• Sonuç bulunamadı

1.4. Dış Ticaret Hadlerine Yönelik Literatürde Yer Alan Farklı Yaklaşımlar

1.4.3. Yapısalcı Görüş

1.4.3.2. Hans Singer ve Raul Prebisch

1.4.3.2.1. Hans W. Singer GörüĢü

Singer‟in görüşlerinin temelleri 1950 yılında yayınlanan „The Distribution of Gains between Investing and Borrowing Countries‟ başlıklı çalışma ile atılmıştır. Singer çalışmasına, uluslararası ticaretteki üç temel mantıksal karışıklığı ortaya koyarak başlamıştır. İlk olarak ekonomistler arasında yaygın bir şekilde savunulan, dış ticaretin az gelişmiş ülkeler için sanayileşmiş ülkelere kıyasla daha az önemli olduğu görüşüne değinmiştir. Bu görüşün temelinde yatan mantıksal karışıklık ise dış ticaretin mutlak değeri ile dış ticaretin milli gelire oranı arasındaki ilişkiye bağlanmıştır. Buna göre milli gelirin en düşük olduğu az gelişmiş ülkelerde dış ticaretin milli gelire oranı artacak ve böylece ticaret önemli bir hale gelecektir. İkincisi ise dış ticaret hacmindeki ve dış ticaretin mutlak değerindeki dalgalanmaların gelişmiş ülkelerde az gelişmiş ülkelere kıyasla daha şiddetli olması görüşüdür. Son olarak dış ticaretteki dalgalanmalar, az gelişmiş ülkelerdeki ihracatın daha çok tüketim mallarına bağlı olması nedeniyle daha önemli olma eğilimde olmasıdır (Singer, 1950: 473). Böylece Singer çalışmasını bu üç çelişkili görüş üzerine inşa

23

ederek dış ticaretin az gelişmiş ve gelişmiş ülkeler için önemini karşılaştırmalı olarak açıklamaya çalışmıştır.

Singer‟e göre az gelişmiş ülkelerdeki dış ticarete yeterince önem verilmemesinin bir nedeni olarak sanayi ve ihracata yönelik meslekler ile yurtiçi üretim için istihdam edilenlerin işgücü verimliliklerindeki farklılık gösterilmiştir. Buna göre az gelişmiş ülkeler ikili bir ekonomik yapıya sahip olması ve ihracat sektöründe istihdam edilenlerin verimliliğinin iç üretim için istihdam edilenlerin verimliliğinin üstünde olması nedeniyle az gelişmiş ülkelerdeki istihdam istatistikleri gerçeği yansıtmamaktadır. Buna ek olarak az gelişmiş ülkelerde istihdam verilerini toplamak milli gelir verilerini toplamaktan daha zor olduğu için az gelişmiş ülkelerde ihracat sektöründe çalışanların oranı gelişmiş ülkelere kıyasla daha az görünmektedir (Singer, 1950:474). Az gelişmiş ülkelerde ticaretin önemsiz olduğu görüşüne katkıda bulunan bir başka faktör ise, az gelişmiş birçok ülkede parasal ekonominin dışında kalan ve bu nedenle de dış ticaretteki herhangi bir değişiklikten etkilenmeyen geniş bağımsız grupların varlığıdır (Singer, 1950: 474).

Ekonomik açıdan bakıldığında az gelişmiş ülkeler gelişmiş yatırımcı ülkeler için birer üs niteliğindedir. Bu yatırımlardan beklenen çarpan etkisi ise yatırımın fiziksel veya coğrafi olarak konumlandığı yer değil, yatırımın yapıldığı yerde ortaya çıkmaktadır. Uygun ekonomik yatırım testi gelir, istihdam, sermaye, teknik bilgi ve dışsal ekonomilerin büyümesine kümülatif eklemeler şeklinde çarpan etkisi ise, o zaman az gelişmiş ülkelere yapılan yatırım aslında sanayileşmiş ülkelerdeki yerli yatırım gibi düşünülmelidir. Bu haliyle, esasında gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelere yaptıkları yabancı yatırımlar neticesinde geri kalmış ülkelerin dış ticarete açılması ile bir avantaj elde ettikleri kesin olarak söylenememektedir. Burada karşımıza fırsat maliyeti kavramı çıkmaktadır. Bu durumda sanayileşmiş ülkeler az gelişmiş ülkeleri kendileri için gıda ve hammadde ihracatçısı konumuna getirmektedir. Bu durumda yapılan yatırımın az gelişmiş ülkelere pozitif bir zararı ortaya çıkacaktır (Singer, 1950: 476).

Yukarıdaki ifadeler doğrultusunda, az gelişmiş ülkelerin yabancı yatırımların da katkısı ile gıda ve hammadde üretiminde uzmanlaşarak bu tür malları ihraç etmesinin az gelişmiş ülkeler için iki sebepten dolayı olumsuz etkilere neden olmaktadır: Birincisi gerçekleştirilen yatırımın ikincil ve kümülatif etkilerinin gerçekte yatırım yapılan ülkeden yatırım yapan ülkeye doğru kaymasıdır. İkinci neden

24

ise bu gelişme az gelişmiş ülkeleri teknik ilerleme ve dış ekonomiler için daha az kapsamı olan faaliyet türlerine yöneltmesidir. Ancak bu iki faktörün ötesinde belki de daha önemli olduğu iddia edilen bir üçüncü faktör daha vardır. Bu da gıda ve hammadde konusunda uzmanlaşmaya dayalı dış ticaretin az gelişmiş ülkelerin sağlayacağı faydaları azaltmasıdır. Bu üçüncü faktör Singer tarafından “ticaret haddi” kavramı ile ilişkilendirilmiştir (Singer, 1950: 477).

1870‟li yıllardan bu yana fiyatlardaki eğilimin gıda ve hammadde satıcılarının aleyhine, sana ürünleri satıcılarının ise lehine geliştiği tarihsel bir gerçektir. İstatistikler şüpheye ve tartışmaya açık olmasına rağmen, bu genel gerçekliğe ilişkin sonucu değiştirmeyecektir. Bu değişen fiyat ilişkisinden çıkarılması gereken anlam çalışmada açıklanmıştır. Öncelikle bu ilişki gelişmiş ülkelerin sanayi malı ihracatının gerçek maliyeti ile az gelişmiş ülkelerin gıda ve hammadde ürünlerinin gerçek maliyetindeki değişimlerden kaynaklandığı söylenemez. Aksine gıda ve hammadde malı üretimindeki verimlilik artışı gelişmiş ülkeler de dâhil olmak üzere, az gelişmiş ülkelerde daha açık olarak geçerlilik kazanacak şekilde, gelişmiş ülkenin üretim sektöründeki verimlilik artışından da azdır. Bu değişen fiyat ilişkisi gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasında süregelen yaşam standardı farklılığını açıklamaktadır. Bozulan ticaret hadleri, göreceli verimlilik eğilimlerini yansıtıyorsa, bu aynı zamanda yurtiçi reel gelir düzeylerindeki farklılıkları da göstermektedir (Singer, 1950: 478).

1.4.3.2.2. Raul Prebish GörüĢü

R. Prebisch 1950 yılında yayınladığı “The Economic Development of Latin America and Its Principal Problems” başlıklı çalışma ile H. Singer ile aynı doğrultuda geliştirdiği düşüncelerinin temellerini atmıştır. Prebish çalışmasına 19. yüzyılda Latin Amerika‟nın içinde bulunduğu durumun genel hatlarını çizerek başlamıştır. Buna göre Latin Amerika‟nın dünya ekonomik düzeni içerisindeki rolü büyük sanayi ülkeleri için gıda ve hammadde üretmekti. Yani aslında mukayeseli üstünlükler kuramını destekler bir görünüm çizmektedir. Ancak uluslararası işbölümünün avantajlarına yönelik kurulan mantığın teorik olarak doğruluğuna karşın, bir takım yanlış varsayımlar üzerine kurulmuş olma olasılığı da yok değildir. Uluslararası işbölümü varsayımına göre, teknik ilerlemenin faydaları, ya fiyatların düşürülmesi ya da

25

gelirlerin yükseltilmesi yoluyla tüm topluma yayılır. Hammadde üreten bu ülkeler faydalardan payını uluslararası değişim yoluyla elde ederler ve bu nedenle sanayileşmelerine gerek olmadığı savunulur. Eğer sanayileşme yoluna giderlerse bu mübadelenin avantajlarını da kaybedecekleri varsayılır. Ancak bu genellemeler bir takım hatalar barındırmaktadır (Prebisch, 1950: 1).

Prebisch‟e göre teknolojik ilerleme sanayileşmiş ülkelere fayda sağlarken, gelişmekte olan ülkelere bu fayda yayılamamaktadır. Sanayileşmiş ülkelerin bu teknolojik ilerleme dolayısı ile artan verimliliği ise birincil ürünlere olan talebi artırarak Latin Amerika‟nın gelişimine dolaylı bir katkı sağlamıştır. Ancak bu ticari ilişki bir fiyat ilişkisi ortaya çıkararak, fiyatların birincil mallar aleyhine değiştiği görülmüştür (Prebisch, 1950: 8). Buna göre sanayileşmiş merkez ülkeler teknik ilerlemenin tüm getirilerini muhafaza ederken, birincil mal üreten çevre ülkeler kendi teknik ilerlemelerinin faydalarını paylaşmaktadırlar (Prebisch, 1950: 10).

Prebisch teknik ilerleme halinde fiyatların birincil mallar aleyhine değişmesini üç temel nedene bağlamıştır. İlk olarak fiyatlar teknik ilerleme ile eşzamanlı olarak düşmediğinden bir yandan maliyetler yüksek üretkenlikle birlikte azalırken, üretim faktörlerinin gelirleri artmaktadır. Gelir üretkenlikten daha fazla arttığında ise fiyatlar düşmek yerine yükselmiştir. Bir başka neden, gelirdeki artışın merkez ve çevre ülkelerde, üretkenlik artışı ile orantılı olmaması nedeniyle birincil ve mamul mallar arasındaki fiyat ilişkisi aynı şekilde kalmamaktadır. Tersi durum gerçekleşmiş olsaydı fiyat ilişkisi birincil ürünler lehine hareket etmiş olurdu. Son olarak, birincil ve mamul mallar arasındaki fiyat oranı 1870 ve 1930 yılları arasında birincil mallara karşı hareket etmesi nedeniyle, merkez ülkelerde üretim faktörlerinin gelirlerinin verimlilik artışından daha yüksek düzeyde artmasıdır (Prebisch, 1950: 10).

1950 yılında yaptığı analiz ile büyük ses getiren Prebisch merkez-çevre analizlerine devam etmiştir. 1950‟lerin sonlarına doğru Prebisch, dünya ekonomisindeki merkez-çevre bölünmesinin kademeli olarak zayıfladığı bir sürece girildiğini açıklamıştır. Onun bu iyimser bakış açısının sebebi ise teknolojik ilerlemenin çevreye yayılması ve birincil mal üreten sektörlerden ziyade diğer sektörlerde de kendini göstermesidir. Bunun bir sonucu olarak da sanayileşmeyi öne sürmüştür. Ancak tüm bu ileriye dönük görüşlerine rağmen merkezin sanayileşmesinin olağan, çevrenin sanayileşme sürecinin ise tartışmalı olduğunu da

26

belirtmektedir. Zira sanayileşmeyi birincil faaliyetlerden sağlanan üretken kaynaklar için zararlı olduğunu düşünenler olduğunu ifade etmektedir (Prebisch, 1959: 251).

Prebish‟in merkez-çevre analizine göre çevre ülkeler öncelikli olarak yatırımdan ziyade ihracat yoluyla büyüdükleri için, büyük reformlar gerçekleştirmeden, hükümet harcamaları yoluyla ekonomik istikrarı desteklemede yetersiz kalmışlardır. Öte yandan ihracata dayalı büyümenin, mamul malın talebinin yüksek gelir esnekliğine bağlı olarak yüksek bir ithalat/GSYH oranına da sahip oldukları görülmüştür. Böyle bir durumda çevre ülke hükümetlerinin yatırım veya tüketimi teşvik etmeyen hükümet harcamalarına yönelmesi ile ithalat oranı artacaktır. Dolayısıyla genişletici maliye politikası uygulanmadan önce, üretimi çeşitlendiren (tarımsal uzmanlaşmayı azaltan) yapısal reformlara gidilmesi ödemeler dengesi üzerindeki bu baskıyı azaltacaktır (Brancarense, 2016: 9).

Prebisch‟e göre uzmanlaşma beraberinde bir takım sorunları da getirmiştir. Bunlar, üretilen çoğu tüketim malının ithal edilmesinin gerekliliği, üretilen malların talebinin yüksek gelir esnekliğine sahip olması, ticaret hadlerini kötüleştirme eğilimi ve son olarak tarımsal üretimdeki düşük verimliliğin çevre ülkelerdeki işsizlik oranını artırmasıdır. Sonuç olarak çevre ülkelerde düşük gelir, düşük efektif talep ve düşük tasarruf kısır döngüsü kendini gösterecektir (Brancarense, 2016: 10).

1.4.3.2.3. Singer-Prebisch Tezi

Singer-Prebisch tezi, gelişmekte olan ülkeler için genellikle birincil ürünler ile imalatçılar arasındaki net değişim ticaret hadlerinin uzun vadeli bir düşüş eğilimine maruz kaldığı yönündeki önermedir. Singer ve Prebisch tarafından eş zamanlı olarak yayınlanan iki eser bu tezi açıklar niteliktedir. 1950 yılında Prebisch tarafından yayınlanan „The Economic Development of Latin America and Its Principal Problems‟ adlı eser BM‟ in etkisiyle ortaya çıkmıştır. Aynı anda Singer tarafından yayınlanan „The Distribution of Gains between Investing and Borrowing Countries‟ adlı makalede Amerikan ekonomisi incelenmiştir. Nitekim Singer-Prebisch tezinin devam eden önemi, dünya ekonomisinin yapısında büyük değişikliklerin engellenmesi, ticaretten elde edilen kazançların birincil ürünleri ihraç eden ülkeler ve çoğunlukla ihracat yapan ülkeler arasında eşit olarak dağıtılmaya devam edeceğini

27

ifade etmesidir. Ayrıca bu iki tür ülke arasındaki kişi başına düşen gelir eşitsizliği azaltılmak yerine ticaretin büyümesiyle artacaktır. Bu durum hem sanayileşme hem de tarife korumasına duyulan ihtiyacın bir göstergesi olarak kabul edilmiştir (Toye ve Toye, 2003: 437).

Bu tezin özgün formülasyonu, iki farklı fakat birbirini tamamlayıcı hipotezi birleştirmiştir. Bu hipotezlerden birincisi, mal piyasalarının işleyişine ve özellikle mallara olan talebin gelir esnekliğinin gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadleri üzerindeki olumsuz etkisi üzerinde durmuştur. Diğeri ise, dünya ekonomisinin merkezinde ve çevresinde işgücü piyasalarının işleyişindeki asimetrileri merkeze yerleştirirken çevre ülkelerdeki işgücü fazlalığının gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadleri üzerinde bir bozulmaya neden olacağını ve bunun da üretim maliyetlerine olan etkilerine rağmen bu ülkelerin ticaret hadlerinde bir bozulmaya yol açacağını varsaymıştır. Hipotezler arasındaki en önemli fark ise, ilk hipotez düşük gelir esnekliği sergileyen mal ve hizmetler için geçerli olurken ikinci hipotez gelişmekte olan ülkeler tarafından üretilen tüm mal ve hizmetlere uygulanır. Bir başka ifadeyle, ilk durumda önemli olan ticareti yapılan mal ve hizmetler iken ikincisinde üretildikleri yer olduğu söylenebilir ( Ocampo ve Lancourt, 2010: 13).

Singer-Prebisch tezi, birincil ürünlerin ticaret hadlerinin bozulmasında dört önemli nedenini ortaya koymaktadır. Bu nedenler, talebin esnekliğindeki farklılıklar, eşit olmayan piyasa gücü, teknolojik değişim ve transfer fiyatlandırmasıdır. İlk olarak, uzun vadede ticaret hadlerindeki bir düşüşü açıklayan önemli bir neden birincil ürünlere ve üretim mallarına olan talebin farklı gelir esnekliğine sahip olmasıdır. Ampirik kanıtlar üretilen ürünlerde talebin gelir esnekliğinin birincil ürünlerden daha yüksek olduğunu göstermektedir. Az gelişmiş ülkeler büyüdükçe, gelirlerinin daha büyük bir yüzdesini üretilen malların satın alınmasına ayırırken gelişmiş ülkeler gelirlerinin küçük bir yüzdesini ayırırlar. Birçok az gelişmiş ülke birincil ürün ihracatçısı ve sanayi ürünü ithalatçısı olduğundan dolayı diğer faktörler sabitken ithalat fiyatları ihracat fiyatlarından daha hızlı artacaktır. İkinci olarak, ticaret haddindeki bozulmaların bir başka nedeni ürün ve faktör piyasalarındaki eşit olmayan piyasa gücüdür. Tarım sektörüne kıyasla sanayi sektöründe var olan yüksek tekel veya oligopol gücü, birincil ürünlere göre daha yüksek bir sanayi ürünü fiyatı ile sonuçlanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadlerindeki uzun vadeli düşüşün olası bir başka açıklaması teknolojik değişimin birincil ürünlere yönelik talep artış

28

hızını azaltmasıdır. Talebin artış hızındaki bu düşüş ise birincil ürün fiyatlarında daha düşük bir baskıya yol açarak sonuçlanmıştır. Son olarak çok uluslu şirketlerin transfer fiyatlandırması mekanizması aracılığıyla az gelişmiş ülkelerin ticaret hadlerini daha da kötüleştirdiği söylenebilir. Az gelişmiş ülkelerde çok sayıda çok uluslu şirket faaliyet göstermektedir. Bu şirketler transfer fiyatlandırması ile hammadde ithalat tutarını yükseltip ihracat tutarını düşük göstermektedir. Çok uluslu şirketlerin bu özelliği az gelişmiş ülkelerin ticaret hadlerini olumsuz etkilemektedir (Kennedy, 2014: 74-75).

1.4.3.2.4. Singer-Prebisch Tezine Yönelik EleĢtiriler

Singer-Prebisch hipotezinin eleştirisi, Birleşmiş Milletler çalışmalarında tahmin edilen ticaret hadlerindeki eksiklikleri ortadan kaldırarak, ticaretin emtia koşullarını ölçmeyi amaçlayan diğer ampirik çalışmaları tetiklemiştir.

Spraos 1980 yılında yayınlamış olduğu çalışmasında Singer-Prebisch tezinin verileri, hesaplamaları ve çıkarımları ile ilgili dört önemli eleştiri grubu oluşturmuştur. Bu gruplandırmanın ilki, İngiltere‟nin net takas ticaret hadleri, bütün sanayileşmiş ülkelerin ticaret hadlerini temsil etmemiştir ve bu nedenle İngiltere‟nin ticaret hadlerinin tersi, birincil mal ticareti açısından bir temsilci olarak hizmet edememiştir. İkincisi, sanayileşmiş ülkeler tarafından ithal edilen birincil mallar, gelişmiş ülkelerde ağırlıklı olarak üretilen malları içermektedir. Üçüncüsü, İhracat f.o.b. ithalat ise c.i.f fiyatlarıyla ölçüldüğünde, İngiltere‟nin net değişim ticaret haddindeki iyileşme, kısmen ya da tamamen nakliye maliyetlerindeki bir azalmaya bağlı olabilir ve birincil üreticiler tarafından alınan fiyatlarda göreli bir düşüşe neden olmaz. Son olarak, üretilen yeni malların ticarete girmesine ve mevcut olan malların kalitesinde iyileşme sağlanmasına rağmen bu gelişmeler mamul malların fiyat endekslerine yeterince yansıtılamamaktadır. Bu nedenle mamul malların fiyat endeksleri yukarı doğru eğilme eğilimindedir ve birincil ürünlerin nispi fiyatında bir bozulma izlenimi vermektedir (Spraos, 1980: 108-109).

Literatürde Singer-Prebisch tezine birçok iktisatçı tarafından eleştiri getirilmiştir. Viner 1950‟de uluslararası ticaret ekonomisi ile ilgili olarak ekonomik kalkınma sorununa ilişkin birçok konferans vermiştir. Bu konferansların en önemli

29

konusunu dış ticaretten elde edilen kazançlar oluşturmuş ve bu doğrultuda Prebisch‟in görüşleri ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Viner, Prebisch‟in „Latin Amerika‟nın Ekonomik Gelişimi‟ adlı çalışmasına atıfta bulunarak, uluslararası işbölümünün karşılıklı karlılığını „eski bir dogma‟ olarak ifade etmiştir. Viner, Klasik İngiliz Okulu iktisatçılarının Latin Amerika‟nın ekonomik olarak sağlıklı bir endüstri olma yolunda ilerleyemeyeceği yönündeki görüşlerini reddetti. Viner‟in Prebisch tezine ve diğer benzer literatüre yönelik temel eleştirisi “tarımdaki yoksulluğun dogmatik olarak belirlenmesi” görüşünedir. Ona göre Avustralya ve Danimarka örnekleri tarımın sürekli gelişebileceğini göstermektedir. Öte yandan sanayileşmenin refahı garanti etmeyeceğini savunur (Frankenhoff, 1962: 189).

Kindleberger, Singer-Prebisch teorisinin dayandığı merkez ülke ile çevre ülke arasındaki ticaretin gelişmekte olan çevre ülke aleyhine sonuçlanmasının bizzat Singer-Prebisch teorisinden kaynaklandığını söylemektedir. Bunun yanı sıra, Kindleberger, birincil emtia fiyatlarında üreticilerin fiyatlarına kıyasla uzun vadeli bir düşüş olduğu görüşüne itiraz etmemektedir. Ancak bu eğilimleri analiz ettikten sonra, Kindleberger, bir ülkenin ticaret hadlerinin oluşumunu kalkınma düzeyine bağlamaya çalışan herhangi bir teoriyi destekleyecek sistematik bir açıklama sunmanın mümkün olamayacağı sonucuna varmıştır. Kindleberger, Prebisch‟in tezini sanayi ülkelerinin üretimini analizinde göz ardı ettiği için kabul edilemez bir durum olarak açıklamıştır. Yapısal ücretler, çeşitlendirmeyle ticaret hadlerinin birincil ürünlere ve üreticilere dönüştürebilir (Clark, 2006: 311). Kindlenberger‟in çalışmasıyla benzerlik gösteren bir diğer çalışma da Lipsey tarafından 1963 yılında yapılmıştır. Lipsey, 1880‟den 1960 yılına kadar ABD ile ticaret yapan gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadlerine ilişkin bir çalışma yapmış ve bu çalışmanın sonuçları gelişmekte olan ülkelerin ticaretinde sürekli bir düşüş olmadığını göstermiştir. ABD‟ye karşı gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadleri, aslında Birinci Dünya Savaşı‟ndan önce ve İkinci Dünya Savaşı ile 1952 arasında yükselmiş ve daha sonra düşüş eğilimi göstermiştir (Dwivedi, 2013: 234).

Meier and Baldwin 1957 yılında yayınladıkları çalışmalarında Singer-Prebisch tezini eleştirirken sanayileşmiş ülkelerin sadece üretim yapmadığı gerçeği üzerinde durmuşlar ve bu sanayileşmiş ülkeler tarafından yoğun bir şekilde buğday, sığır eti, yün, pamuk ve şeker gibi birçok birincil ürün ihraç edildiğini ifade etmişlerdir. Yapılan çalışmalar incelendiğinde tarımsal birincil malların gelişmekte olan

30

ülkelerdeki payının 1955‟te yüzde 40 iken 1983‟te yüzde 30 oranına düştüğü anlaşılmaktadır. Ancak Spraos (1980) bu durumun önemsiz olduğunu savunmaktadır. Çünkü birincil mal fiyatlarının geniş endeksinde gözlenen aynı eğilimler sadece gelişmekte olan ülke ürünlerini içeren daha dar bir endekste yer almaktadır (Cuddington, vd. 2007: 107).

Singer-Prebisch tezine yönelik eleştirilerden biri Haberler tarafından gelmiştir. Haberler‟e göre ticaret hadlerinin geri kalmış ülkelere karşıt olarak geliştiği görüşü mutlak bir gerçeklik taşımamaktadır. O daha çok düzensiz konjonktürel dalgalanmalardan bahseder. Bu görüşe göre geri kalmış ülkelerin ticaret hadleri iktisadi bunalım dönemlerinde bozulurken, refah dönemlerinde düzelmektedir. Sanayileşmiş ülkelerde ise bunun tersi bir dalgalanma söz konusudur. Haberler‟in eleştirilerinin bir başka boyutu ise ileri sürülen tezin somut deneysel kanıtlar içermemesidir. Buna bağlı olarak ticaret hadlerindeki bozulmanın gelecekte de devam edeceği düşüncesi geçerliliğini kaybetmektedir (Serin, 1981: 114).

Eleştirilerden bir diğeri Morgan tarafından yapılmıştır. Morgan sanayi üretimine dayanmayan, daha çok ilkel yöntemlerle üretilen malların fiyatlarının yükseleceği veya düşeceğine yönelik kesin bir yargıya varılamayacağını savunmuştur. Bu görüşün temelinde kısmi arz ve talep etkilerinin tarihsel gelişmelerle birlikte değişmesine bağlı olarak fiyatlarla ilgili yaşanan deneyimlerin de hep aynı olmayacağı düşüncesi vardır. Ayrıca ihracat yapan ülkelerin ihracat fiyatlarını ve üretimi artırması halinde, bu durumun diğer üretici ülkeler tarafından bir fırsat olarak görülerek kendi pazarlarını ele geçirmeye çalışacaklarını bilirler. Bu durumda tüm ihracatçı ülkeler kartel oluşturarak üretilen malın fiyatını artırabilirler (Serin, 1981: 115).

Singer-Prebisch tezinin eleştirildiği noktaları özetlersek, verilerin mevcut olmaması nedeniyle ticaret hadlerinin ölçülmesinde ciddi sorunlar mevcuttur ve bu nedenle ticaret hadlerinin tahminleri tartışılmaya açık bir konu olduğu bir gerçektir. Ticaret hadlerinin ölçülmesinde yaşanan sorunlara rağmen, mevcut kanıtlar gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadlerindeki bozulmayı göstermektedir. Bu ticaret hadlerindeki bozulmanın derecesi ülkeler arasında farklı şekilde meydana gelmektedir. Bu durumlara ek olarak, ticaret hadlerinin gelir ticaret haddi gibi farklı ve daha önemli ölçütleri olduğundan, tüm bu ticaret hadleri doğru bir şekilde tahmin edilip karşılaştırılmadıkça ticaretin genel etkisi ölçülemez (Dwivedi, 2013: 234).

31

ĠKĠNCĠ BÖLÜM

KAVRAMSAL VE TEORĠK ÇERÇEVEDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR

Benzer Belgeler