• Sonuç bulunamadı

3.4. Küreselleşen Dünyanın Ortadoğu’ya Etkisi

3.4.1. Bölgelerde Oluşan Krizler ve Dünya Ekonomisine Etkisi

1957’lerde ortak Arap pazarı kurma amacıyla Arap ekonomik birliğinin kurulmasına zemin hazırlamış, uygulanabilirliği ise sadece prosedürde kamıştır (Pappé, 2009: 61). İnceleme altındaki diğer Arap ülkelerinde, yani Körfez ülkeleri, Ürdün, Fas ve Tunus'ta, yabancı kurumların yerli sektörle yan yana çalışmasına izin verilmiştir. 1973'teki petrol fiyatlarındaki artıştan sonra petrol sermaye temelli Arap bankacılık sistemi hızla gelişme göstermiş ve yeni uluslararası duruma kayda değer bir oranda değer kazanmıştır. Böylelikle hükümetler devralmaya karar verene kadar yabancı bankaların serbestçe var olmalarına izin verilmiştir (Kandil, 2001: 33-34).

 1974-1991: Bu dönemde SSCB’nin de yıkılması ve batının da etkisinin artması ile millileştirme politikaları yerini özelleştirmeye bırakmış, 1930’larda ticari oranlarda bulunan petrolün yabancı şirketlerle işbirliği yapması bu süreci hızlandırmıştır. Ancak bu dönüşümden sonra bölgede enflasyon oranı %10’dan %30’a çıkmıştır (Pappé, 2009: 67).

1991 yılından sonra petrol bağımlılığı ülkede ciddi oranda hissedilmiştir. Ülke ekonomisi doğal kaynaklara bağlı bir ekonomi olarak karşımıza çıktığında bu ülkede sanayinin az gelişmesine bağlı olarak yatırımlar azalır ve işsizlik meydana gelir. Ülke ekonomisi cari fazla vermesiyle döviz kuru değerli hale gelir ve petrol dışı mallar rekabet ortamına giremez. Böylelikle bütünüyle ülke doğal kaynağa bağlı bir ekonomiyle beslenir (Genç ve Sayım, 2011: 151). Bu durumda küresel politikaların etkin şekilde kullanımı mümkün görülmemektedir.

3.4.1. Bölgelerde Oluşan Krizler ve Dünya Ekonomisine Etkisi

Baskının yoğun olarak hissedildiği Ortadoğu’da politikaların küreselleşmenin gerektirdiği şekilde yürütülememesi, bölgede ekonomik krizlerin yoğun olmasına ortam hazırlamıştır. Arap coğrafyasında bu krizlerin sebebi Arap halkı değil, Batılı ülkelerin zorlayıcı baskılarıdır. Bu nedenle bu krizlerin en fazla etkisi ise bu ülkelerde hissedilmektedir.

64

Ekonomik sisteme yönelik gerekli reformlar, kalkınmayı teşvik etmek için canlı bir özel sektörle daha liberal bir ekonomik ortam yaratmak için gerçekleştirilmeden önce, bölgede ciddi ve temel bir siyasi reform yapılması gerekmektedir. Gorbaçov’un açıklık politikasında bahsettiği için glasnost (siyasi liberalleşme) olmaksızın perestroika (ekonomik liberalleşme) olamaz politikası bile siyasi ilerlemenin ekonomiden daha önce ülkelerde bulunması gerektiğini bizlere göstermektedir. Ortadoğu ülkelerindeki asıl sorun, büyük ölçekli petrol gelirlerinin mevcut rejimlere destek sağlamasıdır. Bu destek, dünyadaki pazarlara petrol tedarikçileri olarak kilit statülerinden dolayı dış güçler tarafından zaman zaman ülke politikası haline gelmiştir. Bu da bölgede petrol krizinin yaşanma olasılığını arttıran bir etmendir (Choueiri, 2005: 423).

1974’teki petrol krizi ABD’de tehlikeli ekonomik bunalımlara sebep olmuştur. Bu dönemde ABD doları, altın ve Avrupa devletleri parası karşısında değer kaybetmiştir. Petrole bağımlılığın bu ülkelerdeki sonuçları, bölgeyi paylaşılamaz bir hazine olarak değerlendirilmesine ortam hazırlamıştır. Kriz sonrasında Avrupa devletlerinde enflasyon ve işsizlik oranı artmış; Japonya, ABD, İngiltere, B. Almanya ve İtalya’daki büyük petrol şirketleri Güney Çin Denizinde petrol arama antlaşmaları imzalamışlardır. Fakat bu ham petrol gelirinin büyük bir kısmı kredi veren şirketlere garantörlük edeceği için bu ülkeler çözümü Arap petrol üreticileri ve OPEC’te bulacaklardır (Hoca ve Gürgöz, 2011: 220-225).

Ortadoğu ülkeleri tarafından bakılacak olursa; doğal kaynakların ihracatı kısa sürede çok fazla gelir yaratabileceğinden, ulusal öncelikler ve kaynaklar ihracatla ilgili sektörlerde birikme eğiliminde olup, sanayi çeşitliliğinin durgunluğuna ve endüstriyel sistemdeki dengesizliğin artmasına neden olmaktadır. Ayrıca doğal kaynak fiyatları değiştiğinde, kaynak ihracatına bağımlı ülkeler gelirlerinin riskleriyle karşı karşıya kalmakta ve hatta fiyatlardaki artışa bağlı olarak gelir artışlarını da silebilmektedirler (Li,2015: 22).

Uluslararası ekonomik krizler ülkeleri çıkmaza soksa da sonrasında gelen adımlar daha önemlidir. Kriz sonralarında yeniden yapılandırılan daha sıkı tutumlar ülkeleri yeniden bir düzen içerisine girdirmeyi amaçlamaktadır. Özellikle Arap coğrafyasında hali hazırda uygulanan ekonomik ambargolar kriz sonrasındaki

65

ekonomik yapıyı düzeltmek amacıyla değil, aksine o ülkelere müdahale edilebilirliğinin meşruiyeti olarak kendisini göstermektedir.

3.4.1.1.Körfez Ülkeleri Krizi

Bölgede körfez ülkeleri olan adlandırılan ülkeler Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Irak, Kuveyt, Umman, Suudi Arabistan ve İran'dır. Bu körfez ülkeleri ABD’nin sıkı sıkıya ve birebir iletişim içerisinde olduğu, petrol ve doğalgaz ticaretinin kalbi olduğu, din ve etnik grupların Batılı güçler tarafından desteklenerek karışıklık çıktığı bölgedir. Genel anlamda Ortadoğu’nun kalbi denilebilir. Diğer Ortadoğu ülkelerinden apayrı olan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan bölgede ağırlığını korumaktadır. Her bir ülkenin farklı özellikleri olan bu yapıda karışıklıkların çıkmaması pek de mümkün değildir. En yakın zamanda oluşan 2017 krizinde bu anlaşmazlıklar açıkça görülmektedir.

Daha uzağa gidecek olursak; 2008 krizinden önce körfez sermayesi batı ülkelerinde ve ABD’de yatırım yapmakta zorlanmışlardır. Ancak krizden sonra Batılı kurumlar içlerinde bulunduğu finansal sıkıntıları yenmek amacıyla körfez sermayesine pay ayırmışlardır. Ancak bu durum körfez ülkelerinde petrol fiyatlarının 100 doların üzerinde olduğu günlerdeki kazancından daha fazla olarak kendi borsalarında 1 yılda kayıp yaşamışlardır (Tasam, 2009). 2008’in Katar’ı %16,8, Irak’ı %9 ve Umman’ı %7,4’lük bir büyümeyle karşılaması kriz zamanında olumlu bir gelişme olarak görünse de özellikle Dubai’de petrol gelirlerinin düşmesi büyük yatırımları dış kredilerle sağlanmasına sebep olmuştur. Ayrıca yakın doğu ülkelerinde işsizlik oranının o dönemde 24 yaşına kadar olan Araplarda %40 olması, iktisadi istikrarı bozabilecek niteliktedir (Kühntopp, 2009). Katar’ın elinde bulundurduğu petrol ve doğalgaz, ABD ile antlaşmalar yapmasını sağlamış, hatta bu ikilide Suudi Arabistan ile yarışır konuma bile gelmiştir. Fakat aynı tutumu İran’a karşı gösterememiştir. İran’daki deniz sınırlarında doğalgaz yataklarının olması, bu ülkeye çekince getirmiştir (Rabi, 2017).

Katar’daki bu olumlu durum 2016’dan itibaren bozulmaya başlamıştır. Katar ulusal gelirinin %90'ı petrol ve doğalgazdan oluşan katarda petrol fiyatlarının düşmesiyle 2016 yılında ilk defa cari işlemler açığı vermiştir (Dedekoca, 2017). Bu

66

şanssızlığı 2017’de ortaya çıkan kriz daha da belirginleştirmiştir. 7 Arap ülkesinin Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Yemen, Suudi Arabistan, Libya ve Maldivler, Katar’ı terör örgütüne destek sağladığını iddia ederek sınırlarını kapatması ve diplomatik ilişkileri kesme kararı alması Katar’a uygulanan diplomatik yatırımlarla petrol fiyatlarında sert yükselişlere neden olmuştur (BBC, Katar Krizinin Olası Ekonomik Etkileri Neler?, 2017). Hatta bu konuda Moody's'in Başkan Yardımcısı Steffen Dyck, "Körfez ülkelerindeki diplomatik anlaşmazlığın ciddiyeti eşi benzeri

görülmemiş ölçüde ki bu da Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi'ndeki ekonomik, mali ve sosyal etkileri konusundaki belirsizliği artırıyor" diyerek körfez krizini

özetlemiştir.’’ (BBC, Körfez Krizi: 'Katar Ekonomisini Desteklemek İçin 38 Milyar Dolar Harcadı, 2017). Ayrıca Milat Gazetesi’nden Koray Taşdemir’in Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşı olan stratejist Hasan Ed-Duqqi ile yaptığı röportajında Duqqi, BAE için, 'İslam ümmetine ihanet içindedir' demiştir. ‘’Körfezin içinde bulunduğu

krallık yönetimlerini ve hukuksuzlukları da hatırlatan Duqqi, 'Körfez tehdit altında ama farkında değil... Biz Lübnan'ın İran'a verilişini gördük’’ diye de eklemede

bulunmuştur .‘’(Timetürk,2017)

ABD başkanı Donald Trump ise krizde Katar’ın karşısında bulunmuş ve ülkeyi terörist destekçisi olma ile suçlamıştır. Buna rağmen Ortadoğu’daki en büyük Amerika askeri üs Katar’dadır (BBC, ABD: Katar'ın Talepleri Karşılaması Zor, 2017). Bu hareketle ABD bölgeden elini tamamen geri çekmemiş, Katar ABD’nin hassasiyetlerini göz önüne aldıkça, Suudi Arabistan’la zıtlaşmadıkça ve bağımsız dış politika izlemedikçe bu krizin tehlikesi devam edecektir. Nitekim Katar’a karşı olan Arap ülkeleri ABD’nin müttefikidir (Diriöz,2017: 31).

Suriye, Libya, Yemen gibi ülkelerde de bu tip kriz ve devrimler barışçıl olmaktan çıkmış, Batılı ülkeler tarafından militaristleştirilmiştir. Önce askerler halka silah sıkarak buna cevap vermiş, sonrasında emperyalist güçlere karşı olan halk da karşı cevapla devrimleri her zaman canlı tutmuşlardır.

3.4.1.2.İran-Irak Krizleri

İran ve Irak coğrafyası Ortadoğu bölgesi için bir diğer önemli coğrafyadır. Bölgede oluşan krizler ekonomiyi birinci derecede etkilemiştir. 1979’da İran İslam devriminden sonra İran’ın ekonomisi 1/3 oranında azalmayla karşılaşmıştır. Hemen

67

ardından İran-Irak krizinin yol açtığı ekonomik kriz, Ahmedinejad döneminde ambargonun uygulanması 2015’te ekonomide ağır bir kriz yaşatarak %2 daralmasına sebep olmuştur.

İran ve Irak arasında çıkan krizlerin baş aktörleri batılı devletlerdir. Hali hazırda Irak’ta tahmin edilen petrol rezervleri ABD’nin 100 yıllık ham petrol ihtiyacını karşılayacak boyuttadır. Bu durum uluslararası şirketlere önemli ölçüde kar payı bırakmaktadır (Ulutaş, 2006: 35-37). Bu krizlerin bir diğeri olan 1. Körfez Savaşı (1990-1991), ABD öncülüğünde İngiltere, Suudi Arabistan, Fransa, Suriye, Mısır gibi 28 devletle Irak arasında yapılan savaştır. Bu savaşın ana sebebi olarak 1980-1988 yılında İran ile savaşan Irak’ın ekonomik yönden ağır zarara uğrayıp, bir bahane olarak İran’a savaş açmak istemesidir. Bu bahanesi ise körfez ülkelerine yöneliktir. Saddam Hüseyin’e göre körfez ülkeleri kendi lehlerine göre petrol fiyatlarıyla oynamaktaydı. 1. Körfez Savaşı bitiminde ABD, Irak’a ekonomisini alt üst eden bir ambargo uygulamıştır. Bu ambargo, ABD’nin şimdiye kadar uyguladığı 115 ülkeye olan ambargolardan en uzun ve en kapsamlısıdır. BM, 986 sayılı karara göre Irak temel gıda maddelerini temin etmek için her 6 ayda 2 milyar dolar satış yapabilme kotası getirilmiştir. Gelirinin %30’u 1. Körfez Savaşı mağdurlarına tazminat olarak verilmesi de şartlardan biridir (Duman, 2017).

11 Eylül 2001’deki İkiz kuleler krizi ile birlikte ABD ile Irak arasındaki gerginlik günümüze kadar taşınmıştır. ABD’nin bu krizden sonra ‘’İslamofobia’’ kavramını gündeme getirmesi, bölgedeki siyasi ve ekonomik şekillenmelerin ne yöne gideceğinin habercisidir.

2015 yılında Barzani’nin bulunduğu zamanda siyasi krizler ekonomik krizleri de tetiklemiştir. PKK’nın Kerkük-Ceyhan Boru hattında düzenlemiş olduğu saldırılar Irak Kürdistan Birleşik yönetiminin petrol satışlarını olumsuz etkilemiş, ayrıca o dönemde Bağdat yönetiminin Kuzey Irak’a vermesi gereken payı ödememesi üzerine Kuzey Irak’taki ekonomiye dayalı sektörler etkilenmiştir (Karabat, 2017).

Görüldüğü üzere yıl yıl bu bölge krizlerden doğrudan etkilenmiş, özellikle İslam dininin halk hareketlerinde kullanılarak bölgeye müdahale edilmesi sağlanmıştır. Uzun süredir ambargo altında yaşayan ve bu nedenle ekonomik sorunlarla mücadele eden İran, değişen dengelerde ABD-İsrail-Suudi Arabistan üçlemesine dikkat ettiği sürece bölgede istikrarı sağlayabilecektir. Irak tarafından ise mevcut durumda

68

PKK’nın varlığını destekleyen bir ülke olması, büyük güçlerin bu durumu kendi çıkarları için kullanmasına imkân tanımaktadır.

3.4.1.3.Libya, Tunus, Mısır, Lübnan, Yemen ve Suriye Krizleri

Bölgedeki karışıklık ortamlarının en kolay içine sızabileceği ve bu kriz ortamlarına en müsait olan Libya, Tunus, Mısır, Lübnan, Yemen ve Suriye ülkeleri, ellerinde ciddi derecede petrol ve doğalgaz rezervi olmamasına karşılık yine de karışıklıklardan uzak duramamışlardır. Genellikle buradaki krizler hükümet ile halk arasındaki çatışmaların emperyalist devletler tarafından desteklenerek ülkeleri daha büyük kargaşa ortamına taşıması ile oluşmuştur. Hala günümüzde de devam eden Afrin sorunu, bu bölgedeki paylaşılmışlığın en somut örneğidir.

1990’lı yıllardan itibaren Tunus ve Mısır olmak üzere bölge ülkelere yabancı sermaye girmiştir. Bu sermaye yenilikçi ve sanayi sektörler yerine kayıt dışı ekonomiye bağlı bir istihdam politikasıyla çözümlenmeye çalışılmış, ülkeyi ciddi sorunlara götürmüştür (İkiz, 2015: 64). Buna bağlı olarak Tunus 2000’li yıllardan itibaren gelir eşitsizliği, rüşvet, adam kayırma, işsizlik gibi sebeplerle ekonomik şartlar ağırlaşmış, halk hareketleri baş göstermiştir. Ülkenin başında bulunan Bin Ali, ekonomiyi iyi derecede yürütmüşse de kazançları tabana yaymada başarılı olamamıştır. Belirli bir zümrenin yararlandığı bu gizli servet, rejimin devrilmesini sağlayacak hareketlere zemin hazırlamıştır (Açıl,2017: 181-182).

Libya’da ise Kaddafi döneminde uygulanan Atlantik yardımı ve IMF desteği, kaynakları serbest bırakmak amacı ile sağlanmıştır. O dönem IMF başkanı Christina Lagarde, para biriminin istikrarlaştırılarak yeni ödeme sistemleri oluşturmak amacıyla uygulanması planlanan reform çalışmaları için Libya’nın petrol üretimini desteklemiştir (Prashad ve Alpagut, 2012: 244-245). Ancak bu programların ülkelerdeki uygulama alanı sınırlıdır. Nihayetinde 2011 yılında Tunus’taki hareketlenmenin büyümesiyle rejime karşı isyanlar tekrardan baş göstermiştir. Batılı ülkelerin bu süreci ‘’Arap Baharı’ ’olarak isim etmeleri de çelişkilidir. Nitekim en önemli nedenleri bölgedeki ciddi ekonomik sorunlar, insan haklarının ihlali, demokrasinin yoksunluğu, rüşvet, gelir dağılımı eşitsizliği olan Arap baharı süreci

69

başta Tunus olmak üzere Libya, Mısır, Yemen, Lübnan ve en son Suriye’yi de etkilemiştir.

Tablo 3.1 ve Tablo 3.2’ye bakıldığında modern ülkelerdeki işsizlik oranlarının hemen hemen 3 katı olarak Arap baharını yaşan ülkelerin oranlarını görmekteyiz. Buna bağlı olarak bu hareketten en çok etkilenen Tunus olmak üzere Libya, Mısır, Yemen ve Bahreyn’de GSYH kaybının 20 milyar dolar olduğu saptanmıştır (Öztürkler, 2014: 14).

Tablo 3.1.

Arap Baharının Yaşadığı Ülkelerde İşsizlik ve Yoksulluk Oranları (2011-%)

ÜLKE İşsizlik Oranı Yoksulluk Sınırının

Altında Yaşayan Nüfusun Oranı Tunus 18 3.8 Mısır 12.2 20 Libya 30 33 Suriye 12.3 11.9 Yemen 35 45.8 Bahreyn 15 MD3

Kaynak: Öztürkler, H. (2014), Arap Baharı'nın Ekonomik Analizi, Akademik

ORTA DOĞU, 8(2), 1-16 s.13

Tablo 3.2.

Arap Baharının Yaşandığı Ülkelerde Gelir Dağılımı

ÜLKE En Düşük %10 En Yüksek % Tunus 2.3 31.5 Mısır 2.9 27.6 Libya MD4 MD Suriye MD MD Yemen 2.9 30.8 Bahreyn MD MD

Kaynak: Öztürkler, H. (2014), Arap Baharı'nın Ekonomik Analizi, Akademik

ORTA DOĞU, 8(2), 1-16 s.13

3 MD: Verinin mevcut olmadığı anlamına gelmektedir. 4

70

Ayrıca Arap baharı sürecinde yaklaşık 2 milyardan fazla Suriyeli mülteci konumuna düşmüştür. İlerleyen dönemlerde de bu çatışmalar rejim ile muhalifler arasında kalıcı barışın zor sağlanacağı bir ortamın oluşmasına ortam hazırlamıştır (Efegil, 2013: 18).

Suriye krizi ve beraberinde meydana gelen mülteci göçü sağlık, eğitim, güvenlik, istihdam ve topluma uyum gibi birçok sektörde iç politikaları doğrudan etkilemekte ve bu etkileşimin uzun bir süre daha devam edeceği görülmektedir. 7 yıldır devam eden Suriye iç savaşı şimdiden Ortadoğu bölgesinde siyasal, ekonomik ve bu sonuçlardan öte Suriye krizini önemli kılan unsurlar toplumsal etkiler bırakmış durumdadır.