• Sonuç bulunamadı

Hayreddin’in Liderliği Devralması

BÖLÜM 3: AKDENİZ VE KUZEY AFRİKA’YA HÂKİM OLMA

3.3. Barbaros Kardeşler ve Akdeniz’de Osmanlı-İspanyol Mücadelesi

3.3.2. Hayreddin’in Liderliği Devralması

Liderliği ve stratejisi sayesinde Türk hâkimiyetinin Kuzey Afrika’da temellerinin atılmasını sağlayan Oruç Reis’in hayatını kaybetmesi, o tarihe kadar yapılan icraatlarda daima ikinci planda kalmış kardeşi Hızır (Hayreddin) Reis’in yıldızının parlamasını da beraberinde getirecekti. Ancak şimdi, Hızır (Hayreddin) Reis, emrindeki bir avuç kadar adamıyla birlikte, İspanyolların ve Türklere düşman olan Mağripli mahallî idarecilerin arasında sıkışıp kalmıştı (Hess, 2010: 92). Hızır Reis, ağabeyinin ölümünün ardından, Mağriplerdeki konjonktörün, imkânlar bakımından kendi aleyhine değişmekte olduğunu görüyor ve bu sebeple başka çarelere başvurmak zorunda hissediyordu. Memluk Sultanlığı’nın tarih sahnesinden silinişin akabinde, bölgenin, en azından Sünnî bakımdan, en güçlü İslâm imparatorluğu olan Osmanlılar, tek başına ve sınırlı imkânlarla merkezî Mağrib topraklarında hareket kabiliyetinin imkânsızlaşacağını idrak eden Hızır (Hayreddin) Reis için yegâne dayanak noktası oluyordu. Mağribli yerel halkın tavırları ve İspanyol varlığının Kuzey Afrika topraklarından bütünüyle uzaklaştırılamamasıyla nedeniyle her an eli kulağında bir tehdit olarak düşmanlarının harekete geçme ihtimalinin yüksek olması, Hızır (Hayreddin) Reis’in Osmanlı himayesine girmeyi göz önünde bulundurması için yeterli sebepler arasında gösterilebilir247.

Hızır (Hayreddin) Reis, bütün bu olumsuz ve zorlayıcı şartlar altında, Osmanlı Devleti’nin desteğine başvurmak üzere bir elçilik heyeti hazırlayıp, 1519’da İstanbul’a gönderdi248. Bu elçilik heyeti, İstanbul’da Mağriblerdeki Türk korsan denizcilerinin vaziyetini anlattıktan sonra, yine bu denizci korsanların zaten ele geçirmiş oldukları toprakların doğrudan İstanbul’un idaresine girmesini talep etti (Hess, 2010: 92). Sultan

247

Hızır (Hayreddin) Reis’in Osmanlı’nın himayesine girmesindeki zorlayıcı faktörler arasında Mağrip halkının ictimaî yapısı da bulunmaktadır. Yerel halkın kendilerine yabancı bu Türk denizci gazilere olan itaatinin her an yön değiştirebileceği ihtimali Hızır (Hayreddin) Reis’in aklından hiç çıkmamıştır (Gürkan, 2006: 71).

248

Hayreddin Reis, 1519’un ekiminde, Sultan I. Selim’e, Hacı Hüseyin adında bir elçisini, Cezayir halkının arizası ve kırk esirle birlikte gönderdi (Turan, 1992: 66); Hızır Reis, Sultan Selim’e iki elçi göndermiştir: Muhyiddin Reis ve Kurdoğlu Muslihiddin (Gürkan, 2006: 69); Kâtib Çelebi, ise Padişaha gönderilen elçinin ismini Hacı Hüseyin diye zikretmektedir: “Murada ermiş padişah ta kabul edüp, kılıç ve hilat ve sancakla Hacı Hüseyin adlı kimseyi gönderdi” (Katib Çelebi, 1973: 49).

92

Selim Han, Hızır Reis’in Osmanlı himayesine girmesi yönündeki talebinden gayet memnun kalmış ve karşılığında Hızır Reis’in Osmanlı himayesine girdiğini gösteren bir hatt-ı şerif göndermişti. Resmî bağlılık belgesinin yanında, Hızır Reis’in emrine verilmek üzere içinde topçularının da bulunduğu 2000 kişilik bir yeniçeri grubu gönderildi (Turan, 1992: 66). Böylece merkezî Mağrib’te, dolaylı da olsa, Osmanlı hâkimiyetinin temelleri de atılmış oluyordu. Ayrıca Hızır Reis’in lakabı bundan böyle, tıpkı Sultan Selim’in hitab ettiği gibi, “Hayreddin” olacaktır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Hayreddin Reis’in Selim’in idaresine girmesi, Mağrib topraklarının bütünüyle Osmanlı hâkimiyeti altına girdiği şeklinde anlaşılmamalıdır (Gürkan, 2010: 132). Üstelik, Hayreddin Paşa’nın bu dönemdeki unvanı sadece Cezayir beyi idi249. Hayreddin Reis’in merkezî Mağriblerdeki bıçak sırtındaki konumunu, resmen bir Osmanlı vassalı olarak şimdilik güvence altına almış olması, İspanyol ve Türklerden nefret eden diğer mahallî idarecileri endişeye sevketmiş olmalıdır ki, derhal harekete geçmekte gecikmediler. Nitekim, 1519’un Ağustosunda Cezayir’in batısına indirilen Don Hugo de Moncada komutasındaki250 İspanyol birliklerini taşıyan donanma, mahallî işbirlikçiler tarafından destekleneceklerini umarak, Cezayir topraklarına ayak basıp karşı saldırıya geçtiğinde Hayreddin tarafından püskürtülmekle kalmayıp, kötü hava

şartları nedeniyle darmadağın oldular251. Diğer taraftan bakıldığında, Hayreddin Reis’in bu İspanyol sadırısını başarıyla püskürtmesinin kendisine bir sulh ortamı getirmesi beklenirken, aksine, mahallî idarecilerin Türk karşıtı bazı teşebbüslere girişmesine neden oldu252. Ahmed ibn el-Kadı253, Hayreddin’e karşı giriştiği mücadele neticesinde

249 Çünkü Osmanlı’ya tabi “Cezayir Beylerbeyiliğinin” kuruluşu 1534’tür. Barbaros Hayreddin Paşa’nın

Osmanlı donanmasının başına getirilmesiyle birlikte, yeni bir idarî yapı kurulmuştur. Bu idarî yapılanmanın adı Cezayir Beylerbeyiliği olup, gelir kaynakları Kapudan Paşa sıfatı ile Hayreddin Paşa’nın şahsına verilmişti (Ünal, 2002: 614).

250 Yeni tahta çıkmış olan İspanya Kralı I. Carlos, Cezayir’in içinde bulunduğu müşkül vaziyete çare bulmak için o sıralarda Sicilya’da bulunan Don Hugo de Moncada’yı vazifelendirdi. De Moncada böylesine bir sefer için sağlam bir hazırlık yaptı ve Cezayir topraklarına ayak basar basmaz derhal harekete geçti (Gómara, 2000: 101).

251 De Moncada’ya sefer sırasında Tlimsen beyini beklemesi tavsiyesinde bulundular. Ne var ki herhangi bir destek gelmedi. Zaten patlak veren çok güçlü bir fırtınadan ötürü De Moncada emrindeki gemileri ve askerlerinin çoğunu kaybetmişti (Gómara, 2000: 102; Hess, 2010: 93; Turan, 1992: 66; Uzunçarşılı, 1975: 368); İspanyol donanmasının mağlub oluşu, Don Hugo Moncada ve diğer kaptanların sefer mevsimiyle alakalı uyarılarını dikkate almayan İspanya Kralı I. Karl’a atfedilebilir. Zira, söz konusu

İspanyol filosu Cezayir limanı açıklarına geldiğinde o anda patlak veren fırtına nedeniyle iş işten geçmiş oluyordu. İspanyol birliklerinin çoğu fırtına nedeniyle ölüme maruz kalırken, kurtulanlar ise Türklere esir düşmüştü. Bu İspanya donanması için müthiş bir felaketti (Bradford, 2010: 79-80).

252 Örneğin Hafsî sultanı, Büyük Kabiliye dağlarının Kûko bölgesindeki Berberîlerin şeyhi olan Ahmed

ibn Kadı’yı, Türklerin Cezayir topraklarından çıkarılması konusunda ikna etmeyi başardıktan sonra, Barbaros Hayreddin’e karşı hareket geçildi (Hess, 2010: 94); Kâtip Çelebi’ye göre Tunus ve Tilimsen

93

Cezayir’i kuşatma altına aldı. Ayrıca Hayreddin’in adamlarından biri olan Kara Hasan’ı da kendi safına çekti (Hess, 2010: 94). Zor durumda kalan Hayreddin bulunduğu yerin mahallî halkının sadakatinden de şüphelendiği için, kuşatmaya karşılık vermeyip derhal Cezayir şehrinden geri çekilmek zorunda kaldı254. Üstelik bu olumsuzluklara yeni bir

İspanyol tehdidi daha eklendi. 1520’in Mayısında yeniden harekete geçen Don Hugo de Moncada Cerbe adasındaki korsan yuvasını ortadan kaldırmaya niyetliydi ve bu temizleme operasyonu İspanyollar açısından başarılı geçti255. Ancak, göç etmek zorunda kaldığı Cicelli’de yeniden korsanlık faaliyetlerine başlayan Hayreddin, kısa bir süre içinde, Cezayir’deki gasp edilmiş otoritesini yeniden ihdas etmek amacıyla, mahallî idarecilerin aralarında yaşanan anlaşmazlıklardan tesis etmenin yanında, İspanya’dan gelmeye devam eden Müslümanları da kendi tarafına çekebilmişti (Hess, 2010: 94-95; Kâtib Çelebi, 1973: 53). Şartlar olgunlaştıktan sonra ileri harekete geçen Hayreddin Reis, kendisine isyan etmiş olan Ahmed ibn el-Kadı’ya, Kara Hasan’a ve bizzat Tlimsen tahtına oturttuğu Abdullah’a karşı galibiyetler alarak 1520’lerin hemen başlarında kaybettiği otoritesini yeniden kazmış ve 1525’de bir kez daha Cezayir

şehrinin tek hâkimi oluvermişti256. Cezayir’e yerleşen Hayreddin, merkezî Mağrib

beyleri Hayreddi’in yarar adamlarından olan Mehmed ve ibn-el Kadı’yı isyana teşvik ediyorlardı (Kâtip Çelebi, 1973: 50); Osmanlı himayesine henüz girmiş olan Hayreddin Reis, bu bölgede Osmanlı hâkimiyetinin tanınması için mücadele ederken, diğer taraftan da mahallî beylerin taht kavgalarıyla uğraşmak zorunda kalabiliyordu. Örneğin, Tilimsen tahtının boş kalmasıyla birlikte Mesud ve Abdullah adlarında iki kardeş taht mücadelesine girerek kardeşlerden Abdullah İspanyollara, Mesud ise Hayreddin Reis’e sığınmıştı. Hayreddin Reis’in çabaları ve yardımıyla Tlimsen tahtına oturan Mesud’un sonrasında Hayreddin’le ihtilafa düşmesi neticesinde, diğer kardeş Abdullah Tlimsen beyi yapılmıştır (Gürkan, 2006: 84; Uzunçarşılı, 1975: 369).

253 Hayreddin Reis, Cezayir şehrinde Sultan Selim Han adına hutbe okutulmasını sağlayarak bu şehrin doğusunu Ahmed bin el-Kadı’nin, batısını da Muhammed bin Ali’nin idaresine vermişti (Kahraman,1993: 486).

254

Hayreddin Reis’in Cezayir kuşatmasından kaçarak sığınmaya çalıştığı yerin Şerşel şehri olduğu iddia edilmektedir (Karal, 1979: 312); Ancak kimi kaynaklarda Hayreddin’in Çicelli’ye geri çekildiği kaydedilmektedir (Hess, 2010: 94; Kâtib Çelebi, 1973: 52; Uzunçarşılı, 1975: 369).

255 Cerbe’yi korsanlardan temizlemek için 13 kadırga, 70 yelkenli, 1000 piyade, 800 tüfenkli asker, 500 hafif süvariyle birlikte adaya çıkarma yapan Hugo de Moncoda, ilk başlarda kuvvetli bir direnişle karşılaşmasına rağmen, seferi kendi lehine çevirdikten sonra mahallî şefi teslim olmaya zorlayıp senelik 12.000 dobla haraç ödemeye mahkûm etti (Gómara, 2000: 105).

256 Hayreddin Paşa, sekiz bini atlı, dört bini de piyade olmak üzere on iki bin kişilik bir kuvvetin yanında, mahallî idarecilerden kimilerini de kendi safına çekerek Cezayir’e karşı ileri harekete geçti. Türklerin ilerleyişini engellemek için hendekler kazdırmak gibi türlü tedbirlere başvuran isyankâr Ahmed bin el-Kadı’ya ulaşmak için aradaki nehri geçen Hayreddin, el-Kadı ile çok çetin bir savaşa tutuştu. Zor durumda kalan el-Kadı çareyi kaçmakta bulurken, bu zaman aralığında taze kuvvetler toplayıp yine Hayreddin’in ileri hareketini engellemek için tedbirler aldı. Ancak kendinden emin bir şekilde ilerleyen Hayreddin Paşa, el-Kadı’ya karşı giriştiği ikinci muharebede onu öldürdü. El-Kadı gibi Hayreddin’e isyan eden Kara Hasan ve sabık Tilimsen beyi Abdullah’ın sonları da aynı oldu (Seyyid Muradî Reis, 2009: 116-124; Gürkan, 2006: 87-88; Uzunçarşılı, 1975: 369); Ahmed ibn el-Kadı’ya karşı Kabiliye dağlarında peş peşe aldığı iki zafer Hayreddin Reis’in Cezayir’e yeniden hâkimi olmasını sağladı. Ahmed el-

94

topraklarının iç kesimlerini ele geçirmek için harekete geçtiğinde Cicelli’den Şerşel’e kadar olan hattın hâkimi olduktan sonra Cezayir beyliğinin sınırlarını Konstantin’e kadar genişletti257.

Hayreddin, Cezayir’deki gasp edilmiş otoritesini genelde sert yollara başvurarak yeniden kazanmış olmasına rağmen, kimi zaman da mahallî kabilelerin aralarında yaşanan anlaşmazlıkları fırsat bilip Cezayir topraklarındaki idaresini uzun bir müddet devam ettirebilmiştir (Bradford, 2010: 93). Ancak, Hayreddin Paşa, Cezayir şehrini ele geçirerek otoritesini yeniden kurmakla yetinmeyip, merkezî Mağrib sahillerinde, başta

İspanyollar olmak üzere, bütün Hıristiyan unsurların kâbusu olmaya devam ediyordu. 1529 senesi Hayreddin için çok verimli bir sene olabilirdi. Fakat bundan çok kısa bir süre önce, diğer bir ifadeyle Hayreddin, Cezayir tahtına oturduktan hemen sonra, bir

İspanyol istihkâm kalesini ortadan kaldırmaya niyetliydi. Bu İspanyol istihkâmının adı, Martin de Vargas’ın 150 İspanyol askeriyle koruduğu Peñón de Argel (ya da Adakale) idi. Ne var ki, kale komutanı Martin de Vargas, içinde bulunduğu mühimmat ve erzak sıkıntısını, o tarihlerde Papa’nın elinden taç giymek için İtalya’ya gitmek üzere Barselona şehrinden yola çıkmaya hazırlanan V. Karl’a bildirmesine rağmen herhangi bir netice alamamıştı. İspanyol komutanın içinde bulunduğu dar vaziyeti fırsat bilen Hayreddin, kuşatmayı şiddetlendirip kalenin etrafını iyi teçhiz edilmiş 45 kadırga ile çevirerek saldırı pozisyonu aldı (Gómara, 2000: 128). Hayreddin’in emân şartlarını kabul etmeyen İspanyol komutan Martin de Vargas’a karşı emrindeki kuvvetlerle

Kadı’nın akibeti kendi askerleri tarafından katledilmek oldu. (Hess, 2010: 95); Hayreddin Reis, Ahmed bin el-Kadı’yı ortadan kaldırmadan önce 1520 ile 1525 yılları arasında Ceyazir’in Collo, Bone ve Konstantin şehirlerini ele geçirmişti (Karal, 1979: 312).

257 Büyük Kabiliye dağlarının Berberî unsurları da Hayreddin’e haraç vererek, bu sayede Osmanlı metbuluğunu tanımış oluyorlardı. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Hayreddin Reis’in Cezayir’de bir ara kaybettiği otoritesini yeniden kazanmaya çalıştığı dönemde Osmanlı dış politikası ilgisini başka yöne çeviriyordu. Zira 1520’de I. Selim’in ölümüyle tahta oturan I. Süleyman’ın hedefi, saltanatının hemen ilk senelerinde, Balkanlar, Macaristan, Rodos ve isyan eden unsurlar olmuştu (Hess, 2010: 96); 1520’lerin başından itibaren yaşanan İspanyol gerilemesi merkezî Mağrib topraklarının kendi kaderine bırakılmasına neden oluyordu. Zira, V. Karl ve I. Süleyman dikkatlerini ta 1530’ların başına kadar başka meselelere çeviriyorlardı. Üstelik, Mağriplerdeki Türk yayılışına, kendisini Avrupa meselelerine adamış olan V. Karl tarafından verilecek muhtemel bir karşılık için geç kalınmıştı. (De Bunes Ibarra, 2001: 272-273); Türkler için Cezayir, tıpkı İspanyollar için yeni keşfedilen Amerika kıtasının arz ettiği kadar önemiliydi. Hatta Cezayir için “Türklerin Meksikası ya da Perusu” tabirleri o dönemde çok yaygın kullanılıyordu (Turan, 1992: 66; De Bunes Ibarra, 2001: 275).

95

topluca taarruza geçen Hayreddin, şiddetli top atışlarından sonra, 27 Mayıs 1529’da Peñón de Argel’i ele geçirmiş oldu258.

1525-1529 yılları arasında Cezayir’deki hâkimiyetini perçinleştiren Hayreddin Paşa,

İtalya’nın batı sahilleri ile İspanya’nın doğu ve güney sahilleri arasında kalan sularda korsanlık faaliyetlerine kaldığı yerden devam edebilirdi. Hayreddin, ünü neredeyse kendi kadar iyi bilinen Aydın Reis idaresindeki bir filonun Batı Akdeniz sularına yelken açıp Cezayir’e bol esirle dönülmesi talimatını vermişti. Valensiya körfezinde kalan Murla ve Parcenta şehirlerini yağmalayan Aydın Reis, adı geçen şehirlerde yaşayan çok sayıda İspanyol Müslümanı gemilere bindirip Cezayir’e doğru yelken açmıştı259. Aydın Reis’i bir sürpriz daha bekliyordu. İspanyol amiral Rodrigo Portundo, Valensiya sahillerinde yaptığı yağmalardan dolayı Aydın Reis’i yakalayıp cezalandırmak için Formentera adasına gelmişti. Portundo’nun bu teşebbüsü 1529’un Ekiminde Aydın Reis tarafından etkisiz hale getirildi ve İspanyol amiral hayatını kaybetti260. Hayreddin Paşa’nın Peñón de Argel’deki İspanyol hâkimiyetine son verdikten sonra, Balear adaları açıklarında İspanyollara yaşattığı bu sürpriz mağlubiyetle birlikte İspanyol otoriteler Cezayir’deki Türk hâkimiyetini ister istemez kabullenmek zorunda kalmışlardı.