• Sonuç bulunamadı

HÜKÜM GEREKÇESİ I. Kabuledilebilirlik

(...)

II. Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlali iddiası (...)

B. Mahkeme’nin değerlendirmesi

Mahkeme, başvurucu ile eşi arasında ilişkinin başlangıcından beri yaşanan şiddet olayları dikkate alındığında H.O.’nun eylemlerinin önleyici tedbirler gerektirecek ciddilikte oldu-ğunu, başvurucu ile annesinin sağlık ve can güvenliklerine karşı sürekli bir tehdit oluştur-duğunu ve H.O.’nun aile içi şiddet eylemleriyle daha ileri derecede şiddet için önemli bir risk oluşturduğunun açık olduğunu belirtir. Mahkeme, başvurucunun annesi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurup hayatının tehlikede olduğunu söyleyerek polisin H.O.’ya karşı önlem almasını istediğinde yetkili makamların verdiği karşılığın H.O.’nun ifadesine başvurmaktan ibaret olduğunu, bu başvurudan iki hafta sonra H,O.’nun anneyi öldürdüğünü dikkate almış ve yerel makamların H.O’nun ölümcül saldırısını öngörebile-cekleri, sonucun ne düzeyde değişeceği bilinemese de gerekli önlemlerin alınmasındaki başarısızlığın devletin sorumluluğunu gerektirdiğine karar vermiştir. Mahkeme, devletin başvurucunun annesinin yaşam hakkının korunması konusundaki koruma yükümlülüğü-nü yerine getirmediği sonucuna varmıştır. Mahkeme, bu gerekçeyle, 2. maddenin ihlal edildiğini belirtmiştir.

III. Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlali iddiası (...)

B. Mahkeme’nin değerlendirmesi

Başvurucu, kocası tarafından sürekli kötü muameleye maruz kalmasına rağmen yetkili makamların kendisini korumakta başarısız olduğunu, aile içi şiddete duyarsızlık ve hoş-görü gösterildiğini, Hükümet ise şikâyet başvurularının geri çekilmesinin adli takibatı en-gellediğini ve Nahide O.’nun bir sığınma evine ya da Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu misafi rhanesine başvurma imkânı varken bunu yapmadığını ileri sürmüştür. Baş-vurucunun fi ziksel yaralar ve psikolojik baskı şeklinde maruz kaldığı şiddet, Mahkeme tarafından Sözleşme’nin 3.maddesi bağlamında kötü muamele olarak değerlendirilecek ciddiyette görülmüştür. Mahkeme, yetkili makamların başvurucunun kişisel bütünlüğü-nün eşi tarafından ciddi şekilde ihlaline karşı etkili biçimde caydırıcı ve koruyucu önlem-ler almadıkları kanısına varmıştır. Bu gerekçeyle, 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

IV. Sözleşme’nin 2. ve 3. maddeleriyle bağlantılı olarak 14. maddesinin ihlal edildiği iddiası

177. Başvurucu, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddeleriyle bağlantılı olarak 14. madde uyarınca kendisinin ve annesinin cinsiyete dayalı olarak ayrımcılığa uğradıkları şikayetinde bu-lunmuştur. (...)

B. Mahkeme’nin değerlendirmesi 1. Konuyla ilgili ilkeler

183. Mahkeme, D.H. ve Diğerleri – Çek Cumhuriyeti ([BD], no. 57325/00, 13 Kasım 2007,

§175-180) davasındaki kararında, ayrımcılık konusunda aşağıdaki ilkeleri geliştirmiştir:

“175. Mahkeme’nin yerleşik içtihatlarına göre ayrımcılık, objektif ve makul bir haklı ne-den olmaksızın, benzer durumdaki şahıslara farklı muamelede bulunmaktır ( Willis, §48;

Okpisz §33). Ancak Sözleşme’nin 14. maddesi devletlere “varolan eşitsizlikleri” gider-mek için gruplara farklı davranmayı yasaklamamaktadır; aslında bazı hallerde, objektif ve makul bir haklı neden olmadan eşitsizliği gidermek için farklı muamele yapılmaması, bu maddenin ihlaline neden olabilmektedir ( Belçika’da Eğitim Dili Davası, §10; Thlim-menos [BD], §44; Stec ve Diğerleri [BD], §51). Mahkeme ayrıca, belirli bir grubu hedef almasa da, bir grubun üzerinde zararlı etkileri olan genel bir tedbir veya bir uygulamanın ayrımcılık olarak görülebileceğini ( Hugh Jordan, §154 ; Hoogendijk [k.k.], no. 58641/00) ve potansiyel olarak Sözleşme’ye aykırı olan bir ayrımcılığın fi ili bir durumdan kaynak-lanabileceğini kabul etmektedir ( Zarb Adami, §76).

176. Bir kimsenin etnik kökenine dayanan ayrımcılık, ırk ayrımcılığının bir biçimidir.

Irk ayrımcılığı, ayrımcılığın çok kötü bir türü olup, çok tehlikeli sonuçları göz önünde tutulduğunda, yetkili makamların özel bir önem vermeleri ve sert bir tepki gösterme-lerini gerektirir. Bu nedenle yetkili makamlar, ırkçılıkla mücadele için ellerindeki tüm imkânları kullanmalıdırlar. Böylece demokrasinin farklılıların bir tehdit olarak değil ama bir zenginlik kaynağı olarak kavrandığı toplum anlayışını güçlendirebilirler ( Nachova ve Diğerleri, §145; Timichev, §56). Mahkeme ayrıca, çoğulculuk ve değişik kültürlere saygı ilkeleri üzerine kurulu bulunan çağdaş bir demokratik toplumda, tamamen veya belirleyi-ci ölçüde kişinin etnik kökenine dayanan farklı bir muamelenin objektif bir haklı nedeni olamayacağını belirtmiştir ( Timichev, §58).

177. Bu alandaki ispat külfetiyle ilgili olarak Mahkeme, başvurucunun farklı bir muamele yapıldığını göstermesi halinde, bu farklı muamelenin haklı olduğunu ispat yükümlülüğü-nün Hükümete geçeceğini belirtmiştir ( Chassagnou ve Diğerleri [BD], §91-92; Timichev,

§57).

178. Mahkeme, neyin ispat külfetini davalı devletin üzerine geçirmeyi sağlayan delil başlangıcı oluşturduğu konusunda, Nachova ve Diğerleri (§147) kararında, önündeki bir davada delillerin kabuledilebilirliğine ilişkin usul engelleri veya delillerin değerlendi-rilmesi için önceden belirlenmiş bir formülün bulunmadığını söylemiştir. Gerçekten de Mahkeme, tarafl arın beyanlarından ve maddi olaylardan çıkarsanabilecek olanlar dahil, bütün delillerin serbestçe değerlendirilmesiyle desteklenen sonuçları benimsemektedir.

Mahkeme’nin yerleşik içtihadına göre bu kanıtlamaya, yeterince güçlü, açık ve tutarlı çıkarsamaların ya da aksi ispatlanmamış maddi karinelerin birlikte var olmasıyla ula-şılabilir. Ayrıca belli bir sonuca ulaşmak için gereken ikna düzeyi ve bu bağlamda ispat külfetinin dağıtılması, doğal olarak maddi olayların özelliğiyle, ileri sürelen iddianın ve tehlikede olan Sözleşme hakkının niteliğiyle bağlantılıdır.

179. Mahkeme ayrıca Sözleşme yargılamasının, “iddia eden iddiasını kanıtlamakla yü-kümlüdür” (affi rmanti incumbit probatio) şeklindeki ilkenin her olayda katı bir şekilde uygulanmasına elverişli olmadığını kabul etmiştir ( Aktaş, §272). Eğer tartışma konusu olaylar, yetkililerin kontrolü altındaki nezarette bulunan kişilerin durumunda olduğu gibi, münhasıran veya büyük ölçüde yetkililerin bilgisi dahilinde ise, yaraların böyle bir tut-ma sırasında meydana geldiğine dair güçlü tut-maddi karineler ortaya çıkar. Aslında bu gibi durumlarda kanıtlama yükümlülüğünün, tatminkar ve ikna edici bir açılamada bulunma-ları gereken yetkililerin üzerinde olduğu söylenebilir ( Salman [BD], §100; Anguelova,

§111). Yukarıda geçen Nachova ve Diğerleri (§157) kararında Mahkeme, belirli olaylarda ayrımcılığa ilişkin savunulabilir bir iddianın Hükümet tarafından çürütülmesini isteyen yaklaşımını, şiddet eyleminin ırkçı önyargıdan kaynaklandığı iddiasını içeren o davada çok güç olmasına rağmen, değiştirmemiştir. Bu bağlamda Mahkeme, birçok ülkenin hu-kuk sisteminde, iş veya hizmet sektöründe bir karar veya uygulamanın ayrımcı etkisinin

kanıtlanması için, ayrımcılık iddiası bakımından kastın kanıtlanmasının aranmadığını kaydeder.

180. İstatistiki verilerin delil olarak kabul edilip edilmeyeceği konusunda Mahkeme, geç-mişte bir uygulamanın ayrımcı olduğunun ispatlanması için istatistiklerin yeterli olma-dığını söylemiştir ( Hugh Jordan, §154). Ancak Mahkeme, başvurucuların ayrımcılığın fi ili bir durumdan veya genel bir tedbirden kaynaklandığını iddia ettikleri yakın tarihli kararlarında ( Hoogendijk [k.k.]; Zarb Adami, §77-78), iki grup (kadınlar ile erkekler) arasında farklı bir muamele bulunduğunu ortaya koymak tarafl arca sunulan istatistiklere geniş ölçüde dayanmıştır.

Böylece Mahkeme Hoogendijk kararında şöyle demiştir: “Bir başvurucunun itiraz edil-meyen istatistiklere dayanarak, genel bir tarzda formüle edilmiş olan özel bir kuralın, as-lında kadınları erkeklerden daha yüksek oranda etkilediğine ilişkin bir delil başlangıcının varlığını gösterebilmesi halinde, bunun cinsiyete dayanan ayrımcılıkla ilgisi bulunmayan objektif faktörlerin bir sonucu olduğunu göstermek davalı Hükümete düşer. Bir tedbirin kadınlar ve erkekler üzerinde farklı etki gösterdiğinin ayrımcı olmadığını ispatlama kül-feti Hükümete gerilmezse, pratikte başvurucuların dolaylı ayrımcılığı ispatlamaları aşırı ölçüde zor olacaktır.”

2. Yukarıdaki ilkelerin mevcut olayda uygulanması a) Aile içi şiddet bağlamında ayrımcılığın anlamı

184. Mahkeme ilk olarak, Sözleşme hükümlerinin hedef ve amacını değerlendirirken, önündeki hukuki sorunun, uluslararası hukuktaki ardalanını da dikkate aldığını kaydeder.

Mahkeme’nin Sözleşme’nin bir hükmünün kapsamını açıklığa kavuşturması istendiği zaman, daha geleneksel yorum araçları hükmün kapsamını yeterli açıklıkta ortaya çıkar-masına imkan vermediği takdirde, devletlerin büyük çoğunluğunun kabul ettiği kural ve ilkelerden oluşan uluslararası ortak standartlar ile Avrupa Devletlerinin iç hukuk standart-ları, Mahkeme’nin göz ardı edemeyeceği bir gerçekliği yansıtır (Saadi [BD], §63; Demir ve Baykara, §76).

185. Bu bağlamda Mahkeme, kadına karşı ayrımcılığın tanımını ve kapsamını incelerken, içtihatlarında belirlenmiş olan ayrımcılığın genel anlamının yanı sıra (bk. yukarıda §183), kadına karşı şiddet sorunu konusunda, daha spesifi k uluslararası hukuki belgelerin hü-kümlerini ve uluslararası hukuk organlarının kararlarını dikkate almak zorundadır.

186. Bu bağlamda CEDAW 1. maddesinde kadına karşı ayrımcılık, “siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın ve erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, medeni durumları ne olursa olsun, kadınlara tanınma-sını, kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya bu hakları kullanmalarını engelleme veya hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı herhangi bir ayrım, dışlama veya kısıtlama” olarak tanımlamaktadır.

187. CEDAW Komitesi, aile içi şiddet dâhil kadınlara karşı şiddetin, kadınlara karşı bir ayrımcılık biçimi olduğunu tekrar etmiştir (bk. yukarıda §74).

188. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu da 2003/45 sayılı kararında, “kadın-lara karşı bütün şiddet biçimlerinin, kadın“kadın-lara karşı de jure ve de facto ayrımcılık ile toplumda kadınlara verilen düşük statü bağlamında meydana geldiğini ve devletten bir giderim isterken karşılaştığı engellerin bu şiddeti artırdığını’ vurgulamak suretiyle, top-lumsal cinsiyete dayalı şiddet ile ayrımcılık arasındaki bağın varlığını açıkça tanımıştır.

189. Ayrıca sadece kadına yönelik şiddete ilişkin olarak şimdiye kadar yapılmış çok taraf-lı tek bölgesel insan hakları sözleşmesi olan Belem do Para Sözleşmesi, kadınların şiddet

görmeme hakkını, diğerlerinin yanı sıra her türlü ayrımcılık bakımından ayrımcılığa uğ-ramama hakkını da içerecek şekilde tanımlamaktadır.

190. Son olarak, İnsan Hakları Amerika Komisyonu da kadınlara karşı şiddeti, devletin bir aile içi şiddet şikâyetini önleme ve soruşturmada gerekli özeni göstermemesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir ayrımcılık biçimi olarak nitelendirmiştir (Maria da Penha – Brezilya, yukarıda, §80).

191. Yukarıda değinilen kural ve kararlardan, devletin kadınları aile içi şiddete karşı ko-rumamasının, kadınların kanun önünde eşitlik haklarını ihlal ettiği ve bu korumamanın kasti olmasının gerekmediği anlaşılmaktadır.

b) Türkiye’de aile içi şiddete yaklaşım

192. Mahkeme, olayların geçtiği dönemde yürürlükte olan Türk hukukunun hak ve öz-gürlüklerden yararlanmada erkekler ve kadınlar arasında açık bir ayrım yapmamasına rağmen, Türk hukukunun demokratik ve çoğulcu bir toplumda kadınların statüsüne iliş-kin uluslararası standartlarla aynı düzeye getirilmesi gerektiğini gözlemlemiştir. CEDAW Komitesi gibi (bk. the Concluding Comments, para. 12-21) Mahkeme de, Hükümetin yaptığı reformlardan, bilhassa da aile içi şiddete karşı korumada özel tedbirler öngören 4320 Sayılı Kanunun çıkartılmasından memnuniyet duymaktadır. Dolayısıyla iddia edi-len söz konusu ayrımcılığın, tek başına mevzuata dayanmadığı, fakat daha ziyade kadın-ların aile içi şiddet şikâyetinde bulundukkadın-larında polis merkezlerinde gördükleri muamele ile mağdurlara etkili bir koruma sağlanmasındaki yargısal pasifl ikte olduğu gibi, ulusal makamların genel tutumlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Mahkeme, Türk Hükü-metinin, mesele CEDAW Komitesi önünde tartışılırken, uygulamadaki bu güçlükleri ka-bul etmiş olduğunu kaydeder (aynı yer).

193. Bu bakımdan Mahkeme, başvurucunun kadınlara karşı ayrımcığı ortaya koymak amacıyla Diyarbakır Barosu ve Uluslararası Af Örgütü olmak üzere önde gelen iki Hükü-met Dışı Örgüt tarafından hazırlanmış raporlar ve istatistikler sunduğunu kaydeder (bk.

yukarıda §91-104). Bu raporlarda ulaşılan bulgular ve sonuçlara Hükümet tarafından yar-gılamanın herhangi bir aşamasında herhangi bir itirazda bulunulmadığını akılda tutan Mahkeme, bunları mevcut olayda kendi bulgularıyla birlikte değerlendirecektir ( Hoogen-dijk [k.k.]; Zarb Adami, §77-78).

194. Bu raporları inceleyen Mahkeme, rapor edilen aile işi şiddet mağdurlarının büyük kısmının başvurucunun da söz konusu zamanda yaşadığı Diyarbakır’da bulunduklarını ve çoğu fi ziksel şiddet gören mağdurların hepsinin kadın olduklarını tespit etmiştir. Bu kadınların büyük çoğunluğu, Kürt kökenli, okuma yazma bilmeyen ya da düşük bir eği-tim seviyesine sahip ve genellikle bağımsız bir gelir kaynağından yoksun olan kadınlardır (bk. yukarıda §98).

195. Ayrıca, Hükümetin aile içi şiddet gören kadınlar için mevcut hukuk yollarından biri olarak dayandığı 4320 Sayılı Kanunun uygulanmasında ciddi sorunlar olduğu gö-rülmektedir. Yukarıda adı geçen örgütler tarafından yapılan araştırmalar, mağdurlar polis merkezlerinde aile içi şiddet şikâyetinde bulunduklarında, polislerin şikâyetlerini soruş-turmadıklarını; fakat mağdurları evlerine dönmeye ve şikâyetlerini geri almaya ikna et-meye çalışarak aracı rolü üstlenme isteğinde olduklarına işaret etmektedir. Bu bağlamda polisler sorunu, “müdahalede bulunamayacakları bir aile meselesi” olarak görmektedirler (bk. yukarıda §92, 96 ve 102).

196. Bu raporlardan ayrıca, mahkemeler tarafından 4320 Sayılı Kanun uyarınca tedbir kararı alınmasında makul olmayan gecikmelerin bulunduğu, zira mahkemelerin bunlara acil olarak bakılması gereken bir dava olarak değil, ama boşanma davasının bir biçimi

olarak baktıkları anlaşılmaktadır. Polislerin olumsuz tutumları nedeniyle, tedbir kararla-rının saldırganlara tebliği de genellikle gecikmektedir (bk. yukarıda §91-93, 95 ve 101).

Üstelik aile içi şiddetin faillerinin caydırıcı cezalar almadıkları görülmektedir; çünkü mahkemeler töre, gelenek ve şeref gerekçeleriyle cezalarda indirim yapmaktadırlar (bk.

yukarıda §103 ve 106).

197. Bu sorunların bir sonucu olarak, yukarıda değinilen raporlar, aile içi şiddete yetkili-lerce hoşgörü gösterildiğini ve Hükümetin işaret ettiği hukuk yollarının etkili bir şekilde işlemediğini söylemektedirler. Benzer bulgu ve endişeler, Türkiye’de aile içi şiddet dahil, kadına karşı şiddetin sürdüğünü kaydeden ve davalı devletten kadına karşı şiddeti önle-me ve bu şiddetle mücadele etönle-me yönündeki çabalarını artırmasını talep eden CEDAW Komitesi’nce de dile getirilmiştir. CEDAW Komitesi ayrıca, kadına karşı şiddetin önüne geçmek, mağdurlara koruma ve destek hizmetleri sağlamak ve suçluları cezalandırmak ve rehabilete etmek üzere Ailenin Korunması Hakkındaki Kanunun ve ilgili politikaların bütünüyle uygulanması ve etkililiklerinin dikkatlice izlenmesine olan ihtiyacın altını çiz-miştir (bk. Nihai Görüşler, §28).

198. Yukarıda anlatılanlar ışığında Mahkeme, başvurucunun itiraz edilmemiş istatiksel bilgiyle destekleyerek aile içi şiddetin esas itibarıyla kadınları etkilediği ve yargısal pa-sifl iğin Türkiye’de aile içi şiddete yol açan bir iklim yarattığına ilişkin ilk bakışta bir belirtinin varlığını gösterdiği kanaatindedir.

c) Yetkililerin başvurucuya ve annesine eşit hukuki koruma sağlamamaları nedeniy-le ayrımcılığa uğrayıp uğramadıkları

199. Mahkeme, mevcut olayda işlediği haliyle ceza hukuku sisteminin, başvurucunun ve annesinin kişisel bütünlüklerine karşı H.O. tarafından işlenen hukuka aykırı eylemlerin, etkili bir şekilde önlenmesini sağlayabilecek yeterlilikte caydırıcı bir etkisinin olmadığını ve bu nedenle Sözleşme’nin 2. ve 3. maddesindeki hakları ihlal edildiğini tespit etmiştir.

200. Mahkeme, her ne kadar kasıtsız da olsa, Türkiye’deki genel ve ayrımcı yargısal pasifl iğin, esas itibarıyla kadınları etkilediği konusunda yukarıda belirtilen tespiti akılda tutarak, başvurucu ve annesinin maruz kaldıkları şiddetin kadınlara karşı ayrımcılığın bir biçimi olan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olarak değerlendirilebileceği görüşündedir.

Hükümetin son yıllarda gerçekleştirdiği reformlara rağmen, mevcut olayda tespit edildiği üzere yargısal sistemin bütünüyle tepkisizliği ve saldırganların faydalandığı cezasızlık, aile içi şiddete karşı uygun tedbirleri alma konusunda verilen taahhütlerin yeterince yeri-ne getirilmediğini göstermektedir (bk. özellikle CEDAW’ın 9. maddesi, yukarıda §187).

201. İç hukuk yollarının başvurucu ve annesine Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerinde gü-venceye alınmış olan haklarından yararlanmada eşit hukuki koruma sağlamadaki etkisiz-liklerini dikkate alan Mahkeme, başvurucuyu iç hukuk yollarını tüketme yükümlüğünden muaf kılan özel koşulların bulunduğuna karar verir. Bu nedenle Hükümetin Sözleşme’nin 14. maddesi uyarınca yapılan şikâyet bakımından iç hukuk yollarını tüketilmediğine iliş-kin itirazını reddeder.

202. Yukarıda belirtilenler doğrultusunda Mahkeme, mevcut olayda Sözleşme’nin 14. mad-desinin Sözleşme’nin 2. ve 3. maddeleriyle bağlantılı olarak ihlal edildiğine karar verir.

BU GEREKÇELERLE MAHKEME OYBİRLİĞİYLE, (...)

7. Sözleşme’nin 2 ve 3. maddeleriyle bağlantılı olarak 14. maddenin ihlal edildiğine;

(...)

KARAR VERMİŞTİR.

ayrIMCIlIK yaSaĞI

28.05.1985 9214/80 ABDULAZIZ, CABALES VE BALKANDALI - BİRLEŞİK KRALLIK ... 620

♦ ikamet izni verilmediğinden ailenin bütünleşememesi—devletin pozitif yükümlülüğü (Birleşik Krallık’ta hukuka uygun ve sürekli olarak yerleşme hakları bulunan vatandaş olmayan kadınların farklı ülkelerde bulunan vatandaş olmayan eşlerini kendi yanlarına getirtip birlikte yaşamalarına izin verilmemesi), aile yaşamına saygı hakkı konusunda ayrımcılık—cinsiyetler arasında farklı muamele (cinsiyet, ırk ve doğum esasına dayanan ve iç hukuka göre vatandaş olmayan evli erkeklerin eşlerini yanlarına getirtme hakları bulunduğu halde kadın eşlerin erkek eşlerini yanlarına getirtme imkânı bulunmaması) ■ aile yaşamına saygı hakkı—etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkı

06.07.2005 43577/98 NACHOVA ve DİĞERLERİ - BULGARİSTAN1 ... 629

yaşama hakkı konusunda ayrımcılık—etnik köken bakımından farklı muamele (kamu makamlarının ırkçı bir saikle öldürme olduğu yönünde ciddi bir iddiayı soruşturmamaları)

■ ayrımcılık yasağı

13.11.2007 57325/00 D.H. VE DİĞERLERİ - ÇEK CUMHURİYETİ [BD] ... 632

♦ eğitim hakkı konusunda ayrımcılık--dolaylı ayrımcılık—etnik köken bakımından farklı muamele (Çek Cumhuriyeti’nde Roman kökenli çocukların eğitim kuruluşlarına erişim konusunda ayrımcılığa uğradıkları şikayeti, dolaylı ayrımcılığın kanıtlanması sorunu, ay-rımcılığın kanıtlanmasında istatistiklerin önemi) ■ ayrımcılık yasağı

22.12.2009 27996/06 SEJDIC VE FINCI - BOSNA HERSEK [BD] ... 640

♦ serbest seçim hakkı konusunda ayrımcılık (Anayasaya göre Romanların ve Yahudilerin kurucu halklardan olmamaları nedeniyle, bu gruplara mensup kişilerin ülkenin en yüksek görevlerine de aday olamamaları) ■ ayrımcılık yasağı

09.06.2009 33401/02 OPUZ - TÜRKİYE ... 645

♦ üçüncü kişinin şiddeti sonucu ölüm—öldürülme riskine karşı korumama—aile içi şid-det (kocasından olma üç çocuk sahibi başvurucu kadının ve annesinin kocadan defa-larca şiddet görmeleri ve öldürme tehditleri kamu makamlarına bildirilmesine rağmen hareketsiz kalınması ve kocanın başvurucunun annesi öldürmesi), yaşama hakkı konusu-da ayrımcılık—cinsiyet bakımınkonusu-dan farklı muamele (kadınlara karşı şiddetin cinsiyet yönünden ayrımcılık oluşturması) ■ yaşama hakkı—devletin yaşamı koruma yüküm-lülüğü—devletin ölümü soruşturma yükümlülüğü—ayrımcılık yasağı

Benzer Belgeler