• Sonuç bulunamadı

ORLANDO İKİ AYLIK ŞİİR SANAT DERGİSİ / SAYI:4 KASIM ARALIK 2019 ISSN:

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ORLANDO İKİ AYLIK ŞİİR SANAT DERGİSİ / SAYI:4 KASIM ARALIK 2019 ISSN:"

Copied!
48
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

(2)

2

ORLANDO

İKİ AYLIK ŞİİR SANAT DERGİSİ / SAYI:4 KASIM – ARALIK 2019 ISSN: 2687-2218

Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu:

Mustafa Furkan Öktem

Genel Yayın Yönetmeni ve Editör:

Nilgün Emre Kapak Resmi:

Umut Yalım Grafik Tasarım:

Yusuf Can Süden

Yönetim Adresi ve İletişim: Şeyhcui Mah Poyraz Sok. Köşem Sitesi, A1 Blok, Kat:1, Daire:1 MERKEZ/AMASYA

sahinemre10@hotmail.com Basım Tarihi: Kasım 2019

Basım Yeri: Göker Demir / Ülkü Ofset – Cumhuriyet Mah. Tutal Sok. No:6 Merkez/ESKİŞEHİR

Sertifika No: 15869

Katkı Payı:Bir yıllık abonelik için Furkan Öktem adına

Ziraat Bankası Amasya Şubesi İBAN: TR450001000241730514615007 nolu hesaba 70 TL yatırdıktan sonra

dergilerin gönderileceği posta adresi sahinemre10@hotmail.com’a bildirilmelidir. Yurt dışı için abone ücreti 30 avrodur.

*Yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Dergiye gönderilen ürünler iade edilmez.

Dergimiz ticari amaçlı olmadığı için, ürünleri dergide yayımlanan yazarlara telif ödenmez. Dergiye ürün gönderenler bunu baştan kabul etmiş sayılır.

(3)

3

ASYA UZUN*

bir noelbaşı gecesi

susturuculu tabancalar güzel kokulu kadınlar ve kimsenin almadığı çoraplar çalınmayan sorular

okunmayan kapılar uzakta gürültülü bir tren rengi değişmiş akarsu derisi değişmiş halk

nirvana sever misin?

şarkılar, imgeler öfke uyandıran insanlar artık babam değilsin!

artık olmayan babalar

zorla dinlenen ezikler nezaketen dinleyen zorbalar yıkılmayan evler

çok güzel, pahalı kokulu kadınlar

bayram günü köprü başında ikilemeyen ayaklar susturuculu tabancalar

ya da genel olarak tüm tabancalar nirvana sever misin?

(4)

4

başkalarını aç bırakmasıyla güce yükselen adamların kızları bu söz konusu kızların kasten boş mideleri

kasten mor sırtları

ve kasten kanayan boğazları

tren diyorduk, uzakta gürültülü bir tren baba, sustur şunu

sen artık babam değilsin susmuyorlar, baba baba göremiyorum

güzel kokulu kadınlar bir hıristiyan bayramı hazırlığı kızım, hindine hiç dokunmadın ilahi, karıcığım, ya sen?

sifonun cazibesi yaş tanımaz tren diyorduk, tren

yılbaşını noel kutlarcasına kutlayanlar baba, tren geliyor

nirvana sever misin?

şu emojili grup mu kızım hindini ye

baba, kendini o trende bulur hindi kokulu kadınlar güzelliğe

*24 Aralık 2004’te Eskişehir’de doğdu. Şu an Eskişehir Fatih Fen Lisesinde lise ikinci sınıf öğrencisi.

(5)

5

LÂLE MÜLDÜR

japon elması

çok hassas ve elagan japon elmasının üstündeki bir ağaç sopasının üstünde beliren yaprak tomurcukları Hey şuna bakın: bir ağaç yaprağı!

çıkacak sonunda bir ağaç yaprağı!

yaprağın ardında bulut!

yaprağın ardında bir çam ağacı ya da yaprağı düşüyordu üstümüze...

ah kimsesiz beyazlığım benim!

sen siyahtın çok siyahtın ama o henüz kimsesiz nesne,

uzaktın siyahtan çok uzaktın

ve ilerliyordu ve ilerliyordu beyaza doğru BEYAZ! Uzaklardan çok uzaklardan adacıl pullar yakalıyordu mu onu my sea-like sea shell the

eyes

the star that always bewitches me the eyes that travel long and get me all the time oh do have some corner sentiment for me

apart from sugar some notes some notes to dissolve my pathos

(6)

6

YILDIRIM TALAY

ELEKTROLİZ

Anıl Cihan’a

akım akım aşılır serbest yükünlü ortamlar bi kafa derlerim kimyasal ayrışımlardan

"sadece şiiri" çözündürürüm şiirden davetkâr gaz katmanlarıyla şişiririm pusudaki akrepleri cebime hangisi sokabilir yarış bülteninden değersiz istifra mektuplarını

ölsün hep ozanlar benimkileri diriltirim cihanda kim anılacak kimsesizlerden kolpalarım halkımın değerlerine feda izzetli bir kaplamayım

hanimiş hâmuşun arasında

(7)

7

HÜSEYİN SERHAT ARIKAN

De Profundis

Trakl için...

“Starrend von Unrat und Staub der Sterne.”

I

Yalnız sözcüklerin eriştiği bir derinlikte, gecenin avcunda iki çiy damlası gibi buluşuyoruz seninle. Şeylere aykırı lirik yüzümüz, yordamı tanrıları kandırmanın

İkimiz de sırtımızda kar ve bir anne taşıyarak geçtik uzayan kentleri, vardık suskunun suyuna, sabaha karşı ay alacak yükümüzü, biliyoruz, oysa gidenin varlığı kalır kalanda, bir kat yokluğun daha düşerken örtüsü

(duvarlarda görüyorum annemin yüzünü! kızıl, mavi, altın rengi duvarlarda, helian’da gördüğün duvarlarda da)

Konuşacak hiçbir şeyimiz yok, bunu bilerek geldik, birbirimize ne anlatsak ki kaybolsun diğerine

Sözcüklerin köprüsünden sessiz hayvanlar geçiyor, demek ki birazdan bir cinayet işlenecek, ya da nehir ölecek, ne olursa olsun gözlerimizle yapacağız bunu

(8)

8

II

Örümceklerin arayıp bulduğu derinlik kapanıyor, yüzünü sancıların duyulduğu kentlere çevirip duruyorsun, benzeyişin altını paramparça olsun diye önce biz öleceğiz, öyle diyorsun, ardımda biriken korku benim değil

(her yeni doğumda bir melek ölürmüş)

Dokunduğun yerde bir ayna başlıyor, aramıza bir fazlalık bu, başka tabuta ne gerek var şimdi. Henüz değişmedi ay, zamanı değil, ölü taşınmaz bu saatte, ağır başımıza kalırız

(çobanlar dönüş yolunda o güzel bedeni henüz buldu)

Birazdan renk renk isa’lar dolaşıyor etrafımızda, havada; büyürken hepsinin ağzında aynı leke -bir ölümden kalan- anlıyorum, anlıyorum sanıyorum, ilk defa bir yanıt buluyorum

Ölüler dönmek üzere. O dağdan gerisin geri yuvarlanıyor güzelliğin çarmıhı, biliyorum, beni sana ters çakacaklar, kardeşin kardeşim olacak, ışığın benim ağzımda sönecek

Yıldız tozları yapışmış üzerimize, karanlığın ötesinde aynı soru, kalıcı ve her zamankinden belirgin

Niye tutsağıyız hâlâ bu derinliğin, yankıda

(9)

9

MUSTAFA ATAPAY

PLAK PİLAKİ PLAKA

Düşüyorum o zaman uzay var uzay var yıldız var düş bol

düştüğüm noktada düşsel bir yıldız çiçeği kafam şişip bir metal plaka alnıma çakıldı

bu bir kütle küt ve künt bir hayal puslu bir dünyadan buğulu gözlerle ıslak bir çamaşırdan damlayan düşüncenin buhurdanlıktan çıkması gibi tütüyor fikirlerim göz torbalarımda yağmur ormanlarında su biriktirmiş bir küçük mağrur bitki…

şehirden sadece kadın kalçalarını ve memelerini kaçırarak bu yağmur ormanında bende bir baldıran kökü olarak yerimi alıyorum

kadınların yüzlerini almıyorum buraya çünkü hepsinde bir anlam var

böyle anlamı yok ediyorum ve hepsi benim için artık bir çeşit dişlesinler kökümü baldıran zehirli gövdem ve yapraklarım

onları ağızlarının içinde gezdikten sonra tükürsünler şehirden daha rahatım burada

bir ağacın üstüne fikirlerimi koyup kendim dibinde uyuyorum

fikirlerim yaprak gibi kıpır kıpır bu yüzden bir rüzgâr gönderiyor Tanrı uçuşup saçışıp fikirler dağılıp uçuşuyor

aklım aslında bir ağaç onun tohumunu eskilerden biri ekmiş bir güzel balıkçı düşlerini kurutuyor gökte…

(10)

10

HAFİZE ÇIVKIN

KHOONEYE MA

nasıl bir gece diliyorum elimde değil nasıl bir gece güne intiharla

yıldız semerkant'ından gitgide uzaklaşırken ışığın tereddüt ile yanaşırken korku dağarcığıma nasıl bir gece diliyorum kaçamak bakışları anmayı.

-portakalımı özledim

kılı, tüyü, esrik deneyimleri tattım yeniden atılıp tutulacaksa görüşlerimizin harmanlandığı şiirsel bayramlarda -bu

heveslerimiz şiirsel döküntülerle topraklansın biz ve bizim gibi tüm kadınlar

vals yapar orada anılarıyla.

ismini sayıkladım vakit bu; tan

-kızıllığı ile gel burada seni bekleyen simsiyah bir gece lirik alaşımıydı servinin içindeki; küheylan ile tutuştu gök ile birleştiği an toprağın buğusunda

alev alev şeritlerde tütsüyen cigarası adı bana ait değil bu canım'ın muhtevası.

(11)

11

GÖKÇENUR Ç.

EKMEK GAZELİ

senden uzak nice yaz ekmek peşinde ev ekmek, okul ekmek, şarap ekmek

koşturdum durdum güneşin altında sıcak değil temmuz, kadar senin, kadar ekmek

gençtim, geçmez sandım geçiverdi sanki zaman, sanki yedik, sanki ekmek

bana bana acımızı birbirimizin suyuna ama acı, gibiydi taş, gibi ekmek

okul bitti, ev bitti, susalım artık, aşk bitti şimdi hayat, şimdi bayat, sanki ekmek

(12)

12

ŞAHİN KURT

J+ruh negatif

*”derisinden başlarmış insan ölmeye, kemiğinden”

dudaklarımın vaveylasını arala, -kış kıyam nasıl emerse sütçocuk kesildiği memeyi tanrının bahşettiği omuzları da kestim herkes donduğu yerde heykel bedenden sarkan ruh hileleri

--kokuşarak kaldırılmış bir cesedin oğluydum taşı öperek aldım elinden kadehi

ayazın koynuna girdim huyu suyundan alarak bu kadar babalık bende kalsın, bravo tanrı bunu çok kenara yaz dediydim

sakladım yüzümün çiziklerini, dalında incir yükselirken kaf göğüne tanrıçanın naaşı susuzluk bütün anaların kötülüğüdür-

yazdım, sigara içilebilen her sevişmenin sonuna yazdıkça silinen bir kalem, böğrüme senfoni usuma ve omurgama inme metropol saatleri izleyen kollukları tepegözlerin, yelkovan şafaklar çatırdayan kemiklerime vururken --akrebin kafatası tek tek budadım meyve veren bahçeleri

üryan bir çığlıktan doğurduğum etim derimden başlayan bir soğukluk kaldı gözlerinin sayfalarını çevirdim

(13)

13 boyundan süzülüp ikizlere çizilen J benim adım omega, diyebildim mum ile leyla arasında, teğet bıçaklarla gizledim kirpiklerinin çölyasını

dişleri döküldü genç mezarların kuruldu yaşam mangaları gürültüyle annemi öldür öp sonra beni

*Ali Hikmet Eren

FERİDE BERFU DEMİRHAN

SURET

Sağanak gibisin elime yakışmayan mavi Hüznüme yakışmayan nefes alışverişi aydınlık Öğrenilmiş haz mıdır koridorda yerini beğenmeyen Söz sanatlarının gölgesi nefesimi aldı geri vermiyor Beni telefona istedin, aldım çağrını telefonlar çok Pahalı artık, ses telinle daha fazla iş görmen gerekli Bir çıktığın caddelere bak bir de telefon kılıfı fiyatlarına Serin bir akşamüstü öpüşmesinden daha maliyetli Bak ben bu geceden anlamıyorum maviden de Yağmurda sevişelim dersen ses etmesem bile çok

Yalnız ve ıslağım dalgınlığın perdesini boyadığıma aldanma Rüyalara ve aldatılma gerekçelerine üstelik

Erişmek üzere uzaklaştım geri dönmek üzere

Seni sevmek üzere gidiyorum kalbimden daha yakın bir Coğrafya bilgisine, suni ve ferah bam teli, bir ucu Ayrılık olan, beni bir yağmura misafir etti…

(14)

14

NİLAY ÖZER

erotik dükkân

kadının biri bir ağaca tırmandı ve bir daha dönmedi ağaç akça gümüş gövdesini önce ikiye iki daldan her birini beşe yediye

iğne yapraklara yeni sürgün kılcallara böldü de kadın hangi yoldan gitti kimse bilmedi kocası ve oğulları düştüler peşine ağaç acı biber rengi yakut bir yılan kayar ân içinde öncesiz sonrasız çatal dili siyah pulu çıngırağı sus öyle sessizdi dünya sanki ilk gündü bir elma ısırıldı geçmişte gelecekte kadın ayna istedi su gölgelendi çağırmayı bildi kendinden olan sözü yaşamın yüzeyini derisinden ayıran giysilerini soyup astı rüzgâra ölüm de eşyası gibi insanın dursun beklesindi kullanılmayı dallarını budayıp kökünü çıkardılar bir de tersinden aradılar ağacı tarağı terliği uçmak kültü kuş totemi bitkileri evcilleştirenler geldi hayvanları evcilleştirenler baktı çok ağırdır hepsinin de günahı kadın nerden nereye nerden nereye gecenin ortasında ayazında soğuğun kırmızı ışıkları yanıp sönen yanıp sönen bir dükkâna koşmuştu imdat demeye dantelleri sutyenleri bir kamçıyı aydınlatan kırmızı ışıklar tek ışıktı gecede

ağaca orada tırmandı işte...

(15)

15

UMUT YALIM

İşlem şiir no: 13

Bu şiir Orlando’nun 4. sayısı için yazılmıştır

konusu ortaya karışıktır ama ham maddesi acı olabilir şiir çorumludur ve her dizesinden kendisi sorumludur 72 dizedir

655 sözcüktür (başlık dahil)

içresinde: 7 kere kedi 12 kere kürtaj 4 kere televizyon 11 kere bere 3 kere yatıya kalmak 5 kere uyku 6 kere iskelet 1 kere Nagehan Alçı 2 kere yalnız lık sözcükleri geçmektedir

bazı örnek

dizeler:: bir acıya randevu aldım (8. dize)

portatif bir kâlp/ öyle kolay öyle hafif (17. dize) yara bere içinde sarı bir bere giyiyorum (22. dize) 35 yaşım yerine hep gözyaşıma giriyorum (35. dize) bir türlü update edemiyorum acımı (77. dize) 96’daki acıyı çekmekten bıktım tekrar ve tekrar (78.

dize) şiirin bitişi::

(yalnızlık – ben) + (1962 – 6) – (ac + ı + lar) : ?

Heartbreak Hotel kırmızı > red

a) beklemekten alçıya alındım sanki

b) kendi acımda yatıya kalmak zorundayım artık c) anadili yerine dadıdili var artık çocukların

d) heartbreak hotel yıkılıp yerine trump tower dikilecekmiş e) 0 bir sayı değil suratımdır. Peki, “O” kimin suratı?

not:: % 76 oranında beğenilmemiş % 44 oranında beğenilmiştir şiir.

(16)

16

GONCA GÜL

Non-estetik Karmaşa

Görünenler alemine uyarladığım ben Ve bir dil bulamadığı için saklanan kendim Nereye dokunsam tıkanmış bir delik Gecenin geç saati

Yeni uyanmış bir mahkûm

Gündüzün hareketli pürüzlerinde dağılan an'ların Yeniden kavuştuğu saatler

Bir yandan tabelalara bir yandan apartmanlara Yansıyan gölgem işte bir delil

Sadece ve dürüst

Var olmayı bu şekilde deneyimlediği için ağlayan bir sfenks Sfenks mi dedim

Bir insan

Hem de iplikleri milyarlarca yıl kadar uzayan Elinde bir fenerle

Arayan kendisini böylesine boğan düğümleri Bir komedi mi

Bir pislik

En az onun kadar var olduğumu anladığım bir anda Bana düş kurabilmenin zahmetini sevdiren

(17)

17

YALIM AYDIN

TARİH

:yirmibeşekimikibinonsekiz dünde, kaldı, askıda, ceketi çıktığında sebepsiz, bahsedilmedi bütün şiirlerde bahsedilen o şeylerden ütopyayı gerçek kılan

kendi rüyalarıyla özgürleştirmişti ruhları birbirine örgüleyerek

ve bir dergiye yollandığında ‘’kopuk’’

ve bir şiirin ortasında yeterince yükselmeden

yapılan yükselişler

sürekli parçalayıp biriktirerek çok fazla zarf fiil kullanmak kafa açıcı ya da öğretici ama çok kasıntı ikilemeler bir yeni e-posta: ‘’kopuk’’

dendi o dünde kaldı belki eserin başlığıdır dahiyane nitelemeniz

kopuk ama belki de bunun üzerine günlerce çalışılmıyordur

özgürleştiren rüyaları/geleceğe bırakır

kuş seslerinin olmadığı dizeler ve yapay süs çiçekleri ve minik bir tahlil:

güzel başlanmış, başlık alakasız çok da bir şey diyemem ama pek şiir gibi değil sanki

(18)

18

MEHVEŞ DEMİRER

İPLİKTEN ÇÖZÜK

Konacak yer bulamayan bir kelebeksin

kanatlarının çığlığından takatsiz düşmüş bedenin güle adres sormaktan biçare

hayale kamaşan bir ömrü seğirtmektesin beneklerin ne parlak, nasıl da alacalı nasıl pervasız eğilimlerde uçuşun alacağın var bu hayattan belli

bundan tüm çiçeklerin rengine bulaman kendini Sen o kanatları sana doğru gelenlere değil de senden gidenlere karşı açmış gibisin

kozandan emanet yüküne dolandığının farkında değilsin yanık kokusu yükseliyor geçtiğin yerden

kanadından bir katre kan düşüyor toprağa toprak kavruluyor her yeni çığlığında

avucumuzda nem peydahlanıyor değdiğin çizgiden ıslak ümitlerimizin rutubeti tutunuyor havaya

hava topak bir öksürük hâline geliyor bu son savruluşumuzla

(19)

19

EŞREF OZAN BAYGIN

İKLİMLENDİRME ÖNCESİ ILIK DENEME

Kendini kendine inandırmadan düşün düşür silkinerek kendinden seni!

dünya durdu ve güneş birleş diye bağırmıyor yatak

serkeş bir bataklıkta uyandık soğuk bir çarşamba günü.

Dipsiz yusuf kuyusu belirirken göz önünde ansızın, tatlı bir irkilişle

kişilerin ansızın eriyip gittiği, iki istasyon arası -boğuk sis sessizliğin yükselen tizinde içe sıkışmışlığının yedinci evresi ve eskiden yeniye genetik duyu -gerçekte biz gerçek miyiz acaba?

Duruldu söz açıldı

kapı.

seksen ikinci dakika,

iki sıfır ve derin bir sessizlik hâlinde

sert ve acı vuruşlarla atıyor dört odacıklı ada, öksürük eşliğinde adım adım ilerlerken o koca küre hiçbir şeyin hiç olmadığı yerde

beş parçaya bölündü yirmidört kare...

şimdi bir taş olmalıyız adeta şu müptelası olduğumuz esrik hazzı yok saymadan evvel.

(20)

20

NESLİHAN YALMAN

BEN BİR ANARŞİSTİM VE

-boğulan boğulmayı nasıl tarif edebilir?-

ben bir anarşistim ve kalbim yaralanmış bombaya benziyor vicdanıyla öfkesi arasında sıkışan kadın

banka camında yorgunluğunu izliyor eğilip, düşürdüğü gözyaşlarını takıyor yerine uzay boşluğundan akıyor beynime yürüyerek kan kalabalık masalarda çatal-bıçak sesleri

ben bir anarşistim ve pul defterimde kansere yakalanan pul hiç yazılmamış o aşk mektubunu bekliyor

kurumuş ağaçların dibinde küf tutmuş tutku mülteci çocukları öpemeyecek bir strateji geliştiriyor rujum dilime reklam sloganları diziyor

zehirli iğneleri fırlatıyor buyurgan sözler

İtalya açıklarında bir gemi, Yunanistan’da bir meyhane Sudan’da neler olduğunu rehbersiz çözemiyor

ben bir anarşistim ve korkaklığın çemberi günlere yüzünü açarak kapatıyor gururdan maskesini takıyor güneş fazlasını biliyor uçuşan, kıvrak polenler

insanlar kocaman ağızdan durmadan konuşuyorlar heykel soğukluğunda tek bir vücuttan

her iz kaldığı noktadan başlıyor

(21)

21

ben bir anarşistim ve yalnızlığın bekçiliğini yapıyorum dişlerimde kedi tırnakları, boğazımda yanık kuşlar üç kuruluşluk aklın zelzelesine sıçrıyorum

aksini yaşıyorum, neyi iddia ediyorsam ortası boşaltılmış, sahte paraya dönüşüyorum kanalizasyondan derine mezar sokakları ben bir anarşistim ve kendimi sevmiyorum en az sizin kendini çok sevdiği kadar saf tutulmuş uçurumun sabit ortasında

ALTAY ÖMER ERDOĞAN

HİKÂYE

gelişigüzel güzelleştim gelişi güzel saatlerin kadranında kırdım bütün kalpleri, saunaya gittim sonra

bir varlık inşa ediyordu göz nice yoklukların arasında yaralarında susuzluk biriktiren gelincikler

metropol tarlalarını süslerken

sararmış mutluluklarla dolup taşıyordu albümler ben sizi çok sevdim bütün bunların arasında

sıralarında köstebek de biriktirsin kısmeti kapalı gençlikler eklensin yurdumun üstünde tüten ocaklara

bugün bir vazo koymuşlar kafedeki masaya

yanına bir Franz Kafka, Fransız kafalara şapka çıkartan bir iki özlü söz koparıp kösnül tarihten

göz okuyor yağmur kaçakları, kulak kabartıyor su biriktiren mavnalara

Hi story!

His tory!

History!

Histeri bebeğim, histeri!

(22)

22

RAHMİ EMEÇ

Mayıs'ta, her şeyin altüst olduğu bir zamanda

119/ …Sevinç fotoğrafının aktörleri değiliz; biz zaten hiç olmadık böyle fotoğrafların içinde; büyük sevinçleri düşünüp ateşi üflediğimizden beri yanıp dururuz. Sadece önünü görebilen ve adımını atacak kadar hayal kuranların başlarını dik tutma uyarısına ses vermekten geliyoruz. Sana uzatılan sadakayla karnını doyur ey büyük insanlık! İyi çiftleş! Devenin dikenine dokunma! Sömürüye dua et! Sakın ha, ateşimize su dökme;

bırak yansın!

120/ Bellek yitimi nasıl acı bir şey, dalgın bakışında buğulu duruşu gördüm ve o'nun suskunluğuna onun için ister istemez şöyle bir cümle kurdum: hatırladığım her şey sizin artık...

121/ Herkesin hüznü kendine yakışır. Arada benzerliklerden kurulan akrabalıklar bile örtemez bu mesafeyi. Sadece giderken ‘iyi bilirdik’ diye seslenen uğurlamaların kalabalığı aslında bizi hep kendimizle baş başa bırakmışlar topluluğundan başka bir şey değildir. İnsan ne zaman çok olduğunu görse, tek başınalığını unutma gafına düşer.

Yalnız geldik biz, yalnız gidiyoruz. Sadece yaşadığımız sürelerde gökkuşağının farklı renklerine dokunup geçtik diye düşünürüm hep...

122/ Gerçeğin seremonisinde hezimete uğrayan düş alfabesi, yeni cümleler kuruyor eski bir yaranın üstüne. İyi hâl tutanaklarından sorunlu bir avuç insan, dünyayı parselleyen aç gözlerin çitlerine çarparak o cümleye serinlik oluyor. Hayata kanamalı durmuş bilge, sözüne kül basıp konuşuyor: Sesini birleştir, o cümleye ses ver; bak nasıl da telaşlı gövdesi karanlığın; tünelin sonunu göreceğiz; ateşi üfleyin, ateşi üfleyin!

123/ …sokakta insanın iyilik hâli'ni boğan tasarlanmış kötülük, gitgide bahçelere, eviçlerine sızıyor. / içeride, duvara asılan bir 'fotoğraf' gibi sokağın anısı. / 'yeniden geliriz' diyor içimdeki ses, 'yeniden geliriz ve kurarız kardeşlik sofrasını'...

(23)

23

124/ Mayıs'ta, her şeyin altüst olduğu bir zamanda, kirazın dalından sarktığı bir zamanda örneğin, kim bilir ilk defa bu kadar yadırgamayacak çalışmayı paul lafargue, ve düşdüşkünleri tamgün çalışarak değiştirecek yazgıyı...

125/ ...hep kendine büyümekle asalet kuşanmış yanılgılar çağı, yine de bir soru işaretiyle kendine sarılıyor...

mayıs- haziran 2018

SİNAN ONUR

Çek, Ya Hû Dem!

Sigaradan hallice zıvana Keder, elem, saksafon Ab-ı hayata teselli

Kuş sesleri, kuşluk yeli, siyabend Teslim ol savruluşuyla suskunluğun Elzem ol, beşeri rüyayla harmanla Öteki, adıdır, varlığın icazeti Çek, Ya Hû!

Dem

Kozmos ellerinde paramparça Ve sonsuzu tüm zamanların Alemlerden öteye bir yıldız beğen Çek, Ya Hû!

Dem

Asırları varlığından çek

"Sonsuza uzanan ırmak Sonsuzluğa dek"*

*Pink Floyd - High Hopes

(24)

24

M.İNAN FİLİZ

BAĞIŞLAMAK ZAHİDE İSMİNDE BİR KİŞİ BİLE TANIMAMAK MIDIR

Belki bir gün tanıştığımıza pek memnun oluruz gibi bir Bekleyiş içindeyim...

Bu, cümle içinde elmalı turta kullanmak gibidir Bir şeydir, bir paket kabartma tozu biraz toz şeker.

Sözgelimi Tatvan’dayım iniyorum bir tramvaydan Saat tam olarak poliklinik önlerinde sigara İçmelerini gösteriyor olsun en iyi yoksulların.

Bu saatten sonra kesindir artık üniter yapım bozuk Kraliçe kötü, gelecek vadetmiyor bizim takım Böyle libero

Olmaz.

Sanki her maddesinde daha da yalan oluyor Cenevre Rakamla 1 2 3 4 ..., yani bürokrasi bana göre değil Kot pantolonuma bile uymuyor birçok yasak Ve elbette ellerin bir Bingöl otobüsünün gecikmeli Kalkmasından ibaret değil sevgilim

Derin bir yaram yok, olay Teksas’da geçmiyor hiç Lütfen Teksaslılar beni zerre kadar bağışlamasın. sun sun.

Bağışlamak Zahide isminde bir kişi bile tanımamak Mıdır ki yaşamak biraz at kafası olsun

Böyle kafiye Olmaz.

(25)

25 Aslen alışkanlık değiliz hiçbirimiz bu senaryo için Değiliz, nane liköründen yaratılmadıysak eğer Eğer alkol tüketmekten söz etmemek gerekirse En yakın tekel bayi benden çok uzakta

Saat şimdi tam olarak Madonna dinlemeyerek terk edilen Köylerini gösteriyor bıyıklı adamların.

Ve Petersburg Fransa’da değil, değiliz... lakin gelmen Acil kan aranıyor kadar şart

Çünkü özlemek çok ameliyatlı bir realite Böyle realite

Olmaz.

(26)

26

ALİ LİDAR

TEKİNSİZ

Sen yalnız tek başına olsan pek çok şeyi halledemezdin peşine kaktüsler takılırdı ve bir takım doğa olayları ben bir on yirmi yaş falan daha çocuk olsaydım

kaldığın kliniğe atımla dalıp kaldığın kliniğe atımla dalıp seni oradan çıkarırdım birileri arıza çıkarırsa babama havale ederdim

babam onları oyalarken biz güneye doğru at sürerdik

iki yanımızda alamancılar kızılderililer maskülen şerifler

yüzüne boyalar sürerdim herkes seni çirkin zannederdi

bir bana güzel güzel gülerdin öylece sınırı geçerdik

Sen yalnız hayalimdeki kadar güzel ve hesapsız olsaydın ben geri kalan hesapları öderdim masadan kalkardık

kalkarken bağırırdım değerli tabiat ana ve konsey üyeleri rakıyı ve şiiri birbirleriyle nişanlayın

ve açın kliniğin kapısını ve bizi rahat bırakın

bakın daha fazla uzatırsanız sizi babama söylerim

benim babam kasabanın en tekinsiz adamıdır

akıllı olun!

(27)

27 Birileri beyazların çok ulaşamadığı

yerlerde

insanların sadece yaşlanınca öldükleri

devleti ve kederi odalarına almadıkları

sınırın ötesindeki o yere dair bir şeyler yazmışlardı

yalan söylemiş olamazlardı acaip kalındı o kitap

ayrıca atım şahitti ve çalılar daha ne olsun

Sen yalnız en az benim kadar yalnız olsaydın

derdim ki salla kuzum n'apacaksın kalabalığı

atla atımın terkisine güneye doğru gidelim

lakin!

senin başın kalabalık benim atım yaşlı babam koah

bana güvenip yola mı çıkılır hiç

beni siktir et sana yazık

(28)

28

MELİKE BELKIS AYDIN

MERYEM’E BİR BİLET

Bir tren bileti aldım ve söyleyeceklerimi hazırladım Ayna karşısında prova bana yakışmaz, bu böyle bilinsin.

Hurdacıların önündeydim, bitlerimi ayıkladım Ölülerimi açıkta bıraktım, kızmasın bana.

Acelem vardı

Meryem’in kulağına adımı taşıyacaktım

Gece bir düş gördüm, Hayra yordular

Sözcüklerin demi çıkmadan konuşamam.

Düşlerin anadili Yusuf niyeti yıldızlar Konuşamam ben

memur sicilim var

akarsuların nedeni var benim yok bir niyetim var dahası yok

Bırak Meryem, biletime adımı yanlış yazsınlar Kendime mahlas bulayım.

Bozkırda yalnız kalanların ahını Ağaçlara diyeyim bırak gül mü olsun çınar mı sen buna karar ver

(29)

29

Sözlerimi unutma, sözlerimi besle, uyut, koru, büyüt dokuz ay on gün.

Kalbimi prematüre doğurdum ben yapamıyorum biliyorsun.

İkimiz de demiştim Meryem,

o ve ben, ben ve o, ben ile o, o ile ben,

permütasyon ve kombinasyon su içsem elimde pelesenk dalı boğulur giderim bardakta

elimi eline bırakmamın ekran görüntüsü yoksa unutur yadsır o da karın boşluğumu torbadan çektiğim bilyelerde hep

“Hoşça kal”

(30)

30

MUSTAFA FURKAN ÖKTEM

KARARINCA HAYAT

Semayı, aziz bir gazabın şiddetli darbesiyle delen, kemikleri dahi buharlaştıran bir güneşli günün ezici gölgesinde çalışmış, mesaisini tamamlamış, kazancını yüklenmiş evine dönüyordu. Esmer alnından titreyerek sızan ve sıcakta kavrulmuş sert derisini boydan boya ıslatan, kurşuni toprakla karışmış taze ve tuzlu tere aldırmıyordu. Elleri, harman ettiği kılçıklı başaklar gibi; kazmaktan, dermekten, toplamaktan, kuraktan ve daha nice zorlu vaziyettin çetin hâlleri yüzünden nasırlaşmış, kabuklaşmış ve dikenleşmişti. Ağzında topu topu iki diş vardı. İki keskin, büyük, sağlam, güçlü köpek dişi… Dişleri o kadar büyüktü ki, dişlerin mi kafasına yoksa sivri kafasının mı dişlerine sabitlendiği tartışılabilirdi. Tepesinde ise, sürekli dikelen, sert ve kalın iki tel saç… Yakından bakılsa bunların saç değil de başına saplanmış iki pütürlü çelik testere olduğu fark edilirdi. Zamanın katı kirleri diğerlerini dökmüş, yalnız bu ikisine diş bileyememiş gibiydi. Galiba ellerinin yanında onlar da nasırlaşmıştı. İri ve güçlü gözleri, yıldızlarla beslenen dev bir kara deliğin minyatür şekli idi. Öylesine kavi öylesine hırçın ama öylesine masum bakıyorlardı ki tanımayan birinin gönlünde, birçok duygusu birden hissettirebilirdi.

Arada bir sırtındaki erzakı munis bir tavırla sıvazlıyor, çakıllı yolların buruşuk damarlarından geçip evine doğru devam ediyordu. Üzerindeki yük, neredeyse kendi gövdesi kadar büyüktü. Ama sıska ve kuru bedenine bakmaksızın bu ağır yükü, bir akrobat kadar nahif ve bir olimpik atlet kadar serî hareketlerle taşıyabiliyordu. Boynundan göğsüne dek bakıldığı vakit, ikisi arasındaki tüm iç organlar seçilebilirdi. Zira bu bölge o kadar kuru ve etsizdi ki, ‘’derisi sanki saydam’’

dememek elde değildi. Sırtının üstündeki –kambur tersi- derin çukur, yükünü yerleştirmesi için oldukça avantajlı bir bölmeydi. Bu ihtiyari çıkıntı, yıllar içinde, taşıdığı tüm kederin ve yokluğun derin nişanesi olarak paslı teninde evrimleşmişti.

Ancak böyle bir sırta sahip olmasa bile, yükünü taşımasında dişleri, pek tabii işe yarayabilirdi. Kolları, adi bir korkuluğunki kadar ince; hatta ahşabi idi.

Mübalağasız, bir kürdandan bile zayıf olabilecek bu safi iskelet parçası, pazılarındaki kabarmış kas tabakasıyla, hayret verici bir durum teşkil ediyordu.

Bacakları ise kollarıyla mukayese edilebilecek bir başka uzvu idi. Omzundaki mahvedici ağırlığın hezimeti altında çıtır çıtır kırılmamaları, ihtimal dâhilinde

(31)

31

olamayacak kadar garipti. Vücudunun diğer tüm kısımları canavari bir portreye model olabilecek nitelikteyken ayaklarının da bir balerinden farksız olması tuhaf kaçar: bir balerin gibi kıvrak, bir balerin gibi sızılı… Lakin bu aciz varlığın acılı görüntüsünü daha da saçmalaştıran bir durum vardı: göbeği. Bu göbek, helyumla şişirilmiş bir balonun, iki zıt kutbundan tutulup çekilmesi suretinde oluşmuşa benziyordu. Dolgun bir karın, ama diğer her yeri sıska bir beden… Ucube karnının hikâyesi, zavallının, bu çetin iklimde bulup yiyebildiği tek gıda olan arpadan kaynaklanan bir hastalık olsa gerek! Ama böylesine orantısız, böylesine çarpık bir mahlukun, azamet ve onur ile çalışması, takdire şayan bir mevzuydu. Demek ki hakiki güç, acizlerin lokmasını çalıp semiz midelere sahip olan sırtlanların, mazlumların hürriyetini gasp edip yıkıcı çeteler kuran aslanların, sadık köpeklere sahip olmaksızın bir parça kara ekmeğe dahi muhtaç kalacak –sözde en- kudretli hayvanların unvanı değil; hastalıklı, körelmiş, ezilmiş; ama ümit, inanç ve azimle yoğrulmuş, -bir böcek kadar- temkinli fakat özgür zihinlerin harcı idi!

Uzun ve çetin yürüyüşten sonra, gene, ailesini beslediği topraktan yaptığı kerpiç evine gelmişti. Yükünü indirip kapıyı çaldı. Kapıyı açan küçük oğluydu.

Babasının tıpatıp aynısı… Yalnız, bu acınası minik yaratığın, sindirici gözlerindeki neşe hemen dikkat çekiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor gibiydi. Babası durumu fark edince içeri girer girmez ne olduğunu sordu. Zira bu ufaklığın kolay keyiflenen bir ruhu olduğunu biliyordu. Küçük, ağzında düğümlenen heyecanla: ‘’Baba, baba!’’ dedi. ‘’Bugün bir fare leşi buldum. Çimorman’ın içinde, ağaçları devirmiş yatıyor. Sence onu yiyebilir miyiz? Hem uzun zaman oldu et yememiştik.’’ Babası, nemlenen gözlerinden sızan merhameti gizlemek arzusuyla, cilalı suratını yalandan bir hiddetle buruşturdu ve sakince söylendi: ‘’Yavrum, bir leşi, ancak leşe tabi olan kurtçukların midesi kaldırabilir. Bizim midemizde durmaz. Bırakalım da herkes kendi vazifesini görsün.’’ Heyecanının kırıldığını gören oğluna hafifçe ve samimiyetle tebessüm ederek devam etti: ‘’Hele sen sabah kovaladığın kelebekten haber ver!’’ Bu sözü duyan küçük ve meraklı karınca, fareyi unutup, çimlerde peşinden yuvarlandığı kızıl kuşaklı yeşil kelebeği düşünmeye başladı.

(32)

32

CHAOTİCA

BİDOLU

Hiçli bir koltuğun kenarları, parmaklarını bir yarıkta gezdirir gibi aralarda...

Bir temizlikçi lazım bana, beni temizleyecek benden Mitralyözün ayaklarını açacak varsay ki şehvetli bir kadın Ağzımda büyüyecek bir parça gofret

Yine de düşecek emniyet, pim, seriye, arpacık sineme alınacak Ve hayrolsun inşallah

Karaşın bir yağmur başlayacak kurşunî

Siz ölü bir şairi teşhis edebilir misiniz göğsünden akan aşktan?

Ne çok saç, ne çok sakal, ne çok toz, ne çok bidolu kırıntısı, Önce biraz su ısıtmalı cehennem kazanlarında

Önce bir gusül; tüm tarihten arınmağa

Ete yapışmış bin yıllık sperm gibi pul pul döküp, rûzigâra salmalı sağatlerin cümlesini Vakitsiz bir vakitte biraz kahve belki biraz batrakotoksin

Bir de dumanı üstünde üçlü serkeşliği

Unutturur mu bilmem, bilinemezliğin kederini?

Ne az şeker, ne az kahve, ne az tuz, ne az tütün kırıntısı Görmedim, duymadım, konuşmadım

Öylesine bir sessizliği altın bir taç gibi taşıdım başımda Konuşsaydım bun duyulmayanın içinde, herkes inanacaktı Bana yalnız sen inan diye, son bin yıla yalan kustum Biliyor musunuz Hummm

Ben sizi bir başka dünya daha olduğ'nu bilerek sevdim Ne hiç aşk, ne hiç hayat, ne hiç duman, ne hiç umut kırıntısı Bensizliğin arzı neresidir diye kime sorsan, beni gösterir Ben bir sensizliğim, ben bir unutkanlık

Ben bir hatıra defteriyim, ilk sahifesi ikincisi kadar boş

Bundan ıssız bir okul bahçesi gibi bakınmaktayım kıpırdamadan Akasyalar, kavaklar, dişbudak isyan eder gibi hışırdar

At sinekleri de devam eder uçmağa, ejderhalar da altında güneşin Ne zaman nereye dönsem sanki yokluğ'nu biriktiriyorum

(33)

33

ERDEM ZAMAN

ŞİİR NEDİR?

Bir cuma gecesi çeşitli gruplardan on iki arkadaşlar bir akşam yemeğinde buluştuk. Toplanma sebebimiz şiir üzerine konuşmaktı. Herkese sordum: Şiir ne diye? On iki kişi onlar; bir de ben, on üç... Evet, bu rakamın uğursuzluğundan mıdır bilmem gece kavgayla son buldu. Bakalım bizlere göre şiir neydi? İlk daha çok yemek yemeye gelmiş gibi görünen fakir cevapladı sorumu:

FAKİR: Yağ, şeker, un; çorba, bulgur, kaynayan ettir şiir Asgarî miktar maaş, azcık da ücrettir şiir

ZENGİN: Cepte mangır, bol nakittir, tatil etmektir her ay...

Villa, yazlık, lüks hayattır; kârlı şirkettir şiir

POLİTİKACI: İktidar olmak ve destan yazmak altın harf ile, Önce millî, sonra kalbî; güçlü devlettir şiir

BİLİM İNSANI: Her sözün ilmî-kesin manası mutlak olmalı İlme, kimyaya mukabil tam bir illettir şiir

ESKİ ŞÂİR: Hoş vezin, ahenk, ritim, dörtlük, beyit ve kâfiye, Eski lisanla yazılmış, dilde lezzettir şiir

YENİ ŞÂİR: Sonsuz özgürlük, rahatlık; hem vezinsiz, kıt'asız, Bir modernliktir kesin, geçmişe nefrettir şiir ÇAPKIN ERKEK: Şuh bakıştır, kalp yakıştır, kıvrılan bir ince bel, Sarışın, kızıl, esmerdir; aşk ve şehvettir şiir

(34)

34

FEMİNİST KADIN: Erkeğin hükmü geçen dünyaya dünya denmesin, Gerçek elbette vahim; kadına şiddettir şiir!

ÇOCUK: Bol oyuncaktır, şekerdir, soslu cipstir, pastadır, Çizgi filmdir, şişme toptur, bir de miskettir şiir

ERGEN GENÇ: Dinlemek pop, söylemek rap, gezmek internette hep, Layklamak, sövmek sanal âlemde sohbettir şiir.

KEL: Bir peruk takmak, saç ektirmek ve dazlak gezmemek, Şapka örtmektir devamlı, başta kaskettir şiir

BOKSÖR: İhtiras, hız, kavga, sıklet... Bir de etmektir nakavt,

Sağ aparkat, sol aparkat; kolda kuvvettir şiir ( Der ve herkesi döver.)

ERDEM: Kavgadan İlham alıp tüm sırrı çözdüm galiba;

Aynı dünyadan çıkan bin türlü millettir şiir Hem lezizdir, hem zehirdir, hem de nimettir şiir Onda ahlâk, onda her şey; halka ibrettir şiir!

(35)

35

AYFER FERİHA NUJEN

Gonca Özmen, bile isteye Sanki Bazen Bir Taş Duvar

Onun şiirinin en belirgin özelliği içe dönük saçılmalardır. Bu öylesi sıradan bir dağınıklık değil, durmak nedir bilmez bir iç kanamasıdır. Yaranın kanaması iyidir, insan da ancak böyle iyileşir. Tanrım şairi dertsiz bırakmasın. Böyle denir elbet, çünkü şairi şair yapan yüreğinin köklerindeki derttir. İnsan kalbini, bir şair kalbi olarak saçmasın, bir kurşun kavuğunda yüz milyar anlam aklın dehlizlerine saplanıp kalır, kalmasın.

Dizelerinin altında bir plak döner usul usul. Yıl belki 1960. Söyleyen, Müzeyyen Senar.

Şarkı, olmaz ilaç sine-i sad pareme. Çünkü şair hayatı derin bir yara gibi taşır içinde ve yaralar alarak içten içe dolaşır onunla hemhal, hemdert kanaya kanaya, kendi kanına bulana bulana, yalnız kendiyle birlikte. Kederli bir kalbin aklın tufanına attığı taşlarla yaralanır bilgelik. Yeni geleneksel, yaratıcı ve etkili bir şair Gonca Özmen, sanki bazen bir taş duvar, yemyeşil bir kan gibi sarmaşıklar fışkıran. Ne kadar seslensen cevap vermez, ama sesini duyar. Sesini sana bir yankı halesi olarak yollar. Toplumda, türdeş bir kümenin içine girmeyen, bir kümenin esiri olmayı reddeden ve onun en ucunda yer alan aykırı şair. Cümlesini yıkmış, karşıt olmak isteyen her şeyin hükmünü. Sanatsal tavrını, doğacılığa karşıt olarak gerçekliği kaba bir aktarmacılığa düşmeden belli bir kişisel yorumlama anlayışı içinde dile getiriyor bile isteye. Bireysele karşıt olarak bütünle ilgileniyor. Tüm bireyleri içine alarak… Ve bilhassa içine kapanarak… Asrın şairi diyemem, ama günün insanıdır. Yazdığı şiirler kadar hakiki ne kadın ne erkek, derin ve güzel insandır. Geleceğin şiiridir, onun pervasızca atlar koşturan yaralı süvariler gibi bıçağını yalnız kendine saplayan şiiri. Geleneğe bağlı. Geleneğe aşırı bağlı… Geçmişin değerlerine bağlı… Geleneği doğrunun ölçütü sayıyor, denebilir. Yeni Edebiyat Tarihi’nde kendisine has bir yeri var. Böyle bir bakış açısı elbette şairin de, okurun da bütün dikkatini yalnızca yaşanmışa yöneltir. Şairin kendini böyle tanımlayamaması, tanımlamaması yaşamak gibi bir şeydir. Gonca Özmen, yaşayan bir şairdir. Yaşamak, onu ve okurunu bugün ve yarın her şeyin karşısında ilgisiz kılsa da.

İlgisizlik, yoğun bakımın ardından gelen yorgunluktur. Ne kadar iyileşse de, bir zamanlar öldüğünü ve bir gün yine öleceğini unutmaz kimse. Gelenekçilik, geniş anlamda tutuculuk değildir. Gonca Özmen, sadece şiiri tutan bir şairdir. Böylece gerçeklikten koparır ve sonsuzdan daha uzun bir zaman okurunu sadece bir rüyada kendi olarak dolaştırır. Bitişi başlangıçla birleştiren devinimin en yetkin devinim olduğunu gösterir onun şiiri. Bir divan-ı Gonca’dır, olmaması söz konusu olmayanın durumunu, olanlar ve olup bitmeyen şeyler üzerinden söyler. O şiirine hemen her şeyi,

(36)

36

her konuyu sokabilir. Evreni küçücük kılar bir evde bir başına bir odada bir insanın bir damla gözyaşını içine almış bir tek dize. Yenicilik havası gelenekçiliğini kaldırıp atamaz asla. Esinlendiği, ilham aldığı acının kaynağında ne bir başka şair var ne bir başka şiir.

Okuduklarında dolaşır, okuduklarını damarlarında dolaştırmaz. Okuduklarını

yazdıklarına meze yapmaz. Başkasının duygusuyla kendi duygusunu mayalamaz.

Gonca Özmen bunu bilir. Hayatına bakıyor yazarken, yaşadıklarından süzüp alıyor, şiirinde ne varsa okura acı acı şirin gelen. O bir tecrübe tarihçisi gibi yazar. İnsanın yaşadıklarından geleceğine aktarmalar yapması gerektiğini gösterir. Kendi hayatıyla başka hayatlar arasındaki perdeyi aralar. Hatalar yapar bile isteye. Hata yapmadan hiçbir şeyi gerçekte öğrenemeyeceğini de bilir. Böylece ada karaya yaklaşır. Öyle ya, şair ayrıklıklara, ayrımcılıklara karşıt olduğunu da böyle böyle dile getirir. Böylece yenilikçi, böylece tam da içinde kalbinin, dünyanın dönerken çıkardığı o bütün tuhaf sesleri duyar, duyurur, yeni geleneksel şiirin. Zaman izafi bir kavram olmasa doksanlı yıllar ben ve çağdaşlarım için bir çocukluk çağıdır. Oysa doksanlarda şiire başlamış olmak, bugün şiirin yetişkin, kafa tutan, haykıran, eli cebinde ağzında ıslık, yürüyen çağıdır. Yakışıklı şiirin şairine güzellikler bindirdiği çağdır. İlk şiirleri de o yıllar yayımlanmıştır.

İlk kitabı kuytumda, adıyla müsemma bir kitap olmanın yanında, gerçek bir kuytudur da aslında. Bu ketum kuytuluğu belki sessizce takip etti sonra. bile isteye, eve kapanmanın kitabıdır biraz. Eve kapanmak ondan dışarıya çıkmaktır aslında. Evin içindeki sesleri, insanları, düzeni dışarıdan duymak, görmek, sevmek ve bazen reddetmektir. İlk şiirinde diyor ya, Götürme beni o apansız kapana. Bir evden bir başka eve geçmekten başka nedir ki yaşamak? İçerisi kalabalık, dışarısı kalabalık olan her şeyin eleştirisini yapıyor aynı zamanda Özmen. Nereye gitse kendi, nereden ayrılsa kendi olmanın yükünden söz ediyor. Evin bir leke, bir dert gibi insanın kendisinden atamadığı bir şey olduğunu anlatıyor. Evden bir bellek gibi söz ediyor. Burada ev bir zihin… Bu zihnin anıları, bilgiyi, ruhunun durumuyla ilgili yetisini kullanma becerisini gösteriyor.

Ev de, zihin de sadece bir saklayıcı değil, aynı zamanda bir anımsatıcıdır da. Bazen uykusunda bir çocuğun saçlarını sevip üstünü örtmek gerektiğini, bazen köşede bir masada bir daha o eve hiç girmeyecek birinin hep o köşede silüetini anımsatır. Bazen insan sesleri de hatırlar. Kokuları da duyar, geçmiş günlere ait, insanı geçmişe götüren kokuları. Bilinçten tümüyle kaçan, bilincine varılamayan şeylerin alanıdır aslında ev.

Bu alanda insan çıplak dolaşır. Öyle sanırız ya, değil aslında. Işığı söndürünce, karanlığın örtemediği tek şey seslerdir. Sesler örtülmez ve bazen dinmez de. Çünkü ses, aslında varlığın özünü kuran şeydir. Gonca Özmen, şiirlerinde sessizliği tercih etmiş.

Böylece bütün sessizliği kendi sesi olan şeylerden söz ederken, kendine has anlamları ve derinliği olan seslere çevirmiştir. O sesler, insan aklının, kalbinin dehlizlerinden çıkan sesler. O sesler şiirindeki gibi şairin kendi yaşamına ait seslerdir.

(37)

37

Kimi dizlerinde dostluk duygusuna karşıt aşk arzusu, kiminde anne olmanın uzun nöbetine karşıt çocuk kalmışlık... Zıtlıkların arasında bir mücadele şiiridir,

Gonca Özmen şiiri. Bir sonucu yaratan ya da bir sonucun yaratılmasına katkıda bulunan, belli bir sonucun ortaya çıkmasında da aynı zamanda belirleyici olan bir zıtlık… Bu öylesi bir zıtlık ki, insanın gözlerini konuşturur. Çünkü sessizlik bazen çok daha fazla şey söyletir. bile isteye, insanın mutsuz olduğu yerleri terk etme çabasını, orada katmerlenen, zift bağlayan acısını almış içine insanın. Ölmekten, ölümden söz etmiş yer yer. Her satırı, her kelimesi süren bir duyum. Bu onun inancını kırmaya çalıştıkça sağlamlaşmasını sağlamış. Çünkü yaratıcı imgelem, onun yeni ya da bilinmedik imgeler oluşturmasını sağlamış ve elbette sanatının, tavrının, kendine özgü felsefesinin etkin verimini de ortaya çıkarmış. Azalmadan, daraltmadan, daha alt bir düzeye indirmeden, basite götürmeden ve fakat sıradanın güzelliğini de incitmeden kurmuş çoğu dizesini. İnsanı, kendi insan varlığını bir insanbilimci gibi tartmış. Biraz fazla pragmatik. İstemi evrenin özü saymış gibi. İstemin, bilmenin belirleyiciliğini bir rüzgâr gibi ona yön vererek yazmış. Sanki duygunun ve eylemin bütün değerler açısından daha ileri olduğu konusunda bir kesin yargı oluştururcasına yazmış.

*bile istiye, Gonca Özmen, Kırmızı Kedi Yayınları, 2019, 80 sayfa.

(38)

38

GÜRSEL BEKTAŞ

İ NSAN DÜZENİN KAOSUDUR

İnsan dünyaya tabak gibi düşer Holluktan yumurtayı almak için Eksiltir denizden balığı

Elmayı dalından eder

Buluta bulut katar kendini azaltan Sivri uçlu demir döver

Demir atar sivri uçlu İnsan dünya lekesi Taş üstüne taş dizen Suyu kıran gemilerle

Dağı delen demir makinelerde Yan yana durup konuşmayan İskenderiye nerede?

Lekeyi kıran leke İnsan düzenin kaosudur Gücün uslusu, içinin delişmeni Bir adam yazı yazar duvara Dünyanın bilinen en eski hâli Yaşama güdüsüdür

Yerin ahengi göğü kavramış İnsan yerin kaosudur

(39)

39

KUZEY TOPUZ

KRİSTAL BEYİN

Feribotlarda artık sigara içmenin yasak ve yasağın çiğnenmesi halinde 78 Türk Lirası para cezası yaptırımı olduğu haricinde bir anons daha yapılıyor:

Daha yüksek sesle ve tane tane, sizi anlayabileceğimiz biçimde konuşunuz.

- Kimdi bu Koreli biliyor musun?

- Bir restoranı, plajı ve benzin istasyonu var. Portresi asılı şurada bir yerin duvarında. Hani oğlu, çocuklarının yanında. Görmedin mi?

- Ama neden “Koreli”?

- Çünkü o sonradan değişti. İlk başta “Koreli” değildi.

- Savaşta yani?

- Savaşta veya kadınla. Emin değilim. İki kere, hatta üç kere düşünmeliydi belki.

Kore’ye veya herhangi bir yere gitmeyi planlamadan önce. Konuşuyor ve düşünmeden yemin ediyor. 39 yaşındayken resim yapmaya başlıyor, peygamberlik yaşını biraz geçtikten sonra. Tablo ve heykelciklerini kapı kapı dolaşıp satmaya çalışıyor.

- Sonra ne oluyor?

- Ondan sonra, kıskançlık başlıyor. Dişlerini sürtüyor, ayaklarını sürüyor.

Farkında olmadan yapıyor. Yataktan düşüyorsa, artık başka bir odada yattığından oluyor bu. Kapı, pencere sağda mı solda mı kalıyor çıkarması zorlaşıyor.

- Işıkları yakıp uyumayı denemiyor mu?

- Denemiyor. Işıkları karartmak zorundalar. Şık durmuyor bunu yapmak. Çünkü herkes gibi o da hayatında güven tesis etmek istiyor. Bunu da başka hiçbir canlıya zarar getirmeden yapmak.

- Ama tutkuları değişmiyor ya?

- Değişmiyor. İçi gidiyor hâlâ. Yan odada annesiyle uyuyan yaşlı kadını, yangında kalan kuşları ve derin gururu geçiriyor aklından. Zor dayanıyor.

(40)

40

Bu yeni konuşma biçimi kabul edilemez sonuçlar doğuracak feribotlarda. Daha şimdiden hissediliyor.

- Peki, bunlar olmasa bile Koreli olur muydu mesela?

- Evet, yine de olurdu.

(Anakaraya henüz dönmek istemediğini belli eden bir şey söylemek istiyor, bir türlü beceremiyor. Bir feribot görevlisi gelip mecburen ceza kesiyor: Bunlar sadece kafana takılanlar. Bir de takılmayanlar var. Buralı olmayanlar tarafından okunması, öğrenilmesi hatta dinlenilmesi yasak olan bilgiler.)

(41)

41

BETÜL DÜNDER

ZAKKUMLARIN YAKININDAN

Bu dünyadan bir gece

zakkumların yakınından bir yaz geçti

kekikli dağların, limon çiçeklerinin güneşe doğruluğu uzayan dal büyüyen yaprak

bendeki eksikliği tamamlıyor bak

kaçışım gerçek ardıma bakmadığım doğru vazgeçmek değildir bu muhakkak yine de insan hep yeniden olsun istiyor elleri yeniden gözleri yeniden alınganlıkları olsun istiyor birinin içinde kalmışlığı dalgınlıkla tosladığı bir ağaç olsun

güldüğünü duydum sincapların vay anam vay biz seninle ne yaptık

bu dünyadan bir gece

bizi ayın gölgesinde bırakarak geçti bir haykırış bir sinede nasıl alevlenirse durdum mercan gibi ortasında denizin sonra vurdum kalçalarımdan kıyıya o an yakamozdum yarendim sana uzandım yanına gövdende sustum

sarıl, beni böğürtlenler olana kadar bırakma bir aşırılık bir çağıldama

av mevsimi sürüyor dünyada hepsi üzdü beni hepsi

öyle bir haritası vardı ki kederin bir fenalık baştan sona

pençelerimi açtımdı ihaneti gördümdü kaç yazdan geçtimdi

katlanmışım meğer çizgili bir kâğıt gibi bana kalan bir bozuk elyazısıydı yaktım aklımın tuttuğu defteri kalbimi kiraz ağacında kuruttum geçirdim ilmeği diktim etimi

(42)

42 sana yeni bir kadın oldum

ormanında sevinç var çünkü senin beni görünce kızaran nar

ne güzel sevgilim bu kavuşmalar zülüf olmuş inmiş yüzüme sevmelerin zakkumların yakınından geçtim gayri ben iflah olmam

(43)

43

AHU NEDA

OLMAKTAN DOĞAN

Sevgilim Ayberk’e…

Bir şey denemezdi üstüne, bakmakla oyun oynardı Hiçbiri her seferinde ağlamazdı.

Bir şey denemezdi üstüne.

Ne arkada bırakmayı ne yalnız ilk geceyi geçerdi Kederi sonunu inkar eden erkekten farksız.

Göğsüne dokundu, yaşam değildi, sessizlik olabilirdi. Göz kapakları damarlı, genç değildi Yalnızdı. Konuşsa doğrusu yoktu

Kimse dokunmasın istiyordu. Parmak izlerini kesti bir sabah, nefes alanları uyandırmadı.

Çimenleri ıslatıyordu arasında bacaklarının Bunca zaman güzelliğini göremez,

Dağıtırdı dilsiz olduğunu hissettiren her şeye.

aşkım+

Çok zor sevişmeyi özlemek

Çamursuz ve kirsiz ten sonra rengi açılan gözler

Ve sahne, sonunda aynı olmayan bir hediye verir birbirlerine.

Değişmemeli yorgunluğu da, elma tanınmalı günahının huzurunda Ama şimdi özlemek bile mutlu.

(44)

44 Çok akılsız sevişmeyi özlemek

Bir ormana sığınmak zorunda değil

İçinden yaseminler çıkarmayan, durmadan ölümlü ismini hatırlatan

O yatak maceran, ve ışıklar sonunda kirlenen çarşafında Seni gözlemiyor sıcaklığın da.

Çok sevgisiz sevişmeyi özlemek Beraber boyamak mahremi

Açık unutulan Jacqueline, nasıl olabilir yalnız aşkla

Yalnız nasıl olabilir, pencere de ortaktır, lamba da ortaktır yanmadığında Kaçmasın büyü niyetiyle. Her şey ortaktır,

Kendi evinde kaybolan ruh da.

Çok kedersiz onunla özlememek,

Dalgalar kendini çoktan geride bıraktı.

ay uyuyordu Rüyasını merak ediyordu

Gece karanlığı yürüyordu arkasından uyandırmalıydı.

Üzgün paltosuyla o karanlık

Ay’ın koynuna sessizce girip rüyayı çaldı

Ve bir kabus!

ama karanlığı olmasaydı ay yanılacaktı.

(45)

45

Cecilia Hansson, 1973 yılında İsveç’in Luleå kentinde doğdu.2002 ‘de yayınladığı Şiirsel anlatılarla şairlik yaşamına başladı. Dördüncü şiir kitabı Loveprosjekt’i Norveçli yazar Inger Bråtveit ile birlikte yazdılar. İsveç Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi olan şair, başta Orta Avrupa olmak üzere uluslararası edebiyat projeleri için çalışıyor. Alman şiirinden çeviriler yapıyor.

SAİNT-JOSSE VE MELEKLER

İsveççeden çeviren: Özkan Mert

Gar edu Nord : internet kafeler ve gece dükkânlarının bakışları.

Schaarbeck sınırı belirsiz.

Ramazan Bayramı ve caddeler bomboş.

Kocaman cam pencereden : gözlerimde o. İstek kamçılayan yumuşak sıcak bir varlık : taranmış saçları, koyu dudakları.

Yorgun parlak gözleri ve acı bir özlem.

Kirpikleri öylesine uzun. Pratik korseli ve deri çizmeli : Bacakları arasında : bir bar taburesi.

Heyecandan düşeceğim : Bakışlarımı pencereden çözmeliyim.

Sen ve ben aynı kadınız.

Bir araba kapısı ve çığlık ensemde.

Karanlığın içinde ışımak.

Gar edu Nord ile Place Houwaert arasındayım.

Koşuyorum, yapıların arasında duramam.

Kaldırımlar kırık. Noen ışıklarının gözkırpışları ve nane kokusu.

Saint–Josse haritada bir bir tabanca.

Terden bembeyazım, saçdiplerim ve köpük köpük buhar. Hızla çarpıyor kalbim, ayak seslerim.

Boynumda tweed atkı.

Tenim : fazlasıyla yumuşakbeyaz.

Ayaklarım tökezliyor.

Bir ışık parlıyor yanımda, kutsal bir nefes sarıyor beni.

Ensemde bir el, bir kadın tutup kaldırıyor.

Siyah kumaşlara sarılı bir kadın. Yalnızca gözleri görünüyor:

parlıyor.

(46)

46 Sımsıcak ve sımsıkı elleri bedenimde.

Sıradan tuğla bir yapı : yandaki odaya geçiyoruz. Tütsüler bir şal gibi sarıyor beni.

Arkada : kadın sesleri, mırıldanan bir koro.

Yüzünü bana gösterince : bir kıvılcım tanrıçası gibi yükseliyor odanın içinde.

Işığın önünde diz çökmek.

Hepimiz ışığın önünde diz çöküyoruz.

Yeniden şekillenmek : kendimi kentle karıştırmak.

Saçlarım tütsü ve nane kokuyor. Ayakların asfalta topraklanmış.

Modou, metro’nun önünde dağılıyoruz. AB binasına mı, yoksa Place Saint-Josse’ye doğru mu?

Sıcakla kuşatılmak:

Chausse de Louvain’e doğru kayıp gitmek, Saint-Josse’den, egzoz gazları arasında.

(47)

47

DEBASİSH PARASHAR

İngilizceden Türkçeye çeviren: Ruhsan İskifoğlu

4 DELHİ

varoluşsal deneyim planım ve genişletilmiş yamuna taşkınları

açı oluşturmak

ev kiralamak ile ters orantılı 4 delhi.

sokakta bir araba varsa sokakta bir araba arabalar Bir video klip gibi düzenlenebilir.

4 delhi.

ikinci katta bir düğün var

ikna edici bir sebebi olmayan, ve işte bir röntgenci gibi mutlu yabancıyım pasif sigara içici gibi düşünülebilir

4 delhi.

bu şehre tırmanabilirim yerçekimine karşı bir kertenkele gibi eski bir fotoğraf filmi gibi yuvarlanabilirim bu şehirde okuyabilir ve bozabilirim yapısını bu şehrin.

4 delhi.

Kapı numarası olmayan bir evde doğdum. Yalnızca o evi biliyordum.

tıpkı annemin bileziklerinin sesi gibi. Yalnızca biliyordum.

Şimdi birden çok şehirde yaşıyorum dikey karmaşık bir sayının matrisine çarparak 4 delhi.

(48)

48

NGOZİ OLİVİA OSUOHA

İngilizceden Türkçeye çeviren: Ruhsan İskifoğlu

BEN AFRİKAYIM

Ben kanadıyım dünyanın Ve kabının içindeki tüy, Ben ihtişamıyım yaratılışın, Köle değilim

Afrikayım.

Ben hayatın yeşili Ve yarının umudu, Erdemin kalp atışı Kültürün patlaması, Köle değilim Afrikayım.

Yaşayan bir altın Ve bir somut yağ, Kaynakların hamlığı Ve güzelliği kıtlığın Köle değilim Afrikayım ben.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kasım 2020’de yasalaşan 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda yapılan değişiklikler ile

Bu söyleyeceklerimden bir tanesi şu; burada özellikle kişisel verilerden söz edilen ve hem Avrupa Birliği daha doğrusu Avrupa Konseyi’ndeki ça- lışmalardan da bahsedildiği

AGİT raporlarının, bildirim sayısının fazlalığının o ülkede nefret suçları- nın çok işlendiğini değil, kayıtların özenli tutulduğunu gösterdiğini ve az bildirimin

Kitap: Yazar soyadı adı, eser adı (italik), çeviri ise çevirenin adı (çev.), tahkikli ise (thk.), sadeleştirme ise (sad.), edisyon ise (ed. veya haz.), yayınevi,

[r]

Türkiye’de toplam enerji tüketiminin yüzde 33 gibi büyük bir bölüm binalarda gerçekleşiyor. Gelişmiş ülkelerde binalarda enerji verimliliğine yönelik birçok adım

2003 yılında yaşamını yitiren Rana Aslanoğlu, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.. 1 Reel Döviz Kuru ve Ticarete

1982’den başlayarak Cumhuriyet Üniversitesi’nde Ziraat Fakültesi Dekanlığı ve Rektör Yardımcılığı, İnönü Üniversitesi’nde Rektörlük ve Uludağ Üniversitesi’nde