkınlıkla çocukları izlerken az sonra yanında birkaç çocukla Memo içeri girdi. Yanlarında marangozhanede yaptıkları masa, dolapları getirmişlerdi. Yıldız Hemşire bu dayanışma karşısında çok duygulandı. Memo ve bütün çocuklara teşekkür etti. Memo utanarak, Mustafa ve diğer çocuklarla diğer işleri tamamlamak için sağlık ocağından ayrıldı.

Aralık ayında, Yeşilhisar’da buz gibi bir hava vardı. Hüsnü Dayı’nın torunu Özlem, her sabah okul kıyafetlerini giyiyor, sarnıcın başına iniyordu. Bu durum, Hüsnü Dayı’yı üzmesine rağmen yine de inadını yenip Özlem’in okula gitmesine müsaade etmiyordu.

Çoban Dursun hastalığından dolayı, davarlarına ancak çocukların yardımıyla bakıyordu. Hüsnü Yılmazoğlu’nun köye dönmesinden beri merak içindeydi.

Bir akşam Memo’nun yerini öğrenmek için Hüsnü Yılmazoğlu’nun ağzından laf almayı düşündü. Gece soğuğunda yürüyerek bağın yolunu tuttu. Hüsnü Dayı, sundurmada oturuyordu. Çoban Dursun’u görünce sevindi, içeri buyur etti. Hüsnü Dayı günlerdir kimseyle konuşmuyordu. İçindekileri ona döktü. Oğullarının dönekliğinden, karısı ve gelininin ona sırt çevirmelerinden bahsetti. Ancak Memo’nun yerini bir türlü söylemedi. Diğer günlerde de Çoban Dursun, Hüsnü Dayı’nın yanına gitti. Bir gece

Benzer Belgeler