• Sonuç bulunamadı

1.3. ÇOCUK EDEBİYATININ TEMEL ÖGELERİ

1.3.1. Biçim

1.3.2.6. Anlatıcı ve bakış açısı

Bütün roman ve öykülerde mutlaka bir anlatıcı vardır. Tekin (1989: 9)’e göre, anlatıcı, roman sanatının başta gelen temel unsur, aynı zamanda en etkili elemanıdır.

Genel olarak anlatımlarda iki esas anlatım yöntemi kullanılır.

“Birinci kişi anlatımı; anlatıcı öykünün başkahramanı yan kahramanlarından biridir. Bu tür anlatımlarda anlatan kişi, ya başından geçen olayları ya da gözlemlerini dile getirir. Ben dilinin kullanıldığı anlatımlarda, aktarma doğrudan ve samimi olacağından okur, hem anlatımdaki kişileri daha rahat tanıyacak hem de öyküyü daha kolay anlayacaktır” (Özdemir, 1994: 220-221).

“Üçüncü kişi anlatımı; anlatıcı öykünün kahramanı değildir, olaylara dâhil değildir. Bu tür anlatımlar üç başlık altında toplanabilir. İlki bilgisi sınırsız yazar bakış açısıdır. Her şeyi bilen yazar, ilahi bir bakış açısına sahiptir. Bilgisi sınırsız olan yazar öyküde şunları yapabilir: Olayları doğrudan aktarabilir, karakterlerin zihnine girebilir, karakterlerin davranışları, eylemleri, konuşmaları, görüşleri hakkında yorum yapabilir, zaman ve mekân içinde özgürce dolaşarak geçmiş ve gelecekle ilgili en ince ayrıntıları anlatabilir, genel düşünceler ve yargılarda bulunabilir” (Çakır, 2002: 167-170). Bu bakış açısına “hâkim” bakış açısı da denir.

“İkincisi bilgisi sınırlı yazar bakış açısıdır. Kendini bazı bilgi alanlarıyla sınırlayan yazar, genellikle olayları tarafsız anlatır ve bir karakterin zihnine girer. Üçüncüsü ise tarafsız yazardır. Objektif bir bakış açısına sahip olan yazar duygulardan etkilenmez, sadece olayları ve karakterleri okurun gözleri önüne serer (Çakır, 2002: 176).

1.3.3. Dil ve Anlatım

“Dil; iletişim, anlaşma ve düşünme aracıdır. Bir kitabın ana dilin sahip olduğu zenginliklere yer vermesi okura duygu, düşünce ve yaşantı zenginliği sağlar” (Sever, 1995: 14).

Her yazarın birbirinden farklı bir anlatım biçimi vardır. Her yazar; bir düşünceyi, duyguyu, olayı veya durumu kendi edebiyat anlayışına ve zevkine göre anlatır, açıklar. Kimi edebiyatçıların anlatımı akıcı, sürükleyici; kiminin ise özentili ve yapay; kimileri de özentisiz bir anlatım tarzını seçerler. Anlatımı belirleyen etmenlerin başında kullanılan dil ve onun sözcükleri gelir. Cümle yapısı, seçilen sözcüklerin arasındaki ses ve anlam ilişkiler, başvurulan deyimler hepsi anlatıma ayrı bir kişilik kazandırır.

“Bir dilin sözcükleri, terimleri, yabancı dillerden gelme ögeleri, atasözleri, deyimleri, insanlar arası ilişkilerde kullanılması gelenek olmuş kalıp sözleri ve kalıplaşmış birtakım deyişler sözvarlığı altında ele alınır. Bu terimle anılan varlık, aynı zamanda o dili konuşan ulusun maddi ve manevi kültürünü, dünya görüşünü, yaşam koşullarını ve deneyimlerini de yansıtır” (Aksan, 2002: 13).

Çocuk yayınlarında dil ve anlatımın önemi büyüktür. Çocuk eserlerinde yapmacık, bayağı bir anlatım kullanılamaz. Çünkü anadilin söz varlığını çocuklara tanıtan, dilin anlam yapısını, özelliklerini, anlatım gücünü örneklendiren en önemli kaynaklar çocuk kitaplarıdır.

“Çocuk kitaplarında anlatımın sadeliğine dikkat edilmeli, gereksiz sözcükler yer almamalı, duruluk, açıklık, akıcılık gibi unsurlar göz önünde bulundurulmalıdır. Bunlar çocuk kitaplarının ele aldığı konu, olay, yer ve kahramanların anlatım açısından daha etkili ve anlaşılır olmasını sağlayacaktır” (Yalçın ve Aytaş, 2002: 32).

“Çocuklar yalın ve duru anlatımdan hoşlanırlar. Uzun ve karmaşık paragrafları zor okurlar. Yersiz benzetme ve tasvirlerden sıkılırlar. Çocuk kitabı yazarı, bu hususları daima dikkate alarak eserlerinde Türkçenin anlatım gücünü ortaya koyan örnekler vermeye çalışmalıdır” (Şirin, 2000: 212).

Çocuk kitaplarında üçüncü ağızla yapılan anlatım yerine birinci kişi ağzında yapılan anlatım tercih edilmelidir. Birinci kişi ağzından yapılan anlatımın daha samimi olduğu, karşısındaki kişiyle sohbet içtenliği oluşturduğu görülmüştür. Bir çeşit duygu, düşünce ve sırlarını paylaştığı izlenimi veren bu anlatım tekniğinin çocuklar tarafından benimsendiği görülmektedir.

“Kelime oyunları, cinaslı söyleyişler, çocukların kavrayamayacağı üslup oyunları çocuk eserlerine zarar vermektedir. Bu yüzdem temiz ifadeler, yaşayan dille donatılmış kısa cümleler eserin güzelliğini ve sağlamlığını sağlar” (Ciravoğlu, 1999: 190).

Yapacağımız çalışmada eserlerin dil ve anlatım özellikleri tespit edilirken deyim, atasözü, benzetme, ikileme, anlatım teknikleri başlıkları altında bilgiler verileceğinden bu terimlerin anlamları ve işlevleri üzerinde durulmuştur.

1.3.3.1. Atasözü

“Ataların geçmişteki yaşayış, deneyim ve gözlemleriyle ortaya koydukları, halkça öğüt olarak benimsenen, kalıplaşmış, anlamlı, kısa ve özlü sözlerdir” (Göğüş vd., 1998:18).

Bizim gelenekle yerleşmiş bir atalar sözü anlayışımız vardır. Bu anlayışa göre atasözleri ulusal varlıklardır. Geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri denemelerden ve bunlara dayanan düşüncelerden doğmuşlardır. Ulusun ortak düşünce ve inanışlarını belirtir, topluma yol gösterirler. Atasözleri şekil ve kavram bakımından bazı özellikler taşırlar. Atasözlerinin şekil özellikleri şu şekilde açıklanabilir: Atasözleri kalıplaşmış ifadelerdir. Her atasözü belli kelimelerle söylenmiştir; yerine, aynı anlama da gelse, başka bir kelime kullanılamaz. Atasözleri az sözle çok şey anlatır. Atasözlerinin çoğu bir iki cümleden oluşur.

Kavram olarak atasözleri şu nitelikleri içinde barındırır: Her atasözü genel bir kural, bir düstur özelliğindedir. Atasözleri; sosyal olayların nasıl meydana geldiğini, tabiat olaylarının olageliş biçimlerini anlatırlar. Deneme yanılmaya dayalı ahlakî öğüt verirler. Ayrıca adet, gelenek görenek, inanışları bildirerek insanlara yol gösterirler.

Her ulusun atasözleri; kendi varlığının ve benliğinin aynasıdır. Atasözleri ulusların zekâlarındaki keskinliğin, hayallerindeki genişliğin, duygularındaki inceliğin en tipik örnekleridir. Bu sözler kuvvetli felsefelerden başka güzel buluşlarla, parlak nüktelerle, zarif alaylarla doludur. Böylece her atasözü kendi milletinin damgasını taşır.

1.3.3.2. Deyim

“Bir anlamlı, tek bir sözcüğe göre daha etkili ve renkli anlatan kalıplaşmış söz öbeğidir” (Göğüş, 1998: 42).

“Birden çok sözcüğün belli bir anlamı anlatmak amacıyla bir araya gelmesiyle oluşan deyimler; o dili konuşan toplumun kültürünü, algılama, anlatım, imgelem ve nükte gücünü ortaya koyar” ( Aksan, 2005: 96).

Deyimlerin şekil özelliklerine bakıldığında şu tespitler ortaya çıkar: Deyimler kalıplaşmış ifadelerdir. Deyimin kelimeleri değiştirilemez, söz dizimi bozulamaz. Deyimler kısa ve özlüdür. Deyimlerin bazıları ek almış sözcük olarak, bazıları sözcük topluluğu şeklinde, bazıları da cümle şeklindedir.

“Deyimlerin kavram özellikleri arasında şunlar söylenebilir: Deyim, bir kavramı anlatmak için bulunmuş özel bir anlatım kalıbıdır, kural niteliğinde değildir. Deyimlerin

amacı, bir kavramı özel bir kalıp içinde, hoş ve çekici bir anlatımla belirtmektir. Deyimlerin çoğu mecaz anlamlıdır. Deyimlerdeki imgesel aktarımlar, güçlü benzetmeler hem Türkçenin anlatım gücünü somutlamakta hem de bu dili kullanan toplumun ince zekâsını, bilincini ve duyarlılığını yansıtmaktadır” ( Sever, 2003: 152).

Deyimler ulusal özellik taşıyan söz varlıklarıdır. Ulusun söz söyleme gücünden doğarlar. Her deyimde küçücük bir söz dağarcığına koca bir âlem sığdırılmıştır.

1.3.3.3. Benzetme

“Aralarında ortak nitelikler olduğu düşünülen kavramları karşılaştırmaya dayanan anlam olayına benzetme denir” (Adalı, 2003: 114). Anlatımı güçlendirmek amacıyla, aralarında ortak nitelik bulunan iki varlık ya da kavramdan, güçlü olandan zayıf olana aktarma yapılmasıdır.

Benzetmede; benzeyen, kendisine benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı olmak üzere dört unsur bulunur. Dört unsuru da bulunan benzetmeye tam benzetme, benzetme yönü bulunmayan benzetmeye kısaltılmış benzetme, benzetme edatı olmayan benzetmeye pekiştirilmiş benzetme adı verilir.

Benzetmenin anlatımda kullanılış amacı, sözü daha etkili hâle getirmektir.

1.3.3.4. İkilemeler

“Anlatım gücünü arttırmak, anlamı ya da kavramı geliştirmek amacıyla yinelenen iki sözcüğe ya da yan yana kullanılan, anlamları birbirine yakın, karşıt veya sesleri birbirini andıran iki sözcüğe denir” ( Adalı, 2003: 10).

“Türkçede ikilemeler, aynı adın ya da aynı sıfatın yinelenmesiyle, eş anlamlılarla, ikilemeye katılan ikinci sözcüğün öncekinin önsesine m harfi eklenmesiyle oluşmaktadır” (Aksan, 2004: 60). İkilemeyi kuran sözcüklerin genel özelliklerinin başında ses benzerliği, ses uyumu gelmektedir. Bu uyum sözcüklerin ön sesi ya da son sesinde bulunmaktadır.

İkilemelerin kuruluş amaçları arasında; anlamı güçlendirmek, ifadeye zenginlik katmak, ses ahenginden faydalanarak devamlılık ve çokluk ifadesi sağlamak yer alır.

Aksan (2002: 81)’a göre, “Günümüz Türkçesinde kullanılan ikilemeler, dinleyende, başka herhangi bir anlatım yoluna göre çok daha güçlü ve etkili bir izlenim uyandırır; zihinde bir kavramın algılanması sırasında, onun pekiştirilmesini sağlar.”

İKİNCİ BÖLÜM

ZEYNEP CEMALİ’NİN HAYATI, ESERLERİ VE SANATI

26 Kasım 2009 tarihinde kaybettiğimiz değerli yazar Zeynep Cemali’nin hayatı ile sınırlı bilgilere ulaşılmıştır. Yazar biyografi kaleme almamıştır. Mütevazı bir yaşamı olduğu ve eserleriyle anılmayı tercih ettiği için özel hayatı ile ilgili bilgiler vermekten kaçınmıştır. Zeynep Cemali’nin hayatını yazarken en fazla çocukluğunu hikâyeleştirerek anlattığı “Çılgın Babam” adlı eserinden, dergi ve gazetelerde çıkan röportajlarından faydalanılmıştır. Ayrıca oğlu Kerem Aktan ve eserlerinin yayınevi olan Günışığı Kitaplığı editörü Mine Soysal ile irtibata geçilerek yazarımız ile ilgili değerli bilgilere ulaşılmıştır. Sayın Kerem Aktan ve Mine Soysal’a verdikleri bilgilerden dolayı teşekkürü borç biliriz.

2.1. HAYATI

Zeynep Cemali 8 Mayıs 1950 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Çocukluğu Kızıltoprak, Fenerbahçe, Moda, Caddebostan civarında geçti. “Kızıltoprak’ta bugün Fenerbahçe- Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın bulunduğu yer benim çocukluğumda, karşılıklı iki tribünün arasında uzanan bir top sahasıydı. Kadıköy’deki bayram kutlamaları orada yapılırdı. Oturduğumuz sokakla stadın arasında Sermet’in bostanı, bugünkü Kenan Evren Lisesi’nin eski binası ve birkaç bağ uzanırdı.”(Ç.B, s. 97).Yazar çocukluğunun İstanbul’unu şöyle anlatmaktadır: “Çocukluğumun geçtiği İstanbul’da trafik diye bir sorun yaşamamıştık biz. O günlerde rayların üstünde gidip gelen, çın çın çınlayarak her durakta duran tramvaylar vardı. Otobüslerin sayısı azdı. Renk renk taksiler, siyah beyaz damalı şeritleriyle diğer arabalardan ayrılırdı. Müşteri alan sürücü, kolunu camdan dışarı çıkarıp, arabanın sol yanındaki kocaman taksimetreyi çalıştırırdı. Yani dolmuşçuluk İstanbul’da geçmişi olan bir işti.”(Ç.B, s. 59).

İlk ve orta öğrenimini Kızıltoprak civarındaki okullarda tamamladı. “Kızıltoprak’ta okuduğum ortaokulun binalarından biri bugün Kenan Evren Lisesi’ne ait. O zamanlar, caddenin iki yanında karşılıklı yükselen eski taş binalardan birinde kızlar, diğerinde erkekler okurdu. Öğrencilerin teneffüs aralarında bile bir araya

gelmesi yasaktı. Tuhaf bir o kadar da komik bu düzen, yedinci sınıfa başladığım yıl değişti.”(Ç.B, s. 132).

İlkokula devam ettiği dönemlerde babası Kemal Bey’in Kapalıçarşı’daki kuyumcu dükkânında ona yardım etti. “Kapalıçarşı’daki dükkânda patroniçelik oynadığım o günlerde, gelen müşterilere çay kahve söylemek benim görevimdi. Müşteriler gelen çaylarını, kahvelerini yudumlayıp, babamla sohbet ederler, bir yandan da takıları incelerdi. Bense tezgâhın arkasındaki tabureye geçip onları izlerdim.”(Ç.B, s.30). Daha sonra babasıyla birlikte film şirketinde çalışıp, yazlık sinema işletti, ortaokul yıllarında halı kilim ticareti için Anadolu’yu köy kasaba dolaştı. “1960 yılının ilkbaharında babam, yurt dışına hediyelik eşya, halı, kilim satacağım, diye ayaklandı. Büromuz, İstiklal Caddesi’ni Tarlabaşı’na bağlayan sokaklardan birinde, dört katlı apartmanın giriş katındaydı. Babamın ofis dediği salon, Kapalıçarşı’daki dükkânımızın en az üç katıydı.”(Ç.B, s. 87).Zeynep Cemali’nin babasıyla yaptığı bu geziler onda yazmak için birikim oluşturdu.

Zeynep Cemali’nin hayatında babası Kemal Bey’in önemli bir yeri vardır. Babasının yaşamı, tecrübeleri, öğütleri Cemali’nin her zaman yol göstericisi olmuştur. Kemal Bey’in sık sık yenilediği “yaşamak öğrenmektir” deyimi yazarın yaşamını büyük ölçüde yönlendirmiştir. “Babam kısa bir an duraksadıktan sonra eklemişti. ‘İnsan ne kadar yetenekli, deneyimli olursa olsun, eğitimi yoksa bir yanı eksik kalır, kızım.”(Ç.B, s. 96)

Evlendikten sonra kısa bir dönem bir bankada çalıştı. On iki yıl evli kaldı. Yazmaya seksenli yılların sonunda reklam metinleriyle başladı. Reklam metinlerindeki başarısı, onu yıllarca biriktirdiği gözlemleri, deneyimleri, özlemlerini anlattığı öykülerini çeşitli dergilere göndermeye itti. Yazdığı ilk öyküleri 1991’de Kumbara, Türkiye Çocuk, Buğday gibi çocuk dergileriyle Almanya’daki Vitamin Çocuk Gazetesi’nde yayımlandı.

İlk öykü kitabı Ben, Çınar Ağacı ve Puf Böreği 1999, ikinci öykü kitabı Gül Sokağı’nı Dikenleri 2000 yılında yayımlandı. İlk romanı Güzelce’de Bir Kaçak, Memo’yu 2001, ikinci çocuk romanı Patenli Kız’ı 2003 yılında okurların beğenisine sundu. 2005 yılında Ballı Çörek Kafeteryası romanını yayımladı. Öykü Öykü Gezen

Kedi adlı öykü kitabı hayattayken yayımladığı son kitabı oldu. Zeynep Cemali son çocuk romanı Ankaralı’yı tamamlamak üzereyken 26 Kasım 2009’da vefat etti.

Benzer Belgeler