• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: İBN ÂŞÛR’ÛN SARF VE NAHİVE DAİR TERCİHLERİ

99) kâffe (ِةفاك ) Kelimesinin Hâl Olarak Gelmesi

2.2.4.1. Harfi Cerler

Bu alt başlıkta Tahir b. Âşûr’un cer harflerinin birbiri yerine kullanması, bazı cer harflerinin anlamlarındaki görüşünü zikredilecektir.

117) Cer Harflerinin Birbiri Yerine Kullanılması

Nahivciler bazı harflerin anlam yönünden birbiri yerine kullanılmasında ihtilaf etmiştir. Basralılar her harfin aslî bir anlamı bulunduğu, nasb ve cezm harfleri birbiri yerine kullanılamayacağı gibi, cer harflerinin de onlara kıyasla birbiri yerine kullanılamayacağı görüşündedir. Buna aykırı şekilde kullanılan bir harfin başka bir harfin anlamını vermesi onlara göre mecazdır veya tevildir.820 Kufeliler ise bunun caiz olduğu görüşündedir. Dolayısıyla harf, hakiki manada pek çok anlam ifade edebilecek olan diğer kelimeler gibi bir kelimedir.821Kufeliler harflerin birbiri yerine kullanımını caiz görür. Mesela: راطنق ىلع veya راطنقب kelimeleri arasındaki fark, bâ’nın anlamının ilsak, alâ’nın anlamının istila olmasıdır. Her ikisi de anlamları yakın olduğundan bu gibi yerlerde birbiri yerine kullanılır.822 İbn Âşûr Kufelilerin mezhebini uyarak harflerin birbiri yerine kullanımını caiz görmektedir.823

lâm harfinin دنع (inde) anlamına gelmesi, İbn Âşûr’un işaret ettiği meselelerinden biridir.

دنعkelimesi her ne kadar harfi cer olmasa da zarf ile harfi cerlerin kullanımı birbirine

820 Batalyevsî, el-İktidâb fi şerhi edebi’l-küttâb, nşr, Mustafa es-Seka, Matbaatu Dârü’l-kütübi’l -mısrıyye, Kahire, 1996, II, s. 137; İbn Hişâm, Muğni’l-lebîb, I, s. 129.

821 Ahfeş, Meâni’l-Kur’an, I, s. 411.

822 İbn Hişâm, Muğni’l-lebîb, I, s. 130.

160

yakındır. Nitekim َني ِرِظاَّنلِل ءاَضْيَب َيِه اَذِإَف ُهَدَي َع َزَن َو “Elini çıkardı, bakanlara bembeyaz

göründü.” (Şuara, 26/33) âyetinde geçen نيرظانلل kelimesindeki lâm’ın İbn Mâlik ve İbn

Hişâm’ın isimlendirdiği lâm-ı ta’diye olması caizdir. İbn Âşûr ise onlara muhalif olarak şunu söyler: “En zahir olan görüş lâm’ın دنع anlamında olmasıdır. Car ve mecrûr hâl olur.”824

118) Harf-i Cer ve Mecrurunun Birlikte Hazfi

Halil b. Ahmed ve Müberrid cümlede delil bulunduğunda harf-i cer ile mecrurunun hazfini caiz görür. Mesela: مظعأ وأ ليفلاب تررم “File rastladım veya ondan daha büyüğüne” cümlesinde cümlenin ikinci kısmında yer alması gereken ُهْنِم ifadesi hazfedilmiştir. Cümlede karine bulunmadığında hazf caiz değildir. Mesela şöyle denemez: وأ لمجلا تيأر بكار “Deveyi üzerinde binmişken gördüm.” Çünkü sen deve üzerindeyken demek istenmektedir.825 Tahir b. Âşûr buna َنوُب َرْشَت اَّمِم ُب َرْشَي َو ُهْنِم َنوُلُكْأَت اَّمِم ُلُكْأَي “O sizin

yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden içiyor” (Mü’minûn, 23/33) âyetini misal verir. İkinci

cümlede ُهْن ِم harfi cerri mecruru ile birlikte hazfedilmiştir.826

119) Cer Harfi Tekrar Etmeden Mecrûr Zamire Atfedilmesi

Kufeliler, Yûnus b. Habîb, Ahfeş, iki görüşünden birinde Fahrüddîn Râzî (ö.606/1210), Ebû Ali eş-Şelûbîn (ö. 645/1247), İbn Mâlik ve Kurtubî cer harfi tekrar etmeden mecrûr zamire atfın caiz olduğunu görüşündedir. 827 Mesela ديزو كب تررم “Sana ve Zeyd’e uğradım” denilir. Onlardan bir grup, evla olanın cer harfinin tekrarı olduğunu söylemiştir.828 Basralılar, Sîbeveyh ve son görüşünde Ahfeş, Mâzinî, Müberrid, ez-Zeccâc, İbnü’s-Serrâc, Sîrâfi (ö.368/979) ve diğerleri bunu caiz görmezler.829Bu konuda üçüncü bir görüş daha mevcuttur. Bu görüşe göre mecrûr zamir merfû munfasıl zamirle tekit edildiğinde, cer harfini tekrar etmeden atıf caizdir. Mesela ديزو تنأ كب تررم gibi.

824 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XIX, s. 158.

825 Sîbeveyh, el-Kitâb, III, s. 81; Müberrid, el-Kâmil, II, s. 696.

826 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XVIII, s. 53; Taberi, Câmiü’l-beyân, XVIII, s. 19.

827 Sa’leb, Mecâlisu’l-ulema, s. 246; el-Anbârî, el-İnsâf, II, s. 463; İbn Mâlik, et-Teshîl, s. 178; Şerhu’t-Teshîl, III, s. 375; Ebû Hayyân, el-Bahrü’l-muhît, VII, s. 31; VIII, s. 42.

828 İbn Mâlik, Şerhu’t-Teshîl, III, s. 375; Şerhu’l-Kâfiye eş-Şâfiye, III, s. 1254.

829 Sîbeveyh, el-Kitâb, I, s. 248; II, s. 381; Müberrid, el-Muktadab, IV, s. 152; er-Rummânî, en-Nüket fi tefsiri kitabi Sîbeveyh, I, s. 668; Ferrâ, Meâni’l-Kur’an, I, s. 224; Nehhâs, İ’râbu’l-Kur’an, I, s. 431; İbnü’s-Serrâc, el-Usûlu fi’n-nahiv, II, s. 79.

161

Cermî ve diğerlerin830 meylettiği görüş budur.

Tahir b. Âşûr Kufelilerin görüşünü tercih etmiş ve cer harfi tekrar edilmeden mecrûr zamire atfın caiz olduğunu savunmuştur. ًارْكِذ َّدَشَأ ْوَأ ْمُكءاَبآ ْمُك ِرْكِذَك َ هلِلا ْاو ُرُكْذاَف “Atalarınızı

andığınız gibi hata ondan daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın.” (Bakara, 2/200) âyetinde

ona göre دشأ kelimesinin مكركذك kelimesine atfı caizdir. Buna, cer harfi tekrar edilmeden mecrura atıf yapılmayacağına dair görüş engel olmaz. Çünkü bu konuda nahiv bilginleri arasında ittifak yoktur. Mesela Kufeliler bunu imkânsız görmezler, onlara İbn Mâlik gibi bazı müteahhirin muvafakat gösterir. Zemahşerî de bunu caiz görür. ِ هلِلا ِةَيْشَخَك َساَّنلا َن ْوَشْخَي ًةَيْشَخ َّدَشَأ ْوَأ “içlerinden bir kısmı insanlardan Allahtan korkar gibi hatta daha çok

korkarlar” (Nisa, 4/77) âyetinde de cer harfi tekrar edilmeden mecrura atıf yapılmıştır.

Bazı nahiv bilginleri izafetle cer olduğunda da bunu caiz görür. Nitekim İbnü’l-Hâcib

İzahu’l-Mufassal adlı eserde bunu söyler.831

Başka bir yerde ise şöyle der: “Harfle mecrur’a atıf yapılmakla birlikte cer harfinin tekrar edilmemesi Arapçada kullanılmaktadır. Kufeliler bunu caiz görür. Bu, ْنأ harfiyle beraber harfi cerrin hazfinin çok olmasına binaen’dir. Dolayısıyla bu yoruma göre cer harfinin hazfinde ihtilaf olmaması gerekir.”832

120) Mecrûr Zamire Zahir İsmin Atfedilmesi

Nahivciler arasında bu mesele ihtilaflı bir konudur. Basralılar ve nahivcilerin geneli bunun caiz olmadığı kanaatinde, olup caiz olması için cer harfinin tekrarlanmasını şart koştular. Mesela: دي َزبو َكِب ُت ْر َرَم “Sana ve Zeyd’e uğradım” gibi. Nitekim دي َزو َكِب ُت ْر َرَم demek caiz değildir. 833 Yûnus b. Habîb, Ahfeş el-Evsat ve Kufeliler bu görüşe muhalif olmuştur; çünkü onlar mecrûr zamire zahir ismin atfının caiz olduğunu düşüncesindedir.834 Tahir b. Âşûr َنيِنِم ْؤُمْلا َنِم َكَعَبَّتا ِنَم َو ُ هلِلا َكُبْسَح ُّيِبَّنلا اَهُّيَأ اَي"Ey Peygamber!

Sana Allah yeter, sana tabı olan müminler de" (Enfâl, 8/64) âyetinin tefsirini yaparken bu

konuyu ele almıştır. Kendi fikrini açık bir şekilde söylemeden, konudaki iki görüş zikretmiş ve şöyle demiştir:” كعبتا نمو cümlesini “كبسح kelimesine Basralıların mecrûr

830 Ebû Hayân, el-Bahrü’l-muhît, II, s. 147; İrtişafu’d-darb, II, s. 658; el-Murâdî, Tevdîhü’l-makâsıd, III, s. 233, İbn Akîl, el-Müsâid, II, s. 470.

831 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, II, s. 246.

832 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXIX, s. 222; XIV, s. 37

833 İbn Akîl, Şerhu İbn Akîl, III, s. 239.

162

zamire zahir isim atıf yapılamaz kavline göre mef’ulü maah yapmak veya bu tür atfı caiz gören Kufelilerin görüşüne göre ma’tuf yapmak caizdir.”835

121) kefâ (ىفك) Fiilinden Sonra bâ’nın Zait Olması

Nahivcilere göre ىفك fiilinin fâilinde ba harfi zait olarak gelmektedir. İbn Âşûr, ِهلِلاِب ىَفَك َو ًاري ِصَن ِهلِلاِب ىَفَك َو ًاهيِل َو “Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter.” (Nisa, 4/45) âyetinin tefsirinde bu konudan bahsetmiş ve şu şekilde izah etmiştir: “اريصن للهاب ىفكو “Allah

yardımcı olarak yeter” cümlesi, Fâilin sonra zikredilecek temyizin işaret ettiği sıfatla

muttasıf olmasını takviye için kullanılmıştır. Yani ىفك’nın Fâili bu vasıfla muttasıf olmaya daha layıktır. Buna delaletinden dolayı cümlede ىفك fiilinin Fâilinin başında bâ gelmiştir. Bu ba, yeterliliğin tekidi için zaittir."836 Zeccâc bâ’yı zait kabul etmez ve şöyle der: “ىفك fiili فتكا anlamını içermektedir.”837

2.2.4.2.İzafet (İsim Tamlaması)

Bu alt başlıkta izafet konusu ve ona taalluk eden bazı meselelerden bahsedilecektir. İlgili meseleler aşağıdaki gibidir:

122) kilâ- kiltâ (لاك -ِاتلك) Kelimeleri

Basra Ekolüne göre اتلك ِ-لاك kelimeleri lafzan müfred, manâ bakımından müsennadır. Kufe

Ekolüne göre ise لاك kelimesinin aslı (لك) şeklindedir ve lâm hazfedilip tesniye elif-i gelmiştir. اتلك kelimesindeki te müenneslik içindir ve her ikisindeki elifler نارمعلا-ناديزلا kelimelerindeki elif gibidir. Basra Ekolüne göre ise her ikisindeki elif harfi اصع ve احر kelimelerindeki elif gibidir. Sîbeveyh لاك’nın aslının (ولك) ve اتلك’nın aslının (اولك) olduğunu ve اتلك kelimesindeki vâv harfi hazfedilip müennes ifade etmesi için yerine (ت) getirilmiştir.838 اتلك-ِلاك kelimelerinin haberi olan kelimenin lafız dikkate alınarak müfret

yapılması caizdir. Bu daha sahihtir. Nitekim اَهَلُكُأ ْتَتآ ِنْيَتَّنَجْلا اَتْلِك “Her iki bağ da meyvelerini

vermiş” (Kehf 18/33) âyetinde böyledir.839 Anlam dikkate alınarak tesniye yapılması da

835 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, X, s. 65.

836 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, V, s. 73.

837 Zeccâc, Meâni’l-Kur’an ve i’râbuhu, II, s. 27.

838 Sîrâfi, Şerhu’l-Kitâb, IV, s. 117.

839 Taberi, Câmiü’l-beyân, XV, s. 244; Müberrid, el-Muktadab, III, s. 241; Enbarî, el-İnsâf, II, s. 446; Süyûtî, Hem’ü’l-hevâmi, I, s. 41.

163

caizdir.840 İbn Âşûr konusundaki görüşü ise yukarıdaki âyetin tefsirini yaparken zikretmiştir. Ona göre اتلك kelimesi (جوز) kelimesi gibi tesniye’yi ifade eden müfred isim olduğunu ve onu açıklayan kendisine izafe eden isimdir.841

123) lâm-ı Tarifin İzafet Yerinde Zamirin Yerini Alması

Nahivciler muzâfun ileyh olan zamir yerine lâm-ı tarif kullanılmasında ihtilaf etmiştir. Basralı nahivcilerin çoğunluğu bunu caiz görmez. Kufeliler, bazı Basralılar ve geç dönem nahivcilerinin çoğu mutlak olarak bunu caiz görür. Onlar bu konuda misal olarak َةَّنَجْلا َّنِإَف ى َوْأَمْلا َيِه “Cennet barınma yeridir” (Nâziât, 79/41) âyetini gösterirler. Âyetin aslı ةنجلا نإف هاوأم يه şeklindedir. Zamir olan muzâfun ileyh hazfedilmiş, onun yerine lâm-ı tarif getirilmiştir.842 Tahir b. Âşûr bunu caiz sayan Kufe ehlinin tavrını benimsemiş ve devamla şunu söyler: “Bana göre lâm-ı tarif getirmenin gerekçesi, nekrenin ikinci kez tekrarlanmaması için sanat yapılmış olmasıdır. Böylece lafız bakımından aralarında fark olmuştur.”843

124) ma (ام) Harfinin Akıllı Varlıklar İçin Kullanılması

ام kelimesi müşterek ism-i mevsullerden’dir ve akıllı olmayan varlıklar içindir. Bununla birlikte bazen akıllı varlıklar için de kullanılır. Nitekim akıllı varlıkların sıfatlarını ve nevilerini ifade için kullanılır.844 Zemahşerî ve es-Sekkâkî şöyle der: ؟تجوزت ام :تلق اذإف لاثم ابيث مأ اركبأ اهتفص ام ديرت تنأف Birine “Ne ile evlendin” dediğinde “Bekâr mı yoksa dul mu olduğunu sorarsın” اهبسنو اهمسا نييعت ديرت تنأف ؟تجوزت نم :تلق اذإو “Kim ile evlendin?” dediğinde ise muhatabın evlendiği kişinin isim ve nesebini tayin etmesini kastetmiş olursun.” 845 Müberrid şu görüştedir: "ام akıllı olmayan varlıklar için de akıllı varlıkların sıfatları için de kullanılır."846Bu görüşünde Müberrid’i takip edenler arasında Rummânî, Zemahşerî ve İbnü’ş-Şecerî, vardır. 847 Sîbeveyh ام’nın hem akıllı ve hem de akılsız

840 Süyûtî, Hem’ü’l-hevâmi, II, s. 50.

841 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XV, s. 317-318.

842 Eşmûnî, Şerhu'l-Eşmûnî, I, s. 185; Sabbân, Hâşiyetü’s-Sabbân, I, s. 286; Bedreddin ed-Demâminî, Şerhu Muğni’l-lebîb (el-Mezc), Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2012, s. 301; Süyûtî, Hem’ü’l-hevâmi, I, s. 260.

843 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, I, s. 355.

844 İbn Hişâm, Evdahu’l-mesâlik, I, s. 150.

845 Zemahşerî, el-Keşşâf, I, s. 314; el-Mufassal, s. 149.

846 Müberrid, el-Muktadab, II, s. 296.

164

varlıklar için kullanıldığı görüşündedir.848 Bu görüşte onu Ferrâ, Taberî, Zeccâc ve Ebû Ubeyd gibi bazı müfessir ve dilciler takip etmiştir. 849

Tahir b. Âşûr َنوُدُبْعَت اَم ُدُبْعَأ َلا “Ben sizin taptıklarınıza tapmam” (Kâfirun, 109/2) âyetinin tefsirinde bunun caiz olduğunu söyler ve şöyle der: “İsm-i mevsul olarak ام kullanılmıştır. Çünkü o akıllı ve akılsız varlıklar içindir. ْنم sadece akıllı varlıklara mahsustur. ام’nın karışıklıktan emin olunduğunda akıllılar için kullanılmasına engel yoktur.”850

125) fi (ِيف ) Anlamında İzafet Tamlaması

Nahivcilerden bir grup bilgin bu tür izafeti var kabul eder. Bunlar arasında Zemahşerî, İbnü’l-Hâcib, İbn Habbâz, Kîşî, İbn Hişâm, İbn Akîl yer alır.851 Süyûtî bu görüşü Kufelilere nispet eder.852 Onlar bu izafetin sahih olması konusunda ikinci kısmın birincisi için zarf olmasını şart koşarlar. Bu zarfın zaman veya mekân zarfı olması fark etmez. Nahivcilerin çoğunluğu bu tür izafeti dikkate almaz.853 İbnü’n-Nâzım, Radî, ed-Demâminî, Camî, ve Ebû Hayyân bu izafeti kabul etmez.854

Tahir b. Âşûr bu tür izafetin varlığını kabul edenlerdendir.855 ِماَص ِخْلا ُّدَل َأ َوُه َو “O hasımların

en yamanıdır” (Bakara, 2/204) âyetinde şunu söyler: “ دللْاkelimesinin izafeti fi

anlamındadır. Aynen ردغلا تبث “Kanıtlanmış ihanet” kelimesi gibi. Âyetin anlamı ديدش وهو ماصخلا يف ماصخلا “O tartışmada çok çetindir” şeklindedir.

126) Parçanın Bütüne İzafeti

Nahiv bilginleri bu tür izafete kıyas yapma hususunda ihtilaf etmiştir. Sîbeveyh856 ve Ahfeşu’l-Evsat bu tür izafetin sema-î olduğu, kıyas yapılamayacağı görüşündedir. Bu tarzda gelen izafet azdır. Bir grup bilgin bu tür izafette kıyasın geçerli olduğu ve dilde

848 Sîbeveyh, el-Kitâb, IV, s. 228.

849 Ferrâ, Meâni’l-Kur’an, II, s. 415; Taberi, Câmiü’l-beyân, XXX, s. 133; Zeccâc, Meâni’l-Kur’an ve i’râbuhu, V, s. 232; Ebû Ubeyde Mecâzu’l-Kur’an, II, s. 230.

850 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXX, s. 582; , IV, s. 224.

851 Zemahşerî, el-Keşşâf, I, s. 352; İbn Muattî, Şerhu Elfiye, I, s. 731; el-Kîşî, el-İrşâdu ila ilmî’l-i’râb, s. 25; İbni Akil, el-Müsâid, II, s. 329.

852 Süyûtî, Hem’ü’l-hevâmi, II, s. 46; Semîn, ed-Dürrü’l-masûn, II, s. 435.

853 İbn Mâlik, el-Kafiye eş-şafiye, II, s. 906; Şerhu’t-Teshîl, III, s. 221; Ebû Hayyân, et-Tezyîl ve’t-tekmîl, IV, s. 68; İbn Akîl, el-Müsâid, II, s. 329.

854 İbnü’n-Nâzım, Şerhu Elfiye, s. 330; Radî, Şerhu’l-Kâfiye, I, s. 383; ed-Demâminî, Ta’liku’l-ferâid, s. 54; el-Cami, el-Fevâidu’d-diyaiyye, II, s. 7-8.

855 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, II, s. 267.

165

geniş olana kıyas yapılacağı görüşündedir.857 Tahir b. Âşûr bu tür izafeti caiz gören grup arasında yer alır. İbn Âşûr َنوُحِلْصُي َلا َو ِض ْرَ ْلْا يِف َنوُدِسْفُي طْه َر ُةَعْسِت ِةَنيِدَمْلا يِف َناَك َو “Şehirde

dokuz kişilik bir grup vardı, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyor ve ıslaha çalışmıyorlardı” (Neml, 27/48) âyetinin tefsirinde bu konudan söz eder. O, dokuz

sayısının طْه َر kelimesine izafetinin genişlik kabilinden cüzün külle izafeti olduğunu söyler. Bu izafet türü Arap dilinde çoktur. Mesela: دوذ سمخ “Beş deve” böyledir. Bu izafete kıyas hususunda nahiv imamları ihtilaf etmiştir. Sîbeveyh ve Ahfeşu’l-Evsat izafetin sema-î olduğu görüşündedir.858 Bunun misali Fussilet sûresinin 27. âyetidir. O âyette geçen أوسأ “en kötüsü” kelimesinin üstünlük anlamından tecrit edilmiş ism-i tafdîl olduğunu, bununla kötünün kastedildiğini, kötü anlamının mübalağa için tafdîl sığasının kullanıldığını, bu kelimenin نولمعي اوناك يذلا “Yaptıkları şeylerin” cümlesine izafetinin cüzün külle izafeti kabilinden olduğunu, ism-i tafdîl’in mufaddalun aleyhe (kendisine üstün kılanan isme) izafeti türünden olmadığını söyler.859

127) Muzafla Muzâfun İleyh Arasının, Muzafın Mamulüyle Ayrılması

Kufeliler iki kelime arasında muzafın mamulü bulunduğunda, muzaf’la muzâfun ileyh arasının ayrılmasını caiz görürler. Bazıları bunun şiirde caiz olduğu görüşündedir.860 Bunun mutlak surette caiz olduğu hususunda İbn Mâlik, İbn Cezerî (ö.833/1429) ve Bağdadi (ö. 1093/1682) gibi âlimler onları takip etmiştir.861 Onlar görüşlerine nakil ve kıyastan delil getirmiştir. Nakilden delilleri ْمُهُؤآَك َرُش ْمِهِدَلا ْوَأ َلْتَق َنيِك ِرْشُمْلا َنِهم ريِثَكِل َنَّي َز َكِلَذَك ََ “Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş

gösterdi ki.” (En’âm, 6/137) âyetidir. Âyette muzaf َلْتَق kelimesi, muzâfun ileyh مهؤاكرش

kelimesidir ve aynı zamanda Fâildir. İbn Amir’in mansup şeklinde okuduğu kıraate göre (مهدلاوأ) mef’uldür.862 Şiirden delil ise,863

ِجلاحملا َنطقلا َك ْرَف عاقلاب ... ِجِفاَنُكلا ِلبنسلا َّبَح كُرْفَي

“İçinde çerçöp olan pamuğu ayıklarcasına arazide birçok sümbül tanesi ayıklıyor.”

857 Ebû Hayyân, İrtişafu’d-darb, IV, s. 1799.

858 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XIX, s. 282.

859 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XXIV, s. 279.

860 Enbarî, el-İnsâf, II, s. 428; Muhammed H. el-Halavâvî, el-Hilâfu’n-nahvi beyna’l-basariyyin ve’l-kufiyyin, Dârü’l-kalemi’l-arabi, 1970, s. 244, 251; eş-Şerci, İ’tilafu’n-nusra, s. 51.

861 İbn Mâlik, Şerhu’l-Kâfiye eş-Şâfiye, II, s. 979; et-Teshîl, s. 161; Şerhu’t-Teshîl, III, s. 272.

862 Saymerî, et-Tebsire, s. 504.

166

Konu ile alakalı beytin ikinci mısrasında geçen ِجلاحملا َنطقلا َك ْرَف ifadesidir. Burada muzafla muzâfun ileyh arasına giren mef’ul (نطقلا) kelimesidir. Dolayısıyla nu ifadesin aslı ك ْرَف َنطقلا ِجلاحملا şeklinde olmalıdır.

Kıyasa gelince, İbn Mâlik’in zikrettiği delillerden birisi şudur: "Muzafla muzâfun ileyh arasına giren kelime fazladır. Bu şekilde olmakla o dikkate almamaya uygundur ve muzaf’la alakası sebebiyle yabancı değildir, önce zikredilmesi manevi Fâilliğin gereğidir. Basralılar, Ferrâ, Ebû Ali el-Fârisî ve en-Nehhâs gibi onlara uyanlar bunu caiz görmezler. 864 Onlar bu caizliği zarfla sınırlandırır ve sadece şiirde zaruret sebebiyle caiz olacağını ifade ederler. Onların bu konuda delilleri muzaf ve muzâfun ileyh’in aynı şey olduğu, dolayısıyla ikisi arasını ayırmanın caiz olmayacağı, fakat zaruret halinde zarfla ve cer harfiyle ikisi arasını ayırmanın caiz olacağıdır. Çünkü muzaf’la muzâfun ileyh arasında başkaları arasında caiz olmayan şey caiz olmaz.865

Tahir b. Âşûr ise, Kufelilere katılarak bunu caiz görür. Az önceki âyetin tefsirinde o şunları söyler: “Âyette muzaf’la muzâfun ileyh arası mef’ulle ayrılmasının kullanımı bilinene aykırı bir durum yoktur. Bu hususta konuşmak kolaydır…”866 Bu sözlerin ardından bu meseleyi kabul etmeyen Zemahşerî’ye itiraz eder ve ona İbn Amir’in kıraatinin inkâr ederken cevap verir. O bu kıraati mutevâtir olması ve karilerin hüccet olmasıyla savunur.

128) Muzaf Olmayan Masdarın Amel Ettirilmesi

Ez-Zeccâc, Ebû Ali el-Fârisî ve çoğu nahivci, masdarın tenvinli olduğu zaman amel ettirilmesinin daha kuvvetli olduğu görüşündedir.867 Çünkü bu nekreye benzemektedir. Aynı şekilde bunun da nekre olması uygundur. Ebû Hayyân ve İbn Mâlik muzaf masdarın amel ettirilmesinin muzaf olmayan masdarın amel ettirilmesinden fazla olduğu görüşündedir. 868 Yine bazı nahiv bilginleri muzaf olmayan masdarın, tenvinli veya muzaf olarak amel ettirilmesinin aynı şey olduğu görüşündedir. Kufeliler tenvinli masdarın amel ettirilmesini caiz görmezler. Eğer ondan sonra merfû veya mansup isim bulunursa, bu

864 Sîbeveyh, el-Kitâb, I, s. 178; er-Rummânî, en-Nüketü fi tefsiri kitâbi Sîbeveyh, I, s. 279; Ebû Hayyân, el-Bahrü’l-muhît, IV, s. 229; Semîn, ed-Dürrü’l-masûn, V, s. 164.

865 Enbarî, el-İnsâf, II, s. 431-435; eş-Şecerî, İ’tilafu’n-nusra, s. 53.

866 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, VIII a, s. 102-103.

867 Semîn, ed-Dürrü’l-maśûn, III, s. 654; İbn Âdil, el-Lübâb, III, s. 112; VI, s. 317.

868 Ebû Hayyân, et-Tezyîl ve’t-tekmîl, XI, s. 81-88; İbn Mâlik, Şerhu’t-Teshîl, III, s. 228; Eşmûnî, Şerhu'l-Eşmûnî, II, s. 825

167

masdarın kendi lafzından tefsir ettiği muzmar fiile yorulur.

Tahir b. Âşûr muzaf olmayan masdarın amel ettirilmesini üstün bulur. Bu görüşünü Beled sûresinin 14. ve 15. ayetlerinin869 tefsirini yaparken ortaya koyar ve şunu söyler: “اميتي kelimesi fiili gibi amel eden ماعطإ masdarının mef’ulü bihi olarak mansuptur. Muzaf olmayan ve lâm’la marife olmayan masdarın amel ettirilmesi, muzâfun amel ettirilmesi çok olsa da, daha kıyasa uygundur. Kufeliler muzaf olmayan masdarın amel ettirilmesini kabul etmezler. Bundan sonra gelen merfû veya mansup isim, masdarın lafzı cinsinden mukadder fiile hamledilir. Bu âyetin benzeri yerlerde اميتي معطي“yetimi doyurur” cümlesi takdir edilebilir. 870

Benzer Belgeler