• Sonuç bulunamadı

1.2. Örgütsel Yaşamdaki Sessizliğin Nedenleri ve Gelişim Dinamikleri

1.2.2. Grup Dinamikleri

Örgütsel yaşamın sosyal ve ilişkisel doğası, çalışanların sessiz kalma kararlarını biçimlendiren önemli bir faktördür (Edwards ve Greenberg, 2009, s.281). Bu durumun açıklanmasında toplumsal yaşamda sessizliğin oluşum ve yayılım sürecine, kamuoyunun nasıl yaratıldığı ve egemen kılındığı üzerinden ışık tutan ve Alman sosyolog Noelle-Neumann (1974) tarafından ortaya atılan sessizlik sarmalı yaklaşımı temel alınmaktadır.

Bir siyaset bilimi ve kitle iletişim kuramı olan sessizlik sarmalı; grup dinamikleri, sosyal etki ve uyma davranışı gibi sosyal psikoloji yaklaşımlarından beslenmektedir. Bu çerçevede özellikle Asch’in (1951) uyma deneyi ile Milgram’ın (1965) itaat deneyine atıfta bulunulmakta ve sessizlik sarmalının, toplumsal düzene uyum göstermeyen bireylere ve/veya gruplara yöneltilen dışlama tehdidi ile harekete geçtiğinin altı çizilmektedir. Bu noktada dışlanma korkusu yaşayan bireylerin kendi iç seslerini bastırarak, toplum genelinde yaygın olan görüşlere uyma eğilimi sergilemelerinin de söz konusu sarmalı hızlandırdığına işaret edilmektedir. Ayrıca toplumdaki genel-geçer görüşün ne olduğunun belirlenmesi hususunun, sessizlik sarmalının gelişiminde kritik rol oynadığına dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda toplumdaki düşünce iklimine yönelik algılamaların, bireylerin kişisel olarak yaptıkları doğrudan gözlemler ve medya aracılığıyla yaptıkları dolaylı gözlemler temelinde biçimlendiği vurgulanarak; bu sürecin çoğulcu bilgisizlik yaratabileceği üzerinde durulmuştur (aktaran Scheufele ve Moy, 2000).

Allport (1924) tarafından ortaya atılan çoğulcu bilgisizlik kavramı; bireylerin kişisel olarak reddettikleri bir normu, diğer bireylerin kabul ettiklerini varsaymalarından kaynaklanan bir yanılgıyı nitelemektedir. Aslında söz konusu normu, hiç kimse onaylamamaktadır. Ama herkes, diğerinin onayladığını düşünmekte ve bu norma uyum göstermektedir (aktaran Brinsfield, 2009, s.30). Bu kapsamda öne çıkan diğer bir benzer kavram olarak da Harvey (1974) tarafından tanımlanan Abilene çelişkisine değinilmektedir. Abilene çelişkisi; hiç kimsenin bireysel olarak katılmadığı, ama grubun desteklediği algısı ile kendi gerçek düşüncelerini bastırarak rıza gösterdiği durumlarda yaşanmaktadır (aktaran Van Dyne vd., 2003, s.1373). Söz konusu bireysel algıların oluşması sürecinde referans gruplarının beklenti ve yönlendirmeleri ile kitle iletişim araçlarının azınlık sesleri kısan ve belli bir görüşü egemen kılan yayınları da etkili olmaktadır. Sonuçta bir kamuoyu yaratılmakta, kanaatler bu doğrultuda yönlendirilmekte ve buna aykırı görüşler soyutlanma kaygısıyla sessizliğe bürünmektedir. Böylece toplumdaki bu genel-geçer görüş iktidarını kuvvetlendirerek, çoğunluğun görüşü hâlini almakta ve bir statükoya dönüşmektedir (Scheufele ve Moy, 2000).

Söz konusu sarmal, bireylerin yaygınlığını kaybeden görüşten uzaklaşıp yükseliş eğilimine geçen görüşe yaklaşmaları temelinde sürekli olarak değişim göstermektedir (Noelle- Neumann, 1977, s.144). Bireylerin bu uymacı tutumları, bilişsel olarak çelişki yaratan davranışlardan kaçınma isteğinden kaynaklanmaktadır (Lurati ve Eppler, 2006, s.83). Festinger (1957, s.19), bireysel inançlar ile davranışlar arasında farklılıklar olduğunda bilişsel

çelişki yaşandığını ve bu çelişkinin gerginlik yarattığını öne sürerek bireylerin bu noktadaki denge arayışına odaklanmıştır. Sessizlik sarmalı içinde toplumdan kabul görmeme çekincesiyle kendi görüşlerini dile getiremeyen bireyler de yaşadıkları bu bilişsel çelişkiyi, oybirliğine katılarak dengelemeye çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda çoğunluk tarafından desteklenen görüşün, kendi görüşlerinden çok daha güçlü ve meşru olduğu yönünde bir savunma geliştirmektedirler (Taylor, 1982, s.312).

Bowen ve Blackmon (2003, s.1393), toplumsal düzeyde açıklanan sessizlik sarmalı yaklaşımını örgütsel düzeyde ele alarak; bireylerin örgütsel meseleler hakkındaki sessizlik tercihleri üzerinde söz konusu meselelere yönelik çalışma grubu içindeki tutumların önemli etkilere sahip olduğunun altını çizmişlerdir. Bu noktada yöneltilen dışlama tehdidi ile buna eşlik eden dışlanma korkusunun bireyler üzerinde yarattığı baskıya dikkat çekerek; çalışanların, gruptaki diğer üyeler tarafından desteklenmediklerini algıladıklarında sessiz kalma eğilimi sergilediklerini belirtmişlerdir. Dalisay ve arkadaşları (2012, s.325) da sosyal ilişki bağlarının, sessizlik sarmalı sürecindeki rolüne odaklanarak; sosyal sermayenin, bireylerin görüşlerini ifade etme isteği ve diğerlerinden destek görme algısı ile ilişkili olduğuna işaret etmişlerdir. Dittes ve Kelley (1956, s.100) ise kaygı temelli güdülerin, gruba uyma davranışını etkilediğini vurgulamışlardır. Bu kapsamda Edmondson (2003, s.1423), özellikle göreceli olarak daha az güce sahip olan grup üyelerinin, gruptan kabul görmeme kaygısıyla sessizliğe büründüklerini ifade etmiştir. Bogosian (2012, s.126) da aidiyet duygusunun, grup üyelerinin sessiz kalma tercihleri üzerinde belirleyici olduğunu ileri sürmüştür. Huang (2005, s.324) ise, kolektif ahengi korumak adına sessizlik sarmalının harekete geçirildiği ve bireysel görüşlerin dile getirilmeyerek çoğunluğa uyma eğilimi sergilendiği üzerinde durmuştur. Diğer taraftan Brinsfield (2009, s.33), grupta ahenk sağlama isteğinin aşırı bir tutkuya dönüşmesi durumunda grup düşüncesi oluştuğuna atıfta bulunarak; bu olgunun, örgütsel yaşamda sessizlik yaratma potansiyeline dikkat çekmiştir. Bogosian (2012, s.193) ise, grup içinde bulunmanın sessizliğe yol açma olasılığını seyirci etkisi üzerinden değerlendirmiştir. Söz konusu kavram, Latane ve Darley (1968, s.215) tarafından bireylerin çevrelerinde başkaları varken olaylara karşı kayıtsız kalmaları durumunu açıklamak için kullanılmıştır. Bu davranışın kökeninde nasıl olsa birilerinin çıkıp olaya müdahale edeceği düşüncesinin yattığı vurgulanmıştır. Ayrıca diğer bireylerin varlığına dayanılarak eylemsiz kalınması durumunda, sorumluluğun dağıtıldığına inanılarak psikolojik rahatlama sağlandığının altı çizilmiştir. Bogosian (2012, s.193) da örgütsel yaşamdaki sosyal dinamikler bağlamında nasıl olsa diğer üyelerden biri tarafından dile getirileceği düşüncesiyle bireysel olarak sessiz kalınabildiğine işaret etmiştir.