• Sonuç bulunamadı

HER KAFADAN BİR DENEME

Belgede YAZDIKÇA VAR OLANLAR (sayfa 91-107)

HER KAFADAN BİR DENEME

- 92

-

- 93 -

BEKLEYİŞ

Zaman sürekli akıyor bir kum saati misali.

Bir bakmışsın ki hemen bitivermiş. Bazen geriye almak istiyorsun ama olmuyor. Geçmişe dönmek istemiyorsun çünkü. Geçmişte bıraktığımız ve hâlâ sürdürdüğümüz bekleyişlerimiz var. Biz insanoğlu, sürekli bekleyiş içindeyiz hayatta. Ya kendimizden bir şeyler bekliyoruz, ya insanlardan ya da hayattan. Beklediklerimizi alıyor muyuz, bekleyişlerimiz son buluyor mu? Orası meçhul!

Herkesi bir telaş sarmış, bekliyorlar. Bir çiçek, adı kardelen. Adının hakkını vermek, azmini göstermek için bekliyor yazı, kışı. Toprak yağmurunu, bitkiler güneşini, can suyunu bekliyor. Bülbül günlerce gülünü, çöl ise Mecnun' unu bekliyor. İnsanlar da bekler.

Bazıları çoktan pes etmiş bazıları ise sıkılmadan güzel umutlarla bekliyor. Gözünü dünyaya yeni açmış bir bebek annesini bekliyor ve bir anne dört gözle bebeğini bekliyor.

Sokaktaki yalnız çocuk da bekliyor. Bir şefkat, okşayıcı el, güzel iki cümle... Kilometrelerce uzakta, bitmeyen savaştan kaçan insanlar yardım bekliyor. Bir Mecnun Leyla' sını ya da Aslı Kerem' ini bekliyor. İnsan tebessüm bekliyor. Sevgiyi, umudu, barışı, hakikati, güzel günleri bekliyor. Ve sonra ölüm gelir. Ölüm de bu bekleyişe dâhildir. İşte biz bihaber bekliyoruz. Bu bekleyişin verdiği umutla,

- 94 -

heyecanla ya da korkuyla bekliyoruz. Kapılmış gidiyoruz.

Ümit Yaşar Oğuzcan' ın bu sözleri sanki bizi anlatıyor: "İşte yaşamak maceramız bu.

Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak. Ve yaşayıp beklerken ölmek! Ama kimine göre beklemek de güzel. Bekledik, bekliyoruz ve bekleyeceğiz.”

Zelal TURAN

- 95 -

Söz uçar, yazı kalır.

Anonim

- 96

-

- 97 - BİTİŞ

Bir şey eksikti. Gözlerinde bir şeyin eksikliğini hissedebiliyordum. Beynimin işlevini yitirdiğini, kalbimin üzerine bir ağırlık çöktüğünü fark ettim. Söylemezdi. Söylememeliydi.

Dağılırdım ben, kimse yeniden toplayamazdı beni. Hissizleşirdim, ruhum un ufak olurdu.

Dikkatimi dağıtmak adına etrafıma bakındım.

Burası ilk kez tanışıp konuştuğumuz parktı.

Üzerinde oturduğumuz banka mavi keçeli kalemimle isimlerimizi yazmıştık. Şimdiyse silik birkaç harf kalmıştı geride. Uzun süre boyunca ikimiz de konuşmadık, etraftaki tek ses soluklarımız ve meltemle oynaşan yaprakların hışırtısıydı. Dikkatle baktığı yere çevirdim gözlerimi. Caminin ve onun ardındaki yüzlerce evin teker teker ışıklarını yakmasını izledik.

Güneş yavaş yavaş alçaldı ve caminin arkasında gözden kaybolurken ortalığı turuncuya boyadı. Alnına dökülen siyah saçları şimdi turuncu bir ışıkla parıldıyordu. Gözlerini bana çevirdi ve ben bir kez daha kahverengi ve yeşilin ahenginde kayboldum. Yüzünü tekrar tekrar inceledim aklıma kazımak istercesine.

Belirgin elmacık kemiklerinde, iri dudaklarında, hafif kemerli ucu kızarmış burnunda, kuzgun karası dağınık saçlarında ve hafifçe çatılmış kaşlarında gezindi gözlerim. En son her zamanki ışığından yoksun, âşık olduğum ela gözlerinde takılı kaldı. O an, işte o an anlamıştım kendini içeri kapatıp beni dışarıda

- 98 -

bıraktığını. O an hissetmiştim kalplerimizin aynı ritimle atmadığını. Gözlerime yaşlar doluştu, birbirine dolanmış parmaklarım hafifçe titremeye başladı. Dudaklarını aralamasıyla eş zamanlı olarak gözlerimi yumdum.

"Burada başladık, burada bitmeliyiz."

Usulca yutkundum ve gitmesini istedim, beni içimdeki yangınla baş başa bırakmasını.

Ben acımla kavrulurken beni görmemesini.

Damarlarımdan akan aşk, lav olup yaktı vücudumu. Gözlerimi araladım. Elini sık sık saçlarının arasından geçirip onları daha da dağıtıyordu, cenneti vadeden gözleri.

Kızarmıştı. Acım ikiye hatta üçe katlandı.

Bitmiştik. Titreyen dudaklarımı görmemesi için dirseklerimi dizlerime dayayıp yüzümü ellerime gömdüm. Sessizlik uzadı gitti. Adım sesleri uzaklaştı. Gitti.

Sezgin YILMAZ

- 99 -

“Yazar olmak istiyorsanız, yazın.”

Horatius

-

100

-

- 101 -

SİHİRLİ DÜNYAMIZ

Hayallerimiz, gerçek dünyadan hayali dünyamıza açılan sihirli kapımız. Kanatlarımızı korkusuzca açabildiğimiz, mavi gökyüzümüz.

Hayaller gerçek hayattan sıyrılıp kendi içimize döndüğümüz kurtarıcı alemimiz.

Her insanın hayalleri vardır. Sınırlarını kendi belirlediği, yaşadığı ve kurguladığı.

Burada önemli olan husus, insanın hayal kurabilme yeteneğinin ne kadar gelişmiş olduğudur. Çünkü; her insanın hayali, aynı değildir. Belki de bizim kurduğumuz hayaller başkalarının yaşadığı hayattır. Bana göre hayalin büyüğü küçüğü olmaz; ama hayal kurmanın büyüğü küçüğü oluyor.

Hepimizin çocukken kurduğu kendi içinde yaşadığı hayali vardır. Büyüdükçe, yaş aldıkça, hayatın sert yüzüyle karşılaştıkça hayal kurmayı bırakırız ve koşuşturmaların içinde kayboluruz.

Bizimle birlikte hayallerimiz de kaybolur. Bu kayboluş hayattan ve kendimizden soğumamıza neden olur. Hayattan zevk almayıp, zorluklarla karşılaştığımızda kendimizle bile iletişimimizi kaybederiz.

Hayaller kendimizle barışık olmamızı sağlar. Hayallerimiz, hayali oyundur aslında.

Oyunun başkahramanı bizizdir. Ona can veren, onu daha çekici hâle getiren bizizdir. Nasıl ki hayallerimizden vazgeçeriz o zaman

- 102 -

başkahramanlıktan hayatın bize yüklediği oyunculuğa geçeriz.

Her insan hayal kurmalıdır bence. Yaşı kaç olursa olsun, hangi koşullarda olursa olsun hayal kurmalıdır. Rengârenk gökyüzünde kuşlar gibi uçmalı, sıcacık bir evde sobanın başında kestane yemeli ya da denizde balıklar gibi yüzmelidir; özgür olmalıdır. Zaten sorumluluklarımız bizi yeterince yoruyor, yıpratıyor.

Hayal kurmak kadar gerçekleştirmek de önemlidir, elbette. Peşinden koştuğumuz, imkânsızmış gibi görülen hayallerimiz. Ama sonra hayallerimiz gerçekleştikten sonra zirveye ulaştığımız zaman çektiğimiz onca güçlüğü unutur, zirvenin tadını çıkarırız. Belki de zirvenin tadı, çektiklerimizi bize unutturur ve hayallerimize kavuşmuş oluruz.

Hayallerimiz de rengi olmalı. Hayallerimiz beyaz gibi tertemiz olmalı. İçinde hiçbir kötülük barındırmayan hayallerimiz mavi gibi mor gibi cıvıl cıvıl olmalı.

Demem o ki; hayal kurmaktan vazgeçmeyin. Elbet bir gün kurduğumuz hayaller can olur, bu yorucu hayat yolculuğunda yoldaş olur.

Gülsu ÇİÇEK

- 103 -

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

Mustafa Kemal Atatürk

- 104

-

- 105 -

SEN YETER Kİ İNAN

Kaygı, endişe duyduğumuz bir süreçte verdiğimiz bedensel ve ruhsal tepkilerdir.

Aslında hayatımızın birçok yerinde bu durumla karşılaşıyoruz. Önemli bir karar aldığımızda, yeni bir ortama girdiğimizde mesela. Peki kaygılı olmanın günlük hayatımızı nasıl etkilediğini hiç düşündünüz mü?

Ruh hâlimizin iyi olmaması bizi birçok konuda olumsuz etkiler. Gerçeklik duygumuzu yitiririz ve dikkatimiz dağılır. Günlük hayatımızda yapmamız gereken işlerde yeterince verimli olamayız. Fakat ölçüsünü ayarlayabildiğimiz takdirde istediğimizi elde edebiliriz. Bir örnekten yola çıkmak isterim ki sınav yaklaştığı zaman çok heyecanlanırdım;

çünkü çalışıp yapamamaktan çok korkardım.

Önemli olan çok bilmek değildi benim için, bildiklerimi doğru kullanmaktı. Bu konu üzerinde fazlasıyla araştırma yapıp bu alanda uzman kişiyle görüştüm ve yeterince bilgi topladım, olumsuz düşüncenin bana neler kaybettirdiğini hafızama kazıdım. Artık ne olursa olsun negatif düşünceden, negatif düşünen kişilerden uzak durmaya karar verdim. Sadece düşünme tarzımı değiştirerek hayatımdaki birçok şeyi değiştirdim.

Hale Caneroğlu’nun da dediği gibi “Sen değiş, dünyan değişsin!”

Büşra ATACAN

- 106

-

- 107

-

Belgede YAZDIKÇA VAR OLANLAR (sayfa 91-107)

Benzer Belgeler