• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.5. Dişlerde ve Çenelerde Görülen Patolojiler

1.5.1. Hypoplasia

Süt Dişleri

Sağ Sol

m2 m1 c İ2 İ1 1i 2i c 1m 2m m2 m1 c i2 i1 1i 2i c 1m 2m

1.5. Dişlerde ve Çenelerde Görülen Patolojiler

Süt dişlerinde görülen iltihabın etkisiyle oluşan doku anomalileri: Süt dişlerinin gangreni sonucu periapikal bölgelerde oluşan iltihaplar süt dişi kökleri arasında gelişimini sürdüren daimi diş germine zarar vererek bu dişlerde hypoplasiaya neden olabilir. Bu durumun gerçekleşebilmesi için daimi diş embriyonunun iltihap bölgesine çok yakın olması ve henüz embriyonun gelişim aşamasında olması gerekir. Bu tür hypoplaziler ilk defa Turner tarafından tanımlandığı için bu dişler Turner dişleri olarak isimlendirilir. Daimi dişte oluşan defektin derecesi, enfeksiyonun şiddetine, daimi diş germinin gelişim derecesine ve enfeksiyonun embriyoya yakınlık durumuna bağlı olarak değişir. Turner dişlerine en çok premolarlar bölgesinde rastlanır, mine tabakasında sarımsı-kahverengi renk değişikliği bazı ileri vakalarda ise mine aplazisine rastlanır. Turner dişlerinde çürük oluşumu, normal gelişimini tamamlamış dişler göre daha fazladır (Küçüküçerler,1978).

Spesifik mikropların neden olduğu doku anomalileri: Sfiliz (Frengi) mikrobu olan sporochectta pallidanın neden olduğu bir gelişim bozukluğudur. Sfiliz iç salgı bezlerinin disfonksiyonuna neden olur ve Parathyreoid bezi normal işleyemez. Bu bezin normal çalışamaması sonucu kalsiyum metabolizması bozulur ve Huchinson dişleri meydana gelir. Kongenital frengi geçirmiş çocukların kesici dişleri fıçı, molarlar ise gonca şeklinde oluşur. Fıçı şekline en çok üst orta kesicilerde rastlanır, üst yan kesiciler ve alt kesicilerde tipik fıçı şekli oluşmasa da kesici kenarlarında girintiler görülür.

Kongenital sfilizin özelliği nedeniyle dişlerde görülen bu değişikliğe süt dişlenmede rastlanmaz, çünkü kongenital sfilizde çocuğun sporochectta pallida ile enfekte olması hamileliğin ikinci yarısında gerçekleşir ve şekil değişikliği olan dişlerin gelişimi de bu döneme denk gelir.(Afşin,2004; Ata, 1971; Hillson, 2000 ;Küçüküçerler, 1978).

Travmanın neden olduğu doku anomalileri: Süt dişleri gelişimlerinin büyük bir kısmını intraüterin dönemde olduğu için çok az travmaya maruz kalırlar. Buna karşın sürmüş süt dişlerine etki eden ve bunların çene çerisinde gömülü kalmalarına neden olan travmalar, süt dişleri altında oluşmakta olan daimi diş embriyonlarına zarar verebilir.

Travmanın şiddetine ve doğrultusuna, daimi dişin gelişme evresine ve travmayla beraber bir enfeksiyonunun olup olmamasına bağlı olarak daimi dişte anomali oluşur. Travma daimi diş embriyonunun gelişim dönemi başlarında olursa mine pulpası zarar görür ve iyileşme döneminde minenin yerine osteoblastların oluşması sonucu daimi diş gömülü kalır. Travma minenin gelişim döneminin ileri aşamalarında olursa mine hypoplasialı olarak oluşur. Daimi diş embriyonunun gelişiminin daha ileri dönemlerindeki travma ise kök oluşumunu engelleyebilir veya kökler kıvrık oluşur. Şiddetli travmaya maruz kalmış dişlere kaybolmuş gözüyle bakılır. Çünkü bu dişler estetik bozukluğun yanı sıra nevraljilere ve sekonder enfeksiyonlara neden olacaklarından çekilirler (Ata, 1971).

Genel metabolizma bozukluğundan oluşan anomaliler: Vücutta genel bir metabolizma bozukluğu varsa, bu bozukluk direkt veya endirekt olarak dişlerin oluşum ve mineralizasyonuna etki eder. Genel metabolizma bozuklukları sonucu oluşan hypoplazsialar bu nedenle siodontometriktir. Oluşan hypoplaziler makroskobik defektler şeklinde oluşabildiği gibi minede renk değişikliği şeklinde de görülebilir. Kronun bir kısmında minenin hiç oluşmaması da mümkündür. Süt dişlerinde hypoplasia olması için çocuğun doğumdan sonraki ilk 3 ayda hastalanmış olması gerekir. Hâlbuki daimi dişlerde hypoplazi görülebilmesi için çocuğun ilk yaşlarında hastalanması gerekir.

Metabolizma bozukluğu hemen doğumun arkasından görülürse genellikle orta kesicilerin kesici kenarlarıyla 1. molarlarların tüberküllerinde, eğer hastalık uzun süre

devam ederse 3. molarlar hariç tüm dişlerde hypoplasia görülür. Hypoplasianın klinik açıdan önemi öncelikle estetik açıdan olmasına karşın, bu dişlerde çürük oranının yüksek olması da önemlidir (Ata,1971; Goodman ve ark.,1980; Hillson, 2000;

Langsojen, 1998; Özbek,1985; 1988; 1997).

Fluor hypoplazisi: Fluor diş hekimliğinde çürük profilaksisinde önemli bir rol oynadığı halde fazla miktarda kullanıldığında dişlerde doku anomalilere neden olur ve bu durum flour hypoplazisi olarak isimlendirilir. Flour nedeniyle oluşan lekeli mine Black ve Mc Kay tarafından tanımlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü, içme sularında bulunması gereken flour miktarını 0.7-1.2 ppm olarak önermektedir, flourun verilen bu oranlardan fazla olması minede lekelenmelere neden olur. Lekeli mine, hem süt hem de daimi dişlerde olmakla beraber daha çok daimi dişlerde görülür. Dişin mine tabakasının kahverengi lekeler içermesine ve estetik açıdan kötü görünmesine karşın dişler çürüğe karşı dirençlidir (Ata, 1971).

Amelogenesis imperfekta: Amelogenesis imperfekta; irsi mine hypoplasiası, irsi kahverengi mine, irsi opak kahverengi mine isimleriyle tanımlanan bir mine bozukluğudur. Süt ve daimi, dişlerde görülür ve mine ya hiç oluşmaz ya da çok incedir ve kahverengidir, ayrıca kolayca dentin tabakasından ayrılabilecek haldedir. Histolojik incelemelerde eğer vaka çok komplike değilse dentin normaldir ve minenin olmaması nedeniyle pulpada dentin çoğalmıştır (Ata,1971; Alt ve Türp,1998; Küçüküçerler,1978).

Dentinogenesis imperfekta: Dentinogenesis imperfekta; irsi opak dentin ve odontogenesis imperfekta isimleriyle anılır. Bu anomalide dentin, mineye göre daha çok zarar görmüştür ve genellikle amelogenisis imperfekta ile beraber görülür.

Dentinogenesis imperfektada dişler griden kahverengimsi mora veya sarımsı

kahverengiye kadar değişen tonlardadır. Dentin transparan veya opaktır. Anormal mine-dentin ilişkisi nedeniyle çiğneme fonksiyonu ile mine kesici kenar veya oklüzal yüzeyde kırılarak ayrılır. Minenin kalkması nedeniyle dentin iyice aşınır ve dişlerin kron yüksekliği azalır.

Hem süt hem de daimi dişlerde görülen bu anomalide kökler kısa ve küt olduğu halde sement, peridontal aralık ve lamina dura normal görünümdedir. Radyolojik incelemede pulpa odasının ve kanalların silindiği görülür (Ata, 1971; Alt ve Türp, 1998;

Küçüküçerler,1978).

Osteogenesis imperfekta: Osteogenesis imperfekta¸ literatürde brittle bones, fragilites osseum, osteopsathyrosis, Lobstein’s disease isimleriyle tanımlanır.

Mezodermal dokunun zarar görmesi sonucu kemikte görülen ve genellikle Dentinogenesis imperfekta ile ilişkisi olan bir hastalıktır. Hastalık genellikle doğumla beraber görülmekle birlikte bazen daha geç çocukluk çağında da ortaya çıkabilir. Bu hastalıkta tüm kemikler gibi dişlerde kırılgan bir yapıya sahiptir. Dişin mine tabakası normal olmakla beraber dentinde yapısal bozukluk vardır, dişin kronu küçük ve kökler hem ince hem de trasparandır (Ata, 1971; Küçüküçerler,1978).

Albers- Schönberg hastalığı: Ostopetrosis ve osteosklerosis fragilis generalisata isimleriyle tanımlanan bu hastalık diş dokularında önemli değişikliklere neden olan genellikle kongenital bir hastalıktır. Bu hastalıkta kemiğin sert dokusu çoğalıp spongioza kaybolduğundan kemiklerin kırılganlığı artar, elastikiyetliği azalır. Çene, diş ve diş dokularının gelişmesi geriler, ayrıca doku anomalileri gözlenir (Ata, 1971).

Dişlerde hypoplasia oluşumu; toplumların sosyo-ekonomik yapıları ve yaşam biçimleriyle yakında ilişkilidir (Wood,1996). Hyoplasialar tarım ve hayvancılıkla

uğraşan toplumlarda daha sık görüldüğü halde avcı ve toplayıcı toplumlarda daha az görülmektedir (Brothwell,1981; Lukacs,1989).

I.5.2. Diş Aşınması

Dişler arasındaki sürtünmenin doğal bir sonucu olarak görülen diş aşınması, besinlerin çiğnenmesi sırasında kendini gösteren fiziksel ve fizyolojik unsurların mine tabakasında oluşturduğu tahribattır (Özbek, 2000). Diş aşınmaları patolojik veya fizyolojiktir (Mayhall, 2002). Dişlerde aşınma farklı şekillerde görülmektedir. Bunlar;

abrazyon, atrisyon ve erozyon olarak isimlendirilir.

Abrazyon (mekanik aşınma); dişlerin fizyolojik olmayan mekanik, sürtünmesel aşınması veya bruxism sonucu diş dokularındaki fonksiyon dışı oluşan aşınma olarak tanımlanır. Bu tip aşınma özellikle tarım toplumlarında görülür ve aşınmaya neden olan genellikle tahıllar içindeki sert partiküllü nesnelerdir (Hillson, 2000;Yavuzyılmaz ve ark., 2003).

Atrisyon (fizyolojik aşınma); dişlerin sürtünmesel olarak aşınması olup, dişlerin temas yüzeyleriyle sınırlı, çiğneme fonksiyonları sonucu oluşan fizyolojik, mekanik, fonksiyonel aşınmadır. Bu tip aşınma dişlerin karşılıklı olarak temas ettiği çiğneyici yüzeylerinde görülür (Yavuzyılmaz ve ark., 2003, Hillson, 2000).

Erozyon ise; genellikle dişlerin oklüzal yüzeyleri dışında bakteri etkisi olmadan kimyasal bir işlem sonucunda diş yapısının ilerleyen tarzda kaybıyla sonuçlanan kama şekilli, parlak yüzeyli madde kaybı şeklinde tanımlanır (Yavuzyılmaz ve ark, 2003). Bu tip aşınma; dişin mine ve sement tabakalarının birleştiği bölgesinde geniş, parlak çukurlar şeklinde gözlenir.

Arkeolojik kazılardan elde edilen dişlerde diş aşınmalarını görmek mümkündür.

Bu aşınmalar dişlerin oklüzal (çiğneyici) ve kontak yüzeylerinde görülürler. Diş aşınmasında; besinlerin niteliği, sertlikleri, dişlerin genetik yapısı, çiğneme sistemi, oklüzyonun özellikleri, bruxism, yaş, cinsiyet ve kültürel alışkanlıklar rol oynar (Gözlük, 2004). Diş aşınmasıyla beslenme şekli arasında yakın bir ilişki olduğundan aşınmanın derecesi ve biçimi beslenme alışkanlıklarının belirlenmesinde referans olarak kullanılır (Goodman ve Rose, 1991; Özbek, 2000). Aşınma sırasında önce çiğneme yüzeyindeki tüberküller daha sonra fissur ve sulcuslar silinerek mine tabakası kaybolur ve dentin tabakası ortaya çıkar. Aşınmanın devamı halinde dentin tabakası da tamamen ortadan kalkarak kök kalır (Özbek, 2000). Bu aşamada sıklıkla pulpa enfeksiyonlarına rastlanır. Dişlerdeki mevcut aşınmalarının derecelerine göre hazırlanan skalalar yardımıyla dişleri incelenen bireyin hem beslenme alışkanlığı hem de yaşı hakkında bilgilenmemiz mümkün olabilir (Bass,1987; Buiska ve Ubelaker,1994; Brothwell,1981;

Ortner ve Putschar, 1985; Smith, 1972).

Avcı ve tarım toplumlarında diş aşınmaları arasında belirgin farklılıklar vardır.

Avcı toplumlarda özellikle kesici dişlerinde, bu dişlerini besinleri kesme, koparma amacıyla kullanmaları sonucunda aşınmalar görülmesine karşın tarım toplumlarında aşınmalar daha çok arka (yanak) dişlerde görülür (Hillson, 2000). Günümüz toplumlarında ise yumuşak besinlerle beslenmelerinin sonucu olarak diş aşınmlarının prehistorik toplumlara göre daha az belirgin olduğu bilinmektedir (Brothwell, 1981;

Langsojen, 1988; Özbek, 1985; Smith, 1972 ).

I.5.3. Diş Çürüğü

Çürük, tahrip edici maddelerin içeriden etkisi olmaksızın sağlam olarak sürmüş dişlerin dış yüzünde başlayan, sert dokuların özellikle minenin harabiyeti olarak tanımlanır. Diş çürüğünde iltihapla ilgisi olmayan iki temel olay görülür ki bunlar;

mineralin erimesi (dekalsifikasyonu) ve organik maddelerin enzimler vasıtasıyla tahribi şeklindedir (Ata, P 1971). Bir başka tanımla diş çürükleri dişlerin yüzeylerinde oluşan bakteri plakları üzerinde yer alan asit üretici bakteriler etkisiyle dişin mine, dentin ve sement tabakasında oluşan boşluklardır. Çürük kavitesi olarak tanımlanan bu oluşumlar dişin kron veya kök yüzeylerinde görülür (Hillson,1998).

Çürüğün etyolojisi konusunda çeşitli teoriler vardır (Caselitz,1998). Bu teoriler şu şekilde sıralanabilir.

1. Şimiko-paraziter teori: Miller tarafından ortaya atılan ve bu güne kadar geçerliliğini koruyan bu teoriye göre; çürüğün oluşabilmesi için minenin organik kısımlarına etki edecek asitler ve minenin inorganik kısımlarına etki edecek bakterilere ihtiyaç vardır. Bu iki faktörün bir arada olması halinde minenin demineralizasyonu sonucu çürük oluşur (Ata, 1971).

2. Enzim teorisi: Bu teoriye göre mikroskop altında bile görülemeyen ilk yıkım, minenin mineral tabakasında değil, organik ara maddesinde oluşmaktadır. Önce glikoproteinden oluşan minenin organik maddesi demineralize olur, sonra bu odaktan mineralize maddeler parçalanır ve çürük sekonder olarak oluşur (Ata, 1971).

3. Rezistans teorisi: Bu teoriye göre, minenin dış yüzünde devamlı bir korozyon sonucu defektler oluşmasına karşın bu defektler tükürükten çökelen hidroksiapatitle tamir edilir. Eğer hidroksiapatit oluşum hızı korozyon hızından az ise dişin mine tabakasında defetkler oluşur. Tükürük yoğunlaştıkça çürük oluşumu artar, çünkü hidroksiapatitin çökebilmesi için gerekli hidrolizasyon şartları sağlanamaz (Ata, P 1971).

Çürüğün Bakteriolojisi: Diş çürüğü insanoğlunun en eski hastalıklarından biridir (Turner II,1979). Çürüğün tarihçesi günümüzden 10.000 yıl öncesine Neolitik döneme kadar gitmektedir. Diş çürüğü görülme sıklığı karbonhidratça zengin besinlerin yaygınlaşmasına bağlı olarak insanlık tarihi boyunca artmıştır (Caselitz,1998).

Çürük,Romalılar devrinde %8, 17-18. yüzyılda %11’e, 19.yüzyılda ise %50-85 şeklşinde artış göstermiştir. Orta Çağa kadar az görülen bir hastalık olan çürük, insanların çiğ veya az pişmiş yiyeceklerden öğütülmüş, kızartılmış ve pişirilmiş yiyeceklerle beslenmeye başlamasına bağlı olarak artış göstermiştir (Ata, 1971).

Yapılan araştırmalar 4 cins bakterinin çürük oluşumunda rol oynadığını göstermektedir. Bu bakteriler; streptococuslar, lactobasilluslar, actinomyceslar ve maya mantarlarıdır. Asit oluşturma özelliği olan bu mikro organizmalar çürük oluştururlar.

Mikropsuz ve fermentsiz çürük oluşamaz çünkü; anorganik maddelerin besin maddelerinde bulunan asitlerle, organik maddeler ise dişin sert dokularında, tükürük ve dişetinde bulunan fermentlerle tahrip edilir (Ata, 1971).

Bakteri plakları çürüğün oluştuğu yerlerdir. Bunlar dişlerin temizlenmeyen yerlerinde; ipliksi bakteriler, mayalar, epitelyum hücreleri, mucin ve yapışkan karbonhidratlardan oluşurlar. Mucin tabakası dişlerin temizlenmeyen dış özellikle labial

(ön- dudak) yüzlerinde oluşan ince ve kolaylıkla temizlenebilen bir tabakadır.

Temizlenmediği durumlarda bu organik tabaka üzerine mikroplar ve cocuslardan oluşan bir tabaka çökelir ve bu tabaka da kolayca temizlenebilir. Bu tabakanın da temizlenmemesi halinde kısa bir sürede üzerine yemek artıkları, epitelyum hücreleri ve bakterilerin çökelmesiyle bakteri plakları oluşur (Ata, 1971).

Bakterial enzimler, oral flora, biyolojik çeşitlilik, prenatal ve postnatal etkenler, içme suları, beslenme şekli, hormonal ve metabolik hastalıklar, vitaminler, tükürük pH’sı ve maloklüzyonlü dişler çürüğün oluşumunda rol oynarlar (Gözlük,2004).

Diş çürükleri beslenme ile yakından ilişkilidir. Besinlerin çürük oluşumuna etkisi endojen ve eksojen etki olarak iki başlık altında incelemek mümkündür. Endojen etki;

dişlerin oluşumu ve gelişmesi dönemindeki faktörlerdir. Endojen etki süt dişleri için intrauterin yaşamın üçüncü ayında başlayıp doğumdan sonra 2 yaşına kadar devam eder;

daimi dişler için ise intrauterin yaşamın beşinci ayında başlayıp 20 yaş dişleri hariç olmak üzere 12 yaşın sonuna kadar sürer. Bu nedenle çocuğun beslenmesi bu dönemlerde çok önemlidir. (Ata,1971).

Diş çürükleri morfoloik olarak dişin mine, dentin ve sement tabakalarında oluşabilir. Diş çürükleri klinik açıdan bakıldığında; fissur çürüğü, aproksimal (yan yüz) çürük, kole çürüğü, sement çürüğü, süt dişlerinin halka şeklinde çürüğü, kök çürüğü, kuru (iyileşmiş) çürük ve kama şeklindeki çürükler olarak sınıflandırılır.

Diş çürükleri her yaşta görülmekle birlikte yapılan çalışmalar yaş ile çürük arasında doğru orantının olduğunu göstermektedir. Çürükler 15-34 yaşlarda genellikle dişin mine tabakasında görülürken yaş ileledikçe dentin pulpa ve sement tabalarında da görülür. Çürükten en fazla etkilenen dişler sırasıyla, molarlar, premolarlar, kesici ve

köpek dişleri şeklindedir. Molar dişlerde de çürük sıklıkla 1. molarlarda görülür. Üst çene dişlerin de alt çene dişlerine göre daha fazla oranda çürük görülmektedir ki, bu durumun nedeni tükürüğün temizleme fonksiyonunun üst çenede daha az etkin olmasıdır. Çürükleri lokalizasyon açısından değerlendirecek olursak birinci sırayı diş kronlarının çiğneyici yüzeylerindeki fissurlarda oluşan çürükler alır ve bunu diş kronlarının kontak yüzeyleri olan yan yüzeyleri izler (Hillson, 1998; 2000).

I.5.4. Periodontal Hastalıklar

Dişler çene kemiği içinde diş soketi adı verilen çukurcuklar içinde yer alır.

Periodontal doku çene kemiği içinde yer alan dişi çevreleyen ve destekleyen bir yapı olup, sert ve yumuşak dokulardan oluşur. Bu dokular diş kökü yüzeyindeki sement, alveol kemiği, periodontal ligament, gingiva (dişeti)’dır. Periodonsiumun bu dört elemanı yardımıyla dişler soketleri içinde tutunabilirler (Alt,1998, Hillson, 1996).

Periodontal hastalıkların çeşitli nedenleri olmakla birlikte en önemlisi ağız bakımının yeterince yapılmaması sonucu dişler üzerinde oluşan bakteri plaklarında bulunan mikroorganizmalardır. Mikroorganizmaların dişeti dokusunda iltihabi olayı başlatmaları ve ilerleyen iltihabın da gerek dişeti gerekse alveol dokularında yıkıma neden olması şeklinde periodontal hastalık olarak tanımlanır (Brothwell, 1981; Clarke, 1990; Isler ve ark, 1985; Martin, 1991). Sistemik hastalıklar, diabet, vitamin eksikliği, psikosomatik hastalıklar, kalıtımsal özellikler, pulpa patolojileri, maloklüzyonlar, aşınmış dişler, beslenme şekli, yaş, cinsiyet gibi faktörler yanı sıra hatalı çiğneme, alkol ve sigara kullanımı gibi alışkanlıklar da periodontal hastalıkların nedenleri olarak sayılabilir (Hildebolt ve Molnar, 1991; Sandallı, 1981).

Periodontal hastalıkları; çocukluk, gençlik ve erişkinlik dönemlerinde görülür.

Çocukluk döneminde görülen periodontal hastalıklar, süt dişlerinin tamamlanmasından hemen sonra 5 yaş altında ve belirgin kemik kaybıyla birlikte görülür. Gençlik dönemi periodontal hastalıkları da kemik kayıplarıyla karakterize olup sıklıkla 1. molar ve kesici diş bölgesinde rastlanır. Bu tip periodontitisler, dişetinde Actinobacillus actinomycetemcomitansların varlığıyla doğru orantılıdır. Erişkinlerde görülen peridontal hastalıklar da kemik kaybıyla karakterize olup, görülme sıklığı oldukça fazladır (Hildebolt ve Molnar, 1991; Strom ve Alt, 1998 ).

Evrensel bir sağlık sorunu olan periodontal hastalıklar Dünya Sağlık Örgütü’nün tespitlerine göre erişkinlerin %75’ini etkilemektedir (Langsojen,1998). Antropolojik materyallerde de sıklıkla karşılaşılan periodontal hastalıklar; paleolitik dönemde başlayıp neolitik dönemde artışını hızlandırmış ve günümüzde beslenme şeklinde görülen değişikliklere bağlı olarak en üst düzeye ulaşmış bulunmaktadır (Hildebolt ve Molnar, 1991; Strom ve Alt, 1998; Hillson, 2000 ).

Periodontal hastalıkların ölçülmesinde özellikle antropolojik materyallerde bazı zorluklarda karşılaşılmaktadır. Bu durumun nedeni toprak altındaki iskeletlerde çeşitli nedenlerle alveol kemiğinde oluşan kayıplardır ( Strom ve Alt, 1998 ).

Diş taşı, kısaca kalsiyum fosfat tuzlarının diş yüzeyinde birikmesi olarak tanımlanabilir. Ağız içindeki pH’nın düşük olduğu durumlarda dişler üzerindeki bakteri plaklarının mineralize olması sonucu oluşan diş taşları calculus veya tartar olarak da isimlendirilir. Diş taşlarını insan ve hayvanlarda görmek mümkündür. Diş taşı, mutlaka dişlerde daha önce oluşmuş plaklarını varlığının kanıtıdır (Hillson, 2005). Diş taşı oluşumunun ilk aşamasında dişler üzerinde bakteri plakları oluşur, bu plak sayesinde

dişlere yapışan kalsiyum tuzları diş taşlarını oluşturur. Diş taşları sıklıkla, tükürük bezlerinin ağızlarına yakın olan alt kesici ve üst 1. molar dişlerde gözlenir. Bol miktarda mikro organizma içeren diş taşları zamanla oluşturdukları enfeksiyon nedeniyle periodontal hastalıkların oluşumuna neden olur (Özbek, 2000).

Diş taşları hem prehistorik hem de modern toplumlarda sıklıkla rastlanan oluşumlardır. Diş taşları; diş ile dişeti arasında, dişetinin altında, diş ve protezlerin üzerinde görülebilen kireçleşmiş veya kireçleşmekte olan yapılardır. Diş taşları genellikle diş plağının mineralize olmuş şekli olarak kabul edilir. Bulundukları yere göre; dişeti üzeri (supragingival) veya dişeti altı (supgingival) taşlar olarak isimlendirilirler. Supragingival diş taşları, dişeti kenarında diş üzerinde yerleşen taşlardır. Dişlerin bütün yüzeylerinde görülebilen bu taşlar, beyazımsı sarı renkte olmalarına karşın, yenen gıdalara veya sigara içme alışkanlığına bağlı olarak çeşitli renklerde olabilir. İlk oluştukları zaman yumuşaktırlar ve genellikle tükrük kanallarının ağza açıldığı bölgedeki dişlerde yani üst molar dişlerin yanak alt keserlerin ise dile bakan yüzeylerinde bulunurlar. Diş taşların sertliği ise; gelişme hızına, eskiliğine ve içerdiği organik maddelerin cins ve miktarına bağlı olarak değişir. Bu tip taşlar %82 oranında inorganik tuzlar, %10,74 organik tuzlardan oluşur Supgingival diş taşları ise dişeti kenarı altında kalan diş yüzeylerinde veya dişeti cebi içinde oluşurlar. Renkleri genellikle koyu gri veya siyahsa da bazen diş taşı nedeniyle zarara uğrayan dişeti kapillerinden sızan kanın etkisiyle yeşilimsi siyah renkte de olabilirler (Hillson, 2005;

Sandallı, 1981).

Diş taşı oluşumunun nedenleri; beslenme alışkanlığı, ağız bakımı alışkanlığı, sistemik hastalıklar, ağızda mevcut bakteriler, oklüzyon bozuklukları ve yaş olarak

Benzer Belgeler