• Sonuç bulunamadı

Gonca Özmen, bile isteye Sanki Bazen Bir Taş Duvar

Onun şiirinin en belirgin özelliği içe dönük saçılmalardır. Bu öylesi sıradan bir dağınıklık değil, durmak nedir bilmez bir iç kanamasıdır. Yaranın kanaması iyidir, insan da ancak böyle iyileşir. Tanrım şairi dertsiz bırakmasın. Böyle denir elbet, çünkü şairi şair yapan yüreğinin köklerindeki derttir. İnsan kalbini, bir şair kalbi olarak saçmasın, bir kurşun kavuğunda yüz milyar anlam aklın dehlizlerine saplanıp kalır, kalmasın.

Dizelerinin altında bir plak döner usul usul. Yıl belki 1960. Söyleyen, Müzeyyen Senar.

Şarkı, olmaz ilaç sine-i sad pareme. Çünkü şair hayatı derin bir yara gibi taşır içinde ve yaralar alarak içten içe dolaşır onunla hemhal, hemdert kanaya kanaya, kendi kanına bulana bulana, yalnız kendiyle birlikte. Kederli bir kalbin aklın tufanına attığı taşlarla yaralanır bilgelik. Yeni geleneksel, yaratıcı ve etkili bir şair Gonca Özmen, sanki bazen bir taş duvar, yemyeşil bir kan gibi sarmaşıklar fışkıran. Ne kadar seslensen cevap vermez, ama sesini duyar. Sesini sana bir yankı halesi olarak yollar. Toplumda, türdeş bir kümenin içine girmeyen, bir kümenin esiri olmayı reddeden ve onun en ucunda yer alan aykırı şair. Cümlesini yıkmış, karşıt olmak isteyen her şeyin hükmünü. Sanatsal tavrını, doğacılığa karşıt olarak gerçekliği kaba bir aktarmacılığa düşmeden belli bir kişisel yorumlama anlayışı içinde dile getiriyor bile isteye. Bireysele karşıt olarak bütünle ilgileniyor. Tüm bireyleri içine alarak… Ve bilhassa içine kapanarak… Asrın şairi diyemem, ama günün insanıdır. Yazdığı şiirler kadar hakiki ne kadın ne erkek, derin ve güzel insandır. Geleceğin şiiridir, onun pervasızca atlar koşturan yaralı süvariler gibi bıçağını yalnız kendine saplayan şiiri. Geleneğe bağlı. Geleneğe aşırı bağlı… Geçmişin değerlerine bağlı… Geleneği doğrunun ölçütü sayıyor, denebilir. Yeni Edebiyat Tarihi’nde kendisine has bir yeri var. Böyle bir bakış açısı elbette şairin de, okurun da bütün dikkatini yalnızca yaşanmışa yöneltir. Şairin kendini böyle tanımlayamaması, tanımlamaması yaşamak gibi bir şeydir. Gonca Özmen, yaşayan bir şairdir. Yaşamak, onu ve okurunu bugün ve yarın her şeyin karşısında ilgisiz kılsa da.

İlgisizlik, yoğun bakımın ardından gelen yorgunluktur. Ne kadar iyileşse de, bir zamanlar öldüğünü ve bir gün yine öleceğini unutmaz kimse. Gelenekçilik, geniş anlamda tutuculuk değildir. Gonca Özmen, sadece şiiri tutan bir şairdir. Böylece gerçeklikten koparır ve sonsuzdan daha uzun bir zaman okurunu sadece bir rüyada kendi olarak dolaştırır. Bitişi başlangıçla birleştiren devinimin en yetkin devinim olduğunu gösterir onun şiiri. Bir divan-ı Gonca’dır, olmaması söz konusu olmayanın durumunu, olanlar ve olup bitmeyen şeyler üzerinden söyler. O şiirine hemen her şeyi,

36

her konuyu sokabilir. Evreni küçücük kılar bir evde bir başına bir odada bir insanın bir damla gözyaşını içine almış bir tek dize. Yenicilik havası gelenekçiliğini kaldırıp atamaz asla. Esinlendiği, ilham aldığı acının kaynağında ne bir başka şair var ne bir başka şiir.

Okuduklarında dolaşır, okuduklarını damarlarında dolaştırmaz. Okuduklarını

yazdıklarına meze yapmaz. Başkasının duygusuyla kendi duygusunu mayalamaz.

Gonca Özmen bunu bilir. Hayatına bakıyor yazarken, yaşadıklarından süzüp alıyor, şiirinde ne varsa okura acı acı şirin gelen. O bir tecrübe tarihçisi gibi yazar. İnsanın yaşadıklarından geleceğine aktarmalar yapması gerektiğini gösterir. Kendi hayatıyla başka hayatlar arasındaki perdeyi aralar. Hatalar yapar bile isteye. Hata yapmadan hiçbir şeyi gerçekte öğrenemeyeceğini de bilir. Böylece ada karaya yaklaşır. Öyle ya, şair ayrıklıklara, ayrımcılıklara karşıt olduğunu da böyle böyle dile getirir. Böylece yenilikçi, böylece tam da içinde kalbinin, dünyanın dönerken çıkardığı o bütün tuhaf sesleri duyar, duyurur, yeni geleneksel şiirin. Zaman izafi bir kavram olmasa doksanlı yıllar ben ve çağdaşlarım için bir çocukluk çağıdır. Oysa doksanlarda şiire başlamış olmak, bugün şiirin yetişkin, kafa tutan, haykıran, eli cebinde ağzında ıslık, yürüyen çağıdır. Yakışıklı şiirin şairine güzellikler bindirdiği çağdır. İlk şiirleri de o yıllar yayımlanmıştır.

İlk kitabı kuytumda, adıyla müsemma bir kitap olmanın yanında, gerçek bir kuytudur da aslında. Bu ketum kuytuluğu belki sessizce takip etti sonra. bile isteye, eve kapanmanın kitabıdır biraz. Eve kapanmak ondan dışarıya çıkmaktır aslında. Evin içindeki sesleri, insanları, düzeni dışarıdan duymak, görmek, sevmek ve bazen reddetmektir. İlk şiirinde diyor ya, Götürme beni o apansız kapana. Bir evden bir başka eve geçmekten başka nedir ki yaşamak? İçerisi kalabalık, dışarısı kalabalık olan her şeyin eleştirisini yapıyor aynı zamanda Özmen. Nereye gitse kendi, nereden ayrılsa kendi olmanın yükünden söz ediyor. Evin bir leke, bir dert gibi insanın kendisinden atamadığı bir şey olduğunu anlatıyor. Evden bir bellek gibi söz ediyor. Burada ev bir zihin… Bu zihnin anıları, bilgiyi, ruhunun durumuyla ilgili yetisini kullanma becerisini gösteriyor.

Ev de, zihin de sadece bir saklayıcı değil, aynı zamanda bir anımsatıcıdır da. Bazen uykusunda bir çocuğun saçlarını sevip üstünü örtmek gerektiğini, bazen köşede bir masada bir daha o eve hiç girmeyecek birinin hep o köşede silüetini anımsatır. Bazen insan sesleri de hatırlar. Kokuları da duyar, geçmiş günlere ait, insanı geçmişe götüren kokuları. Bilinçten tümüyle kaçan, bilincine varılamayan şeylerin alanıdır aslında ev.

Bu alanda insan çıplak dolaşır. Öyle sanırız ya, değil aslında. Işığı söndürünce, karanlığın örtemediği tek şey seslerdir. Sesler örtülmez ve bazen dinmez de. Çünkü ses, aslında varlığın özünü kuran şeydir. Gonca Özmen, şiirlerinde sessizliği tercih etmiş.

Böylece bütün sessizliği kendi sesi olan şeylerden söz ederken, kendine has anlamları ve derinliği olan seslere çevirmiştir. O sesler, insan aklının, kalbinin dehlizlerinden çıkan sesler. O sesler şiirindeki gibi şairin kendi yaşamına ait seslerdir.

37

Kimi dizlerinde dostluk duygusuna karşıt aşk arzusu, kiminde anne olmanın uzun nöbetine karşıt çocuk kalmışlık... Zıtlıkların arasında bir mücadele şiiridir,

Gonca Özmen şiiri. Bir sonucu yaratan ya da bir sonucun yaratılmasına katkıda bulunan, belli bir sonucun ortaya çıkmasında da aynı zamanda belirleyici olan bir zıtlık… Bu öylesi bir zıtlık ki, insanın gözlerini konuşturur. Çünkü sessizlik bazen çok daha fazla şey söyletir. bile isteye, insanın mutsuz olduğu yerleri terk etme çabasını, orada katmerlenen, zift bağlayan acısını almış içine insanın. Ölmekten, ölümden söz etmiş yer yer. Her satırı, her kelimesi süren bir duyum. Bu onun inancını kırmaya çalıştıkça sağlamlaşmasını sağlamış. Çünkü yaratıcı imgelem, onun yeni ya da bilinmedik imgeler oluşturmasını sağlamış ve elbette sanatının, tavrının, kendine özgü felsefesinin etkin verimini de ortaya çıkarmış. Azalmadan, daraltmadan, daha alt bir düzeye indirmeden, basite götürmeden ve fakat sıradanın güzelliğini de incitmeden kurmuş çoğu dizesini. İnsanı, kendi insan varlığını bir insanbilimci gibi tartmış. Biraz fazla pragmatik. İstemi evrenin özü saymış gibi. İstemin, bilmenin belirleyiciliğini bir rüzgâr gibi ona yön vererek yazmış. Sanki duygunun ve eylemin bütün değerler açısından daha ileri olduğu konusunda bir kesin yargı oluştururcasına yazmış.

*bile istiye, Gonca Özmen, Kırmızı Kedi Yayınları, 2019, 80 sayfa.

38

Benzer Belgeler