• Sonuç bulunamadı

“Zamanı aya göre belirlemek, bir olayın meydana geldiği gün, ay ve yılı, bunların rakamla yazılışını, bir şeyin gerçekleşme zamanını ve olaylar dizisini tespit etmek” gibi geniş manalara gelen, bugün “tarih yazıcılığı anlamında” kullanılan “târîh” (te‟rîh), gerek Türk gerek Fars dil ve kültürüne Arapçadan geçmiştir. 7. yüzyılın ilk yarısından itibaren sahâbîler ve tâbiîlerin ilk nesli tarafından başlatılan siyer ve megâzî çalışmalarının ardından dünya tarihi, fütuhat, bölge ve şehir tarihleri, tabakat kitapları olmak üzere çeşitli konularda küçüklü büyüklü tarih çalışmaları yapılmıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı sahalarındaki telif eserlere paralel olarak tarih kitaplarının da rivayet usulüyle (olayların kahramanlarının veya olayı gören ve görenden dinleyen râvilerin verdikleri bilgiler ışığında) yazıya geçirildiği anlaşılmaktadır (Fayda, 2011: s. 30-32). Bunlar İslam kültüründe bir tarih yazma geleneğinin varlığını ortaya koymaktadır.

Bugün elde, Orta Asya Türk tarihinin İslam öncesi dönemine ait çok az yazılı kayıt/eser bulunmaktadır. Türk dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun âbidelerinin metinleridir (Ergin, 1986: s. 13). Gerek Orhun yazıtları bulununcaya kadar, gerekse daha sonraki dönemler için Orta-Asya Türk tarihi ile ilgili en önemli dış yazılı kaynaklar Çin kayıtlarıdır (Yolalıcı, 2008: s. 473). Barthold da Türk tarihini öğrenebilmek için gerekli olan ilk yazılı kaynakların Türkçe dışındaki dillerle yazıldığını, Orta Asya‟nın doğusunda, özellikle Moğolistan‟da yaşayan Türklerin

34

hayatıyla ilgili bilgilerin Çin kaynaklarında, Orta Asya‟nın batısına göç eden ve İslam kültürünün etkisinde kalan Türklerin durumlarına ait bilgilerin de Arap ve daha çok da, Fars kaynaklarında yer aldığını ifade eder (Barthold, 2004: s. 9).

Tarih yazma geleneğinin Türklerde başlamasında, İslam kültürünün etkisinden söz edilebilir. Bir başka ifadeyle klasik anlamda bir tarih yazma geleneğinin İslamiyet‟ten sonra oluşmaya başladığını söylemek mümkündür (Gerçek, 2012: s. 189). İslamiyet sonrası Türk tarihinin yerli kaynaklarında önemli artışlar görülmektedir. Türkler İslamiyete geçince, İslam ülkeleri ile temasları artmış, kâğıdın da kullanılmaya başlaması ile tarihe ışık tutacak yayınlar da çoğalmıştır. Yani Türklerin Batı‟ya, İran‟a, Anadolu‟ya gelmeleri, onların kültürel bakımdan da gelişmelerini sağlamış, şehir hayatının yaygınlaşması ile bilimsel çalışmalar gözle görülür derecede artmıştır (Yolalıcı, 2008: s. 473). Orta zamanlarda Türkistan dahilinde tarihe ait eserler yazılmamış veya yazılmış olsalar bile kaybolmuştur. Mesela Orta Asya Moğol hanlarının, Timur, çocuk ve torunlarının tarihlerini de pek az istisna ile ancak İran sınırları içinde yazılan eserlerden öğrenebiliyoruz. Gerçekten de Türkistan‟ın dahilinde meydana getirilen tarihî eserler ancak XVI. asırdan başlayarak asıl Özbekler devrinde çoğalmıştır (Barthold, 2004: s. 9-10).

Daha önceki dönemlerde, Gazneliler ve Büyük Selçuklular dönemlerinde Türklerde tarih yazıcılığının olduğu bilinmektedir. Ancak o dönem tarih yazıcılığına ait örnekler Farsça kaleme alınmıştır (Demir, 2007: s. 257). Büyük Selçuklu Devleti‟nin kuruluşu, İran coğrafyasındaki bütün ilmî ve edebî faaliyetler gibi tarih yazıcılığını da olumlu yönde etkilemiş, Selçuklu sultanları ve devlet adamlarının gayretleri Farsça‟nın edebî gelişiminin hızla devam etmesini sağlamış, tarih yazıcılığı da bu gelişmeden nasibini almıştır. Söz konusu tarih eserlerinin çoğunun günümüze kadar ulaşmaması da ayrı bir durumdur (Özgüdenli, 2011: s. 55). 14. yüzyılın başından 16. yüzyıl başlarına kadar Irak, İran, Türkistan ve Anadolu‟da tarih

35

yazıcılığı genellikle İlhanlılar ve Timurluların himayesinde devam eder; özellikle İlhanlılar döneminde tarih alanında kıymetli sayılabilecek çalışmalar ortaya konur. Bu dönemde ortaya konan ürünler de Farsça kaleme alınmıştır (Demir, 2007: s. 264). Timurlular devrinde gelişimini sürdüren tarih yazıcılığı, Moğol-İlhanlı devleti sırasında en üst düzeye ulaşan ve Fars dili ve edebiyatı geleneğine dayanan resmî saray tarihçiliğinin temelleri üzerinde yükselir. Bu dönemde evrensel tarih, hanedan tarihi, yerel tarih, biyografi, hatıra vb. farklı türlerde yaratıcı tarih yazıcılığının model ve örnekleri çoğalmaya başlar (Gerçek, 2012: 191).

Orta Asya‟da Türkler arasında İslam kültürünün etkisiyle başlayan klasik manada tarih yazıcılığının örnekleri 16. yüzyıl başlarına kadar Farsça kaleme alınmıştır. Türklerde yerel manada tarih yazıcılığı özellikle Özbeklerin hakimiyetinde olan Buhara, Harezm, Hive bölgelerinde gelişmeye başlar (Bregel, 1996: s. 8). Ayrıca Moğol hükümdarlarının kendi tarihlerine özel ilgi göstermeleriyle önem kazanan saray tarihçiliği, Orta Asya‟da tarih yazımının gelişmesine büyük katkı sağlar (Gerçek, 2012: s. 195).

16. yüzyılda siyasi çekişmeler yüzünden Özbeklerin Buhara Hanlığı, Hive Hanlığı ve Hokand Hanlığı olmak üzere üç hanlığa ayrıldığı görülmektedir. Buhara Hanlığı‟nda resmî ve edebî dil olarak Farsça, Hokand Hanlığı‟nda kimi zaman Türkçe çoğu zaman Farsça, Hive Hanlığı‟nda ise tümüyle Türkçe, Çağatay Türkçesi, kullanılmıştır (Barthold, 2004: s. 10). Çağatay Türkçesinin tercih edilmesi, millî unsurların öne çıkarılması vb. yönlerden Hive Hanlığı‟nı ayrı bir yerde konumlandırmak gerekir. Hive Hanlığı‟nın hüküm sürdüğü Harezm bölgesi, Çağatay Türkçesi ve edebiyatının gelişmesine zemin hazırlar, edebî alanda birçok eser verildiği gibi tarih alanında da eserler verilir. Ancak tarih eseri kaleme alan çok fazla yazar yoktur; tarih yazıcılığı görevini ya bizzat hükümdarlar üstlenmiştir ya da

36

hükümdarların himayesi altında başka yazarlar yerine getirmiştir (Çelik, 2014: s. 149).

Harezm‟de Çağatayca yazılmış bilinen ilk tarih eseri, Ötemiş Hâcî‟nin yazmış olduğu Târih-i Dost Sultan‟dır (1550). Bu eser sadece “Coci Ulusu”nu anlatır, daha sonraki Harezm dönemlerine değinmez. Bir yüzyıl sonra tarih eseri yazan Ebulgazi Bahadır Han, Ötemiş Hâci‟nin bu eserinden söz etmez. Bunun bilinçli bir tercih olup olmadığıyla ilgili elde bir bilgi olmadığından Ebulgazi‟nin, Ötemiş Hâcî‟nin eserinden habersiz olduğu söylenebilir. Bunlardan dolayı Hive tarih yazıcılığı Ebulgazi Bahadır Han‟ın Şecere-i Türk adlı eseriyle başlatılabilir (Sılay, 1989: s. 389-390). Türkistan tarihi ile ilgili ilk eserler, 17. yüzyılda hükümdar olan ve aynı zamanda tarihçi kimliğiyle de tanınan Ebulgazi Bahadır Han tarafından verilir. Onun kaleme almış olduğu “Şecere-i Türkî ” ve “Şecere-i Terâkime” tarih alanında önemli çalışmalar arasında yer alır (Tekin, 2008: s. 201). “Şecere-i Türkî”, Şiban Özbek hanlarının yani Şibânilerin tarihini anlatan bir eserdir. Ebulgazi, Şibanîlerin tarihini 15. yüzyılın ikinci yarısından 1663‟yılına kadar getirir, geri kalan kısmını ise oğlu Enüşe Bahadır tamamlar (Kafalı, 1994: s. 359-360). “Şecere-i Türkî” adlı eserinin önsözünde yazarın, “beş yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar sâde yazdığını” söylemesi de Türkçe ve Türk kültürü açısından ayrıca takdir edilmesi gereken bir husustur (Köprülü, 1989: s. 181). Ebulgazi Bahadır Han, diğer eseri “Şecere-i Terâkime”de Türkmenlerin şeceresini/soyağacını, tarihini, Türk illerini anlatır. Ebulgazi, eserini hem Câmîü‟t-tevârih adlı eserde yer alan Oğuz-nâme‟den hem başka Oğuz-nâmelerden yararlanarak oluşturmuştur (Ölmez, 2007: s. 206). “Şecere-i Terâkime”, yazarının akıcı ve zengin üslubuyla 17. yüzyıl Çağataycasının parlak bir örneği sayılır (Kafalı, 1994: s. 360).

Hive coğrafyasında Ebulgazi‟den sonra 19. yüzyılın başına yani Mûnis‟e dek başka tarih eseri kaleme alınmamıştır (Munirov, 1960: s. 12). Bu dönemden itibaren

37

Şir Muhammed Mûnis, Muhammed Rıza Âgehî, Muhammed Yusuf Beyanî adlı saray tarihçileri tarafından Hive Hanlığı‟nın tarihini anlatan eserler kaleme alınır. Anılan isimlerin kaleme aldıkları eserler, hanlık tarihini ayrıntılarıyla ortaya koyması bakımından önemlidir (Tekin, 2008: 201).

19. yüzyılın başlarında Hive Hanlığı‟nda tarih yazıcılığının önemli ismi olarak karşımıza Mûnis çıkar. İltüzer Han tarafından 1805 yılında Konrat hanedanının tarihini yazmakla görevlendirilen Mûnis, Firdevsü‟l-ikbâl adlı eserini yazmaya başlar ancak eseri bitiremeden yaşamını yitirir; eserin geri kalan kısmını ise Mûnis‟in yeğeni Âgehî tamamlar.

Dönemin ikinci önemli ismi olan Âgehî “Firdevsü‟l-ikbâl”i tamamladıktan sonra Hive tarihini anlatan eserler yazmaya devam eder. “Riyâzü‟d-devle, Zübdetü‟t- tevârih, Câmiü‟l-vâkıât-ı Sultânî, Gülşen-i Devlet, Şâhid-i İkbâl” bu eserler arasındadır (Gerçek, 2012: 14).

Hive dönemi tarih yazıcılığının bir başka önemli ismi Muhammed Yusuf Beyanî, 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında yaşanan olayları “Şecere-i Harezmî” ve “Harezm Tarihi” adlı eserlerinde dile getirir (Munirov, 1960: s. 50).

1.5. Firdevsü‟l-ikbâl‟in Yazarları

Benzer Belgeler