• Sonuç bulunamadı

Bir Ada Hikâyesi serisinin üçüncü cildi olan Tanyeri Horozları’nda Osmanlı Devleti’nin son yılları ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda yaşanan savaşlardan dolayı yaşadıkları coğrafyaları terk etmek zorunda kalan Anadolu insanı ve Lozan Anlaşması’nda çıkan karar çerçevesinde gerçekleşen mübadele ile Yunanistan’dan gelen Türklerin, Karınca Adası’nda yeni bir hayata tutunma mücadeleleri anlatılır.

“Üç dört gün içinde adaya insanlarla dolu tekneler geldi, yüklerini boşaltıp gittiler. Adadaki evler hemen hemen dolmuş, yalnız on beş kadar ev boş kalmıştı. Gelenler yorgundular. Bir kısmı hastaydı. Üstleri başları dökülüyordu. Hepsinin de cebinde biraz paraları vardı. Buraya gelmeden önce kimi ekin biçmede, şeftali, nar, incir, pamukta çalışmışlar, yemeyip içmeyip ceplerine biraz kışlık para koymuşlardı. Gelen ailelerden ancak beşinin durumları iyiydi. Bunlar mübadil olduğundan hükümet bunlara para yardımı yapmıştı.”163

Adaya yerleşenler birçok savaş yaşamış, çok acılar çekmiş kişilerdir. Yunanistan’dan gelen mübadiller, Anadolu’dan gelenlere nispeten daha şanslılardır. Çünkü onlar hem doğrudan savaşın içinde bulunmamışlardır hem de devlet onlara Yunanistan’daki mallarının karşılığında para yardımı yapmaktadır.

Yaşar Kemal, romanında mekânı sade ve basit bir arka plan olmaktan çıkarıp olayları yansıtan bir roman kahramanına dönüştürür. Romanda yapılan doğa tasvirleri romanın olmazsa olmazlarından biri haline gelir. Çünkü romandan mekân tasvirlerini çıkardığımızda romanda bir eksiklik hissedilir ve olayların bütünsel yapısı bozulur.

“Pencereden üç büyük karartı içeriye hızla girdi. Yukardan kırlangıç yavrularının hep birden çıkardıkları yaygara onu irkiltti, sesleri duymasıyla birlikte üç kuş arka arkaya fırt diye dışarıya çıktı. Poyraz yukarıya gözlerini dikti, diker dikmez de merdivene saldırdı, kapıyı hızla açtı, zeytinliğe koştu. Yaşlı zeytin ağacının altında durdu. Deniz kapkaranlık, gözüküyordu. Çalılıkların içinden şapırtılarla üç kuş fırladı. Kuşların fırladığı çalılıklara vardı. Kulağı ayak seslerindeydi, denizin hışıltısını duydu. Ağır ağır değirmene döndü, değirmen taşına oturdu, dışarıda kanatlar gıcırdayarak dönüyordu. Taşın üstünde boynu bükülmüş öyle kalakaldı. Değirmenin içine ışık doldu, yukardan kırlangıçların sesi geldi, ardından yavruların yaygaraları ortalığı aldı, o, yerinden kıpırdayamadı. Neden sonra ayağa kalktı, kapıyı açtı, karşısındaki zeytinliğe baktı, zeytinlerin yaprakları parlıyordu. Üç kocaman kelebek birbirlerine yaklaşıp birleşerek hemen de ayrılarak, zikzaklar çizerek, denize aşağı uçarak gözden yittiler, az sonra da geriye döndüler, birleşerek gene yittiler gittiler.” 164

Karınca Adası’nda tıpkı Anadolu coğrafyasında olduğu gibi her ırktan her dinden insan birleşir ve tabiatın rehberliğinde mutlu bir yaşam için mücadele ederler. Bu mücadelede en büyük güçleri umutlarıdır, mutlu bir yaşam için umutlarını hiç kaybetmezler. Yaşar Kemal’in romanında kurduğu bu dünya, aslında Türkiye halklarının da tıpkı Karınca Adası’ndaki farklı ırklardan ve farklı dinlerden olan insanlar gibi kardeşçe yaşayabileceğine bir örnektir. İleri görüşlü bir yazar olan Yaşar Kemal, Anadolu coğrafyasında farklılıklarımızı bir tarafa bırakıp insan olmayı

ön plana çıkararak kardeşçe ve barış içerisinde yaşamanın mümkün olabileceğini gösterir.

Yaşar Kemal’in en nefret ettiği şey savaştır. Hayatı boyunca savaşların olmaması için mücadele veren yazar romanında da bu konulara değinir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminde yaşanan savaşlardan söz eden yazar, Sarıkamış’ta donarak şehit olan doksan bin askeri, bu savaşlardan kurtulabilmeyi başarabilmiş birkaç askerden biri olan Kaçak Hasan’ın dilinden anlatır. Doksan bin askerin kırımına sebep olan Enver Paşa’yı açık bir şekilde akılsızlık ve becerisizlikle suçlar.

“Muhterem paşalar, evvelsi gün ve dünkü getirdiğim vatan hainlerini astırdınız mı?”

“Daha astırmadık paşam.”

“Nasıl olur, niçin dinlemiyorsunuz emirlerimi, emir dinlememenin ne demek olduğunu bilirsiniz. Onları hemen şimdi ormana götürüp asacaksınız. Niçin emrimi dinlemediniz?”

“Paşam divanıharbe verecektik onları.”

Enver Paşa öfkelendi ki, belki karartısının iki katı oldu. Bu halini aynadan görse mutluluktan uçardı. Sesi de o iri gövdeye uygun olmuştu:

“Ne demek efendiler, muhterem paşalar, ne demek, divanıharp, ne demek,” sesini daha da yükseltti, “ben size emir vermedim mi, divanıharp ne demek? Ben size bu hainleri kurşuna dizmeyecek, asacaksınız demedim mi, asker kaçakları, asker kaçakları asker değil, insan değil demedim mi, bunları kurşuna dizip kurşun harcamak yok, yakında Sarıkamışa hücum ederek, oraya bayrağımızı birkaç gün içinde dikeceğiz, demedim mi? Benim için bir tek kurşun on askere değer. Onları

hemen şimdi götürüp asın. Bu bir emirdir. O vatan haini kaçakları, alçakları gözüm görmesin, zinhar görmesin.”165

Yaşar Kemal romanının coğrafyasını Karınca Adası gibi kurmaca bir coğrafya olarak gösterir ama aslında romanın coğrafyası tüm Anadolu’dur. Yazar Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktası olan Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesine odaklanır ancak aynı zamanda Karınca Adası’na Anadolu’nun birçok bölgesinden gelen insanlar aracılığıyla Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve savaşların bilançosunun en ağır ödendiği Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu coğrafyasının halini gözler önüne serer. Yazar Karınca Adası’na yurdun çeşitli yerlerinden gelen savaş mağduru insanlar ve mübadillerin geçmiş hayatları, yaşantıları, özlemleri ve anımsadıkları aracılığıyla neredeyse tüm Anadolu coğrafyasının doğasını, kültürünü, tarihini, sosyal, siyasal yapısını ele almıştır.

8. AKÇASAZIN AĞALARI I: DEMİRCİLER ÇARŞISI