• Sonuç bulunamadı

2.1. Türkçe Öğretiminin Yasal Dayanakları

2.1.2. Harf İnkılabı

Türkçe öğretiminin yasal dayanaklarından biri de Harf İnkılabı’dır. Harf İnkılabı’yla, bütün okullarda Türkçe yapılan öğretimde Latin alfabesinin kullanılması esas alınmıştır.

Türk milletinin dili, kültürü, yazılı ve sözlü gelenekle geçmişten günümüze ulaşmıştır. Bu süreçte farklı dillerden etkilenmeler olduğu gibi farklı alfabeler de kullanılmıştır. Osmanlı

döneminde devlet sınırlarının geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla beraber Türkçe de farklı dillerden etkilenmiş, zenginleşmiş ve dilleri etkilemiştir. Arapçadan ve Farsçadan dilimize birçok kelimeyle beraber kelimelerin kullanım özellikleri de geçmiştir. Osmanlı döneminde kullanılan Arap harflerine dayalı alfabe Arapçadan ve Farsçadan dilimize geçen uzun kısa ünlülerin yazı dilinde gösterilmesinde büyük kolaylık sağlamıştır. Söz gelimi “Yahya:” isminden sonra bir elif getirilerek a sesinin uzun olduğu vurgulanmış ve günümüzde bazı bölgelerde “a” sesinin kısa okunmasından kaynaklanan telaffuz problemi giderilmiştir. Bir dilde kullanılan alfabedeki harflerin ve sembollerin karşılığı olan seslerin o dilin kullanıldığı tüm coğrafyada aynı karşılığının olması standart konuşma dilinin oluşmasının birinci şartıdır. Harflerin ve kelimelerin bölgelere göre farklı seslerle ifade edilmesi bir dilde konuşma bozukluklarını ve diksiyon kusurlarını doğurur.

Latin alfabesine geçilmesinden sonra dönemsel olarak alınan kararlarla uzun, kısa, kalın, ince ünlüler bazı işaretlerle belirtilse de bu harflere kelime içinde karşılık gelen ya da yazı dilinde herhangi bir sembolle ifade edilemeyen sesler, genellikle kullanıcıların kültürel ve sözlü dil birikimine bırakılmıştır. Türkçenin doğru kullanım özelliklerinin bilinmediği ailelerde ve ortamlarda büyüyen, kelimelerin yanlış telaffuz edildiği sesli ve görsel medyayı takip eden bireylerin doğru bir konuşma becerisi kazanması beklenemez. Bu problemin ortadan kalkması için dilde kullanılan tüm seslerin yazı dilinde bir karşılığı olması gerekir. Yukarıda belirtildiği gibi bu problem “fonetik bir alfabe” ya da “telaffuza yönelik sembollerle” giderilebilir. Eğitimin temel ilkelerinden olan fırsat eşitliği için alfabedeki harflere ve sembollere karşılık gelen seslerin, dilin kullanıldığı tüm bölgelere doğru bir şekilde ve etkili sesli materyallerle ulaştırılması gerekmektedir. Konuşma dilinin bir standarda ulaşması ailelerin, okulların, kitle iletişim araçlarının, devlet televizyonunun ortak bir duyarlılıkla hareket etmesiyle mümkündür.

Dil yaşayan, gelişen, büyüyen, değişebilen bir yapıya sahiptir. Arap harflerine dayalı alfabeden Latin harflerine dayalı alfabeye geçiş süreci de dönemin ihtiyaçlarına göre zaman içerisinde olmuştur. Her ne kadar genç Cumhuriyet dönemine denk gelse de Osmanlı Devleti’nin yenileşme çabaları ve Batı kaynaklı reformlar sırasında bu mevzu da dile getirilmiş, ancak gerçekleştirilmesi için epeyce bir zamanın geçmesi gerekmiştir.

Tarihçi Ortaylı (1977) Arap harflerine karşı yapılan eleştirilerin Tanzimat döneminde başladığını ifade etmektedir. Özellikle modernleşen ve büyüyen bürokrasi, yaygınlaşan eğitim ve yayın hayatının standart bir imla ve yazıya gereksinim duyması ve milliyetçilik nedeniyle doğup gelişen dil araştırmaları alfabe düzenlenmesini zorunlu kılmıştır. Arap

harflerinin değiştirilmesi yönündeki adımlar daha sonraki yıllarda atılmıştır. Kaynaklar (Albayrak, 1989, s. 474), ilk resmî girişimin 1909’da Maarif Nezaretinde kurulan ‘İmla Komisyonu’ tarafından, daha sonraki bir girişim de Recaizâde Mahmut Ekrem Bey’in öncülüğünde 1911 yılında kurulan Islah-ı Huruf Cemiyeti adlı dernek tarafından yapıldığını ortaya koymaktadır. Dernek, bu girişimden sonra bir bildiri yayımlayarak Arap alfabesindeki yazılış ve öğrenme güçlüğünden söz etmiş ve ilmî bir yolla bu konunun halledilmesi gerektiği ifade etmiştir. Bu dönemlerde dile getirilen düşünceler daha çok öneri boyutunda kalmış, somut adımların atılma süreci 1928’e kadar uzamıştır.

29 Ekim 1923’te genç Türkiye Cumhuriyet’i kurulduktan sonra devletin yapısal ve kültürel sorunları dile getirilmiş bu alanlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde reformlar yapılmıştır. 1928’e kadar Harf İnkılabı’nın temelleri hazırlanmış, okuma-yazmanın yaygınlaştırılıp geliştirilmesi amacıyla bazı adımlar atılmıştır.

3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü, 26 Aralık 1925 tarihinde uluslararası takvim ve saatin kabulü, 1927’de sokak adlarının Türkçeleştirilmesi, 20 Mayıs 1928’de Latin esaslı rakamların kullanımına geçiş, yapılacak harf inkılabına zemin oluşturmak için atılan adımlardan bazıları olmuştur.

Atatürk de yeni Türk alfabesini halka öğretmek için “başöğretmen” sıfatıyla yurt gezisine çıkmıştır. Bu süre zarfında halkın tepki ve ilgisi de yakından görülmüştür. Yaşanan tüm bu süreçten sonra 1 Kasım 1928’de TBMM’de kabul edilen Latin harflerine dayalı yeni Türk alfabesi 3 Kasım 1928’de 1353 sayılı kanunla Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’un bazı maddeleri şunlardır:

Madde1- Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve ilişik cetvelde gösterilen harfler Türk harfleri adı ve hukuku ile kabul edilmiştir.

Madde2- Bu kanunun yayımı tarihinden itibaren devletin bütün daire ve müesseselerinde, bütün şirket, devlet ve özel müesseselerde Türk harfleri ile yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburidir.

Madde3- Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin devlet muamelatına uygulanması tarihi 1 Ocak 1929’u geçemez.

Madde5- 1 Ocak 1929’dan itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleri ile basılması mecburidir.

Madde9- Bütün okullarda Türkçe yapılan öğretimde Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle basılan kitaplarla öğretim yasaktır.

O dönemde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yapı taşlarını oluşturan bu hususlar dilin en önemli öğreticileri ve kullanıcıları olan öğretmenler ve basın yayın mensupları için de temel kaidelerdir.

Yakın tarihimizde yapılan en büyük dil devrimi kuşkusuz yıllarca kullanılan Arap harflerine dayalı alfabenin yerine Latin harflerine dayalı alfabenin kullanılmaya başlanmasıdır. Standart bir konuşma dili için ise bir alfabenin, kullanıldığı dilin tüm telaffuz özelliklerini karşılaması gerekmektedir. Bu telaffuz özelliklerinin, yazı dilinde kullanılan alfabede tam olarak yansıtıldığını söylemek mümkün değildir. Bu konunun telaffuz eğitimi açısından ele alınması gerektiği düşünülmektedir.

2.1.3. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 6. maddesinde, “Devlet memurları Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatle bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatle uygulamak zorundadırlar.” ibaresi T.C. Anayasası hükümlerine uyulması zorunluluğunu dile getirmektedir.

Dil bir ulusun geleceğinin teminatıdır. Devlet Memurları Kanunu’nun 7. maddesinde “Devlet memurları her durumda devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler.” denilerek devletin menfaatinin gereği olan dil de bir anlamda teminat altına alınmıştır. Bu hükümler, devlet memurları olan öğretmenlerin ve basın yayın çalışanlarının, spikerlerin, sunucuların, devlet sanatçılarının, tiyatrocuların kısacası Türkçeyi bir araç olarak kullanan tüm kamu çalışanlarının sorumluluğuna işaret etmektedir.

Benzer Belgeler