• Sonuç bulunamadı

Dünya nüfusunun artması ile sanayi ve teknolojideki ilerlemeler enerji ihtiyacının artmasına neden olmuútur. Bununla birlikte dünyada enerji üretim ve tüketimi arttıkça meydana gelen karbondioksit (CO2) emisyonlarının artması ile çevre kirlili÷i sonucu oluúan küresel ısınma dünyada iklim de÷iúikli÷i problemini beraberinde

getirmiútir. Son yıllarda dünyada; küresel ısınma ile birlikte, deniz seviyelerinin yükselmesi, büyük çaplı sel ve kasırga gibi do÷al felaketlerin yaúanması, do÷rudan do÷ruya iklim de÷iúikli÷i ile iliúkilendirilmektedir.

Küresel ısınmayı; sanayi devriminden beri özellikle fosil yakıtların yakılması, ormansızlaúma, tarımsal etkinlikler ve sanayi süreçleri gibi çeúitli insan etkinlikleri ile atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimlerindeki hızlı artıúa ba÷lı olarak úehirleúmenin de etkisi ile do÷al sera etkisinin kuvvetlenmesi sonucunda, yeryüzünde ve atmosferin alt katmanlarında (alt ve orta troposfer) saptanan sıcaklık artıúı olarak tanımlayabiliriz [46]. Küresel ısınma; buzulların erimesine, deniz seviyesinin yükselmesine, ayrıca fırtınaların ya÷ıúların ve kurak dönemlerin artmasına neden olmaktadır. Uzmanlara göre, 2070 yılının yaz aylarından itibaren Kuzey Buz Denizi’nin yerinde olmayaca÷ı belirtilmektedir. Greenpeace’e göre ise; okyanus sularının yükselmesi sonucu Hindistan’da on binlerce kiúinin yaúadıkları yerden göç etmek zorunda kalaca÷ı ifade edilmektedir. Sadece geçen yıl Avrupa’daki buzul kütlelerinin %10’u kaybedilmiú, tarım alanlarındaki verim %30 oranında azalmıútır. Sanayi Devrimi öncesine göre atmosferdeki karbondioksit oranının %34 arttı÷ı kaydedilen araútırmada, sera etkisi yaratacak atmosferin ısınmasına yol açan gazların kullanımı tümüyle yasaklansa bile, insanın do÷ada yol açtı÷ı tahribatın sonuçlarından, gelecek yüzyıllarda da etkilenmeye devam edece÷ine dikkat çekilmektedir. øklim de÷iúikli÷i sonucu, önümüzdeki dönemlerde dünyanın bazı bölgelerinde aúırı kuraklıklar baú gösterirken di÷er bölgelerde ise aúırı ve düzensiz ya÷ıúların neden oldu÷u sel felaketlerinin meydana gelece÷i tahmin edilmektedir [47].

ønsan kaynaklı sera gazlarının, küresel ısınma ve buna ba÷lı olarak da iklim de÷iúikli÷i üzerindeki etkilerini en aza indirebilmek amacıyla uluslar arası alanda gerçekleútirilen ilk çaba Birleúmiú Milletler øklim De÷iúikli÷i Çerçeve Sözleúmesi’dir. Haziran 1992’de Rio’da düzenlenen Birleúmiú Milletler Çerçeve ve Kalkınma Konferansı’nda imzaya açılan ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlü÷e giren Birleúmiú Milletler øklim De÷iúikli÷i Çerçeve Sözleúmesi (BMøDÇS)’nin amacı; atmosferdeki sera gazı birikimlerini, insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek bir düzeyde tutmaktır [43]. Sözleúmede; ülkelerin ortak fakat

farklı sorumlulukları, ulusal ve bölgesel kalkınma öncelikleri, amaçları ve özel koúulları dikkate alınarak, tüm taraflara sera gazı emisyonlarının azaltılması, iklim de÷iúikli÷inin önlenmesi ve etkilerinin azaltılması alanlarında ortak yükümlülükler verilmiútir [47]. Genel itibariyle BMøDÇS; küresel iklim sisteminin korunması ve sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik ilkeleri, eylem stratejilerini ve yükümlülüklerini düzenleyen bir sözleúme niteli÷i taúımaktadır [43]. Sözleúme iki eke sahip olup Ek I’de pazar ekonomisine geçmiú Do÷u Avrupa ve Eski Sovyet ülkeleri ile OECD üyesi ülkeler bulunmakta, Ek II’de ise sadece OECD üyesi ülkeler yer almaktadır. Türkiye her ne kadar sözleúmenin eklerinde geliúmiú ülkeler arasına alınmıú olsa da özellikle enerji iliúkili CO2 ve öteki sera gazı emisyonlarını 2000 yılına kadar 1990 yılı düzeyine indirme, geliúme yolundaki ülkelere mali ve teknolojik yardım ve baúka konulardaki yükümlülüklerini yerine getiremeyece÷i gerçe÷i ile çerçeve sözleúmesini imzalamadı ve sonradan da taraf olmadı. Türkiye, envanter çalıúması yapmasına karúın protokolü “ekonomik geliúme” gerekçesi ile imzalamamıútır. Türkiye’nin itirazları üzerine 2001 yılında Fas’ta yapılan toplantıda geçiú ülkesi sayılarak Ek II listesinden çıkarılmıútır. Türkiye sözleúmeye taraf olmadı÷ı için indirim taahhüdünde bulunmamıútır. Bundan dolayı, 1992’de kabul edilen ve 188 ülke ile Avrupa Birli÷i’nin (AB) taraf oldu÷u BMøDÇS’ye 24 Mayıs 2004 tarihinde Türkiye’de taraf olmuútur [43, 46, 47].

Birleúmiú Milletler øklim De÷iúikli÷i Çerçeve Sözleúmesi’nin bir alt metni niteli÷inde oluúturulan Kyoto Protokolü; dünyanın içinde bulundu÷u küresel iklim de÷iúikli÷i ve küresel ısınma sorunlarına karúı uluslar arası bir savunma mekanizması oluúturabilmek amacıyla 1997’de Japonya’nın Kyoto úehrinde imzalanmıútır [46]. Kyoto Protokolü; imzalayan ülkelerin sera gazı emisyonlarını 2008-2012 yılları arasında 1990 yılındaki seviyelerinden %5,2 oranında aúa÷ıya çekmelerini öngörmektedir. Dünyada belirli bir gaz emisyonu oranını sa÷layan ülkelerin kabul etmesiyle ancak 2005’de yürürlü÷e girebilmiútir [46]. øklim De÷iúikli÷i Çerçeve Sözleúmesi’nin uygulanmasını düzenleyen Kyoto Protokolü’nün yürürlü÷e girebilmesi için, imzalayan ülkelerin dünya ikliminde sera etkisi meydana getiren emisyon toplamının %55’i aúması gerekiyordu. Bu nedenle en büyük karbondioksit üreticisi ABD’nin imzalayaca÷ını açıklamasından sonra, protokolün yürürlü÷e girebilmesi için Rusya’nın katılımı kaçınılmaz hale gelmiútir. Çünkü bu protokolün

uluslar arası geçerlilik kazanması için önkoúul, global anlamada sera gazı emisyonunun %55’ine tekabül eden ve en az 55 ülkenin bu yükümlülük altına girmesini gerektirmekte idi. Bu nedenle Rusya ile ABD’nin uzun süredir Kyoto Protokolü’nü imzalamaması nedeniyle protokolün iúlerlik kazanması mümkün olmuyordu. Dünyanın iklim de÷iúikliklerinin etkilerini daha da yakından hissetmeye baúladı÷ı bu dönemde Kyoto Protokolü, Rusya Federasyonu’nda parlamento olarak bilinen Duma’da kabul edilmesiyle 16.02.2005 tarihinde yürürlü÷e girmiútir. Böylece Kyoto Protokolü, Rusya’nın onayıyla uluslar arası iúlerlik kazanmıútır. Protokole imza atmıú olmasına ra÷men uymayan ülkelere para cezası öngörülmektedir. ABD, Avustralya, Kazakistan ve Hırvatistan; Kyoto Protokolü’nü imzalamalarına ra÷men, ulusal meclislerinden onaylatmadıkları için kendileri açısından protokol úartlarını yürürlü÷e koymamıúlardır. Çin ve Hindistan ise, protokolün taraf olma sürecini tamamlamıúlardır, ancak bu iki ülkede 2012’ye kadar sera gazı emisyonunu azaltmak zorunda de÷ildir [47].

Türkiye, Birleúmiú Milletler øklim De÷iúikli÷i Çerçeve Sözleúmesi’ne yasal olarak taraf olmak amacıyla, 24 ùubat 2004 tarihinde Birleúmiú Milletlere (BM) resmi olarak baúvuruda bulundu. Sözleúme kurallar gere÷ince Türkiye BMøDÇS’ye, 24 Mayıs 2004’te 189.taraf ülke olarak kabul edildi. 30 Mayıs 2008’de Türkiye, Kyoto Protokolü’nü imzalayaca÷ını resmen açıklamıútır. Türkiye’nin sera gazları artıú oranında Kyoto Protokolü Ek I ülkeleri arasında ön planda yer almasına karúılık, ülkemizin toplam sera gazı salımı çok düúük seviyededir. Türkiye 2004 yılında CO2

emisyonları; dünya toplamının %0,79’unun ve OECD ülkelerinin ise %1,6’sının oluúturmaktadır. Haziran 2008’de Bakanlar Kurulu tarafından Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasının kabul edilmesiyle ve en son ùubat 2009’da yasallaúmasıyla konu güncelli÷ini daha da arttırmıútır [26]. Türkiye’nin BMøDÇS’ye taraf olması durumunda, 2008-2012 yılları arasında toplam sera gazı salımlarını, 1990 yılında gerçekleúen 200,7 milyon ton civarına çekmesi gerekmektedir. Türkiye’nin 1997 yılında sera gazı emisyonu toplamı karbondioksit (CO2) eúde÷eri olarak 271,2 miyon tona çıkmıútır. 2004 yılında bu de÷er 300 milyon ton’a çıkmıútır [47].

19 Aralık 2009 tarihinde Kopenhag’ta yapılan ve 26 ülkenin katılımı ile gerçekleúen øklim Zirvesi’ndeki teknik müzakereler ve çalıúmalarda; sera gazı emisyonlarının azaltım oranları, az geliúmiú ve geliúmekte olan ülkeler için yapılacak “iklim yardımı”, ormanlar sorunu, taahhütlerin takip edilmesi, pazar mekanizmaları, yasal çerçeve konularında anlaúma zemini sa÷lanamadı. Uzun süren toplantılardan sonra karara varılamayınca ABD önderli÷inde Brezilya, Çin, Güney Afrika ve Hindistan bir araya gelerek Kopenhag Mutabakatı’nı açıladılar. Ba÷layıcılı÷ı bulunmayan bu mutabakat daha ziyade bir uzlaúı metnidir. Ancak, Haziran 2010’da Bonn’da yapılacak ara toplantıyı takiben resmi ba÷layıcılı÷ı olan bir anlaúmaya en geç aralık 2010’da Meksika’da gerçekleúecek toplantıda varılması hedeflenmektedir [48]. Dünyada, büyük ölçüde fosil yakıtların neden oldu÷u karbondioksit gazının atmosferde sera etkisi yapması sonucunda, küresel ısınma ve beraberinde iklim de÷iúikli÷i problemleri meydana gelmektedir. Bu amaçla; Birleúmiú Milletler øklim De÷iúikli÷i Çerçeve Sözleúmesi ve bunun bir alt metni olan Kyoto Protokolü dünya devletleri tarafından imzalanmıútır. Kyoto Protokolü’nde belirlenen hedeflerin yerine getirilmesi ve enerji ihtiyacının giderilmesi bakımından yenilenebilir enerji kaynaklarının de÷erlendirilmesi oldukça önem arz etmektedir. Özellikle kullanımı ve teknolojisi her geçen gün hızlı bir úekilde artan rüzgar enerjisinden elektrik üretimi dünyada giderek yaygınlaúmaya baúlamıútır. Avrupa Rüzgar Enerjisi Birli÷i’nin (EWEA) hazırladı÷ı rüzgar enerjisi raporunda; rüzgar gücünden elektrik enerjisi üretiminin belirtilen hedeflerde tutturulması durumunda, CO2 salınımı azaltımının 2020 yılında yaklaúık 1832 milyon ton/yıl olması öngörülmektedir [43].

BÖLÜM 3. RÜZGAR ENERJøSø