• Sonuç bulunamadı

2.7. Komplikasyonlar

2.7.6. Hipertansiyon

Vücut Kitle indeksi ve vücut yağ oranı arttıkça abdominal obezite ve metabolik sendrom riski artmakta ve aynı oranda kan basınçları yükselmektedir. Obezlerde kardiyak output ve sistemik vasküler direnç artmıştır. Bu artışta rol oynayan etmenler şunlardır (4);

• Renin-anjiotensin-aldosteron aktivitesindeki artış • İnsülin direnci ve hiperünsülinemi

• Leptin-melanokortin yolağının bozulması • Obeziteye eşlik eden uyku-apne sendromu

Arıstımuno ve arkadaşlarının, okul öncesi ve okul çağındaki toplam 5000 çocuk üzerinde yaptığı bir çalışmada, obezlerin obez olmayanlara göre kan basıncı değerlerinin daha yüksek olduğunu saptamıştır (50).

Obez hastalarda görülen ve hipertansiyonun son organ tutulumları ile ilgili olarak hipertansif retinopati, hipertansif kardiyomyopati ve böbrek hastalıkları ayrıntılı olarak irdelenecektir.

2.7.6.1. Hipertansif Retinopati

Retina, vasküler problemlerin noninvaziv olarak görülebilen tek kısmı olduğundan, yeni teşhis edilen hipertansiyonu olan her hastadaki fizik muayenenin bir parçası olmalıdır. Kısa etkili bir midriyal (örn. Tropikamid %1) ile pupil deklarasyonu neredeyse her zaman yararlıdır, çünkü hafif değişikliklerin ölçülmesi zordur ve pediatrik hastaların immobilizasyonunu sağlamak daha da zordur (51).

Sistemik kan basıncının yükselmesiyle sırasıyla; retina arterlerinde bölgesel ya da yaygın daralmalar, damar duvarlarında kalınlaşma, damar dışına sızıntılar ve kanamalar olur. Doğrudan hipertansiyon ile ilişkili en yaygın oküler hastalık olan, "hipertansif retinopati" adı altında toplanan retinal mikrovasküler değişiklikler giderek artmaktadır (52).

Retinada görülen hipertansif değişiklikler yapılan göz dibi muayenesi ile dört evrede değerlendirilir (51);

Evre 1: Retinanın arterlerinde yaygın olarak orta dereceli bir daralma izlenir. Evre 2: Damar daralmaları belirginleşmiştir. İlave olarak retinada arter-ven çaprazlaşma bölgelerinde arterler altındaki venin yönünü değiştirmiştir.

Evre 3: Retina arterleri bakir tel görünümünü alır ve arter-ven çaprazlasma bölgelerinde altta kalan veni ezer ve buna bağlı gerisindeki damarı genişletir. Retina yüzeyinde yaygın kanamalara ve eski damar dışı sızıntılarına ait sert eksüda denilen kalıntılara rastlanır.

Evre 4: Bu evrede ilave olarak optik diskte belirgin ödem vardır. Retina arterleri gümüş tel görünümünü almış olup bu damarlarda anevrizma denen yer yer balonlaşmalar izlenebilir. Retina altındaki koroid bölgesinde dolaşımın bozulmasına bağlı enfarktüs alanları oluşur.

Morfolojik olarak sınıflandıran ve yaygın kullanılan bu evreleme sistemi yerine, patofizyolojik sınıflama yapılması ve hafif, orta ve şiddetli olarak değerlendirilmesi klinik açıdan daha uygun olur (51).

• Hafif; vazospazm, arteriyolar duvar kalınlaşması veya opaklaşması ve arteriyovenöz nickleme ile ilişkili olarak "kıstırma" olarak adlandırılan hafif retinal arteriyolar daralma

• Orta; hemoraji, alev veya nokta şeklinde, pamuk-yün lekeleri, sert eksüdalar ve mikroanevrizmalar

• Şiddetli; yukarıdakilerin bazıları veya tümü ile birlikte optik disk ödemi olmasıdır.

Aşağıdaki Şekil 4’te hipertansif retinopatinin evreleri gösterilmektedir.

Tanı için sistemik kan basıncı ölçümü şarttır. Hipertansiyonun göze verdiği hasarı ortaya çıkarmak için göz dibi muayenesi yapılmalıdır.

Hipertansiyonun medikal tedavisi retinopatinin de hemen hemen tek tedavisidir. Eğer bir hastada papilla ödemi denen optik disk bölgesinin ödemli hal alması saptanırsa bu durum malign hipertansiyon denen acil klinik tablonun ortaya çıktığını gösterir. Bu durumda hastanın kan basıncını düşürmek, görmeyi korumak ve beyin, böbrek gibi organlardaki ciddi hasarları önlemek öncelikli olmalıdır (53).

2.7.6.2. Hipertansif Kardiyopati

Sol ventrikül hipertrofisi (LVH); hipertansiyon, diyabet ve obezite hastalarında sık görülen bir bulgudur ve EKG veya ekokardiyografi ile teşhis edilebilir (54). Uzun süredir devam eden sistemik hipertansiyon, özellikle tedavi edilmediğinde veya eksik tedavi edildiğinde LVH'nin en yaygın nedenidir. Ek olarak, yüksek kan basıncı öyküsü (10 veya daha fazla yıl) olan kişilerde, özellikle hipertansiyona bağlı diğer son organ hasarı kanıtlarına sahip kişilerde (örneğin, retinopati, nefropati) kardiyopatiden genellikle şüphelenilir (55).

EKG hipertorfinin bulguları gösterebilmekle birlikte, tanıda altın standart Ekokardiyografi (EKO)’dir. EKO ’da sol ventrikül hipertrofisi ve ileri evre komplikasyonları görülmektedir.

Tedavi sistemik hipertansiyonun tedavisini sağlamak üzerine kuruludur. Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörleri, anjiyotensin reseptör blokerleri (ARB'ler), doğrudan renin inhibitörü (aliskiren), bazı kalsiyum kanal blokerleri (özellikle diltiazem, verapamil ve amlodipin), bazı diüretikler (özellikle tiyazidler) kullanılabilmektedir (56).

2.7.6.3. Hipertansif Nefropati

Ilımlı hipertansiyonun neden olduğu en önemli patolojik değişiklik afferent arteriyol duvarında hyalinizasyon ve sklerozdur. Böbrek tutuluşu genellikle asemptomatik başlar ve ilk olarak konsantrasyon yeteneğinin azalmasını yansıtan bulgular verir. İntrarenal vazodilatör cevabın azalması sonucu ortaya çıkan mikroalbuminüri, tubulointerstisyel hasarın başlamasından ve progresyonundan sorumludur. Mikroalbüminüri yalnızca progressif renal tutuluşun değil,

kardiyovasküler morbiditenin de genel bir göstergesidir. Nefrotik sınırlarda olabilen proteinüri de görülebilir (57). Kan basıncı ne kadar yüksekse ve ne kadar uzun süre regüle edilemezse böbrek yetmezliği gelişme riski o denli artar. Ayrıca obez hastalarda hipertansiyona eşlik eden diyabetin de olması, böbrek yetmezliği riskini belirgin artırmaktadır.

2.7.7. Kardiyovasküler Hastalık

Obezitenin kardiyovasküler sistemle ilgili komplikasyonları; koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, ateroskleroz, serebrovasküler hastalık, derin ven trombozu ve atriyal fibrilasyondur. Genellikle bu komplikasyonlar erişkin dönemde görülmekle birlikte çocukluk çağında da nadiren rastlanmaktadır. Özellikle obeziteye eşlik eden diyabet, dislipidemi gibi komorbiditelerin varlığında risk daha da artmaktadır. Yapılan çalışmalarda çocukluk çağında başlayan obeziteye bağlı olarak serum trigliserid, kolesterol, LDL ve VLDL seviyelerinde artma, HDL seviyelerinde azalma, sistolik veya diyastolik kan basıncında yükselmenin erişkin dönemde görülen kardiyovasküler hastalıkların nedeni olduğu ileri sürülmüştür (50).

Obezite ile KVH arasındaki ilişki şu patogenezlere dayanmaktadır (58); • Öncelikle dislipidemi hem ateroskleroz hem de obeziteye eşlik etmektedirler. Bu hastalarda LDL kolesterol ve serbest yağ asitleri inflamasyonu tetikler. İnflamasyon obezite, insülin direnci ve tip 2 DM ile ilişkili bir durum olup aterosklerozun tüm basamaklarını başlatır ve hızlandırır. Obezite ile ateroskleroz arasındaki temel ilişki inflamasyondur.

• VKİ yüksek olanlarda daha kompleks koroner arter lezyonları (yağlı çizgilenmelerde artış, yüksek seviyeli kompleks lezyonlar) görülmektedir.

• Koroner arter hastalığı olanlarda visseral yağ doku artışı kardiyovasküler sonuçların daha kötü olmasına sebep olmuştur.

2.7.8. Yağlı Karaciğer

Nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı (NAYKH) tüm dünyada kronik karaciğer hastalığının en yaygın formudur. Tedavi edilmemiş NAYKH, basit yağlanma ile başlar, siroz, hepatosellüler karsinom ve karaciğer yetmezliğine kadar ilerleyebilir ve bu yüzden de hastalığın ilerlemesinin durdurulması önem taşımaktadır. Pediatrik dönemde daha çok

sadece hepatosteatoz aşamasında saptansa da erişkin dönemde devam etmesi halinde morbid ve mortal komplikasyonlara neden olması nedeniyle önemini korumaktadır. Toplam 381,655 hasta içeren 21 çalışmanın (13 prospektif, 8 retrospektif) dahil edildiği bir metaanalizde obezite ile NAYKH arasındaki ilişki incelenmiştir. Bu metaanalizde obez kişilerde NAYKH gelişime riskinin 3,5 kat fazla olduğu saptanmıştır. Bu metaanalizin sonuçlarında obezite düzeyi arttıkça NAYKH riskinin arttığı ve obezitenin NAYKH gelişimi için bağımsız bir risk faktörü olduğu saptanmıştır (4).

Obez kişilerde artmış metabolik değişiklikler (dislipidemi, insülin direnci, vb.) söz konusu olup bu farklılıklar zaman içinde NAYKH gelişmesine sebep olurlar. Patogenezinde, çift darbe teorisi halen en geçerli olandır. Birinci darbe; yağlanmanın gelişme sürecinde, ikinci darbe ise steohepatitin gelişme sürecinde etkilidir (4). Hepatosteatoz şu aşamalardan geçerek gelişmektedir;

• Aşırı karbonhidrat alımına bağlı karaciğer yağ asidi sentezinde artış • Karaciğere gelen yağ asitlerinde artış

• Yağ asidi beta oksidasyonunda azalma • VLDL sentez ve salınımında bozulma

NAYKH’da total bilirubin normal, albumin normal, Aspartat Aminotransferaz (AST)/ Alanin Aminotransferaz (ALT) genellikle <1:1’dir. Ultrasonografi ucuz, noninvaziv ve kolay ulaşılabilir olması nedeniyle hepatosteatoz tanısında en sık kullanılan yöntem olmasına rağmen minimal hepatosteatoz varlığında ve obezlerde sensivitesi %30’un altına düşmektedir. Buna rağmen ultrasonografi %82-89 sensivite ve %93 spesifite ile en sık tercih edilen yöntemdir. Ultrasonografi ile aynı zamanda derecelendirilme de yapılmaktadır ve hastalığın takibi için pratikte sıklıkla kullanılmaktadır. Ultrasondaki yağlanma 3 derece üzerinden raporlanır (1’den 3’e doğru gittikçe yağlanma daha fazladır). Ancak ultrasondaki yağlanmanın derecesi ile gerçekte karaciğer hasarı arasında bir ilişki yoktur. Yani 3. derece yağlanması olan bir hastada karaciğerde hasar olmayabileceği gibi ultrasonda 1.derece hafif yağlanması olan birinde ciddi karaciğer hasarı olabilir (59).

Çocukluk çağına dair diğer bir endişe, NAYKH nedeniyle gelişen kardiyovasküler morbiditedir. NAYKH bağımsız bir aterosklerotik risk faktörüdür. Çünkü hiperinsülinizm, protrombotik potansiyel, subklinik inflamasyon ve oksidatif stresi tetikleyen problemlere yol açmaktadır (60).

Özetle NAYKH varlığı obezite, metabolik sendrom, tip 2 DM gibi hastalıkları olanlarda araştırılmalı, karaciğer enzimleri yüksek olanlar ultrasonografi ile de incelenmeli, ancak klinik/tedavi açısından fayda sağlanacağına inanılan hastalarda altın standart tanı yönetemi olan karaciğer biyopsisi yapılmalıdır (4).

2.7.9. Kolelitiazis

Obezite, genetik veya çevresel ek yatkınlık koşulları olmayan çocuklarda safra taşlarının en yaygın nedenidir (61). Safra taşı riski VKİ ile artar ve kızlar için erkeklerden daha fazladır. Normal kilolu kızlara kıyasla şiddetli obezitesi olan kızlarda safra taşı için yedi kat daha fazla risk bildirmiştir (62).

Çocuklarda ve ergenlerde safra taşı belirtileri ve semptomları spesifik değildir (63). Bunlar epigastrik ağrı, sarılık, sağ üst kadran ağrısı, bulantı, kusma ve yağlı gıda intoleransını içerir (64). Ultrasonografi; ucuz, kolay ulaşılabilir ve noninvaziv olması nedeniyle tanı için ilk etapta tercih edilen testtir. Başarılı bir tedavi için erken tanı gerekli olduğundan, obezitesi olan ergenlerde sürekli karın ağrısının ayırıcı tanısında safra kesesi hastalığı düşünülmelidir (65).

2.7.10. Dermatolojik Lezyonlar

Akantozis nigrikans, obezitesi olan bireylerde yaygın bir cilt anormalliğidir ve insülin direnci ile ilişkilidir. Obezitenin diğer dermatolojik komorbiditeleri arasında stria distensae (çatlak izleri), intertrigo, fronkülozis ve hidradenitis suppurativa bulunur. Strialar yaygındır ve yüksek seviyelerde adrenokortikosteroidler ve cilt distansiyonu gibi mekanik faktörlerden kaynaklanır. Hidradenitis suppurativa, aksilla ve kasıkların derisinde inflamatuar nodüller veya derin dalgalanma kistleri ile karakterizedir (66). Koltuk altı, kasık, meme, karın ve kalçada altı gibi terin kolay buharlaşamadığı ve nemli kaldığı, birbirine sürtünen deri yüzeyleri deri katlantı- intertrijinöz bölgeler olarak adlandırılır. Obezitede, DM ve sıcak hava gibi kolaylaştırıcı faktörler intertrijinöz bölgelerde kolayca deri yüzey bütünlüğünü bozarak maserasyon oluşturmakta ve bu alanlarda inflamatuar reaksiyon oluşmaktadır. Sonrasında sıklıkla üzerine mantar (kandidiyazis) ve bakteriyel (eritrazma) enfeksiyonlar eklenmektedir. Bu alanlarda kaşıntı, ağrı, koku ve yanma şikâyeti olan hastaların kliniğinde kızarıklık ile birlikte, deride yüzeysel doku kaybı-erozyon,

çatlaklar ve akıntı görülebilir. İntertrigo tedavisinde hastalara, yüksek alkalin sabunlar yerine düşük pH’lı temizleyicilerin kullanılması önerilmelidir. Hafif ve orta etkili topikal steroidler, düşük pH’lı kremler ve gümüş içeren preparatlar kısa süreli kullanılmaktadır. Fronkülozis ise saç-kıl folikülü enfeksiyonudur. Abseler, nodül, pistüller ile seyreder. Özellikle fluktuasyon veren lezyonlarda drenaj uygulanırken gerekli olgularda topikal ya da sistemik antibiyotik tedavisi uygulanmaktadır (67).

2.7.11. Nörolojik Etkilenim

İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon (psödotümör serebri) çocuklarda ve ergenlerde nadirdir, ancak obezitesi olanlarda prevalansı artmaktadır (68). İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyonu olan çocukların yarısında obezite olmasına rağmen, semptomların başlangıcı kilo alımı ile ilişkili görünmemektedir (69). İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyonu olan çocuklar ve ergenler tipik olarak baş ağrısı ile başvururlar. İlişkili şikayetler bulantı, kusma, retrooküler göz ağrısı, geçici görme kararmaları, görme kaybı ve diplopiyi içerebilir. Göz dibi bakısı ve papilödem saptanması karakteristik inceleme bulgusudur. İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon ciddi görme bozukluğuna veya körlüğe neden olabilir. Bu nedenle kilo verme, obezite ve idiyopatik intrakraniyal hipertansiyonu olan hastalarda tedavinin önemli bir bileşenidir (70).

2.7.12. Nutrisyonel Bozukluklar

2.7.12.1. D vitamini eksikliği

D vitamini eksikliği, obezitesi olan çocuklar ve ergenler arasında yaygın gibi görünmekle birlikte, prevalans popülasyonlar ve bölgeler arasında değişmektedir. Bununla birlikte, obezitesi olan çocuklarda bu bulgunun klinik sonuçları belirsizliğini korumaktadır ve rutin taramanın faydaları tartışmalıdır (71).

2.7.12.2. Demir eksikliği

Demir eksikliği; obez çocuklarda, normal kilolu çocuklara göre 1,3 kat daha fazla saptanmıştır (72). Bir meta-analiz, demir eksikliğinin; aşırı kilolu veya obezitesi

olan çocukların yüzde 40’ında, normal kilodaki çocukların ise yüzde 4'ünde saptandığını tespit etmiştir (73).

Obezite minimal de olsa kronik inflamasyona neden olmaktadır. Hepsidin bir akut faz reaktanı olarak obezitede artar. Hepsidinin artması demir biyoyararlanımını azaltır. Ayrıca, hepsidinin adipoz dokudan salınan leptin ile upregüle olduğu, şişmanlarda artmış leptin düzeylerinin de demir metabolizmasındaki bozukluğa katkısı olabileceği öne sürülmüştür (74).

2.7.13. Ortopedik Problemler

Obezitenin ortopedik komorbiditeleri arasında en sık görülen patolojiler femur başı epifiz kayması (FBEK) ve genu varum (Blount hastalığı)’dur. Ayrıca, obezitesi olan çocuklarda, obez olmayan çocuklara kıyasla kırık, genu valgum, kas-iskelet ağrısı ve hareket bozukluğu riski artmıştır (75).

FBEK, genellikle erken ergenlik döneminde ortaya çıkar. Obezite önemli bir risk faktörüdür (76). Daha önce travma öyküsü olmayan ve obezitesi olan ergenlik döneminde olan çocuk hastalar kalçada ve kasıkta ağrı, bacak hareketlerinde kısıtlılık ile başvurur. Tanı radyolojik olarak doğrulanır. FBEK hastaları, tedavi için ortopedi cerrahına ve kontralateral FBEK oluşumunu önlemek için uygun bir kilo verme programı için bir obezite uzmanına yönlendirilmelidir (77).

Genu varum (tibia vara veya Blount hastalığı), ilerleyen eğimli bacaklar ve tibial torsiyon ile karakterizedir. Tibia proksimal epifizi ve büyüme plağını tutan ve bacakta içe doğru bükülmeyle sonuçlanan büyüme geriliğidir. İki taraflı olduğunda parantez bacak (O Bein) görüntüsü ortaya çıkar.

Genu valgum, tibiofemoral açının orta hattının dışa doğru baktığı bir deformitedir. Fizyolojik genu valgum obezitesi olan çocuklarda daha yaygındır (78). Obezite ile ilişki genu varumdan daha az güçlüdür ve deformite nadiren cerrahi düzeltmeyi garanti eder.

Obezitesi olan çocuklar, sağlıklı vücut ağırlığı olan çocuklara göre, kırığa daha fazla duyarlıdır (79). Düşmeler sırasında vücut ağırlığından kaynaklanan kemik ve eklemlere binen yük ve stresin göreceli katkısı, D vitamini eksikliği, egzersiz eksikliğinden kemik kütlesinin azalması ve obezitenin kemik üzerindeki diğer

2.7.14. Solunumsal Problemler

Çocuklarda ve ergenlerde obezitenin pulmoner komorbiditeleri arasında astım, obstrüktif uyku apnesi (OSA) ve obezite hipoventilasyon sendromu (OHS) bulunur.

Obezite ve astım şiddeti arasındaki risk ilişkisi çelişkilidir. Obezite ve astım, karmaşık ve tam olarak aydınlatılmamış yaygın fizyolojik yolları paylaşır. Obezite, artmış astım insidansı ile ilişkilidir ve daha yüksek VKİ, daha yüksek astım şiddeti ile ilişkilidir. Ancak biyolojik nedensellik kanıtlanmamıştır. Ayrıca ağır astıma bağlı fiziksel aktivitenin kısıtlanmasının da obeziteye yol açabileceği öne sürülmüştür (81).

Obstrüktif uyku apnesi, uykuda devam eden solunum çabasına rağmen hava hareketinin kesilmesi ve üst hava yolunun tamamen tıkanması olarak tanımlar. Kısmi hava yolu tıkanıklığına obstrüktif hipoventilasyon denir. OSA tipik olarak horlama ile semptom verir. Obezite önemli bir predispozan faktördür; obezitesi olan çocuklarda ve ergenlerde OSA prevalansı sağlıklı kilolu olanlara kıyasla belirgin şekilde artmaktadır. Örnek olarak, orta ila şiddetli obezitesi olan ergenlerde yapılan bir çalışmada, %45'inde polisomnogramda OSA saptanmıştır (82).

Uyku ve obezite arasındaki ilişki karmaşıktır. Uyku süresinin kısalması veya uyku parçalanmasının obeziteyi arttırdığına ve OSA'nın adipoziteden bağımsız olarak ergenlerde azalan insülin duyarlılığı ile ilişkili olduğuna dair bazı kanıtlar vardır (83). Obezite ve uykuda solunum bozukluğu olan çocuklar ve ergenler özel bakım için yönlendirilmelidir. Kilo kaybı ventilasyonu ve genel sağlığı iyileştirebileceğinden agresif bir kilo verme programı gerektirir. Ayrıca, yeterli ventilasyonu sağlamak için kilo kaybı yeterli olana kadar sürekli pozitif hava yolu basıncı (CPAP) gerekebilir (83). Obezite hipoventilasyon sendromu, aşırı obeziteye bağlı, uyanıklık sırasında alveoler hipoventilasyon ile karakterizedir. Bu bozukluk nadirdir ancak hayatı tehdit eder ve acil tanı ve tedavi gerektirir.

2.7.15. Psikolojik Problemler

Çocukluk çağı obezitesinin psikososyal sonuçları yaygındır. Bunlar sosyal izolasyon, çarpık akran ilişkileri, zayıf benlik saygısı, çarpık beden imgesi, kaygı ve depresyonu içerir. Psikososyal morbidite riski yaş ilerledikçe artar ve kızlar arasında erkeklerden daha fazladır.

Yaşam kalitesi açısından yapılan bir çalışmada; şiddetli obezitesi olan çocuklar ve ergenler ile kanser tedavisi gören ergenler karşılaştırılmıştır. Obez çocukların kanserli çocuklara benzer yaşam kalitesine sahip olduğu ve normal kilolu çocuklara göre yaşam kalitelerinin düşük olduğu tespit edilmiştir (84).

Sosyal dışlanma ve akran ilişkileri açısından değerlendirildiğinde; erken okul yıllarında (6-10 yaş) aşırı kilolu ve obez çocuklar, akranları tarafından ayrımcılığın hedefi haline gelebilir. Yapılan bir çalışmada okul çocuklarının; obezitesi olan çocuklar yerine, çeşitli engelleri olan çocukları arkadaş olarak tercih ettiği gösterilmiştir (85). Güneybatı İngiltere'den daha yeni bir çalışmada, 7,5 yaşında obez olan erkek ve kız çocuklarının 8,5 yaşında zorbalık mağduru olmaları, ortalama ağırlıktaki çocuklara göre daha fazla saptanmıştır. Buna ek olarak, 7.5 yaşında obez olan erkek çocukların 8.5 yaşında zorbalık yapma olasılığı ortalama ağırlıktaki erkek çocuklardan daha fazladır (86). Ancak buna rağmen, aşırı kilolu ve obezitesi olan birçok küçük çocuğun pozitif benlik imajını koruduğu ve normal benlik saygısı olduğu görülmektedir (87).

Çeşitli çalışmalar obezite ve yeme bozuklukları arasında bir ilişki olduğunu bildirmektedir (88). Bir çalışmada, yeme bozuklukları nedeniyle tedavi edilen ergenlerin yaklaşık üçte biri daha önce fazla kilolu veya obez saptanmıştır. Bununla birlikte, obezite yönetimi için kullanılan kısıtlayıcı mesajlar (porsiyon kontrolü, kalorileri azaltma), kilo kaybını teşvik etme çabaları, bir yeme bozukluğunu tetikleyebilir veya kötüleştirebilir. Olumlu bir vücut imajını ve sağlıklı yeme alışkanlıklarını destekleyen danışmanlık ile bu riski en aza indirmeye dikkat edilmelidir.

2.7.16. Renal Problemler

Obezite ve obezite ilişkili metabolik sendrom kronik böbrek hastalığı ve son dönem böbrek hastalığı için bir risk faktörüdür. Yapılan çalışmalarda obeziteye bağlı renal disfonksiyon ve proteinüri yıllar içerisinde 10 kat artmıştır. Obezite ilişkili glomerulopati gelişmesi halinde de hastalarının %50’sinde on yıl içerisinde son dönem böbrek hastalığı gelişmektedir.

Obezite ve obezite ilişkili metabolik sendromda proteinüri ve azalmış böbrek fonksiyonları henüz saptanmadan önce glomeruler bazal membran kalınlaşması,

glomeruler skleroz, interstisyel fibrozis gibi patolojik değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Artmış glomerüler filtrasyon hızı böbrek hastalığının ilk bulgusudur (89).

Obeziteye eşlik eden hipertansiyona bağlı nefropatiye daha önce değinildiğinden bu bölümde bahsedilmemiştir. (bkz: hipertansif nefropati)

Benzer Belgeler