• Sonuç bulunamadı

2.10. Uluslararası Para Sistemi Yeterince Etkin Mi?

2.10.3. Az Gelişmiş Ülkeler Boyutundaki Etkisi

Ekonomik küreselleşmenin başlıca koşulları olan sermaye akışkanlığı, malların, yatırımların, hizmetlerin ve paranın küresel hareketliliği, ekonomilerin bütünleşmesi ve küresel pazar, ulus-devlet sınırlarının ortadan kalkması gibi maddeler gelişmiş ülkeler için vazgeçilemez fırsattır. Ancak gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler gelişmiş ülkeler kadar şanslı olamamakla beraber, küreselleşmenin onlarda bir tehdit aracı oluşturduğunu görmekteyiz. Küreselleşme iyi bir süreç olarak görülse de her ülke için fayda- maliyet analizi yapılmalıdır. Rekabet gücüne sahip olan büyük ekonomiler, uyguladıkları sözde para politikaları ile 3. Dünya ülkelerini dünya

44

ekonomisine kazandırmaya çalışmakta, fakat bunu yaparken kendi ekonomi değerlerini dayattıklarını da gözler önüne sermektedirler. Küreselleşmenin ekonomik anlamda bölgeselleşme olarak boyut değiştirmesi küreselleşmeyi savunanları da büyük bir çelişkide bırakmaktadır. Bugün sadece AB, NAFTA, APEC gibi küresel eşit ekonomiyi sağlamayı amaçlayan bu ekonomik örgütlerin dünya ekonomisindeki payı diğer birçok ulus-devlet ekonomilerinin kat kat üzerindedir. Devletlerin kendi mutlak siyasi ve ekonomik güçlerinin ellerinden alınıp ulus- ötesi şirket ve kuruluşlara bırakılması ekonomik küreselleşmenin başlıca amacıdır. Bu yolla gelişmiş batılı ülkelerdeki hükümetler çokuluslu şirketler ile bir araya gelerek gelişmekte olan ülkeler için yeni bir sömürgecilik hareketi başlatmışlardır.

Bunlara rağmen gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin küresel dünyadaki örgütleşmeleri bilinmektedir. Bu birleşme ve destekler az gelişmiş ülkelerde de nadiren olsa görülmektedir. Batı Afrika ülkeleri Ekonomik Topluluğu, Kalkınma Konferansı, Merkezi Afrika Ekonomik ve Gümrük Birliği bunların başlıcalarıdır. Bu ülkeler gelişmiş ülkeler için üretim, ticaret anlamında avantajlar sağlarken kendileri için sosyal, kültürel ve siyasal açıdan olumlu katkılar sağlayamamıştır (Bakan ve Kocağ, 2012: 291).

Özellikle 1990 yılına kıyasla yoksulluk oranını azaldığı, fakat yine de alt Sahra Afrika’sında ve Güney Asya kıtasında ciddi anlamda bir dramın olduğu görülmektedir. Avrupa ve Merkezi Asya’nın yıl bazında yoksulluk oranlarının ve ekonomilerinin iyileşme göstermesi, halen bu entegrasyondaki payının büyüklüğünü de ispat etmektedir (Taş ve Özcan, 2012: 425). Buna bağlı olarak ekonomik eşitsizliğin boyutuna bakılacak olursa: dünyadaki 358 milyarderin mal varlığı, 2.3 milyar insanın mal varlığından gittikçe daha da fazlalaşmaktadır. New York ise tüm Sahra Altı ülkelerinde daha fazla elektrik tüketir hale gelmiştir. Küresel ekonomi de bundan dolayı sanayi ülkelerinin ve uluslararası şirketlerin piyasaları şekillendirdiği adaletsiz bir durum içerisindedir. Sanayileşmiş ülkeler ticari işlemlerin ve yatırımların birçoğunu kendi aralarında gerçekleştirmektedir. Dünya'nın en büyük 100 ekonomisi içerisinde 51 tanesinin küresel şirketleri oluşturması tesadüf değildir. Afrika kıtası ise hala nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır (Özerkmen, 2004: 138-140).

Afrika’nın aşağı Sahra bölgesinin GSYH’si, şu anki Teksas eyaletinin GSYH’nin yarısına yakın bir değerdedir. Bu durumu tüm dünyaya uyarlarsak, dünya

45

nüfusunun yaklaşık %85’lik kısmını oluşturan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler maalesef dünya gelirinin sadece yaklaşık olarak %20’sini oluşturabilmektedir (Sapancalı, 2001: 132). Ayrıca küreselleşme yoksul ile zengin arasındaki ekonomik uçurum artırmıştır. En yakın tarih ile 2000’lerde dünyanın en zengin %20’si ile en yoksul %20’si arasındaki gelir farkı 1/75’e yükselmiştir (TASAM, 2016). IMF ve Dünya bankasının 3. Dünya ülkelerine uygulamakta olduğu borç politikası sözgelimi küreselleşen ekonomiyle çelişmektedir. IMF borçlu ülkeleri faiz ödemesine zorlarken anapara tahsilatını geciktirmekte ve eski borçların ödenmesinin yapılması için yeni borçlanma yollarını tek çare olarak göstermektedir. Böylece bu ülkelerde hiçbir şekilde yeni bir yatırım ya da sermayenin varlığı mümkün olamamaktadır. Bunu Ortadoğu ülkeleri bazında inceleyecek olursak bu ülkeler küreselleşmenin getirmeyi hedeflediği refah ve zenginlik açısından çok uzaktır. 2010-2016 yıllarındaki büyüme oranları, gelişmiş ülkelerin küresel politikalarının gerçekte ne sonuçlar doğurduğunun somut örneğidir.

Sonuç olarak küreselleşme sadece ondan fayda sağlayan ülkeler tarafından olumlu şekilde karşılanmaktadır. Fakir olanın daha fakir, zengin olanın daha zengin olduğu bu arenada oluşan ekonomik bütünleşmeler gittikçe dünya parasına zarar vermektedir. Şöyle ki her ulus-devlet kendi para birimine sahiptir ve uygulanan ticari yaptırım ve şartlar sadece uluslararası para sistemi (Euro, dolar vb.) çerçevesinde oluşmaktadır. Her zaman bu şartları karşılayamayan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kendi para birimleri zarar görecek, hem de fiyatlar genel seviyesinin gittikçe artmasıyla olası bir dünya krizi oluşabilecektir. Bugün son 10 yılda her yıl en az %10’luk bir büyümede olan Çin’in yavaş yavaş büyüme oranı azalmıştır. Ekonomiyi tek tipleştirmeye çalışan AB ülkeleri ve ABD arasındaki bu sömürge savaşı, dünyanın geleceğini ciddi şekilde tehdit etmektedir. Ekonomik küreselleşme ile başlayan bu akım ile gelişen ülkeler, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin egemenliklerini ihlal ederek kendi kültür ve geleneklerini aşılamışlardır. Tüketim çılgınlığının giderek artması ve Amerikalılaşma hareketinin yaygınlaşması, popüler kültür oluşturma çabasının ekonomik kısmıdır. Halen kendi ekonomisini kontrol edemeyen Yemen ve Zimbabve’de Coca Cola, Pepsi, hamburger, Marlbora, Camel markalarında sigara satışları yapılmaktadır. İşte tüm bu durumları önlemek için tüm dünyanın gruplaşmadan eşit bir şekilde ortak bir politika altında toplanmaları gerekmektedir. Fakat ekonomik çıkarların en üst düzeyde tutulduğu ve zaman geçtikçe bu farkın daha

46

çok açılacağı bu yüzyılda bu pek mümkün görülmemektedir. İkinci bölümde ise bu konu daha geniş biçimde ele alınarak bu ekonomik yapılanmanın petrol ihraç eden ülkeler olan Ortadoğu ülkeleri üzerindeki etkileri işlenmiştir. Batılı ülke ekonomilerinin bel kemiği olan petrol ve doğalgaza sahip olan Ortadoğu ülkeleri, her türlü yaptırım, ambargo ve yeniden dönüşümden uzakta kalamamıştır. Finansal küreselleşmenin mecbur bıraktığı bu çıkar ortamından Ortadoğu bölgesi maalesef alnının akı ile çıkamamaktadır. Yönetimin demokrasiden uzak olması, kişisel çıkarların ön plana çıktığı, din ve etnik savaşların ekonomik krizlere dönüştüğü karışıklık ortamı olan Ortadoğu, küreselleşmenin savunduğu ‘’uluslararasılık’’ kavramı içerisinde kendini uzak görmektedir. Dış baskılardan ve müdahalelerden kurtulamadığı sürece Ortadoğu büyük güçlerin arena alanı olmaya devam edecektir.

47

BÖLÜM III

KÜRESELLEŞEN DÜNYADA ORTADOĞU

Bulunduğu coğrafi konum ve büyük güçlerin bölgeye egemen olmak istemesi arzusu yüzyıllardır Ortadoğu’yu kendi başına karar veremeyen ülkeler olarak yalnızlığa mahkûm etmiştir. Siyasi, ekonomik ve toplumsal emellerin bölgeye demokrasi getirme başlığı altında gerçekleştirilmeye çalışılması ve güç savaşlarının merkezi olması, buna bağlı olarak başa geçen hükümetlerin ülke çıkarlarından ziyade kendi çıkarlarını düşünüp Batılı devletlerle işbirliği yaparak halkını körüklemesi, yönetilenlerin özgürlük için savaşıp iç savaşlara neden olmaktadır. Hali hazırda kamu kısmının yetersizliği ve sık sık yaşanan hükümete karşı bunalımlar; para politikalarının uygulanamadığı ama enerji kaynaklarının sınırsızca Batılı ülkeler tarafından kullanıldığı bir ortamda gerçekleşmektedir. Bu ekonomik ve siyasi savaş maalesef büyük güçlerin çıkarlarının biteceği zaman bitecektir. Ancak bu küresel dünyada çıkarların bitme durumu pek de mümkün görülmemektedir.

Bu bölümde Ortadoğu’nun tarihsel ve jeopolitik önemi anlatılmış, bölgede bulunan petrol ve doğalgazın bölge ekonomisini hangi yönde etkilediği açıklanmış, finansal küreselleşme döneminde bu politikaların ülkede yarattığı kriz ortamlarına ve bölgeye olan etkisi incelenmiş ve son olarak ABD’de son 3 dönem devlet başkanlığı yapmış olan başkanların Suriye politikaları karşılaştırılmış ve Suriye’nin Hafız Esad ve Beşşar Esad zamanındaki bölgesel kalkınmasına değinilmiştir.

3.1. Ortadoğu Bölgesinin Tarihsel Önemi

Ortadoğu, tarihten günümüze kadar Doğunun zenginliklerini Batıya taşıyan bir köprü görevini üstlenmiş, önemi ticaret yollarına ev sahipliği yapmış, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği, böylelikle etnik ve toplumsal birleşimin yaşandığı ile gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin buluştuğu ve bu nedenle stratejik bakımından oldukça önemli bir bölgedir.

Yeryüzünde M.Ö 5000’lü yıllara dayanan Ortadoğu tarihi bugünkü önemini büyük ölçüde bu zaman diliminden başlayarak kazanmıştır. İlk yerleşik yaşam, ilk tarım işlemleri, ilk yazılı yasalar ve ilk dinler hep bu bölgede ortaya çıkmıştır (Çelik,

48

2014: 7). Ayrıca Pers, Yunan, Roma, Arap, Moğol, Tatar ve Türk imparatorluklarına ev sahipliği yapmış, böylelikle Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığın doğuş yeri haline gelmiştir. İpek, şeker, narenciye, kâğıt, barut pusula gibi mallar Ortadoğu sayesinde Avrupa’da yayılma imkânı bulmuştur. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra artan bu gereklilik, Ortadoğu’yu politik, ekonomik ve stratejik çıkarların çarpıştığı merkez haline getirmiştir. SSCB bloğunun yıkılmasından sonra Ortadoğu stratejik önemi hala korumuş, bölge daha önemli hale gelmiştir. Özellikle güvenlik anlamında zorlaştırıcı etkilerin olması bölgeyi genelde dünya düzen ve güvenliği, özelde ise bölge içi ve komşu ülkelerin güvenliği için ayakta durması gereken bölge haline getirmiştir. Elinde bulundurduğu dünyanın %65’ine dek gelen petrol ve doğalgaz rezervleri ile Ortadoğu tüm dünyanın vazgeçilmez bölgesi haline gelmiştir (İdrisoğlu, 2010: 15-17). Özellikle Coğrafi Keşifler sonrasında gelişen sömürgecilik akımı ile batılı devletler bu bölgeyi hem bir sömürge ülkesi, hem de ticari açıdan önemli geçit olarak görmektedir. Ortadoğu bölgesindeki ülkeler; Suriye Irak, Katar, Kıbrıs, Türkiye, Ürdün, İsrail, Bahreyn, Filistin, Arabistan, Kuveyt, Yemen, Mısır, İran, Pakistan, Tunus, Umman, Cezayir, Libya, Afganistan, Lübnan Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas olarak tanımlanmıştır. Bu geniş bölgeye ise ODKA (MENA) bölgesi de denilmektedir (Akgül, 2013: 2).

Ortadoğu’nun bu kadar göz önünde olmasındaki sebep veya sebepler ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak sınıflandırılmaktadır. Genellikle ekonomik sebepten doğan siyasi emeller, bölgeyi kalkınma ve bağımsız düşünebilme kabiliyetinden gittikçe uzaklaştırmaktadır. Bölgeyi kalkındırma bahanesiyle etnik gruplar çatıştırılarak küreselleşmenin adımları sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu da Ortadoğu’da sürdürülebilir barışı, kaynakların düzenli kullanımını ve halkın hükümetlere olan güvenini sağlama zamanını gittikçe geciktirmektedir.