• Sonuç bulunamadı

1. PORNOGRAFİ

1.4 Erkeklik Çalışmaları

1.4.1. Hegemonik Erkeklik Nedir?

Eleştirel erkeklik çalışmalarının temelini oluşturan “hegemonik erkeklik” kuramından bahsetmek konunun aydınlatılmasında daha yol gösterici olacaktır. Bu alana kuşkusuz en büyük katkı sağlayanlardan biri Raewyn Connell’dir. Bozok, erkeklik incelemeleri üzerinde en büyük etkiyi Connell’in yaptığını söyler (Bozok, 2009: 437). “Hegemonik erkeklik” kavrayışı Antonio Gramsci’nin hegemonya hakkındaki görüşlerine dayanmaktadır ve 1985 yılında “Toward a New Sociology of Masculinity” adlı makalede Tim Carrigan, Bob Connell ve John Lee tarafından gündeme getirilmiştir (Bozok, 2009: 438). Hegemonya, Gramsci’nin hapishanedeyken yazdığı yazıların bir derlemesinden oluşan ve daha sonra Hapishane Defterleri adını alan eserinde şu şekilde tanımlanmaktadır: “Hegemonya, gücü elde etmek ve onu elde tutmak demektir ve bu süreç içinde toplumsal grupların oluşması ya da yıkılmasıdır” (Gramsci’den aktaran Donaldson, 1993:

644).

Connell, Gramsci’nin hegemonya kuramını “toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal üstünlük” şeklinde açıklar (Connell, 2016: 269). Connel, örneğin silahlı bir erkek grubunun silah zoru ya da işten çıkarma tehdidiyle diğer grup üzerinde kurduğu egemenliğin hegemonya olmadığını, dinsel öğretilere, ekonomik politikalara, kitle iletişimine sızan üstünlüğün hegemonya olduğunu söyler (Connell, 2016: 269). “Hegemonya” kelimesi anlam itibarıyla özünde belirli bir kişi ya da grubun başka bir kişi ya da grup üzerinde kurduğu egemenliğe, bir kişiyi ya da grubu domine etmesine işaret etmektedir. Egemenliğin kurulması ve sürdürülmesi sürecinde de

67

yeni bazı kişi ya da grupların ortaya çıkması ve mevcut olanların yok olması olasıdır. Mike Donaldson “What is Hegemonic Masculinity?” adlı makalesinde hegemonyanın sürdürülmesi için gerekli olan ve kullanılan bazı araçlardan bahseder ve Connell’in görüşlerini destekleyerek medyayı ve sosyal kurumları buna örnek gösterir (Donaldson, 1993: 643-646). Bu araçların ve kurumların “doğal”, “sıradan” ve “normal” olarak gösterildiğini söyler (Donaldson, 1993: 643-646). Bu tanıma uymayan, direnç gösteren ve bunu kabul etmeyenlerin ise cezalandırıldığından bahseder (Donaldson, 1993: 643-646).

Donaldson’ın iddiası Foucault’nun iktidarla ilgili görüşleriyle oldukça benzeşmektedir.

Foucault’nun ortaya koyduğu panoptikon felsefesinde de iktidar kendi kurumlarını, araçlarını ve işbirlikçilerini kullanarak kendi egemenliğini sürdürmekte ve buna uymayanları da yine kendi kurumları ve işbirlikçileri aracılığıyla cezalandırmaktadır. Donaldson’ın ve Connell’ın toplumsal cinsiyet ile ilgili görüşlerinde dayandığı hegemonya kavramı hem de Faucault’nun iktidar ile ilgili söyledikleri toplumun hemen her alanına sızmış eşitsiz yapılara işaret etmektedir. Kaldı ki bu eşitsizlik iktidar kendi mevcudiyetini devam ettirebilsin diye normalleştirilmekte ve sıradanlaştırılmaktadır. Bu görüşe dayanarak her türlü kurum, kişi, organizasyon, sosyal ve kültürel yapının iktidarın aracı olarak, iktidarın kendi söylemlerini üretmek ve sürdürmek için baskı aracı olarak kullanılabileceğini ve yeniden üretilebileceğini söylemek mümkündür. Üstelik baskın görüşün izni ve kontrolü dâhilinde tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak şekillendirilebilir.

Connell’a göre, hegemonik erkeklik, kadınlarla ve tabi kılınmış erkekliklerle ilişkili olarak inşa edilen bir erkekliktir. Dolayısıyla hem kadınlarla hem de hegemonik erkeklikle çatışan erkekliklere hükmeder (Connell, 2016: 267). Sadece kadınların değil marjinalleştirilen erkeklikler üzerinde de iktidar sahibidir. Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabında hegemonik erkekliğin her zaman kadınlarla ilgili olduğunu; ancak ikincil konuma itilmiş erkeklik

68

biçimlerinden bağımsız olmadığını ve inşa edilmediğini söyler. Connell’a göre bu farklı erkeklik biçimleri ataerkil düzenin işleyişinde büyük bir paya sahiptir (Connell, 2016: 268). Ona göre, hegemonik erkeklik kamusaldır. Söz konusu kamusallığın anlaşılabilmesi için ise erkeklerin sahip olduğu bu iktidarın varlığını sürdürmek için erkeklerin neyi desteklemeye yönlendirildiklerine bakmak gerekir (Connell, 2016: 270). Hegemonya görüşü, Connell’a göre, rıza gerektirir ve ortaya konan ve dayatılan “erkeklik imajı”nın devam ettirilebilmesi için iş birliğine ihtiyaç duymaktadır.

Bu erkeklik imajları “ideal” ve “dominant”tır ve geleneksel erkeklik biçimlerinin yeniden üretilmesinde esas role sahip bazı erkekler vardır. Connell’a göre bu üstünlük kültürel bir üstünlüktür, kültürel olarak kurgulanır ve sürdürülür (Connell, 2016: 270-271).

Connell, çağdaş hegemonik erkekliğin en önemli özelliğinin heteroseksüellik olduğunu, tabi kılınmış erkekliğin de buna bağlı olarak eşcinsellik olduğunu savunur. Heteroseksüellik ise evlilik kurumuyla yakından ilişkilidir (Connell, 2016: 272). Heteroseksüel erkeğin egemenliğinden kaçınılması imkânsızdır. Bu aynı zamanda kadınlığın inşa edilmesinde de önemli rol oynar. Boyun eğme ve direnme çatışmalı bir şekilde kendini göstermektedir (Connell, 2016: 273). Bu nedenle Connell, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarının tek bir nedene indirgenemeyeceğini savunur ve sınıf ayrımına benzer şekilde tarihsel kökene bakılması gerektiğini söyler (Connell, 2016: 273-275). Dolayısıyla kadın-erkek arasındaki iktidar meselesini biyolojik temellere indirgeyerek açıklamaya çalışmak ne kadar yetersiz ve yanlış sonuçlara ulaşmamıza neden oluyor ise Dworkin ve Mackinnon’ın iddia ettiği şekilde cinsellik temelinde açıklamak da aynı derece yetersiz olacaktır.

Connell, pek çok feminist ile benzer şekilde, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin temeline iktidarı yerleştirir. Bu yapının otorite, baskı ve denetleme mekanizmaları kullandığını belirtir

69

(Connell, 2016: 164-170). Aslında Foucault’dan çok farklı bir görüş benimsememiştir. Segal, bu konuda Connell ve Foucault’yu destekler bir iddiada bulunur:

Feministlerin de ileri sürdüğü gibi, cinselliğin devlet ve kültür bazında düzenlenip denetlenmesi, erkeklerin kadınlar üzerinde üstünlük iddia etmelerini ve kurmalarını sağlamanın bir başka yolu olmuştur… kadın cinselliğinin son derece eril bir biçimde devlet ve tıp tarafından düzenlenmesine – kadın cinselliğine ve kadın vücudu hakkındaki egemen eğretilemenin hala doğurgan tekne olduğu bir düzenlemeye - karşı koyma çabalarını simgeler (Segal, 1992:133).